İSLAM
DİNİNİN HURAFE VE Bİ’DATLARA BAKIŞ AÇISI, NEDİR BU HURAFE VE BİD’AT DEDİKLERİ –
YAZAN : MUSTAFA KEMAL BEKTAŞ
Alemlerin tek Rabbi ve Hamd’ü Sena’nın
sadece ona mahsus olduğu Allahü Hak Teala’ya sonsuz kere Hamd’ü Sena olsun ki
sonunda bana bir eser daha yazmayı nasip etti…
Sevgili dostlar uzun süreden beridir çalışmasını yaptığım
bu yazımda sizleri dinimizde yeri olmayan inanç ve davranışlar ile ilgili sizleri
aydınlatmaya çalışacağım. İstedim ki yazımı sadece ansiklopedik bilgiler
ışığında değil gerçek veri araştırmalar ışığında yazayım düşüncesiyle hem de
toplumu gözlemleyerek araştırarak yapayım ki bu hastalığı tam net ifade edeyim
dedim. Maalesef alemler kurulduğundan beridir çağımızın en tehlikeli hastalığı
olan Bid’at ve hurafeler maalesef her
tarafımızı örümcek ağı gibi sardı. Rabbimiz bu hastalığa düşmemizden korusun.
Belki birilerinin ayağına basacağım belki hakaretlerine de maruz kalacağım
belki söveceklerde ama olsun Rabbimin katında ki yer benim için önemlidir.
Varsın desinler kötü söz sahibinindir.
“Çürük
baklanın kör alıcısı olur” muş, çoğu da hak ile batılı ayırt edemiyor. Şirke
düşerek inanılıyor, imanla küfür arasında bir hayat yaşanıyor.
Meseleyi bilenlerin ise pek rahatsız olmadığı görülüyor.
Körler, sağırlar ve dilsizler gibi fütursuzca her kes seyrediyor. İslâm’ın
gerçek hayat tarzı bir tarafa bırakılarak ölüden, türbeden, bazı yer ve
mekanlardan medet bekleniyor, yardım isteniyor. Artık insanları ölüler idare
etmeye başlıyor. Bu gidiş iyi bir gidiş değildir. Hamurdan. Çamurdan, havadan,
sudan, ottan, çöpten, kuştan, taştan, beklenen şeyler, insanı küçültmekten
başka hiçbir işe yaramaz.
İnsan, hakim olması, hükmetmesi gereken şeylere mahkum
olmuş. Kendi yaptığına tapan cahiliye insanı gibi putlar edinmiş, sıra sıra
filler ve hayvanlarda uğur aranıyor.
İnsanlar, ibadetsiz, içi boş çağdaş din istiyor.
Kurtuluşu bir sözde, bir tek harekette veya bir sahtekârın vaatlerinde arıyor.
İstekler çağdaş ama hayat tarzı ilkel.
Önce Bid’at ve Hurafe nedir anlamına bakalım:
Bid’at: Elime itibarıyla sonradan ortaya çıkan şey, yenilik
olup, İslam hukukuna göre örneksiz bir şey yapmak, yepyeni bir iş ortaya
koymak, genel kanaata aykırı davranışta bulunmak ve daha önce benzeri olmayan
bir şeyi icat etmek gibi anlamlara gelir.
Hurafe: Dine sonradan girmiş
olan, akla aykırı, uydurma ve garip şeyler, boş inançdır
Gördünüz bu iki cümle maalesef bir çok
mü’min kardeşimizin ahretini ebedi cehennemine sokabilecek davranış ve inanç
topluluğudur.
Kısacası: Mantıki temeli
olmayan telâkki ve uygulamalara, din adına ileri sürülüp benimsenen bâtıl inanç
ve davranışlara hurafe denir. Hurafelerin iki temel özellikleri vardır.
Birincisi akla ve bilime aykırı olmaları, ikincisi de dinî bir dayanaklarının
bulunmamasıdır. İşte bam teli burada kopuyor bu boşlukta sözde şeyh efendiler,
hoca efendiler ve sözde gavslar ortaya çıkıyor. Kime karşı ! dini bilgisi kıt
olan, okuyup ilim tahsil etmeyen cahil insanlar topluluğuna karşı ! Tek
maksatları dini ve inançları kullanarak cepleri doldurmak. İşte bu iş bu kadar
tehlikeli boyutlara ulaştı.
Diğer bir deyişle de Korku, çaresizlik ve çağrışım gibi
psikolojik nedenlerle beliren, geleceği bilmek isteğiyle bazı rastlantı ve
benzerlikleri, iyilik ya da kötülüğün ön belirtileri olarak değerlendiren;
bilimin ve geçerli bir dinin reddettiği, birtakım doğaüstü kuvvetlerin
varlığını kabul eden, kulaktan kulağa geçen yanlış ve boş inanmalardır ”
Önümde Abdullah ÇOBANOĞLU’na ait bir
Araştırma Tezi var. Araştırma 2006 yılına ait. İçindekilere göz gezdirdikçe
inanın bende ürktüm. Araştırma, Bursa ili’nin Osmangazi ilçesi’nde
yaşayan halk arasında mevcut hurafe ve bâtıl inançları araştırmış, ve bu sayede duymadığım şeyleri de bu sayede duymuş öğrenmiş
oldum.. O yıllarda ki hurafe ve bid’atların varlığı karşısında yıl 2017 şimdi
Allah bilir ne duruma düşmüşüdür düşünmek istemiyorum.
Araştırma sonuçlarına bir göz gezdirelim
ve sonra kaldığımız yerden devam edelim. Araştırmanın yapıldığı Osmangazi,
nüfus ve yüzölçümü olarak Türkiye’nin sekizinci, Bursa’nın en büyük merkez
ilçesidir. Osmangazi İlçesi, camileri, çarşıları, külliyeleri, hanları,
köprüleri ve bedesteniyle tarihî bakımdan son derece zengin bir yerdir.
İlçedeki en önemli tarihî eser, Yıldırım Bayezit tarafından yaptırılan Ulu
Camii’dir. Sanayinin oldukça gelişmiş olduğu Osmangazi, devamlı göç alan bir
ilçedir. İlçeye, Bursa’nın farklı yerleşim birimlerinden, Türkiye’nin bir çok
bölgesinden vatandalar, Bulgaristan ve Yunanistan’dan soydalar göç edip
yerleşmektedir. Bu bakımdan Osmangazi, farklı kültürlerin bulunduğu bir mozaik
konumundadır.
Araştırma, üst sosyo-ekonomik düzeyi temsîlen Çekirge’de
(Doburca Mahallesi) %26,7 si, orta düzeyi temsîlen Küplüpınar %36,5 ve Soğanlı mahallelerinde%24,2, alt
düzeyi temsîlen de Yeniceabat Beldesi’nde% 12,6 yaşayan halk arasından seçilen
deneklere uygulanmış olup tamamen Türkiye mozaiği gerçeğini yansıtması
açısından bu araştırma önemlidir..
Hurafe kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de yer almamakla birlikte,
anlam yakınlığı bulunan kelimeler yer almaktadır. Aşağıdaki kelimeler bunlara
örnektir:
a. Esâtîr:
Ustûre veya estîrenin çoğuludur ve “gerçeğe uymayan, düzensiz, asılsız ve boş
sözler” demektir (İsfehânî, 1970:339). Esâtîr kelimesi, “esâtîru’l-evvelîn”
eklinde Kur’ân-ı Kerîm’de dokuz âyette geçmektedir (el-En‘âm 6/25; el-Enfâl
8/31; en-Nahl 16/24; el-Mu’minûn 23/83; el-Furkân 25/5; en-Neml 27/68; el-Ahkâf
46/17; el-Kalem 68/15; el-Mutaffifîn 83/13).
b. İhtilâk:
“Uydurulmuş yalan söz” demektir (İsfehânî, 1970:225; Devellioğlu, 2004:419).
Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde geçmektedir (es-Sâd 38/7).
c. Tekavvül:
İhtilâk ile aynı anlamdadır (Mustafa ve di., 1996:767 ). Kur’ân’da iki âyette
geçmektedir (et-Tûr 52/33; el-Hakka 69/44).
d. Hulüku’l-evvelîn:
“Önceki milletlerin tabiî eğilimleri, yatkınlıkları, gelenekleri” demektir
(Mustafa ve diğ, 1996:252; Devellioğlu, 2004:380). Kur’ân’da bir yerde
geçmektedir (e-Şuarâ 26/137).
e. Hars: “Bir temele ve ilme
dayanmayan, zan ve tahmine istinaden söylenen saçma ve yalan söz” anlamındadır
(İsfehânî, 1970:209). Kur’an’da bu kökten gelen yahrusûntahrusûn (el-En‘âm
6/116; el-En‘âm 6/148) ve harrâsûn (ez-Zâriyât 67/10) ifadeleri geçmektedir
Yukarıdan beri ifade edilen ve anlam bakımından hurafe
kelimesiyle yakınlığı olan bu tabirler, Kur’ân-ı Kerîm’i ilâhî vahiy olarak
kabul etmeyen, ona Hz. Muhammed (s.a.v.)’in uydurduğu bir kitap nazarıyla bakan
müriklerin bâtıl iddialarını anlatmak amacıyla dile getirilmiştir. Kur’ân
onlara gerekli cevabı vermiş, bütün iddialarını çürütmüştür.
Kur’an da Hurafelere bakış açısının
yanında hadis lere de bakalım Peygamber
efendimiz s.a.v konuya nasıl bakmaktadır:
Hz. Peygamber efendimizin s.a.v anlattığı bir konu için
kadınlardan biri: “Ey Allah’ın Resûlü, bu anlattığınız Hurafe’nin sözüne
benziyor” demiştir. Bunun üzerine Resûlüllah: “Hurafenin ne olduğunu biliyor
musunuz?” diye sormuş ve sözüne şöyle devam etmiştir: “Hurafe Benî Uzre veya
Cüheyne kabilesine mensup bir adamdı. Câhiliye döneminde cinler tarafından esir
alınmış, içlerinde uzun süre kaldıktan sonra; cinler arasında gördüğü ilginç
olayları anlatınca insanlar kendisini yalanlamış ve artık onlar asılsız kabul
ettikleri her söz için ‘Hurafe’nin sözü’ demişlerdir” (İbnü’l-Esîr, 1963:2/25;
Ahmed b. Hanbel, 1981:6/157; Taberânî, 1995:7/40-41).
Bir kısım insanlar halktan menfaat sağlamak için onların
hoşuna gidecek hadisler uydurmuşlardır. Özellikle bazı vâizler cemaatini memnun
edebilmek, onlardan daha fazla maddi yardım sağlayabilmek ve halkın nezdinde ki
itibarlarını arttırabilmek için akla ve mantığa uymayan hadisler uydurmuşlardır.
Bunun yanında pazarda sebzesini, meyvesini satamayanlar halkın bunlara rağbetini
arttırmak maksadıyla elindeki malı öven hadisler uydurmuşlardır (Baran ve
Sönmez, 1993:155-156). Meselâ karpuzla ilgili öyle bir hadis uydurulmuştur: “Yemekten
önce yenilen karpuz mideyi ve bağırsakları tertemiz eder ve hastalığın kökünü
kurutur” (Başaran ve Sönmez, 1993:157)
Halife veya emirlerin heveslerine göre fetvâ veren
kimseler ihtiyaç anında hadis uydurmaktan çekinmemişlerdir. Bilhassa Abbasî
devrinde görülen bu gibi olaylar, bazı halifelerin, Emevîler’i halkın gözünden
düşürmek için böyle kimselerden istifade ettiklerini ve Emevîler aleyhinde
çeşitli hadisler uydurulmasına yol açtıklarını göstermektedir (Koçyiğit,
1997:115). Meselâ Gıyâs b. İbrahim, Halife Mehdî’nin güvercin yarıştırdığını
görünce, hemen orada Hz. Peygambere uzanan bir sened zikrederek, güya Hz.
Peygamber’in “Ok, deve, at ve kuş yarışlarından bakası için ödül almak helâl
olmaz” buyurduğunu rivayet etmiştir. Bu hadis aslında sonunda “kuş” ibaresi
olmaksızın Sünen-i erba‘a’da nakledilen sahih hadislerdendir. Fakat Gıyâs
halifenin endişesini gidermek, ona yaranmak ve bu suretle iltifata mazhar olmak
için hadisin sonuna “kuş” ibaresini ilâve etmekten çekinmemiştir (Çakan,
1990:157; Tahhân, 1996:92).
Müslümanları iyiliğe yöneltmek ve kötülüklerden
uzaklaştırmak, böylece dine hizmet etmiş olmak için de pek çok hadis
uydurulmuştur. Özellikle Kur’ân-ı Kerîm okumanın, sûrelerin ve nafile ibadet
etmenin faziletlerine dair hadisler uydurulmuştur.
Meselâ, Kur’ân sûrelerinin faziletine dair öyle bir hadis
uydurulmuştur: “Hz. Peygamber Ubey b. Kâ‘ba hitaben: ‘Ey Ubey, bir kimse Fâtiha
sûresini okursa ona şu kadar sevap verilir’ demiş ve Kur’ân’ın sonuna kadar
sırayla her surenin faziletiyle ilgili aynı şeyi söylemiştir” (Başaran ve
Sönmez, 1993:168).
Yine Resûlüllah’ın, “Ben Rabbimi Minâ’da Kurban
bayramının üçüncü gününde gri bir deveye binmiş, üzerinde yün bir cübbe olduğu
halde insanların önünde dururken gördüm” buyurduğuna dair sözler uydurmadır.
Aliyyü’l-Kârî (2005:102), bu hadisin mevzû olduğunu, aslının olmadığını ifade
etmiştir. Bu uydurma hadiste Allah insana benzetilmekte, O’na mekân izafe
edilmektedir. Bu anlayış, ulûhiyyetle ilgili bâtıl itikatlardandır.
Netice olarak hadislerin Hz. Peygamber’in hayatında
yazılı metin haline getirilmemesini fırsat bilen bazı art niyetli kişiler,
mevzû hadisler vasıtasıyla İslâm dinine bir takım bid‘atlar ve hurafeler
sokmaya çalışmışlardır. Bu durum hadiste isnat sisteminin ortaya çıkmasına
zemin hazırlayan amillerden biri olmuştur. İsnat sistemiyle birlikte hadis
âlimleri bu tip mevzû hadislerle etkin bir şekilde mücadele etmişlerdir
Hurafelerin ortaya çıkmasında İslâm öncesi kültün İslâm’a
taşınması, uydurma hadisler ve isrâilî rivayetler etkili olurken; hurafelerin
yayılmasında da daha çok cehâlet, taklit ve kitle iletişim araçları rol
oynamaktadır.
Daha çok bilgisizliğe balı olduğu kabul edilen hurafelere
inanma hususu, İslâm’ı ana kaynaklarından öğrenip halkı aydınlatacak yeterli
sayıda âlimin yetişmemesiyle orantılı olarak müslüman halk arasında
yaygınlaşmıştır. İslâmiyet insanları düşünmek suretiyle inançlarını
temellendirmeye ve akıl yürütme güçlerini kullanmaya davet etmektedir. İslâm’ın
bu temel ilkesi, “De ki: İşte benim yolum, ben şuurlu bir şekilde Allah’a
çağırıyorum, bana uyanlar da” (Yûsuf 12/108) meâlindeki âyette ortaya
konmuştur. Ancak İslâmî konulara yeterince ilgi göstermeyen okumuş kesimle dinî
bilgileri ve kültür seviyeleri düşük halk tabakasının soyut özellikler taşıyan
dinî konuları doğru olarak anlayıp kavraması kolay değildir (Yavuz, 1998:383).
Bu durum dinin kendisiyle hiçbir ilgisi olmayan hurafelerin dinî hususlarla
karışmasını kolaylaştırmaktadır.
Hurafelerin yayılmasında halkın dinî konularda bilgisiz
olması ve tatmin edici bir din eğitimi ve öğretiminin olmayışı etkili
olmaktadır. Çünkü İslâm dininin esaslarını ve İslâm düşüncesini iyi bilen bir
müslüman hurafelere inanmaz, safsatalara kanmaz (Erdil, 1999:7).
Ayrıca vâizler ve sohbet ehlinin yetersiz oluşu ve
hurafelerden arınmış sağlam dinî bilgilere sahip olmayışı da bâtıl inançlara
zemin hazırlamıştır (Yavuz, 1998:383). Ehliyetli ilim adamları halkı aydınlatma
hususunda üzerlerine düşen vazifeyi yerine getirmeyince, vaaz kürsüleri ilmî
seviyeden yoksun kimselere kalmıştır. Bu kişiler halka İslâm’ın temel
prensipleriyle ilgisi olmayan hurafeler ve isrâiliyât telkin etmişlerdir
(Günaltay, 1997:265). Ehliyetsiz vâizlerin kullandıkları vaaz kitaplarının
büyük çoğunluğu, akl-ı selîm ve belli bir ilmî seviyeye ulaşmış insanları, işittiklerinde
dinden nefret ettirecek derecede hurafelerle doludur. Bu kitaplarda genellikle
isrâilî rivayetler ve uydurma hadisler ağırlıklıdır. Bazı vâizler tarafından
kullanılan bu kitaplar, dil ve üslup yönünden zayıf, fikir ve mana bakımından
da oldukça düşük seviyededir (Günaltay, 1997:267).
Psikolojik ve sosyolojik bir çok sebebi olan taklit de
hurafelerin kabulünde ve yayılmasında rol oynayan faktörlerdendir. Taklidin en
büyük delili Tv. özellikle gelişmemiş veya Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde
televizyonun önemi diğer kitle iletişim araçlarına göre çoktur. Bu ülkelerde
okuma yazma oranının düşük olması televizyona olan ilgiyi daha da
arttırmaktadır (Turan, 2005:120). Televizyon izleme oranının yüksek olduğu
Türkiye’de televizyon programları toplumun davranış kalıplarının, inanç ve
kanaatlerinin oluşmasında belirleyici bir unsur olmaktadır. Türk
televizyonlarında yayınlan bazı diziler, bazı filmler büyük ile ilgili
hurafeleri, bir takım programlar nazar boncuğuyla alakalı bâtıl telâkkileri adeta
topluma hurafe ve bid’atları empoze etmektedir. Özellikle yıl başlarında ve
belli zamanlarda astrologların, medyumların görüşlerine yer vermek suretiyle
gaybla ilgili hurafeler bilerek veya bilmeyerek halka aktarılmaktadır.
Töre ve geleneklerin daha etkili olduğu toplumlarda
nesiller arası değerlerin aktarımı daha hızlı, yeniliklerin ve ilmî gelişmelerin
aktarımı ise daha yavaş olmaktadır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, insanoğlunun
ilmî yeniliklerden ziyade atalarına bağlı bir yapıya sahip olduğu gerçeği, “Onlar
bir kötülük yaptıkları zaman, ‘Atalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu
emretti’ derler” (el-A‘râf 7/28) ifadesiyle dile getirilmektedir.
Özellikle küçük yerleşim birimlerinde ve kırsal
kesimlerde töre ve gelenekler etkisini daha çok göstermekte, içlerinde
hurafeleri de barındırmaktadır. Dinî değerlerle bağdaşmayan bu uygulamalar, az
da olsa halen varlıklarını sürdürmektedir. Bunlar, halk inançları olarak
atalardan alınmış, zamanla benimsenmiş kabullerdir.
İnsanlar, bilgi ve kültürden yoksun oldukları oranda
yenilikten ziyade, gelenek ve törelere daha çok bağlılık göstermektedirler. Bu
hususta kapalı toplumsal yapı özellikleri güçlü bir şekilde devam eden
yörelerde, geleneksel ve yerel değerler daha çok ön plana çıkmaktadır. Bu
durumda olan insanlar, her aktarılan değeri düşünmeden kabullenmekte ve
toplumda yaşatmaktadırlar. Halbuki bilgi toplumlarında aynı şeyi görmemiz pek
mümkün değildir. Böyle toplumlarda insanlar daha ziyade etkileyici bir yapıya
sahiptir. Dolayısıyla eğitilmiş toplumlarda yenilikler ve ilmî gelişmeler söz
konusudur. Çünkü eğitimin sosyal değişmedeki rolü, maddî kültür alanındaki
gelişmeyi hızlandırdığı gibi aynı zamanda manevî kültür alanındaki kalkınmayı
da temin edici ve düzenleyici olmasıdır (Günay, 1992:100).
Bu gün ekonomik düzeyi düşük toplumlarda hurafelere daha
çok rastlanmaktadır. İnsanların ihtiyaçlarını ve istediklerini elde
edemedikleri zaman üzüntü ve sıkıntı sebebiyle muskacılara, büyücülere müracaat
ettikleri, falcılara gidip fal baktırdıkları, adak ve ziyaret yerlerine gidip,
adak adayıp dilek tuttukları görülmektedir. Ayrıca falcıların, medyumların ve
astrologların söylediklerine itibar ettikleri, bazı hastalıkların tedavisinde
tıbbî imkânlardan faydalanmak yerine halk arasındaki söylentilere göre hareket ettikleri
müşahede edilmektedir (Bedir, 1998:43). Günümüzde genel olarak eski kültür ve
medeniyetlerin etkisiyle Asya ve Afrika kıtalarında bulunan ülkelerde falcılık,
muska ve tılsımlar vb. daha yaygındır. Bu ülkeler ekonomik yönden de zayıftır.
Toplumların maddî ya da ekonomik hayatını diğer bütün sosyal olaylar ve
faaliyetlerden ayrı düşünmeye imkân yoktur. Çünkü ekonominin temelinde ferdî
menfaat motivasyonunun yanı sıra, vicdanın tatmini gibi motivasyonların da
bulunabileceği artık anlaşılmıştır.
Ekonomik problemler insanların sosyal yaşantılarını da
etkilemektedir. Ekonomik yönden zayıf olan ülkelerde beklenti ve ümit
içerisinde olan insanlar arasında hurafeler daha yaygındır.
Her ne kadar ekonomik faktörlerin kötüye gitmesi
insanların hurafelere daha fazla meyletmesini doğuruyorsa da bunun bütünüyle
böyle olmadığı da bir vakıadır. Ekonomik bakımdan gelişmiş ülkelerin halkları
arasında da hurafeler söz konusudur. Nitekim bu konuda Hikmet Tanyu u tespiti
yapmaktadır:
“... Zira batılı, iktisat, teknik ve ilim sahasında
ilerlemiş muhtelif ihtiyaçları karşılayan müesseseleri bulunan memleketlerde
(katolik, ortodoks, protestan vb.) Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’nın,
Asya’nın (Japonya) ileri seviyedeki memleketlerinde sayılar, uğurlu, uğursuz
günler, fallar, adak ve adama gibi birçok inançların bulunduğunu görmekteyiz.
Bize göre yalnız maddî ihtiyaçların giderilmesi, bir doktor vs. ile itikatlar
kalkıvereceğini sanmak isabetli görünmüyor” (Tanyu, 1967:322).
Gayb âleminde kalan hususları Allah’tan baka kimsenin
bilemeyeceği âyetlerde, hadislerde ifade edilmesine ve âlimlerin büyük
çoğunluğunun böyle düşünmesine rağmen birçok tasavvuf mensubu, seçkin tasavvuf
ehlinin keramet yoluyla gayba vâkıf olduğuna inanır (Uysal, 1990:1/37-38 ).
Ayrıca yıldızlardan ahkâm çıkarma,4 kahve ve ok, bakla,
iskambil kâıdı, suya bakma, yıldıznameye bakma, kitap açma (Kur’ân veya baka
kitaplar) gibi yöntemlere başvurularak yapılan falcılık, İslâm öncesi döneme
ait bâtıl inançlar olup bazı İslâmî zümreler tarafından benimsenmiştir (Yavuz,
1998:383). Bu tip bâtıl inançlar müslümanlara Mısırlılar ile Asurîler’den geçmiştir
(Günaltay, 1997:294).
Yıldızların durum ve hareketlerinden birtakım hükümler
çıkarmak insanlığa Keldânîler’den kalma bir adettir. Önceleri bir tapınma hissi
ile bağlayan efsane devri zamanla daha yoğunluk kazanmış, halkın başına birer
belâ olan kâhinler, câhil kitleyi istedikleri gibi kullanmak, hatta zâlim
hükümdarları kendi emirlerine boyun eğdirebilmek için, bu tip inançların
artması için ellerinden geleni yapıp nüfuzlarını yükseltmişlerdir. Kâhinlerin
nüfuzu o derece artmıştı ki sava ve barı gibi büyük ilerden, yeme, içme, tıraş
olma ve yıkanma gibi basit işlere kadar her şey kâhinlerin uygun görmesiyle
yerine getiriliyordu (Günaltay, 1997:293). Gayb bilgisi ile ilgili hurafelerden
biri de “cefr” ilmi ve “ebced” (cümmel) hesabıyla kıyametin veya ileride olacak
büyük hadiselerin zamanını tespit etmeye çalışmaktır.
Cefr ilmi ve ebced hesabı müslüman müelliflerin bir kısmı
tarafından makbul ve muteber kabul edilmiştir. Halbuki her iki husus da hurafe
olmaktan öteye gitmemektedir (İbn Haldûn, 1990:1/808).
Uğursuzlukla ilgili anlayışların en yaygını hayvanlarla
ilgili olanlardır. Bazı hayvanların uluması, bazı kuşların ötmesi çeşitli
şekillerde yorumlanmakta; bunların kimisi uğur, kimisi uğursuzluk, kimisi de
ölüm işareti olarak kabul edilmektedir (Erdil, 1999:79).
En modern memleketlerde de rastlanan uğura ve uğursuzluğa
yorma inançlarının kökü eski çağ dinlerinin kâhinlerine, sihirbazlarına,
büyücülerine dayanmaktadır. Bu tür inançların bir kaynağı da ilkçağda İran’dır
(Ülken, 1969:26). Önüne gelen her şeyden bir mana çıkarmak, bazı şeyleri uğurlu
görüp, birtakım şeyleri uğursuz sayma inancı, Romalılar ile putperest
Araplardan miras kalmıştır. Romalılar kuşların ötüşünden ve uçuşundan bazı
hükümler çıkarırlardı. Tatayyur (kötüye yorma, uğursuz sayma) denen bu adetin
aynısı Araplarda da vardı. Halk arasında uğursuz olarak kabul edilen baykuş
Romalılar döneminde de uğursuz sayılırdı. Romalılar baykuşun yanık yanık ötmesini
bir felâketin başlangıcı olarak kabul ederlerdi (Günaltay, 1997:295).
Genellikle devlet önde gelenleri ve ünlü kişiler için
inşa edilen, İslâm mimarisine özgü mezar yapılarına türbe denir (Meydan
Larousse, 1978:338). Türbeler, müslümanlardan büyük âlim, veli, hükümdar,
hükümdar zevcesi ve çocukları, emir, vezir ve komutanların kabirleri üzerine
inşa edilmiş, üzerleri kubbelerle örtülü yapılardır. Eski devirlerde ileri
gelenler, ölmeden önce kendileri veya aile fertleri için türbe yaptırırlardı. Öldükten
sonra da bu türbelere gömülürlerdi (Türk Ansiklopedisi, 1983:50). Zamanla
devlet erkânı yanında mühim zatların ve tarîkat şeyhlerinin de türbeleri
yapılmaya başlanmıştır. Yaygın hurafelerden biri de türbe ve yatırları ziyaret
edip, oralarda meftûn bulunanlardan yardım beklemektir. İnsanlardan kimisi dua
yapmak, kimisi dilek tutmak, kimisi de hastalıklardan şifa bulmak gayesiyle din
âlimlerine ve şeyhlere ait türbelere, “yatır” olarak nitelenen mezarlara gidip
mum yakmak, bez bağlamak, taş yapıştırmak ve adak adamak suretiyle ölülerin
rûhâniyetinden medet ummaktadır (Yavuz, 1998:383). Hatta bazı insanlar
türbelere gidip elini yüzünü sürmekte, türbelerin eşik ve pencerelerini
öpmekte, bir takım tapınma hareketleri yapmaktadır. Bunların hepsi bâtıl hareketlerdir
(Erdil, 1999:67).
Türbe ve yatırlara, kutsal ağaç ve kutsal sular olarak
kabul edilen mekânlara daha çok çocuğu olmayan ve çocuğu hasta olan kadınlar
gitmektedir. Bir çok kadın bu mahallere gidip bez bağlamakta, suya parasını
atmakta, ta yapıştırmakta ve bunun sonucu bir takım hastalıklarda kurtulacağına
ve hatta hamile kalacağına inanmaktadır (Erdil, 1999:55).
Abbasiler’in son dönemlerine doğru bu tür inançlara daha
yenileri de eklenerek İslâmiyet’e sokulmaya çalışılmıştır. Sultanlar döneminin
sıkıntılı zamanları, dinî esasları sarsacak hurafelerin yayılmasına ve
umumileşmesine yardımcı olmuştur (Günaltay, 1997:283-284).
Türbe ve yatırlarda görülen hurafelerden biri de bez
bağlamadır. Bez bağlama hurafesi, Kuzey ve Orta Asya uluslarının eski dinleri
olan Şamanizm’e mahsus önemli unsurlardan biridir. Şamanist Türkler’in
inanışlarına göre her dağın, her kutlu pınarın, göl ve ırmakların, kutlu ağaç
ve kayaların “izi” denen sahipleri vardır. Çağdaş Altaylı Şamanistler’in
inandıkları “izi”ler, Göktürkler’in bıraktıkları yazıtlarda “yer-su” ile ifade
edilmiştir. Göktürkler bu “yer-su” denilen ruhları Türk yurdunun koruyucusu
sayarlardı. Onların inanışlarına göre bu “izi”ler kişiden kurban isterler.
Kendilerine kurban sunmayanlara zararları dokunur. Ancak bu ruhlar çok
kanaatkârdır. Bunları bir paçavra parçası, bir tutam at kılı, hatta kurban
niyetiyle atılan bir ta parçasıyla bile tatmin etmek mümkündür (Tanyu,
1967:324-325).
Türkler müslüman olduktan sonra da bu adetlerini tamamen
bırakmamışlar, evliya saydıkları ulu kimselerin türbelerine, orada biten
ağaçlara, ya da orada bulunan bazı kayalara bez bağlamak suretiyle devam
ettirmişlerdir (Erdil, 1999:54).
Türbe, mezar, tekke vb. yerlerde ilenen hurafelerden biri
de mum yakma ameliyesidir. Bu câhiliyet çağından kalma adetlerden biridir. Eski
çağlarda yalnız “aziz” sayılanların değil, diğer ölülerin de mezarlarında yahut
öldükleri yerde mum yakmak ya da ateş yakmak bir nevi kurban sayılırdı.
Arkeologların çoğu, bu adetin ilkel ateş kültü ile ilgili olduğu kanaatindedirler
(İnan, 1962:42).
Türbelerde kandil yakma adeti ise Fenikeliler’de söz
konusuydu. Fenikeliler Sur şehrinin hâmisi ve ilâhı olarak kabul ettikleri
Melkares’in heykeli önünde devamlı kandil yakarlardı (Günaltay, 1997:294).
Bu gün kabirlerde, türbelerde, yatırlarda, ve kutsal
sayılan yerlerde ilenen hurafeler İslâm dininin tevhîd inancını zedeleyen
uygulamalardır. Oysa Hz. Peygamber, müslümanları şirk hastalığından korumak ve
tevhîd akîdesini yerleştirmek gayesiyle İslâm’ın ilk dönemlerinde kabir
ziyaretini bile bütünüyle yasaklamıştır. Daha sonra müslümanların tevhîdi ve şirki
iyice öğrenmeleri ve muhtemel tehlikenin ortadan kalkmasıyla kabir ziyareti
serbest bırakılmıştır. Resûlüllah bu hususta “Size kabir ziyaretini yasaklamıştım,
artık kabirleri ziyaret edin; çünkü onlar size ölümü ve âhireti hatırlatır”
(Müslim, Cenâiz 105, 108; Ebû Dâvûd, Cenâiz 75; Tirmizî, Cenâiz 60; Nesâî,
Cenâiz 100, 101) buyurmak suretiyle kabir ziyaretinin hangi amaçla yapılması
gerektiğini de ortaya koymuştur. Kabir ziyaretleri kabirde yatan kişinin bir
gün diri olduğunu, kendisine takdir edilen sürenin dolmasıyla ölümün onu
sevdiklerinden ayırdığını, kendisinin de mutlaka bir gün öleceğini, âhirette
dünyada yaptıklarının hesabını vereceğini... düğünmek, böylece masiyetleri terk
edip taatlere yönelmek gayesiyle yapılmalıdır. Hz. Peygamberin, “Lezzetleri
parça parca eden ölümü anınız!” (Tirmizî, Kıyâme 26, Zühd 4; Nesâî, Cenâiz İbn
Mâce, Zühd 31) hadisi, kişinin kendisine ölümü düşündürecek yerleri zaman zaman
ziyaret etmesinin önemini ortaya koymaktadır.
Müslümanın dua edeceği, sıkıntılarını, isteklerini arz
edeceği, beklenti içerisinde olacağı yegâne makam Cenâb-ı Allah’tır. Çünkü
Kur’ân, Fâtiha sûresinde “Yalnız sana ibadet eder ve ancak senden tardım
dileriz” buyurmak suretiyle İslâm inancının temel prensibini ortaya
koymaktadır. Müminler beş vakit namazlarının her rekâtında Fâtihâ sûresini
okumak suretiyle kendi acziyetlerini ve Allah’ın yardım istenecek tek güç
olduğunu yeniden hatırlarlar ve sürekli antlaşmayı yenilerler. Artık kişinin
türbelerden, yatırlardan, kutsallık atfedilen bazı yerlerden yardım istemesi
kendi verdiği sözde durmaması anlamına gelir.
Kur’ân-ı Kerîm’de verilen bilgilere göre cinler de
insanlar gibi Allah’a kulluk etmek için yaratılmıştır. Cân insan türünün
mevcudiyetinden önce yakıcı ve her eye nüfuz edici ateşten halk edilmiştir.
Cinlere de peygamber gönderilmiş, bir kısmı iman etmiş bir kısmı da kâfir
olarak kalmıştır. Son peygamber Hz. Muhammed insanlara olduğu gibi cinlere de
ilâhî emirleri tebliğ etmiştir. Cinler insanlara nispetle daha üstün bir güce
sahiptirler. Meselâ, kısa sürede uzun mesafeleri katedebilirler, insanlar
tarafından görünmedikleri halde onlar insanları görür, insanların bilmediği
bazı hususları bilirler; fakat gaybı bilmezler. Gökteki meleklerin
konuşmalarından gizlice haber almak isterlerse de buna imkân verilmez. İslâm
âlimlerine göre cinler mutlak gaybı bilmemekle birlikte uzun süre yaşadıkları
ve meleklerden haber sızdırabildikleri için insanların bilmediği bazı hususlara
vâkıf olmaları mümkündür (Kılavuz, 1993b:8-9).
Cinlerin insanları etkileyip etkileyemeyeceği hususu
tartışmalı olmasına ve cinlerden korunmak için Resûlüllah’ın tavsiyeleri açık
olmasına rağmen halk arasında cinlerin özellikle insanları etkilediği, insanları
çarptığı ve ruh hastalıklarına sebebiyet verdiği inancı yaygındır. Cinlerin
tasallutundan korunmak için cincilere başvurup tedavi olmanın, onlara muska
yazdırmanın ve bunu taşımanın gerektiğini kabul etmek de bu inancın devamıdır
(Yavuz, 1998:383). Cinlerin insanlar üzerinde etkili olabileceğini kabul
edenlerin bir kısmı bunun daha çok sihir ve büyü faktörlerinde ortaya çıktığını
söyleyerek, cinlerin bu nevi şeylerde kullanılabileceğini söylerler. Manaları
anlaşılmayan “havas” ve “azâim” türünden bazı metinlerin okunması yoluyla
cinlerden faydalanma girişiminde bulunulmasına huddâmcılık, bu işte
kullanıldığı söylenen cinlere de huddâm denilir (Kılavuz, 1993b:10). İslâm
dininin ana kaynaklarında bulunmayan azâim ve havassa dair bilgiler daha çok
Mısır, İran, Türk ve Hint bölgelerinde yaşayan eski kültürlerden Müslümanlara
intikal emi ve halk arasında yaygın bir şekilde benimsenen inançlar halini almıştır
(Günaltay, 1997:292-293). .
Hz. Peygamberin cinlerin insanlar üzerindeki etkisinden
kurtulmak ve onları tesirsiz hale getirmek için Felak ve Nâs surelerini, ayrıca Ayete’l-kürsî’nin ve Bakara sûresinden
bazı âyetlerin okunmasını tavsiye etmesi
(Buhârî, Vekâle 10; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 2, 3; Ahmed b. Hanbel,
4/144, 146) de insanların cinlerin faaliyetlerine karşı kendilerini
savunabilecekleri eklinde yorumlanmıştır
Sözlükte “gizli olan, hakîkati olmayan şey ve aldatmak”
anlamlarına gelen sihir (İsfehânî, 1970:331), Türkçe’de büyü kelimesiyle ifade
edilmekle birlikte, aslında Kur’ân-ı Kerîm’de geçtiği anlamları itibariyle
büyüden daha geniş kapsamlı olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan Türkçe’de büyücü
ile sihirbaz da aynı anlama gelmemektedir.
Hakîkatin aksine tahayyül olunan yaldızcılık,
şarlatanlık, hilekârlık yolunda cereyan eden her hangi bir iş sihirdir. Sihirde
esrarengiz bir surette hakkı bâtıl, bâtılı hak, gerçeği hayal, hayali gerçek
gibi göstermek vardır (Yazır, 1935:1/441).
Büyü ise “tabiat üstü gizli güçlerle ilişki kurularak
yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabii nesneler
kullanılarak zararlı, faydalı veya koruma gayeli bazı sonuçlar elde etmek için
yapılan şiler” şeklinde tarif edilmiştir. Kutsalla ilişkisi bulunmaması ve
ahlâkî amaç taşımaması büyünün en temel özellikleridir. Büyünün başlıca gayesi
insanları, hayvanları, bitkileri, tabiat olaylarını ve güçlerini kontrol ederek
şu veya bu kişi yahut kişilere iyilik ya da kötülük etmek suretiyle menfaat ve
çıkar sağlamaktır (Tanyu, 1992:501
Sihrin varlığı hususunda alimler arasında ittifak vardır.
Zaten Kur’ân-ı Kerîm sihrin var olduğunu ifade etmektedir. Ancak sihrin bir
kısmı, hayali hakikat zannettirecek şekilde insanlar üzerinde aldatıcı bir
tesirden ibaret olup tamamen hayalden ibarettir. Diğer bir kısmının ise
hakikati vardır.
Bakara suresinde anlatılan kıssada bu ikisine işaret
edilmektedir: “... O şeytanlar kâfir oldular. İnsanlara büyücülük ve Bâbil’de
Hârut, Mârut adında iki meleğe indirileni (sihri) öğretiyorlardı. Halbuki o iki
melek, ‘Biz ancak bir imtihan için gönderildik, sakın sihir yapıp kâfir olma!’
demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı koca arasını
ayıran şeyleri öğreniyorlardı. Fakat bu iki melek Allah’ın izni olmadan hiç
kimseye zarar veremezlerdi...” (elBakara 2/102).
Tarih
boyunca çeşitli amaçları gerçekleştirmek için başvurulan büyü, günümüzde başlıca
şu amaçlar için yapılmaktadır:
a. İki kişiyi birbirine yaklaştırmak ya da uzaklaştırmak
için yapılan “sıcaklık” veya “soğukluk” büyüsü.
b. İnsanın gücünü
yok etmek ve organlarını çalışmaz hale getirmek amacıyla yapılan “bağlama”
büyüsü.
c. Karısındakini hasta etme, delirtme, sakatlama ve kötürüm
hale getirme gayesiyle yapılan “düşmanlık” büyüleri.
d. Yapılan büyülerin tesirini kaldırmak ve kişiyi tedavî
etmek için yapılan karşı büyüler (Erdil, 1999:36).
Büyü
yapılış amacına göre şu çeşitlere ayrılmıştır:
1.
Ak Büyü: Buna koruyucu büyü de denir. Genel olarak ferdin veya
toplumun iyiliği için yapılan büyüdür. Kuraklık, yaralanma, mal ve mülkün
zarara uğraması, hastalık gibi felaketlere karşı, ayrıca çocuklara, hamile ve
lohusa kadınlara zarar veren şeylere çare bulmak ve bu zararları önlemek için
yapılan koruyucu büyüler ak büyü sayılır. Bu büyüde dinden, din adamından,
dualardan ve dinî metinlerden istifade edilir.
2.
Kara Büyü: Ak büyünün aksine birine zarar vermek ve kötülük yapmak
gayesiyle yapılır. Evlilerin boşanmasını sağlamak, kişileri birbirinden
ayırmak, cinsi gücü önlemek, hasta etmek, sakat bırakmak, öldürmek gibi kötü
istekleri gerçekleştirmek için yapılır. Bütün bu istekler dinî prensiplere
aykırı olduğu halde kara büyü yapanlar kötü amaçlarına ulaşmak için bile bile
bazı kutsal değerleri, nesneleri, metinleri araç olarak kullanırlar (Albayrak,
1996:85).
3.
Aktif Büyü: Bu büyüyü yapan, tabiat olaylarını yönetim
ve denetimi altına alarak güçlü iradesiyle onları dilediği gibi
kullanabildiğini iddia eder, kendisinin parapsikolojik bir hayatı olduğunu
telkin eder. Bu kişi özel bazı sözleri, tekerlemeleri, dua veya bedduaları ile
büyüyü hazırlamak için elverişli bir durum meydana getirmek ister. Kötü ve
zararlı bir olayları önlemek, uğursuzluktan korunmak, insanların zararlarından
etkilenmemek için bu büyüye başvurulur.
4. Temas Büyüsü: En
çok yapılan büyü şekillerindendir. Temas büyüsünde temas esas olduğundan bir
kimsenin saçından koparılan bir kıl, elbisesinden koparılan bir bez parçası,
kopartılan bir iplik parçası, bir tırnak ucu gibi şeylerle bu büyü yapılır.
Temas büyüsü genellikle kişinin iyiliği için yapılmaktaysa da bazen bir
kötülüğü ortadan kaldırmak veya zarar vermek gayesiyle de bu büyüye başvurulabilmektedir.
5.
Taklit Büyüsü: Bir şeyin taklidini yapmakla o şeyin esasını
etkileme, taklit yoluyla istenilen sonucu elde etme esasına dayanır. Pek çok
alanda uygulanmaktadır. Aynı zamanda anoloji büyüsü, homeopatik büyü de denilen
bu büyüye hem iyi hem de kötü gayeler için başvurulur. Bu büyü şeklinde çocuk
isteyenlerin bezden çocuk, ev isteyenlerin de ufak taşlarla bir ev yapmaları
benzerin benzer eyleri meydana getirebileceği inancından kaynaklanır. Bu büyü
çeşidinde dualar ve okumalar ikinci plandadır (Tanyu, 1992:502).
Nazar, “bir şeyi görmek ve idrak etmek için gözü
çevirmek” manasında Arapça bir isimdir (İsfehânî, 1970:758). Halk arasında,
bazı insanların bakılarındaki zararlı güç nedeniyle, bakma sonucu kişide veya
hayvanda meydana getirdikleri sakatlık, hastalık yada ölüm gibi olumsuz
etkilere nazar denilmektedir. Herhangi bir zararlı olayın böyle bir sebepten
ileri geldiğine inanıldığı zaman “nazar dedi”8 deyimi kullanılır. Sapasağlam
bir çocuk aniden hasta olunca, bir aile içinde düzen bozulunca veya iki dost
arasındaki samimiyet ortadan kalkınca söylenen “kem göze uğradı” deyimi aynı
anlamı ifade eder (Anadol, 1988:28). Nazara değmesine en elverişli kimselerin
çocuklarla, güzellikleri ve hünerleri herkesin hayranlığını uyandırmış kişiler
olduğuna inanılır. Çünkü çocuklar zayıf mahlüklardır, güzel ve hünerli kimseler
de insanların kıskançlık duygularını kamçılarlar. Bu kötü duygular da göz yolu
ile hedefi etkiler ve sakatlar. Nazara uğrama sadece insanlara mahsus bir durum
değildir; mal, mülk, hayvanlar, çeşitli eşyalar ve evlerin de nazara
uğrayabileceği düşünülür (Anadol, 1988:29).
Nazardan
korunmak amacıyla halk arasında bir çok yönteme başvurulur. Dinî bir dayanağı
olmayan ve halk inanışından öteye geçmeyen bu yöntemler şöyle özetlenebilir:
a. Nazarlık
takılır. Nazarlık olarak mavi boncuk, yedi delikli boncuk, kurt boncuğu, göz
boncuğu, hurma çekirdeği, kartal pençesi, at nalı, boynuz, sarı kehribar,
hamayıl vb. şeyler takılır (Anadol, 1988:34).
b. Nazara karşı en yaygın olan uygulama kurşun veya mum
dökme adetidir. Bu iş ş öyle uygulanır: Nazar isabet eden hasta kurşun
dökücünün önüne oturtulur. Başı bir örtü ile kapandıktan sonra çocuğun başı
üzerinde tutulan ve içinde su bulunan kaba, ocakta eritilen kurşun dökülür.
Kurşun döküldükten sonra oradakiler hep beraber; “Kem göz çatlasın, nazar eden
patlasın” diye beddua ederler
c. Nazar muskaları
kullanılır.
d. Nefesi keskin (izinli denilen) bir hocaya okutulur
(Erdil, 1999:58).
e. Kötü gözlü biri gördükten sonra çocuk yıkanır.
f. Çocuk kasten kirli gezdirilir. Çocuğa kirli elbise
giydirilir.
g. Çocuğun yüzüne, kulağının arkasına kazan karası
çalınır. Yüzüne tükürük çalınır.
h. Başucuna Kur’ân-ı Kerîm, balta, tabanca konur.
i. Yaşlı kadınlar
çocuğun yüzüne karşı okuyup üflerler.
j. Çocuğun yaşı
söylenmez (Anadol, 1988:31).
Nazar değmesi yahut göz değmesi hususuna Hz. Peygamber
devrinde de inanılıyordu. Bu hususta Resûlüllah, “Göz değmesi haktır
(gerçektir)” buyurmuştur (Buhârî, Tıb 36; Müslim, Selâm 41, 42; Tirmizî, Tıb
19). Böyle durumlarda Allah’ın elçisi, nazarı değen kimsenin ibadet maksadıyla
abdest almasını ve abdest alınan bu sudan nazar değen o insana yahut eyşaya
Allah’a sığınılarak zâhidane bir ekilde serpilmesini çare olarak tavsiye
etmiştir (Ebû Dâvûd, Tıb 15; Hamidullah, 1993:2/1089). Ayrıca Felak, Nâs
sûreleri nâzil olduktan sonra Resûlüllah’ın insanların göz değmesinden ve
cinlerin şerrinden korunmak amacıyla bu iki sûreyi okuduğu rivayet edilmektedir
(Tirmizî, Tıb 15; İbn Mâce, Tıb 33).
Bazı hastalıkları, kötülükleri, büyü ve nazarı defetmek
için boyna asılan veya üste taşınan yazılı kağıda muska denir. Muska yazan veya
yapan kimseye de muskacı denir (Doğan, 1996:795). Halk arasında görülen
telâkkilerden biri de muskacılara muska yazdırıp taşıma adetidir.
Muska bir deri , metal kutu ya da sargı içerisinde
genellikle kare veya üçgen eklinde sarılır ve saklayan kişiyi cinler, kötü
ruhlar, talihsizlikler, hastalıklar, belalar ve benzeri olumsuz durumlardan
koruduğuna inanılır (Gündüz, 1998a:271). Ancak bu durum halk inancından öteye geçmemekte,
İslâmî bir dayanağı bulunmamaktadır.
Muska ve tılsımların menşei, putperestliğin en ilkel
şekli olan fetiştir. Bu inançta olanlar bazı nesnelerde şuur veya şuursuzluk
bulunduğuna inanılır. Kişi, şuurlu saydığı nesneyi boynuna asar veya yanında taşır.
Bu nesne bir bitki, kurt dişi, ayı tırnağı, kartal tırnağı, leylek kemiği, taş
parçaları vb. şeyler olabilir.
Daha sonraki dönemlerde bu işaretlerin yerini kâğıt
parçaları üzerine yazılmış dinî formüller veya çizilmiş muska ve tılsımlar
almıştır. Muska ve tılsımların en eski şeklinin Mısır’da bulunduğu rivayet
edilir. Eski Romalılar da hastalıklardan korunmak ve zehirlenmelerden korunmak
için tuhaf işaretlerle yazılmış muska tılsımları kullanmışlardır. İslâmiyet’ten
önce yaşamış Türk boylarında da muska ve tılsım kullanma adeti vardı (Erdil,
1999:22). Bu gün muska, tılsım ve sihir yapma işleriyle meşgul olan bazı
kişilerin kullandıkları kitaplar Babil, Âsur, Mısır müşriklerine, eski Budist
ve şamanist Türkler’e ait kaynaklardan yararlanılarak yazılmıştır. Bu kitaplara
inandırıcılığı kuvvetlendirmek için Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler, Hz.
Peygamber’in yaptığı bazı dualar ve Esmâ-i Hüsnâ eklenmiştir (inan, 1962:50).
Muska yazmanın Kur’ân ve Sünnet’te bir dayanağı
olmamasına rağmen muskacılardan bazıları, İsrâ sûresi 82. âyeti muska yazmaya
delil olarak göstermişlerdir (Erdil, 1999:29).
Oysa zikredilen âyette muska yazmak için bir işaret
yoktur. Âyet-i kerîmenin meâli şöyledir: “Biz Kur’ân’dan mü’minlere şifa ve
rahmet olan şeyler indiriyoruz. Ama bu, zâlimlere ziyan arttırmaktan başka bir
katkıda bulunmaz.”
Muskanın bazı olumsuzluklardan, nazardan ve büyüden
koruduğuna dair Kur’ân ve Sünnet’te bir delil bulunmamasına rağmen bazı ilim
adamları, kişinin fenalıklardan korunmak amacıyla üzerinde muska taşımasını
câiz görmüşlerdir. Muska taşımayı câiz görenler bunu bir takım şartlara
bağlamışlardır. İçinde yazılan şeylerin anlamlarının bilinmesi, içinde şirk
anlamı taşıyan bir söz bulunmaması, dinin kabul ettiği nitelikte olması bu
şartlardandır (Havva, 1989:5/138).
Muskayı câiz görenlerin bir dayanağı da Hz. Peygamberin
Rukye’ye izin vermesidir. Rukye, kişinin kendisi veya hasta hakkında şifa
dilemek için Kur’ân âyetleri okuması, Allah’a dua ve ilticada bulunmasıdır
(Havva, 1989:5/138). Yani rukye, okumak suretiyle yapılan bir çeşit tedavi
yöntemidir. Resûlüllah’ın nazar değmesine ve cinlerin etkilerine karşı
yapılmasını istediği rukye, Fâtihâ, Felak, Nâs sûrelerini ve Âyete’l-kürsî’yi
okumak suretiyle Allah’tan korunma dilemektir (Buhârî, Vekâle, 10; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân,
2, 3; Ahmed b. Hanbel, 4/144, 146). Bu bir dua ve niyazdır. Dolayısıyla manevî
bir tedavidir. Böyle bir tedavinin insan ruhu ve bedeni üzerindeki olumlu
tesirleri her devirde tecrübelerle sabit olmuştur.
Efsuncuların, sihir yaptıklarını iddia eden cincilerin
nefesli, merasimli şirk ihtiva eden rukyeleri dinen yasaklanmıştır (Müslim,
Selâm 64). Çünkü bunların rukyelerinin insanlık için bir çok yönden zararları
vardır. Oysa Resûlüllah’ın cevaz verdiği rukye, samimi bir şekilde Allah’a
yönelmeyi ve böylece insanların manevî hastalıklarını ortadan kaldırmayı
amaçlamıştır.
İslâm dininin kadına bir çok hak vermesi, onu erkekten
ayırmamasına rağmen bazı kesimlerde kadınla ilgili yanlı anlayışlar vardır.
Kadının yarım olduğu, evden çıkan erkek işine giderken önünden kadın geçerse
işlerinin ters gideceği, kısa boylu kadının uğursuz olduğu vb. anlayışlar
kadınla ilgili hurafelerdir (Erdil, 1999:94). Ayrıca hamile ve yeni doğum yapan
kadınların korunma amaçlı yaptıkları bazı ameliyeler, evlenemeyen kızların
kısmetinin açılmasına yönelik bir takım anlayışlar halk arasında yaşayan
hurafelerdendir.
Sağlıkla ilgili olarak, tedaviyi ihmal ederek hastaları
türbelerde dolaştırarak iyi etme inancı, bazı su başlarının, pınarların, ırmak
ve nehirlerin hastalıklara iyi geldiği telâkkisi, bazı hastalıkların da hoca
kisvesine bürünmüş çıkarcılara, üfürükçü ve muskacılara götürülmesi ile iyi
olacağı anlayışı yaşayan hurafelerdendir. Ayrıca bazı hastalıklara karşı
hijyenden yoksun kocakarı ilaçlarının kullanılması da bu cümledendir (Bedir,
1999:57).
Temizlikle ilgili hurafelerin yaygın olanları şunlardır:
Gece ev süpürülürse fakirlik getirir. Cuma akamı ev
süpürmek kıtlık getirir. Cuma akamı ev süpürülürse meleklerin kanadı kırılır.
Misafirin ardından ev süpürmek iyi değildir. Ev süpürülürken süpürge birine
dokunursa süpürgeye tükürülür.
Gece tırnak kesmek ömrü kısaltır (Erdil, 1999:86). Ve
benzeri bir çok hurafe Anadolu’nun farklı bölgelerinde görülür. İslam dininin
temizliğe büyük önem vermesine rağmen halk arasında mevcut olan bu tür anlayışlar
insanların temizlik konusunda gereken hassasiyeti göstermelerini engellemekte
ve toplum sağlığını tehlikeye düşürmektedir. Bu durum çeşitli hastalıkların
ortaya çıkmasına ve bu hastalıkları tedavide hurafelere başvurulmasına zemin
hazırlamaktadır.
Yapılan çalışmada hurafe ve bid’atların ana hatlarıyla çıkış
noktası incelendiğinde:
1. Halk arasında İslâm akîdesi ile bağdaşmayan bir takım
hurafeler ve bâtıl telâkkiler mevcuttur.
2. Hurafelerin yayılmasında cehalet en önemli faktördür.
3. Çaresizlik psikolojisi insanların hurafelere baş
vurmasında baş rol oynamaktadır.
4. Hurafelere inanma kadınlarda erkeklere göre daha
fazladır.
5. Bâtıl inançlar ibadetlerini yerine getiren kişilerde,
ibadetlerini yapmayanlara göre daha azdır.
6. İnsanların bir kısmı nazara (göz demesine) inanmayı
hurafe olarak algılamaktadır.
7. Uğur ve uğursuzlukla ilgili hurafeler oldukça
yaygındır.
8. Fal baktırma ameliyesi daha çok eğlence maksadıyla
yapılmaktadır.
9. Halkın büyük çoğunluğu türbe ziyaretlerine önem
vermektedir.
10. Türbe ve yatırlarda İslâm dininin yasakladığı, tevhîd
akîdesini zedeleyen bir takım uygulamalar yapılmaktadır.
11. Astroloji ve burçlarla ilgili bilgiler genellikle
kitle iletişim araçları vasıtasıyla öğrenilmektedir.
Bid‘atların
ortaya çıkması ve yaşama şansı bulması şu sebeplerle açıklanabilir:
a. İslâmiyet’in
kısa sürede yayılması: İslâm dini Hz. Peygamber döneminde Arabistan yarımadası
dışına çıkmamıştır. Resûlüllah’ın vefatından sonra bir çok yer fethedilmiş,
İslâm kısa sürede farklı sosyal ve kültürel yapılardaki milletler arasında
yayılmıştır. Yeni müslüman olan bu milletler eski din, kültür ve
medeniyetlerinden getirdikleri bazı inanç ve düşünceleri unutmamış, onları
İslâmî kimliğe bürüyerek devam ettirmişlerdir (Kılavuz, 1993a:260). Bu durum
bid‘atların ortaya çıkmasında ve yayılmasında etkili olan faktörlerin başında
gelir.
b. İslâmî
esas ve hükümlerin İslâmiyet’e yeni girenler tarafından yanlış anlatılması veya
eski kültür mirasının etkisiyle yanlış yorumlanması da bid‘atların İslâmiyet’e
girmesine zemin hazırlamıştır.
c. İslâm
düşmanlarının faaliyetleri: İslâm düşmanları, dinin saflığını bozmak gayesiyle
bir takım hurafeleri ve eski dinî inançları kasıtlı olarak İslâm’a sokmaya
çalışmışlardır (Yaran, 1992:130).
d. Cehalet
ve taklit: Halkın bilgisizlik sebebiyle İslâm’da olmayan bir düşünceyi veya
inancı dinde varmış gibi algılaması; gördüklerine, işittiklerine ve
alıştıklarına uyması, yanlı da olsa o telâkkiden ayrılmak istememesi de
bid‘atların ortaya çıkmasında ve yayılmasında etkili olmuştur (Topaloğlu,
1993:163). Ayrıca İslâmiyet’i ana kaynaklarından öğrenip halkı aydınlatacak
yeterli sayıda âlimin yetişmemesiyle orantılı olarak da bid‘atlar ve hurafeler
yaygınlaşmıştır (Yavuz, 1998:383).
Araştırma, üst sosyo-ekonomik düzeyi temsîlen Çekirge’de
(Doburca Mahallesi) %26,7 si 110 kişi, orta düzeyi temsîlen Küplüpınar %36,5 150 kişi ve Soğanlı mahallelerinde%24,2
100 kişi, alt düzeyi temsîlen de Yeniceabat Beldesi’nde% 12,6 52 kişi olmak
üere toplam 412 kişi yaşayan halk arasından seçilen deneklere uygulanmış olup
tamamen Türkiye mozaiği gerçeğini yansıtması açısından bu araştırma önemlidir
demiştik.: Ankete katılan erkek deneklerin oranı %52, kadın deneklerin oranı
ise %48’dir.
Yapılan
araştırmada Okuma yazma durumuna bakıldığında;
%46,5’i ilkokul, %12,7’si ortaokul, %29,3’ü lise, %11,5’i
üniversite mezunudur. Bu durumda ilkokul mezunu olanların tüm deneklerin
yarısına yakın olduğu ortaya çıkmaktadır.
Ekonomik
durumlarına bakıldığında;
Ankete katılan kişilerin 1/3’ten fazlasının (%70,3) mali
durumu orta düzeydedir. Deneklerin % 6,4’ünün ekonomik durumu zayıf, %33,4’ünün
ise iyi düzeydedir.
Dindarlık
durumlarına bakıldıklarında;
Deneklerin %3,9’u kendisini çok dindar, %50,2’si dindar,
%41,7’si biraz dindar olarak değerlendirmektedir. %4,2 ise bu soruya “fikrim
yok” cevabı vermiştir.
Dini
eğilimlere bakıldığında;
Deneklerin %4,6’sı ailesinin dini yönünü zayıf, %45,9
orta, %48,8 iyi olarak görmektedir.
ARAŞTIRMADA
SORULAN VE VERİLEN CEVAPLARIN ORANLARI :
Şimdi bu veriler ışığında dikkat edin deneklere sorulan
soru ve cevaplara iyi bakın nasıl bir sonuç çıkmıştır hep beraber görelim:
“Hiç
Fal Baktırdınız mı?” Sorusuna Verilen Cevapların Dağılımı:
Ankete katılan deneklerin yarıdan fazlası (%54) “Hiç fal
baktırdınız mı? Sorusuna evet cevabı verirken, %46’sı da hayır diye cevap
vermiştir. Bu durum fal baktırma oranının oldukça yüksek olduğunu
göstermektedir.
Evet seçeneğini işaretleyen erkeklerin oranı %41,6,
kadınların oranı ise %58,4’tür. Hayır seçeneğini işaretleyen erkeklerin oranı
aynı seçeneği işaretleyen kadınların yaklaşık 1/2’si kadardır. Bu bulgular
kadınların erkeklere oranla daha fazla fala ilgi duyduklarını ve fal
baktırdıklarını göstermektedir.
Fal baktıran deneklerin % 69,2’si sadece kahve falı
baktırmıştır. Diğer fal çeşitleriyle birlikte kahve falı baktıranların oranı
ise %19,5’tir.
Bu bulgular kahve falının diğer fal çeşitlerine nazaran
daha yaygın olduğunu göstermektedir. “Cevabınız evet ise hangi çeşit fal
baktırdınız?” sorusunda “diğer” seçeneğini işaretleyen deneklerden 11’i el
falı, 4’ü su falı, 3’ü bakla falı, 2’si sigara falı, 2’si kaşık falı, geri
kalan 2’si de yıldızname ve göbek falı baktırdıklarını yazmışlardır.
Deneklerin % 81,6’sı falın gelecekle ilgili
beklentilerine cevap veremeyeceğine inanmaktadır. Bunun yanında falın gelecekle
ilgili beklentilerine cevap verebileceğine inananlar ise %6,6’dır. Bu konuda
herhangi bir fikri olmadığını söyleyenler ise %11,7’dir.
Namaz
ibadetini Yerine Getirme Durumu ile Falın Gelecekle ilgili Beklentilere Cevap
Verme Durumu Arasındaki ilişki analizi:
Deneklerin %39,5’inin günlük namazlarını kıldığı, %
32,2’sinin bazen namaz kıldığı, %16,1’inin Cuma ve bayram namazlarını kıldığı,
%12,2’sinin ise namaz kılmadığı anlaşılmaktadır. Günlük namazlarını kılanların
%0,6’sı, bazen namaz kılanların %7,6’sı, Cuma ve bayram namazlarını kılanların
%13,7’si, namaz kılmayanların da %14’ü falın gelecekle ilgili beklentilerine
cevap vereceğine inanmaktadır.
Bu bulgulardan falın gelecekle ilgili beklentilere cevap
vereceği inancının düzenli olarak namaz kılanlara oranla, ara sıra namaz
kılanlarda ve namaz kılmayanlarda daha yaygın olduğu sonucu çıkmaktadır. “Falın
gelecekle ilgili beklentilerinize cevap vereceğine inanıyor musunuz?” sorusuna
“evet” deme oranı namaz ibadetini yerine getirenlerde çok düşük iken (%0,6)
“hayır” deme oranı yüksektir (%93,8). Bu da falın gelecekle ilgili beklentilere
cevap vereceğine inananlarda, dinî hassasiyetin az olduğunu göstermektedir.
Oruç
badetini Yerine Getirme Durumu ile Falın Gelecekle ilgili Beklentilere Cevap
Verme Durumu Arasındaki İlişki analizi:
Oruçla ilgili soruya cevap veren 408 denekten %54,4’ü
Ramazan ayının tamamında oruç tuttuğunu, %33,8’i Ramazan ayında ve bazı mübarek
günlerde oruç tuttuğunu ifade etmiştir. “Ramazan ayında ara sıra oruç tutarım”
seçeneğini işaretleyenlerin oranı %8,8, “Oruç tutmam” seçeneğini
işaretleyenlerin oranı ise %2,9’dur.
Bu bilgiler, ankete katılan deneklerin tamamına yakınının
(%88,2) Ramazan ayının tamamında oruç tuttuğunu göstermektedir. Falın gelecekle
ilgili beklentilerine cevap vereceğine inananların oranı oruç tutmayanlarda
Ramazan ayının tamamında oruç tutanların beş katı; Ramazan’da ara sıra oruç
tutanlarda ise Ramazan’da ve bazı mübarek günlerde oruç tutanların yaklaşık
dört katıdır.
Ramazan ayında ara sıra oruç tutanların %25’i “Falın
gelecekle ilgili beklentilerinize cevap vereceğine inanıyor musunuz?” sorusuna
“fikrim yok” cevabı vermişlerdir. Bu oran oruç tutmayanlarda %16,7’dir.
Oruç ibadetini yerine getirme ile falın gelecekle ilgili
beklentilere cevap vereceğine inanma arasında ters bir ilişki olduğu
görülmektedir. Yani oruç tutan kişilerde falın gelecekle ilgili konularda bir
bilgi kaynağı olmadığı inancı hakimdir (ortalama %85). Bu oran ara sıra oruç
tutanların ve hiç oruç tutmayanlarda %58’e düşmektedir. Zaman zaman oruç
tuttuğunu ve hiç oruç tutmadığını beyan eden deneklerin %25’i falın gelecekle
ilgili hususlarda bilgi kaynağı olduğunu düşünmektedir. Bütün bu bulgular
Allah’a (c.c) karşı sorumluluklarının bilincinde olup ibadetlerini yerine getiren
kişilerin gaybla ilgili konularda Kur’an-ı Kerim ve Sahih Sünnet’e uygun bir
anlayış benimsediklerini ortaya çıkarmaktadır.
Kur’ân-ı
Kerîm, Kur’ân-ı Kerîm Meâli ve Dinî Kitap Okuma Durumu ile Falın Gelecekle
ilgili Beklentilere Cevap Verme Durumu Arasındaki İlişki analizi:
Kurân-ı Kerîm okumasını bilmediği, %9,3’ünün de Kur’ân-ı
Kerîm ve dinî kitap okumaya ilgi duymadığı anlaşılmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm, Kur’ân-ı Kerîm meâli ve dinî kitap
okuyanlara göre okumayı bilmeyenlerde veya Kur’ân-ı Kerîm ve dini kitap okumaya
ilgi duymayanlarda falın gelecekle ilgili beklentilerine cevap vereceğine
inananların oranı daha fazladır. Aynı soruda “fikrim yok” seçeneğini işaretleme
oranı Kurân-ı Kerîm okumasını bilmeyenlerde %18,9’u, Kurân-ı Kerîm ve dini
kitap okumaya ilgi duymayanlarda ise %27,8’i bulmaktadır.
Son üç tablodan falın gelecekle ilgili beklentilerine
cevap vereceğine inananların çoğunlukla ibadetlere karşı duyarsız, Kur’ân-ı
Kerîm okumasını bilmeyen veya Kur’ân-ı Kerîm, Kur’ân-ı Kerîm meâli ve dinî kitap
okumayan kimseler olduğu sonucu çıkmaktadır. Bu da, bu ve benzeri bâtıl
inançların cehaletten ve manevî boşluktan kaynaklandığını göstermektedir.
Medyumların
Geleceğe Dair Söylediklerine inanma eğilimi analizi :
Medyumların gelecekle ilgili söylediklerine inanan denek
sayısı oldukça azdır. Deneklerin %88,3’ü medyumların gelecekle ilgili
söylediklerine inanmamaktadır. “Fikrim yok” seçeneğini işaretleyenler ise
%10,2’dir.
Sonuçları gördünüz.
Şimdide
diğer soru olan Uğur ve Uğursuzlukla
ilgili Bulgulara bakalım:
“Uğur
ve Uğursuzluğa inanıyor musunuz?” Sorusuna Verilen Cevapların Dağılımı:
Deneklerin 1/3’e yakını (%31) uğur ve uğursuzluğa
inanırken, 1/2’den fazlası (%53) inanmamaktadır. Deneklerin %16’sı ise bu
konuda fikri olmadığını belirtmiştir.
Deneklerden ilkokul mezunu olanların %34’ü, ortaokul
mezunu olanların %38’i, lise ve dengi okul mezunu olanların %25,2’si,
üniversite mezunu olanların %25,5’i uğur ve uğursuzluğa inanmaktadır . “Uğur ve
uğursuzluğa inanıyor musunuz? sorusuna ilkokul mezunlarının %45’i “hayır”
cevabı verirken, bu oran lise ve dengi okul mezunlarında %63,9’a, üniversite
mezunlarında ise %59,9’a çıkmaktadır. Aynı soruda ilkokul mezunlarının %19,7’si
“fikrim yok” cevabı vermişlerdir.
Bu durumda ilkokul ve ortaokul mezunlarının 1/3’ten
fazlası uğur ve uğursuzluğa inanırken, lise ve üniversite mezunlarının 1/4’ü
uğur ve uğursuzluğa inanmaktadır. Uğur ve uğursuzluğa inanmadığını beyan
edenlerde ise bunun tam tersi bir orantı söz konusudur. İlkokul ve ortaokul
mezunu deneklerin yarıdan azı “Uğur ve uğursuzluğa inanıyor musunuz? sorusuna
“hayır” cevabı verirken, bu oran lise ve üniversite mezunlarında 2/3’ü
bulmaktadır. Bu bulgular, eğitim seviyesi ile uğur ve uğursuzluğa inanma
arasında ters yönde bir ilişki olduğunu göstermektedir. Eğitim seviyesi
yükseldikçe uğur ve uğursuzluğa inanma oranı düşmektedir. Buna rağmen
üniversite mezunları arasında da uğur ve uğursuzluğa inanma oranının oldukça
yaygın olduğu anlaşılmaktadır.
“uğur ve uğursuzluğa inanıyor musunuz?” diye sorulmuş,
soruya evet cevabı veren deneklerin uğur ve uğursuzlukla ilgili ne tür
inançlarının olduğunu tespit etmek maksadıyla deneklerden uğurlu veya uğursuz
kabul ettikleri hususlara örnek vermeleri istenmiştir.
Soru açık uçlu bırakılarak deneklerin bu tür inançlarını
rahat bir şekilde ifade etmeleri hedeflenmiştir. Ankete katılan deneklerden 126
kişi (%31) uğur ve uğursuzluğa inandığını ifade etmiştir. Bunlardan 36 kişi
uğurlu ve uğursuz kabul ettiği şeylere örnek verirken, 21 kişi uğurlu kabul
ettiği eylere, 10 kişi de uğursuz kabul ettiği şeylere örnek vermiştir.
Uğurlu
kabul edilen Şeylere verilen örnekler:
4 kişi besmele çekmek, besmele ile evden çıkmak, besmele
ile işe başlamak uğurludur, derken; 2 kişi dua okumak, dua ederek bir işe
başlamak, birer kişi de sağ ayakla dışarı çıkmak, sağ ayakla evden çıkmak, güne
balarken dua okuyarak sağ ayakla evden çıkmak, evden çıkarken Âyete’l-kürsî
okumak, sabah namazından sonra uyumamak, namazları vaktinde kılmak uğurludur,
diyor.
3 kişi nazar boncuğu taşımayı, ikişer kişi muska
taşımayı, üzerinde dua taşımayı, birer kişi cevşeni, boncuk taşımayı, enam
taşımayı, mavi boncuk takmayı, kolye takmayı, hıdrellezde gül köküne gömülmüş
parayı cüzdanında taşımayı, uğur taşı taşımayı, saatini, pijamasını, bazı
kolyeleri, bazı eşyaları uğurlu kabul etmektedir.
Günlerle ilgili olarak, 3 kişi perşembe gününün, ikişer
kişi pazartesi gününün ve bazı günlerin, bir kişi cuma gününün uğurlu olduğuna
inanmaktadır. Bir kişi şubat ayının 14’ünü ve bir kişi de 2001 yılını uğurlu
saymaktadır. 3 kişi çocuklarını, ikişer kişi örümceği, hurma çekirdeğini, bazı
insanları, birer kişi çocuğunu, çocuğunun doğmasını, kızını ve arabasını, sağ
gözünün seyirmesini, rüyada balık ve at görmeyi, çalışmayı, dövme yaptırmayı,
bülbülü, kediyi, kısmetli olan şeyleri uğurlu kabul etmektedir.
Uğursuz
sayılan Şeylere verilen örnekler:
7 kişi kara kediyi, 3 kişi köpek ulumasını, ikişer kişi
baykuş ötmesini, baykuşu, kediyi, birer kişi kara kedinin önünden geçmesini,
kargaların batıdan doğuya doğru uçmasını uğursuz saymaktadır. 4 kişi bazı
insanları, 3 kişi 13 rakamını, 2 kişi kadının önünden geçmesini, birer kişi
bazı insanların bakışlarını, fesat ve riyakar insanları, çirkin yüzlü
insanları, 2001 yılını, bazı günleri, pazar gününü, çarşamba günü iş yapmayı,
cuma saatinde çalışmayı, kapı eşiğinde oturmayı, sol taraftan kalkmayı, geç
kalkmayı, dua okumadan evden çıkmayı, cünüp halde beklemeyi, cünüp iş yapmayı,
pis gezmeyi, şarkı söylemeyi, ayakkabının ters dönmesini, ayna kırılmasını,
sarı saç ve çakır gözü uğursuz kabul etmektedir. Deneklerin şuur ve
şuursuzlukla ilgili verdikleri örneklerden İslâmiyet’in emir ve tavsiyelerini
uğurlu, yasakladığı eyleri ise uğursuz kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Bu da
deneklerin İslâm dinini yeterince bilmediklerini, dini bilgi yönünden eksik
olduklarını ortaya koymaktadır.
“Kara
Kedi, Baykuş Ötmesi, Köpek Uluması Uğursuzluk Getirir” Bâtıl inancıyla lgili
Cevapların Dağılımı
“Kara kedi, baykuş ötmesi, köpek uluması uğursuzluk
getirir” ifadesine deneklerin yarıdan fazlası (%58) “yanlış” cevabı verirken,
deneklerin %21,5’i “doğru” cevabı vermiştir. Deneklerin %20,5 de bu konuda
fikri olmadığını beyan etmiştir.
“Kara kedi, baykuş ötmesi, köpek uluması uğursuzluk
getirir” cümlesiyle ilgili “doğru” seçeneğini işaretleme oranı kadınlarda
%27,4’tür. Bu oran erkeklerde %16’ya düşmektedir. “Yanlış” seçeneğini
işaretleyen kadınların oranı ise erkeklerden azdır. Bunun yanında öğrenim
durumu arttıkça ifade edilen cümleye “doğru” deme oranının düştüğü
görülmektedir.
Deneklerden ilkokul mezunu olanların %28,2’si “Kara kedi,
baykuş ötmesi, köpek uluması uğursuzluk getirir” tabirini doğru kabul ederken,
bu oran lise ve dengi okul mezunlarında %11,7’dir. İlkokul mezunlarının
%47,5’i, ortaokul mezunlarının %50’si, lise ve dengi okul mezunlarının
%71,6’sı, üniversite mezunlarının %66’sı ilgili tanımlamanın yanlış olduğunu
belirtmişlerdir.
“Salı
Günü Bağlanan İşler Sallanır (Uzar)” Bâtıl Telâkkisiyle İlgili Cevapların
Dağılımı:
“Salı günü başlanan işler sallanır (uzar)” cümlesine
ankete katılan deneklerin %8’i “doğru”, % 78,2’si “yanlış”, %13,8’i “fikrim
yok” cevabı vermişlerdir. Bulgulardan anlaşılmaktadır ki, yörede uğur ve
uğursuzluk inancı mevcuttur (%31). Ancak bazı hayvanların uğursuz olduğu
inancı, günlerin (salı gününün) uğursuz olduğu inancına göre daha yaygındır.
Çünkü kara kediyi, baykuş ötmesini ve köpek ulumasını uğursuz sayanların oranı
%21,5 iken, salı gününü uğursuz sayanların oranı %8’e tekabül etmektedir.
Ayrıca bazı hayvanların uğursuz sayılması hususunda fikir beyan etmeyenler
(%20,4) de salı gününü uğursuzluğuyla ilgili fikir beyan etmeyenlerden oldukça
fazladır .
Yapılan araştırma uğur ve uğursuzluk inancının kadınlarda
ve yaşlılarda daha fazla olduğunu göstermiştir. Ayrıca uğurlu kabul edilen
hususlara verilen örneklerden birçoğunun dinin tavsiyesi olduğu, uğursuz kabul
edilen şeylere verilen örneklerden de birçoğunun İslâmiyet’in yasakladığı
hususlar olduğu anlaşılmaktadır. Uğurlu yada uğursuz kabul edilen hususların
dinî telâkkilerle karıştırılmasında cehâlet etkili bir faktördür.
Türbe
ve Yatırlarda Mum Yakmak, Kurban Kesmek vb. Bâtıl Uygulamalar Yapmakla İlgili
Cevapların Dağılımı
Deneklerin %11,8’i, Türbe ve yatırlarda mum yakmak,
kurban kesmek, dilek tutup ağaçlara bez bağlamak vb. şeylerin iyi olduğunu,
%62,2’si iyi olmadığını belirtmiştir.
Deneklerin 1/4’ten fazlası (%26 ) ise bu konuda fikri
olmadığını ifade etmiştir. Deneklerin 2/3’ü türbe ve yatırlarda yapılan bu tür
faaliyetlerin yanlış olduğunun bilincindedir. Ancak az da olsa, türbe ve
yatırlarda mum yakmanın, kurban kesmenin, dilek dilemenin, ağaçlara vb. yerlere
bez balamanın doğru olduğuna inanlar mevcuttur.
Türbe
ve yatırlarda mum yakmak, kurban kesmek, dilek tutup ağaçlara bez bağlamak vb.
faaliyetlerle, cinsiyet ve örenim durumu arasında ne tür bir ilişki olduğu
analizi:
“Türbe ve yatırlarda mum yakmak, kurban kesmek, dilek
tutup ağaçlara bez bağlamak vb. eylerin” iyi olduğunu ifade eden erkek ve kadın
sayısı birbirine yakındır. Aynı faaliyetlerin iyi olmadığını söyleme oranı
kadın deneklerde %63,3 iken, erkek deneklerde %61,6’dır. “Fikrim yok”
seçeneğini işaretleyen erkeklerle kadınların oranı da birbirine yakındır.
Bu durumda türbe ve yatırlarda yapılan faaliyetleri
benimseme veya benimsememe hususunda erkek ve kadınlar arasında bir farklılık
olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak deneklerin öğrenim düzeyiyle bu faaliyetlerin
doru olup olmadığına inanma durumları arasında ters bir ilişki söz konusudur.
Öğrenim düzeyi arttıkça deneklerin türbe ve yatırlarda ilenen hurafelere
“doğru” deme oranı azalmaktadır.
İlkokul mezunlarının %16’sı, “Türbelerde mum yakmak,
kurban kesmek, dilek tutup ağaçlara bez bağlamak vb. şeyler, iyidir” derken
üniversite mezunlarının sadece %4,3’ü bu faaliyetlerin iyi olduğunu
söylemiştir. Aynı hususlara ilkokul mezunu olan deneklerin %58‘i, ortaokul
mezunu olan deneklerin %62,8’i, lise ve dengi okul mezunu olan deneklerin
%65’i, üniversite mezunu olan deneklerin %69,7’si “iyi değildir” cevabı
vermiştir.
Namaz
İbadetini Yerine Getirme le Türbe ve Yatırlarda Yapılan Bâtıl Uygulamalar
Arasındaki İlişki analizi:
Deneklerden günlük namazlarını kılanların %4,3’ü, bazen
namaz kılanların %12,2’si, cuma ve bayram namazlarını kılanların %19,9’u, namaz
kılmayanların %24’ü “Türbe ve yatırlarda mum yakmak, kurban kesmek, dilek
tutmak, ağaçlara bez bağlamak vb. şeylerin” doğru olduğunu belirtmiştir.
Türbe ve yatırlarda yapılan bu tür faaliyetlerin yanlış
olduğunu ifade etme oranı günlük namazlarını kılanlarda, cuma ve bayram
namazlarını kılanların oranının iki katından fazladır. Günlük namazlarını
kılanların %81,3’ü “Türbe ve yatırlarda mum yakmak, kurban kesmek, dilek tutup
ağaçlara bez bağlamak vb.ş eyler” iyi değildir derken, bazen namaz kılanların
%56,5’i, cuma ve bayram namazlarını kılanların %39,6’sı, namaz kılmayanların
ise %46’sı aynı hususların iyi olmadığını söylemiştir.
Günlük namazlarını kılanların %14,4’ü, bazen namaz
kılanların %31,3’ü, cuma ve bayram namazlarını kılanların % 40,5’i, namaz
kılmayanların %30’u bu konuda fikri olmadığını belirtmiştir.
Bulgulardan düzenli olarak namaz kılan kimselerin
tamamına yakınının türbe ve yatırlarda mum yakmanın, kurban kesmenin, dilek
tutmanın, ağaçlara bez bağlamanın bâtıl olduğunun bilincinde oldukları anlaşılmaktadır.
Ancak, sadece cuma ve bayram namazlarını kılanların 1/5’i ve namaz
kılmayanların 1/4’e yakını bu gibi faaliyetlerin iyi olmadığının bilincinde
olmadıkları görülmektedir.
Namaz kılma ibadetiyle türbe ve yatırlarda yapılan
faaliyetler arasında kurulan ilişkiden namazlarını kılan kişilerin İslam’ın
tevhîd akîdesini zedeleyen ve insanların irke düşmesine sebebiyet veren anlayış
ve davranışlardan uzak durdukları anlaşılmaktadır. Bunda camilerde yapılan vaaz
ve irşad faaliyetlerinin etkili olduğu söylenebilir.
Evlenemeyen
Genç Kız, Bir Türbe Veya Yatıra Gidip Bez Bağlarsa Kısmetinin Açılacağına Dair
Bâtıl İnançla İlgili Cevapların Dağılımı:
“Evlenemeyen genç kız, bir türbe veya yatıra gidip dilek
tutup bez balarsa kısmeti açılır” yargısına deneklerin sadece %6,8’i “doğru”
cevabı vermiştir. Deneklerin %70’i yanlı cevabı verirken, %23’2’si “fikrim yok”
demiştir.
Cinsiyeti le Evlenemeyen Genç Kızla ilgili Bâtıl inanç
Arasındaki İlişki analizi:
“Evlenemeyen genç kız, bir türbe veya yatıra gidip dilek
tutup bez bağlarsa” ifadesinin yanlşı olduğunu belirten kadınların oranı az da
olsa erkeklerden fazladır. Aynı tanımlamanın doğru olduğunu belirten erkeklerin
oranı %5,2, kadınların oranı ise %8,6’dir.
“Hiç
Türbe Ziyaretine Gittiniz mi?” Sorusuna Verilen Cevapları Dağılımı :
Deneklerin büyük çoğunluğu (%88) türbe ziyaretine
gitmiştir. %12 ise türbe ziyaretine gitmediğini ifade etmiştir.
Bu soruda, bir önceki soruya “evet” cevabı veren
deneklere hangi türbelere gittikleri ve türbelerde neler yaptıkları
sorulmuştur. Soru açık uçlu bırakılarak daha çok hangi türbelerin ziyaret
edildiği ve oralarda ne tür faaliyetlerin yapıldığı anlaşılmaya çalışılmıştır.
Ankete katılan deneklerden 360’ı (%88) türbe ziyaretine gittiğini ifade
etmiştir. Bunlardan 179’u (%49,7) hangi türbeleri ziyaret ettiğini ve neler
yaptığını belirtirken, 50’si (%13,9) sadece ziyaret ettiği türbeleri belirtmiştir.
Ziyaret
edilen türbelere Gelince
Bu soruya cevap veren deneklerin büyük çoğunluğu
Bursa’daki türbelerin tamamını gezdiğini ifade etmiştir.
En çok ziyaret edilen türbeler sırasıyla Emirsultan,
Osmangazi, Orhangazi, Veysel Karani, Üftâde, Somuncu Baba, Tezveren, Üç
Kuzular, Yeşil, Yıldırım Bayezit, I.Murat, Molla Fenâri, Okçu Baba, Musa Baba,
Aydede ve Piremir’dir.
Deneklerden bazıları İstanbul’daki türbeleri, bazıları
Konya’daki türbeleri, bir kısmı da İznik’teki türbeleri ziyaret ettiğini belirtmiştir.
Eyüp Sultan, Fatih Sultan Mehmet, Mevlânâ, Telli Baba, Şeyh Şehabeddin, Şeyh
Edebâlî, Erturul Gazi, Abdurrahman Gazi, Hasan-ı Basrî vb. türbeler de ziyaret
edilmiştir.
Ziyaret
edilen türbelerde yapılan faaliyetler:
Türbelerde 59 kişi dua ettiğini belirtirken, 57 kişi dua
okuduğunu, 8 kişi ruhlarına Fâtiha okuduğunu, 8 kişi de ziyaret etmek için
gittiğini ifade etmiştir. Yedişer kişi üç ihlâs bir Fâtihâ okuduğunu, Kur’ân
sûreleri okuyup ruhlarına bağışladığını, namaz kılıp duâ ettiğini, üçer kişi Kur’ân
okuduğunu, duâ edip ruhlarına sureler okuduğunu, duâlar okuyup ruhlarına
bağışladığını, ikişer kişi duâ edip Allah’tan dilek dilediğini, duâ edip Fâtiha
okuduğunu, gezip merakını gidermek için gittiğini ve duâ ettiğini belirtmiştir.
Birer kişi türbeleri gezip tarihi estetiklerini
incelediğini, Allah rızası için duâ ettiğini, yatırlara dua ettiğini, türbede
yatan ölünün ruhu için duâ ettiğini, o büyüğü vesile ederek Allah’a duâ
ettiğini, Kur’ân okuyup şefaatlerine nail olmayı dilediğini, Kur’ân okuyup oradakiler
hürmetine dilek tuttuğunu, kurban kesip adak için Mevlid-i Şerif okuttuğunu,
duâ edip oradakiler hürmetine Allah’tan af dilediğini, onların yaşayış
tarzlarını ve kendisine şefaatçi olmalarını Allah’tan dilediğini, ziyaret edip
himmet dilediğini, oğlunun işlerinin rast gitmesi için dilek tuttuğunu,
Karacabey İmaret Camii’nde dilek tutarak iki taşı birbirine yapıştırdığını,
Tezveren Hazretleri’nin türbesinde Mevlid-i Şerif okuttuğunu ifade etmiştir.
Bu sorudaki bulgulardan türbe ziyaretine giden deneklerin
büyük çoğunluğunun, ziyaret esnasında Kur’ân-ı Kerîm okuyup duâ ettikleri
anlaşılmaktadır. Bunun yanında az da olsa türbe ve yatırlarla ilgili yanlı
uygulamaların olduğu görülmektedir.
Araştırma yapılan bölgede oranı az da olsa türbe ve
yatırlarla ilgili İslâm dininin yasakladığı birtakım uygulamaların söz konusu
olduğunu göstermektedir. Deneklerin %11,8’i, “Türbe ve yatırlarda mum yakmak,
kurban kesmek dilek tutup ağaçlara bez bağlamak vb. şeyler iyidir” cevabı
vermiştir.
Ayrıca gözlem amaçlı yapılan ziyaretlerde, Bursa’daki
türbelerde İslâm akîdesine aykırı bir takım faaliyetlerin yapıldığı müşahede
edilmiştir. Uyarı yazılarının bulunmasına rağmen insanlar türbelerde dilek
tutmaktan, adak atamaktan, hasta ve özürlü çocuklarını getirip tedavilerini
ummaktan uzak durmamaktadırlar. Halbuki bunlar tevhîd akidesine ters
uygulamalardır.
Türbe ve yatırlardaki İslâm inancına aykırı uygulamalar,
insanların İslâm dinini ana kaynaklarından öğrenmeyip, anadan babadan
gördükleriyle ve çevreden duyduklarıyla yaşantılarını devam ettirmelerinden
kaynaklanmaktadır. Bilhassa duâ adabı, kabir ziyaretinin nasıl olacağı gereği
gibi bilinmediği için, bir çok yanlı yapılmakta, bunlar da dinin emirleri
zannedilmektedir.
Şimdide
Nazarla ilgili Bulgulara Bakalım:
“Nazara İnanıyor musunuz?” Sorusuna Verilen Cevapların
Dağılımı:
Deneklerin %83’ü nazara inanmaktadır. Deneklerden %13’ü
nazara inanmazken, %4’ü de fikri olmadığını ifade etmiştir.
Cinsiyetle Nazara İnanma
Eğilimi Arasındaki İlişki:
Bu soruya cevap verenlerin;erkeklerin
%81,7’si, kadınların ise %84,9’u nazara inandığını beyan etmiştir. Nazara
inanmama oranı ise erkeklerde %14, kadınlarda %11,6’dır.
Namaz Kılma Durumuyla Nazara İnanma
Eğilimi Arasındaki İlişki:
Günlük namazlarını kılanların %85,3’ü,
bazen namaz kılanların %84,1’i, cuma ve bayrama namazlarını kılanların %84,8’i,
namaz kılmayanların %72’si nazara inanmaktadır.
Günlük namazlarını kılanların %12,3’ü,
bazen namaz kılanların %10,6’sı, Cuma ve bayram namazlarını kılanların %12,1’i,
namaz kılmayanların ise %22’si nazara inanmadığını belirtmiştir.
Günlük namazlarını kılanlarda fikri
olmadığını ifade etme oranı %2,4 iken, bu oran namaz kılmayanlarda %6’ya çıkmaktadır
Bulgulardan namaz kılanlarda nazara
inanma oranının birbirine yakın olduğu anlaşılmaktadır. Ancak namaz
kılmayanlarda nazar inanma oranı daha düşüktür. Namaz
kılmayanların 1/4’e yakını nazara
inanmamaktadır. Bu da ibadetleri yerine getirmeyen insanların dinî konularda yeterli bilgi sahibi
olmadıklarını ortaya koymaktadır.
Nazardan Korunmak İçin Alınması Gereken Tedbirle İlgili Soruya Verilen Cevapların Dağılımı:
“Size göre nazardan korunmak için
alınması gereken tedbir hangisidir?” sorusuna deneklerin %67,8’i “nazar duası
okumak veya okutmak”, %11,5’i “mavi boncuk veya nazarlık takmak”, %4,2’si “kurşun
döktürmek” cevabı vermişlerdir. Deneklerin %2,9’u da “diğer” seçeneğini işaretlemişlerdir.
Deneklerin %,5,5’i “mavi boncuk veya
nazarlık takmak ve nazar duası okumak veya okutmak”, %3,6’sı “kurşun döktürmek ve
nazar duası okumak veya okutmak”, %1,9’u
“mavi bocuk veya nazarlık takmak ve
kurşun döktürmek”, %2,7’si “mavi boncuk veya nazarlık takmak, kurşun döktürmek ve
nazar duası okumak veya okutmak” cevabı
vermişlerdir.
“Diğer” seçeneğini işaretleyen
deneklerden 2 ki_i Allah’a sığınmak, birer kişi de Âyete’l-kürsî, Nâs ve Felak sûrelerini
okumak, tevekkül etmek, bilgili bir kişiye başvurmak, daha sade bir yaşantı
sürmek gerektiğini ifade etmişlerdir.
Nazardan korunmak için nazar boncuğu
takmak, kurşun döktürmek vb. uygulamalar nazarla ilgili hurafelerdendir.
Deneklerin yaklaşık 1/3’ü nazardan korunmak için bu gibi
uygulamaları benimsemeleri nazarla
ilgili batıl inançların halk arasında yaygın olduğunu göstermektedir
Deneklerin Nazardan
Korunmak İçin
Aldıkları Tedbir İle Dindarlık
Eğilimleri Arasındaki
İlişki:
Bu soru karşısında denekler çok dindar
olduğunu belirten deneklerin nazara karşı en çok aldıkları tedbir nazar duası
okumak veya okutmaktır (%73,3). Bunun yanında
nazara karşı tedbir olarak %13,3
oranında nazar boncuğu takmak ve nazar duası okutmak, %6,7 oranında kurşun
döktürmek ve nazar duası okutmak, %6,7 oranında
nazar boncuğu takmak ve kurşun
döktürmek gerektiği cevabını vermişlerdir.
Biraz dindar olduğunu ifade eden
deneklerin %60,5’i nazara karşı nazar duası okuturken, %13.3’ü mavi boncuk takmakta,
%4,2 kurşun döktürmekte, %16,8 ise birkaç tedbir almaktadır.
Dindar olup olmadığı hususunda fikir
beyan etmeyenlerin %70’i nazar değmesine karşı nazar duası okuturken, %30’u da
mavi boncuk veya nazarlık takmaktadır
Dinî durum bakımından kendilerini farklı
tanımlayan denekler arasında nazara karşı en çok başvurulan tedbir nazar duası
okumak veya okutmaktır. Mavi boncuk takmak ise en çok “fikrim yok” seçeneğini işaretleyenlerde
(%30), daha sonra da biraz dindar olanlar arasında yaygındır (%24,6).
Bütün bu bulgular, dindarlık eğilimi
arttıkça nazardan korunmak için dinî dayanağı olmayan nazar boncuğu takmak, kurşun
döktürmek gibi bir takım uygulamaların
azaldığını ortaya koymaktadır.
Kendilerini çok dindar olarak ifade eden kişilerde, bu tür bâtıl hareketlerin
yok denecek kadar az olduğu görülmektedir.
Gelelim
Toplumumuzun En Baş Belası Muska İle ilgili Bulgulara:
Muskanın İnsanı Çeşitli Olumsuz Etkilerden Koruduğuna İnanma Eğilimi Dağılımı:
“Muska insanı çeşitli olumsuz
etkilerden korur” ifadesine deneklerin %39,3’ü “doğru”, %35,5’i “yanlış”,
%25,2’si de “fikrim yok” cevabı vermiştir.
Bu bulgulardan yörede, muskanın insanı
çeşitli olumsuzluklardan koruduğu inancının oldukça yaygın olduğu anlaşılmaktadır
(%39,3).
Öğrenim Durumu İle
Muskanın Olumsuz Etkilerden Koruduğuna
İnanma Eğilimi Arasındaki İlişki :
“Muska insanı çeşitli olumsuz
etkilerden korur” ifadesine deneklerden ilkokul mezunu olanların %48,9’u “doğru”
cevabı verirken, ortaokul mezunu olanların %28,8’i, lise ve dengi okul mezunu
olanların %33,6’sı, üniversite mezunu olanların ise %23,9’u “doğru” cevabı
vermiştir.
Deneklerden ilkokul mezunlarının
%35,8’i, ortaokul mezunlarının %32,7’si, lise mezunlarının %36,8’i, üniversite
mezunlarının %34,8’i “Muska insanı olumsuz etkilerden korur” ifadesinin yanlış olduğunu
belirtmiştir.
Fikri olmadığını ifade eden ilkokul
mezunlarının oranı %15,3 iken üniversite mezunlarında bu oran yaklaşık üç kat
daha fazladır (%41,3).
“Muska insanı çeşitli olumsuz
etkilerden korur” ifadesinin doğru olduğunu söyleme oranı üniversite
mezunlarında 1/4‘ten azken, bu oran ilkokul mezunlarında 1/2’ye yaklaşmaktadır.
Bu durumda, öğrenim düzeyi düşük deneklerde muskanın koruyucu
etkisi olduğu inancının daha yaygın
olduğu anlaşılmaktadır
Muskacıların,
Cincilerin ve Üfürükçülerin Söylediklerine İnanma Eğilimi Dağılımı :
Deneklerin %3,6‘sı muskacıların,
üfürükçülerin ve cincilerin söylediklerine inanırken, %85,8’i inanmamaktadır.
%9,8 ise bu konuda fikri olmadığını belirtmiştir.
Deneklerin %39,3’ü muskanın insanı çeşitli
olumsuz etkilerden koruyacağına inanırken, muskacıların, üfürükçülerin ve
cincilerin söylediklerine inanalar yok denecek kadar azdır (Bkz. Tablo 27 ve
Tablo 29). Bu da, bu tip insanların halkın bilgisizliğini, iyi niyetini
suistimal edip maddî menfaat temin etmeye çalışmasından kaynaklanmaktadır
“Tıbbî İmkânların
Yetersiz Kaldığı Durumlarda Size Göre Hastalar Nereye Başvurmalıdır?”
Sorusuna Verilen Cevapların Dağılımı :
tıbbî imkânların yetersiz kaldığı
durumlarda deneklerin %20,7’si hocalara, %0,5’i muskacılara, %11,6’sı türbe ve
yatırlara, %12,9’u da kocakarı ilaçlarına müracaat ettiğini ifade etmiştir.
Deneklerin 1/2’den fazlası ise bunların hiçbirine başvurmadığını söylemiştir.
Bu durumda tıbbî imkânların yetersiz
kaldığı durumlarda en çok başvurulan kimselerin güvenilir hocalar olduğu anlaşılmaktadır.
Bu da deneklerin dindar olmasından ve dinin psikolojik olarak onları
rahatlatmasından kaynaklanmaktadır. Muskacılara gittiğini söyleyen ise sadece 2
kişidir.
Çaresiz durumlarda deneklerin %12,9’u
kocakarı ilaçlarına başvurmaktadır. Bitkisel
ilaçların modern tıbba alternatif
olarak görüldüğü günümüzde, deneklerin kocakarı
ilaçlarına müracaat etmesi
yadırganmaması gereken bir tutumdur.
Ancak deneklerin %11,6’sı çaresiz
durumlarda türbe ve yatırlara gitmeyi tercih etmektedir. şifa gayesiyle türbe
veya yatıra gitmek ve oralardan medet ummak İslâmiyet’in yasakladığı bir
husustur
Burçlarla İlgili Bulgular:
Tablo 31: Burçlarla İlgili Bilgileri Öğrenme
Vasıtaları:
Deneklerin yarıdan fazlası (%52,6)
burçlarla ilgilenmediğini ifade etmiştir.
Deneklerin %34,7’si burçlarla ilgili
bilgileri gazete ve dergilerden, %3,2’si arkadaşlarından, %2,9’u
televizyonlardan, %1,5’i gazete ve televizyonlardan, %1’i de ailesinden öğrenmektedir.
Deneklerin %2,2’si ise burçlarla
ilgili bilgileri farklı yollardan öğrendiğini ifade
etmiştir. 3 kişi kitaplardan, 2 kişi
bilimsel kitaplardan, birer kişi de Kur’ân ve
Sünnet’ten, Kenzu’l-havâs ve
Ma‘rifetnâme’den, radyodan, internetten öğrendiğini
belirtmiştir.
Bulgulardan deneklerin 1/2’den
fazlasının (%52,6) burçlara ilgi duymadığı
anlaşılmaktadır. Burçlarla
ilgilenenler de bu bilgileri genellikle dergilerden ve günlük
gazetelerden öğrenmektedir. Bu da
inanç, tutum ve davranışlar üzerinde kitle iletişim
araçlarının (gazete, dergi, radyo,
televizyon, internet) etkili olduğunu göstermektedir
Yaş İle Burçlarla İlgilenme Durumu Arasındaki İlişki:
26 yaşından küçük deneklerin %64,1’i,
26 ile 35 yaş arası olan deneklerin %55,3’ü, 36 ile 45 yaş arası olan
deneklerin %43’ü, 46 ile 55 yaş arası olan deneklerin %27’si, 56 yaşında ve
daha ya_lı olan deneklerin %6,6’sı burçlarla ilgilenmektedir.
Bu bulgulardan gençlerin burçlara olan
alakasının yaşlılardan çok fazla olduğu anlaşılmaktadır. Gençlerin 2/3’ü
burçlara ilgi duymaktadır. Yaş ilerledikçe burçlara ilgi
azalmaktadır.
Yaygın Hurafelerin
Aktarımı İle İlgili Bulgular :
Deneklerin %61,6’sı falla,
medyumlarla, astroloji ile, uğur ve uğursuzlukla ilgilenmediklerini belirtmiştir.
Deneklerin %18,3’ü yaygın hurafelerle
ilgili bilgileri gazete ve dergilerden öğrenirken,
%11,6’sı televizyonlardan, %2,7’si
arkadaşlarından öğrenmektedir.
Deneklerin %2,9’u ise falla,
medyumlarla, uğur ve uğursuzlukla ilgili bilgileri farklı yollardan öğrendiklerini
ifade etmişledir. 3 kişi dinî kitaplardan, 2 kişi büyüklerinden,
birer kişi de kendi yorumundan,
kitaplardan, internetten, çevresinden, gelininden
öğrendiğini belirtmiştir.
Bulgulardan, yaygın hurafelerin
aktarım vasıtalarının başında kitle iletişim araçlarının
geldiği anlaşılmaktadır. Özellikle
günlük gazeteler ve haftalık dergiler hurafelerin
yayılmasında etkili olmaktadır.
Evet bu böyle devam
ediyor. Şu bir gerçek ki toplumumuzda ibadetleri bilinçli yapmadıkları gibi
yeteri alt yapı bilgi kaynağına da sahip olmadıkları bu nedenle hurafelerin
yaygın olduğu bilinen bir gerçektir.
Şu Hurafelere bir
bakar mısınız İnsan okudukça duydukça aklı tutuluyor:
- Göz seğirmesine inanırım.
- Sağ gözümün seğirmesinden sonra iyi
bir şey, sol gözümün seğirmesinden sonra
kötü bir şey olacağına inanırım.
-Sağ elimin kaşındığında para geleceğine,
sol elimin kaşındığında para çıkacağına inanırım.
-Sağ ayağımın kaşınması yola çıkacağıma,
sol ayağımın kaşınması ise misafirin geleceğine delalet eder.
- Sağ el ayam kaşındığında para geleceğine,
sol kaşındığında paramın biteceğine; sağ ayağımın tabanı kaşındığında misafirin
geleceğine, sol kaşındığında misafirliğe gideceğime inanırım.
- Evden sol ayakla çıkarsam işlerimin
kötü gideceğine inanırım.
- Başka birinin elinden bıçak ve sabun
almam. Eğer alırsam o kişiyle kavga edeceğimi düşünürüm.
- “Of” sözünün ve kötü düşüncelerin
kötülük getireceğine inanırım.
- Kötü anlarda “şeytan kulağına kurşun”
derim.
- Cinci ve üfürükçülere inanırım.
- Fal baktırırım, burçlara inanırım.
- Dinî kitaplardan bakılan
yıldıznameye inanırım.
- Cin çarpmasına inanırım.
- Nazar değmesine inanırım.
- Doğum yapan kadının yanına Kur’ân,
yatağının altına süpürge ve çivi konur.
- Doğum yapanın yanına sıcak ekmek
girmez.
- Lohusa kadın dışarı çıkamaz.
- Lohusa kadının kırk gün beline
(uçkuruna) anahtar bağlanır.
- Yeni doğan çocuğun ilk idrarı kapı eşiğine
konur. Bu durum onu nazardan korur.
- Ölünün ayakkabıları ters çevrilir.
- Telkin çanağı verilmezse ölü
cehennem azabı görür.
- Paslı çivi bulmak, uğursuzluk
getirir.
- Merdiven altından geçmek,
-
Tuzun dökülmesi,
-
Terliğin ters dönmesi,
-
Süpürgenin çiğnenmesi,
-
Kara kedi görmek,
-
Evde örümcek görmek,
-
Bacadan dumanın eğri çıkması,
-
İki bayram arası nikah,
-
Gece dikiş dikmek, tırnak kesmek, aynaya bakmak,
-
Gece sakız çiğnemek, temizlik yapmak,
-
Elden ele bıçak, sabun vermek,
-
Bardak, tabak kırılması,
-
Cuma çamaşır yıkanması, Salı günü işe başlanması,
-
Akşamdan eve acı, turşu sokmak,
-
Sırtta iken düğme, sökük dikilmesi,
-
Gece vakti horozun ötmesi,
-
Ezan okunurken köpeğin uluması,
Var
da var.. Sonu yok ki Oldum olası Bid’at
ve hurafeler, beni hep rahatsız etmiştir. İnsanımız, İslâm’ı öğrenme ve yaşama
arzusundan çok ısrarla bid’at icat ediyor. Var olan bid’atlardan, hurafelerden
de vazgeçemiyor. Bid’at ve hurafeler sanki ibadetmiş gibi yaşatılıyor,
başkalarına da aşılanıyor.
Bakın
akıl almaz, mantık kabul etmez, Kur’an
ve sünnette yeri olmayan inanç ve davranışlar için Cenab-ı Allah bize şöyle
emrediyor:
-“
Şüphesiz ki, bu dosdoğru yoldur. Buna uyun başka yollara sapmayın. Zira
(İslâm’ın ve Kur’an’ın yolundan) başka yollar sizi Allah’ın yolundan alıkor.”- En’am:153
İslâm’da bid’ata asla yer yoktur.
İslâm’ın özü ile asla bağdaşmayan yollar için İmam-ı Rabbani, Mektubat’ında
şöyle der: “ Bid’atlar faydalı görünseler de, hepsinden kaçınmak lazımdır.
Hiçbir bid’atta fayda yoktur.” (2/19)
diyor.
Yalnız şunu ayırt etmek gerekir ki,
her yeniliğe ve gelişmelere bid’at denmez. Dinin, inanç ve ibadetin dışındaki
gelişmeler, yenilikler bid’at değildir. Bid’at deyip medeniyetin gelişmelerine
karşı çıkılmaz. Öyle olsaydı bugünkü İslâm Medeniyeti olmazdı ve diğer
medeniyetlere ışık tutmazdı.
Bid’at nasıl tanınır? Herkes bid’ati
tanıyamaz. Sahte parayı herkesin tanıyamadığı gibi bid’atıda herkes bilip
tanıyamaz. Ancak itikadı düzgün, ölçüsü Kur’an ve sünnet olanlar bilebilir.
Bid’at
ikiye ayrılır:
a)
Kur’an’a
ve sünnete uymayan bid’ata, Bid’ati Seyyie (Kötü, zararlı, hayırlı ve faydalı
olmayan, dinimizin yasakladığı sonradan ortaya çıkan işler, davranışlar ve
inançlardır) denir.
b)
Salih
amel kabul edilen bid’at-i Hasene. Meselâ;
-
Namazlardan sonra topluca tesbih duası yapmak,
-
Mevlid Kandili kutlamak,
-
Camilerin güzel yapılması, süslenmesi,
-
Ezanı uzaktaki Müslümanlar duysun diye minare yapmak, ezanı orada hoparlör ile
okumak,
- Teravih namazını cemaatle kılmak gibi.
Bu Hz. Ömer zamanında olmuştur. Biri Ona: “ Bu bid’at değil mi? Deyine Hz. Ömer
(ra): “bu bid’at ise ne güzel bid’attir.” cevabını vermiştir.
BİD’ATIN
İCADI VE YAYILIŞI
Başta
ilkel dinlerden gelen bazı inanç ve davranışlar bid’atın kaynağını teşkil eder.
Günümüzdeki ilaveler ve tekrarlarda bid’atın devamını sağlar.
Yapılan
araştırmalara göre Müslüman olanların eski dinlerinden ve alışkanlıklarından
mutlaka bir şeyler getirdikleri görülmüştür.
Bid’atların
ortaya çıkışında iyi ve faydalı oldukları için ortaya çıkmamışlardır. Birkaç
sebebi şöyle sıralayabiliriz:
En önde bilgisizlik yer alıyor. İslâm,
kaynağından öğrenilmiyor. İtikadı düzgün insanlar ve eserlerinden değil, ondan
bundan öğreniliyor.
Toplumdan
ve çevresinden itibar görmek, insanları kendilerine bağlamak isteyenlerin
sözleri ve davranışları dinin dışında gelişip yayılıyor.
Bazı
inancından şüphe edilmeyen kimseler bile dinin bazı emirlerini yapan çok olsun,
daha çok sevap kazanılsın anlayışı ile bid’atlar icat edilip yaşatılıyor.
Bid’atta sevap yoktur, bu bilinmiyor.
Mikrop
taşıyan sinekler gibi bid’atlara sahip çıkıp, dini görevmiş gibi yayanlar,
yaşatanlar her zaman eksik olmuyor.
Bakıyorsun
gurupçuluk, tarikat dinin önüne geçirilmiş. Din ne diyor; Allah peygamber ne
buyuruyor denmiyor, falan hoca falan şeyh ne demiş ona bakılıyor. Onun sözleri
tekrarlanıp duruyor. O zaman lokomotif din olmuyor, tarikat oluyor.
Namaz
bile değiştirilmeye kalkışılıyor. Farzlar yeter, sünnete gerek yok. Kaza borcu
olan sünnet kılmaz. Bir niyetle birkaç namaz kılınır. Sizin namazınız kılındı.
Sabah namazına kalkmasan da olur, biz kalkıyoruz. Allah’ın namazına ihtiyacı mı
var? gibi şeyler. Namaz bir örnekti.
Bir
örnek daha vereyim. Allah’a yaklaşmanın, cennete girmenin şartı bile değişti.
“Bizimle olursan tamam” deniliyor.
Dindeki
bu sapıtma, birçok insanın da sapıtmasına sebep oluyor. Peygamber (as)ın şöyle
bir uyarısı var: “ Dinde ifrattan kaçının sizden öncekiler dinde aşırı
gitmekten dolayı helâk oldular.” –Ramuz
el- Ehadis:176/6
Gördüğüm kadarıyla bid’atların çoğunu
ortaya çıkışı ve ısrarla yaşatılmasının sebebi, ya inanç zayıflığından ya da
inançsızlıktan kaynaklanıyor.
Bazı yörelerde ve kesimlerde adet ve
bid’at ibadetin önünde gidiyor. Din ne diyor yok, el-âlem ne der? var.
Fıkıh,
akaid bilgisi yok, meseleler akla göre yorumlanıyor. Dîni hayatta sadece
tasavvuf var. Hz.leri şöyle dedi, böyle dedi, şöyle buyurdu. Allah ne buyurdu,
peygamber ne buyurdunun önünde.
Niye
tercüme, tefsir, hadis okumuyorsun? denilince “Efendi Hz.leri yeteri kadar,
bize lazım olanını eserine almıştır.” Cevabını alıyorsunuz.
Ayetlerin
nüzul sebepleri bilinmezse, ayetler yanlış yorumlanırsa, Hz. Peygamberin
hadislerine, sünnetine itibar edilmezse, Kur’an’dan ve sünnetten uzaklaşıldığı
ölçüde bid’at ve hurafelere yaklaşılacaktır.
Bid’at
icat ederek veya yaşatılan bid’atı gelecek nesillere aktarmak veballi bir
iştir. İyi çığır açmanın sevabı devamlı olduğu gibi kötü çığır açmanın da
vebali (günahı) devamlıdır. Bunu Peygamber (as) şöyle bildirmiştir:
İyi
bir çığır açana açtığı çığrın sevabı verileceği gibi o yolda gidenlerin sevabı
da verilir. Kötü çığır açana çığrın günahı yükleneceği gibi kendisinden sonra o
yolda gidenlerin günahı da yüklenir; bununla beraber onların günahı eksilmez. (Riyaz üs-Salihın:170 )
“Kim
zulüm ile öldürürse, onun kanından bir hisse, Adem’in ilk oğluna ayrılır; çünkü
o, adam öldürme çığrını açmıştır. (Age.
171)
Dinin
özüne ters düşen bid’atlar için Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “Bir kimse
dinimizden olmayan bir şeyi ihdas ederse, o şey merduttur.” (Riyaz üs-Salihın:168)
“Sözlerin
en hayırlısı Allah’ın kitabıdır. En hayırlı hidâyet, Muhammed’in hidâyetidir.
Dinle olmayan işlerin en fenaları sonradan uydurulan şeylerdir; her
bid’at dalâlettir.” (Riyaz
üs-Salihın:169)
Bid’at konusunda dinin hükmü ağırdır.
İmam-ı Şafi: “Bid’at icat eden, Kur’an’a, sünnete ve icmaya muhalif hareket
etmiş olur.” der.
Bid’at
icat edene Peygamber (as) ın bedduası vardır. “Bid’at icat edene Allah lanet
etsin.” demiştir. (Riyaz
üs-Salihın:855)
Ayrıca
bid’at işleyenin amelinin kabul olmayacağını beyanla:” Bid’at işleyenin bid’atı
bırakıncaya kadar ameli kabul olmaz.” buyurur. –Ramuz el-Ehadis:6/5
-“Bid’at
icat eden, ölmeden evvel onun gazabına uğrar.” –Age:397/4
-“Bid’at
icat eden, sünnetten o kadar kaybeder.” –Age
3
Bir gün bir ashabına şöyle anlatır:”
Kıyamet günü birçok kişiyi şefaat edip kurtaracağım. Zebaniler ümmetimden
bazılarını alıp alıp götürecekler. Ben Ya Rabbi! Onlar benim ümmetimden”
diyeceğim. Bana Rabbim diyecek ki, ”Senden sonra onların neler neler ihdas edip
uydurduklarını sen bilmiyorsun.” –İbrahim
Canan, Hadis Ans:17/398
Bid’atın
yayılma özelliği var. Dinini tam olarak bilmeyenler, herhangi bir durumda
denize düşenin yılana sarıldığı gibi bid’at ve hurafelere sarılıyor.
Yanlış
şeylerin ne yazık ki, doğru olandan daha çok yayılma ve yerleşme özelliği
oluyor. Bid’at ve hurafeler bulaşıcı hastalık gibi yayılır, ayrık otu gibi de
yerleşir. Küflü çiviler gibi kolay kolay sökülüp atılamazlar.
Birde yanlış çevre ve Kur’an’dan,
sünnetten uzak insanların yanında insan daha çabuk hurafelere bulaşıyor.
Atalarımız:” Rehberi karga olanın burnu pislikten kurtulmaz.” demiş. Birde: “
Çürük baklanın kör alıcısı olur.” demişlerdir. Ne diyor Allah Rasûlü: Kur’an ve
sünnetimi terk ederseniz sapıttınız gittiniz demektir.” diyor. – Müslim, Mesacid:257
Bid’atların
yayılış nedenlerinden biri de yanlış anlama ve yanlış yorumlamadır. Bir örnek
vermek isterim: Eşeği ile bir yerden bir yere yolculuk yapanın eşeği kaybolur.
Namaz vakti gelmiştir. Su eşekte olduğu için teyemmüm abdesti alıp namaza
duracağı sırada eşek anırır. Adam, suda eşekle beraber bulunduğu için “Eşek
anırdı, abdest bozuldu.” der. Bunu duyan adam etrafına “Eşek anırınca abdest
bozulur, falanca kişiden duydum.” diye yayar.
Bir örnekte şöyle: Üç aylar girince
halkı aydınlatmak isteyen hoca efendi bir köye gelir, orada vaaz verir, abdesti
anlatırken: ” Abdestten sonra üç yudum su içmek sünnettir.” der. hoca efendi üç
ayların sonunda o köye tekrar uğrar. Sohbet ederken: “ Nasıl Ramazan
geçirdiniz, pek de sıcaktı.” der. Cemaatten biri: ”Allah senden razı olsun
hocam. Bol bol abdest aldık, rahat bir ramazan geçirdik.” cevabını verir.
Şimdi neden bid’at ve hurafelere
düşülüyor kısaca özetleyelim:
- Din bilinmiyor ve doğru kaynaklardan öğrenilmiyor.
- Kısa yoldan cennete girme arzusu ile yollar aranıyor.
- Dikkat çekme arzusu ile bir şeyler ortaya atılıyor.
- İslâm’ı kolay ve ucuz yaşama düşüncesi her şeyi menfaate
uyduruyor.
-
Bir de İslâm’a zarar vermek isteyenler her devirde boş durmamıştır.
BİD’ATI
TERK VE BİD’ATLA MÜCADELE
İyi olmayan bir ortam, kötü
meşguliyet, olumsuz düşünce, yaramaz arkadaş, zayıf inanç ve eksik bilgi
bid’ata düşmeyi kolaylaştırır.
Allah
Rasûlü (sav): “ Müminlerden başkası ile düşüp kalkma, yemeğini de dürüst
insanlar yesin.” diyor. –R.Salihın:365
- “Müslüman olmayanlarla beraber yaşamayın! Onlarla oturup
kalmayın! Onlarla olan onlara benzer.” (Tirmizi,
Siyer:1605)
-
“Kendilerine zulmeden insanların eğleştiği yerlerde eğleşmeyin. Onlara dokunan
azap size de dokunmasın.” (Buhari,
Enbiya:7) diye uyarıyor.
Cenab-ı
Allah’ta şöyle emrediyor:
- “Mü’minleri bırakıpta kâfirleri dost edinenler, onların
yanında izzet (güç ve şeref mi) arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet ve şeref
Allah’ın yanındadır.” (Nisa:139)
-
“ Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Bunu yaparak
Allah’a aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?” (Nisa:144)
Bid’atların yayıldığı bir anı Peygamber
(as) şöyle ifade ediyor:
“Bid’atlar
yayıldığı ve ümmetin sonra gelenleri öncekilere lanet ettiği zaman, ilim sahibi
olanlar susmasın onu yazsın. Böyle zamanda ilmini gizleyen kimse, Allah’ın
Muhammed’e indirdiğini gizleyen kimse gibidir.” –Ramuz el-Ehadis:54/8
Demek
ki bid’at, kendi haline bırakılmayacaktır, ilmi olan onunla mücadele edecektir.
Bir hadiste de bid’atçı lanetleniyor:
-“
Bir gurup gelir, sünnetimi karalarlar. Dinin temizliğini bozacak şeyler
söylerler. Allah’ın, meleklerin ve lanet edicilerin laneti onların üzerine
olsun.” –Ramuz el Ehadis:507/5
Bid’at
zararlıdır. Onun zararı sadece bid’at ehline olmaz, herkese zarar verir.
- Bid’at dinden imandan soğumaya neden olur.
- Bid’at, inanç birliğini bozar, Kur’an’dan, sünnetten
uzaklaştırır.
-
Bid’at ehlinin tevbesi, duası ve ibadeti kabul olmaz.
Bid’at
ehli, bid’atın bir faydasını göremez. Bir kötü tarafı da bid’atın yayılmasına
neden olur. Bid’at işleyenlerin günahına da ortak olur.
Bid’at
daha çok inanı zayıf, dini doğru kaynaklardan öğrenmeyenler arasında yayılır.
Atalarımız: “ Çürük baklanın kör alıcısı olur.” demişlerdir.
İnancı,
itikadı düzgün her Müslüman bid’at ve bid’at ehli ile mücadele etmelidir.
Bid’atın
çokluğu, bid’at işleyenlerin fazlalığı, bid’atı falancanın yapmakta olması,
bid’atı meşrulaştırmaz.
Peygamber
Efendimiz (sav) bize şöyle emrediyor:
-
Bid’atten sakınınız. zira her bid’at sapıklıktır. Her sapıkta ateştedir.” –Ramuz el-Ehadis:177/4
-
Bid’at sahibini ağırlayan, İslam’ın yıkılışına yardım etmiş olur.” –Age:446/7
- Kişinin iyi Müslüman olduğunun
alâmeti, onun kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesidir.”-Tirmizi Zühd:14
-
Bid’atten sakınınız. zira her bid’at sapıklıktır. Her sapıkta ateştedir.” –Ramuz el-Ehadis:177/4
-
Bid’at sahibini ağırlayan, İslam’ın yıkılışına yardım etmiş olur.” –Age:446/7
- Kişinin iyi Müslüman olduğunun
alâmeti, onun kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesidir.”-Tirmizi Zühd:14
Bid’atı tanımak, ona karşı çıkmak,
başkalarını ondan alıkoymak zor bir iştir. Ancak Müslüman, İslâm’ın ruhuna
uygun olmayan şeylerle mücadele etmek zorundadır.
Müslüman, önce bid’ata karşı uyanık
olacak bid’atçıyı dinlemeyecek, bid’attan, bid’atçı dan uzak duracak ve İslâmî
olmadığını anlatacaktır.
Müslümanın ölçüsü, Kur’an ve
sünnettir. Cenab-ı Allah: “Peygamber size ne getirdiyse onu alın.” diye
emrediyor. (-Haşr:7) Müslüman
Kur’an’a ve sünnete sarılırsa, bid’ata düşmeyecektir.
Allah
Rasûlü Veda Hutbesi’nde bütün Müslümanlara şöyle hitap etmiştir:
-“Size iki şey bırakıyorum. Onlara
uyarsanız asla yolunuzu sapıtmazsınız. Onlar: Allah’ın Kur’an’ı ve benim
sünnetimdir.”
Ölçüsü Kur’an ve sünnet olmayanlara
yanlış ve batıl şeyler güzel görünüyor, nefislerine daha hoş geliyor.
Yaptıkları işin yanlış olduğunu bilmiyorlar.
Yanlışlıklarına başta doğru bilgi ile
karşı çıkılmazsa, sonra baş edilemez. Bid’at ve hurafeler herkesin canına
okuyor. Madden, manen zarar veriyor.
Cenab-ı Allah olumsuzluklardan
etkilenmememiz için: “ doğrularla beraber olun.” (Tevbe:119) diye emrediyor.
Bid’at
işlenilen yerde durmamak, bid’at işleyenleri terk etmek, bid’at ne kadar güzel
ve faydalı görünürse görünsün, terk etmek en güzel yoldur. Dinimiz de bunu
emreder.
Bugünde
yanlış bilgi, yanlış kaynak ve kötü örnekler halkın yakasını bırakmamaktadır.
Hurafelerin yaşama ve yayılma imkanını
bulmasının nedenleri vardır. Bunlardan bazıları:
- Bilmemezlik
- İnanç zayıflığı, dini kolay ve ucuz yaşama isteği
- İnsanımızın zaaflarından yararlanılması
- Menfaat
- Sevap kazanma arzusu
- Çare arama
-
Misyoner oyunları gibi nedenler hurafelerin yaşamasına neden olmaktadır.
Hurafelerin
çıkış kaynağı tamamen Menfaattir. El alma, kol alma ne ararsanız hepsi parasal
menfaat uğruna yapılmaktadır.
Bazı
çevrelerde hurafeler öyle itibar görüyor ki, karşı çıkanlar suçlanıyor. Çünkü
hurafenin yayılma özelliği vardır. Mikrop gibi bulaşır, bulaşıcı hastalık gibi
yayılır.
Diyorum
ki, etrafınıza konu komşuya: “Ben gece şurada ışık gördüm nur indi, burada
yatır var.” deyin, mum yakın ertesi gün orada mumların sayısının arttığını
görürsünüz. Bir ağaca çaput bağlayın, ertesi gün bakın çaputlar çoğalmıştır.
Adamın biri “Ben şeyhim “ desin. En kısa zamanda etrafında adamlar görecektir.
Evet
aynen böyle bir gün bir sevdiğim büyükle bir sohbet esnasında çok ilginç bir
anısını anlatmıştı.
“O
kadar sıkışmıştık ki ihtiyacımızı giderecek bir yer arıyorduk. Bir kulübe
gördük arkadaşımla birlikte oraya duvar kenarına ihtiyacımızı giderirken ortada
gözükmeyen galiba tarla sahibi koşarak bağırarak geliyordu. Yanımıza yanaşınca
ne yapıyorsunuz burada diye çıkıştı. Bende o an aklıma muziplik geldi “Burada
bir evliya zat varmış dua ediyoruz” dedik kendisine. Neyse oradan uzaklaştık.
Yıllar sonra oradan geçerken gördük ki kocaman türbe olmuş gelen giden çaputlar
bağlamış. Sorduk “burası ney” diye !. Dediler ki Burada büyük evliya var gelen
dua ediyor kaç kişinin çocuğu oldu….. falan falan. Arkadaşıma telefon açtım
dedim ki “ Bak bizim ihtiyacımız nelere kadirmiş milletin çifter çifter çocuğu
oluyormuş dedim gülüştük.
İşte
maalesef böyle…
Toplumda
bazıları insanları yanlış şeylerle uğraştırıyor. Kendisine bağlananlarında
helâk olmasına neden oluyor. Övülmek, saygı görmek onları kör ve sağır yapıyor.
Peygamber
(sav) buyuruyor ki: “Kötü çığır açanlar, kıyamete kadar ona uyanların günahı
kadar günah alırlar.” Riyazü’s-Salihın:170
-
Ümmetimin sonunda size, ne ecdadımızın ne de sizin duymadığınız haberleri nakleden
kişiler olacak, onlardan sakının, onlardan uzak durun” buyurarak bizi
uyarmıştır. (Müslim 1. Cilt, sayfa 9)
Cenab-ı
Allah Kur’an’da: “ Dinleri fırka fırka ayırarak parçalayanlar var ya!.. Senin
onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. (En’am:159) buyurarak dinde yalan
uyduranların acıklı halini haber vermiştir.
Unutmayalım
günümüzde tehlikeler ve tuzaklar çok. En önemli mesele de itikad düzgünlüğüdür.
Tehlikenin
büyüklüğü de şeytan insanları aldatmak ve sapıtmak için Cenab-ı Allah’ın
huzurunda yemin etmiştir.
Bir
önemli hususta taklit ve özentiden korunmaktır. Sahabeden Ebu Said el Hudri
şöyle nakleder:
-Allah
Rasûlü buyurdu ki: “ Sizden öncekilerin izlerini şüphesiz karış karış, arşın
arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar, sizde
arkalarından gireceksiniz.
Dedik
ki: ” Onlar Yahudi ya da Hristiyanlar mı?
Bize:
“ Ya kimler olacak?” buyurdu.
HURAFELERİN
ZARARLARI VE MÜCADELE
Hurafe,
dinde olmayan birtakım batıl yanlışlardır. Onun için hurafelerden
kaçınılmalıdır. Eğer kaçınılmayacak olursa, hurafelerin vereceği zararlardan
kurtulamayız.
Hurafe
dinde günah ve haram kılınmıştır. Hurafe ile meşgul olan günahla, haramla
iştikal etmiş olur.
Atalarımız:
“Rehberi karga olanın burnu pislikten kurtulmaz.” demişlerdir. Hurafeler insanı
günaha sokar. İnsanın inancına zarar verir. Ameline zarar verir. Malına da
zarar verir.
Hurafeler
boş meşguliyetlerdir. Çirkin iştir. İnsanın mesleğine, itibarına gölge düşürür.
Kur’an-ı
Kerim’de Cenab-ı Allah: “ Haktan ayrıldıktan sonra, sapıklıktan başka ne
kalır?” buyurur. –Yunus:32
Hurafelerden
kaçınmayan birçok insan, istismarcıların eline düşüyor. Büyük zararlar görüyor,
aldatılıyor, telafisi mümkün olmayan maddi ve manevi zararlar görüyor.
Bid’at
ve hurafelerin etkileme gücü çok fazladır. İnsanı köleleştirir.
Hurafelerle
mücadele zordur. Paslı çivilerin sökülüp atılmasından daha zordur.
Peygamberimiz (sav) batıl inançlarla hayatı boyunca mücadele etmiştir.
Günümüzde de Diyanet İşleri ve ilim sahipleri bu mücadeleyi devam ettirmelerine
rağmen halkın direndiği hurafelerden kolay vazgeçemediği görülmektedir.
Bid’at
ve hurafelerle mücadelede etkili olabilmek için:
-İslâm
dini doğru şekilde öğretilmelidir. Çünkü bilmemezlik, eksik bilgi batılı,
hurafeyi davet ediyor.
-Toplumda
istismarcıların, yalancı ve soyguncuların önüne geçilmelidir.
-Bid’at
ve hurafeler iyi tespit edilip halk bilgilendirilmelidir. Yazılı ve görsel
basından en güzel şekilde istifade edilmelidir. En yetkili ağızlar bu konuya
eğilmelidir. Müftülükler bu konuda çalışmalar yapmalıdır. Okullarda din dersi
kitaplarında batıl inançlara ağırlık verilmelidir. Halkın aydınlanması için
ücretsiz kitap ve broşürler dağıtılmalıdır.
-Hurafe
ve batıl inançların zararları devamlı halka anlatılmalıdır. İslâm’da bunlara
yer olmadığı vurgulanmalıdır.
-Bid’at
ve hurafelerin insanın inancına ve yaptığı ibadetlere, iyi işlere büyük ölçüde
zararı ortaya konmalıdır.
MİSYONERLERİN
BATILA KATKILARI
Misyonerlerin
isteği Anadolu topraklarıdır. Ona sahip olabilmek için hedef Müslüman Türk’tür
ve Müslüman Türk’ü ayakta tutan İslâm Dinidir.
Misyonerler
bu uğurda her türlü malzemeyi kullanmaktadırlar. İslâm’a zarar veremedikleri,
Kur’an’a ve sünnete dokunamadıkları için Müslümanlar arasına bid!at ve
hurafeler sokma yoluna gittiler. “Bak İslâm bozuldu.” diyebilmek için neler
yapmadılar, neler uydurmadılar ki…
“Misyonerlerin
başarılı sonuçlar alabilmek için uyguladıkları metodlardan bazıları da
şunlardır:
-Önce
yerli kültürü yok ederler.
-Milleti
oluşturan maddî ve mânevi değerleri soysuzlaştırırlar.
Bilhassa
İslâm Ülkelerinde önce mevcut kültürü eritici, sonra ona yeniden şekil verici
yol izlerler.
-Genç
neslin dinden uzak yetiştirilmesini sağlamaya çalışırlar.
-Buhran
içinde olanlara kurtarıcı olarak Hristiyanlığı takdim ederler.
-Daima
dünya sulhu için çalıştıklarını söylerler.
-İslâm’ın
namaz, oruç gibi ibadetlerinin zor, Hristiyanlığın kiliseye gitmekle tamam
olacağını telkin ederler. “ (O.Cilacı
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri 15-16)
Geo G. Haris “ Müslümanlar Nasıl
Hristiyan Yapılır?” adlı kitabında şunları söyler:
“Müslümanları
Hristiyan yapmak çok zordur. Çünkü Müslümanlar inançlarına ve ananelerine
bağlıdır. Onları Hristiyan yapmak için şu hususlara dikkat edilmelidir:
1.
Onları
asla zorlamayınız. Kalplerine küçük bir şüphenin gelmesi bizim için yeter.
2.
Genellikle
fakir olan halka para ve hediyeler vererek Hristiyanlığa davet edilmelidir.
3.
Müslümanların
çoğu dinlerinden habersizdir. Hissettirmeden İslâm’a hurafeler sokun ve reformu
gündeme getirin. İşinizi kolaylaştırın.
4.
Onlara
daima hepimiz Allah’a inanıyoruz, aranızda fark yok ancak Hristiyanlık bizi
geliştirdi. Hak din Hristiyanlıktır.” deyiniz.
Azerbaycan’da faaliyet gösteren
misyonerlere verilen talimat şöyledir:
1.
Ülkenin
Müslüman nüfusunu Hristiyanlaştırınız.
2.
İslâm
dini için tartışmaları sürdürünüz. İslâm’ı tenkit eden tezlerin halka
ulaşmasını sağlayınız. (Altın Oluk
Dergisi Sayı:129)
Yıllarca misyonerlik yapan Hempher,
misyoner arkadaşlarına yapılacak tahibat hakkında şu nasihatlerde bulunmuştur:
1.
Müslümanlar
arasında ırkçılık ve milliyetçiliği körükleyin, dikkatleri İslâm dışı şeylere
çekin.
2.
Aralarında
şu dört şeyi yayınız: İçki, kumar, zina ve domuz eti.
3.
Cihadın
geçici bir emir olduğunu anlatın.
4.
Kafirlerin
necis olmadığını anlatın.
5.
Dinlerin
bir olduğunu yayın
6.
Muhammed’in
kilise yakmadığını saygı gösterdiğini, kilise yapmanın günah olmadığını
söyleyin.
7.
Müslümanları
hadislerle ilgili şüpheye düşürün.
8.
“Allah’ın
insanların ibadetine ihtiyacı yoktur.” diyerek ibadetten alıkoyunuz.
9.
Müslüman
âlimlerin fakir kalmalarını temin ediniz.
10.
Müslümanların
inançlarına bid’atlar sokarak, İslam’ı gerici ve terör dini olmakla itham
ediniz.
11.
Çocukları
babalardan uzaklaştırarak, onların vereceği dîni terbiyeden mahrum ediniz.
12.
Müslüman
kadını tahrik ederek, açılmasını temin ediniz. “Örtü, dinin emri değil,
âdettir.” deyiniz.
13. İmamları
kötüleyerek, cemaatle namaz kılmayı önleyiniz.
14.
Türbelere
karşı “bid’at” deyiniz yıkılmasını sağlayınız.
15.
Seyyidlerin,
peygamber soyundan geldikleri konusunda tereddüte düşürünüz.
16.
Şiilerler
sünnîlerin arasını açınız.
17.
Emr-i
bil-ma’rüf ve nehyi anil münkerin farz olmadığını anlatınız.
18.
Müslüman
nüfusu azaltmak için doğumları azaltınız.
19.
İslâm’ın
yayılışını, öğretilmesini engelleyiniz.
20.
Hayır
kurumlarının sınırlarını daraltarak, devlete ait bir hale getiriniz. Öyle ki,
hayır kurumları çalışamaz hale gelsin.
21.
Kur’an
hakkında şüpheye düşürecek tercümeler hazırlatıp: “ Bakın Kur’an’lar birbirini
tutmuyor.” deyiniz. (Mehmet Can,
Türkiye)
Misyonerlerin
gayesi, yıkımdır, tahribattır. Çalışmalarının hiçbir zaman dîni propaganda
olduğunu sezdirmezler. Hep yardım eder görünürler. Hristiyanlıkla İslâm’ı asla
kıyaslamazlar. Açıkça İslâm’ı yerip Hristiyanlığı övmezler. İslâm’ı
çarpıtırlar, İslâm’la ilgili şüpheler uyandırmaya çalışırlar. Millî ahlakı,
millî kültürü yıkmak için ne lazımsa yaparlar. Bunu yaparken gizlilik
prensibine uyarlar.
Şunu
açıkça ifade edelim ki, misyoner faaliyetlerinden, gelen kitaplardan,
gönderilen mektuplardan tedirgin olmaya hiç gerek yok. Vaade olsa, tehditte
olsa aldırış etmemeliyiz. İnancımız, itikadımız sarsılmamalı, kafamız
karışmamalı. Bu güne kadar zincir defalarca kırıldı, mektuplar çoğaltılıp
gönderilmedi, broşürler yırtılıp atıldı, kimseye bir şeyler olmadı. Ne ölen
oldu, ne hastalanan, ne de maddî mânevi kayba uğrayan oldu. Korkmayalım, bize
de bir şey olmaz. Bu konuda etrafımızı da bilgilendirmemiz lâzım.
Misyonerle
İslâmsız bir Türkiye oluşturmak istiyor. Hristiyan alemi hiçbir zaman iyi
niyetli olmamıştır. Bunlardan hayır beklemek bilgisizlik olur. Bu konuda
İngiliz Lordu Hadli şöyle der:
“
Eğer bugün Hristiyan misyonerlerin elindeki kaynaklar, Müslümanların elinde
olsaydı, bütün dünya Müslümanlığın kucağına atılır, Müslümanların mantıklı
esaslarını anlar, insanlar arasındaki dini uyuşmazlıklar ortadan kalkar,
insanlık huzura kavuşurdu.”
Misyonerler atasözü gibi yıkıcı, bölücü
ve uyuşturucu sözler uydurmuşlardır. Bunlardan bazılarını hatırlayalım:
-Ele
geleni ye, dile geleni söyle.
-Yalansız
iş mi var.
-Yandım
diyene yan, öldüm diyene öl, de.
-Hak
değirmen damındadır.
-Onunla
cehenneme bile giderim.
-Kırk
gün günahkâr, bir gün tövbekâr ol.
-Fala
inanma, falsız kalma.
-Ahrete
gidip gelen mi var?
-Görmedim,
duymadım, bilmiyorum.
-Benim
kalbim temiz.
-Bana
ne, neme lazım.
-El
öpmekle dudak aşınmaz.
-Doğru
söyleyeni dokuz köyden kovarlar.
-Körün
yanında sende kör ol.
-Üzümü
ye, bağını sorma.
-Zengine
dokun geç, fakirden sakın geç.
-İyilik
yaptığının şerrinden korun.
-Gemisini
kurtaran kaptan.
-Akara
kokara bakma, cebine girene bak.
-Gelene
ağam, gidene paşam de.
-Baş
eğmekle baş ağrımaz.
-Erliğin
onda dokuzu, kaçmaktır.
-Bal
tutan parmağını yalar.
-Devletin
malı deniz, yemeyen keriz.
-Hastaya
bakmaktansa, hasta olmak iyidir.
-Her
koyun kendi bacağından asılır.
-Haram
helal ver Allah’ım, kulun durmaz yer Allah’ım.
-Zaman
bunu gerektiriyor, şartlar bunu zorluyor.
-Acıma,
acınacak hale gelirsin.
-Güzele
bakmak sevaptır.
-Merhametten
maraz doğar.
-Bana
dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.
-Adamakla
mal tükenmez, ödemekle tükenir.
-Dünyaya
bir kere gelinir, hızlı yaşa genç öl.
-Yağmur
yağarken testini doldur.
-Bedava
sirke baldan tatlıdır.
-Köprüden
geçinceye kadar ayıya dayı de.
-Çağ
sana uymazsa sen çağa uy.
-Sağır
ol, kör ol, dilsiz ol, rahat ol.
-Kırk
gün günahkâr, bir gün tövbekâr ol.
-Para
her kapıyı açar.
-Verince
kırkı, gider korku.
-Bit
yiğitte bulunur.
-Nerede
aş oraya yanaş, nerede aç oradan kaç.
İnsanın ahlakını, mayasını bozan, inancımıza
asla uymayan bu sözlerden sonra birde yaptıkları telkinlere bakalım:
-Misyonerler
kötü örnek, kötü model olarak etkilemeye çalışırlar. Giyimleri, yaşayışları ve
telkinleri ile Müslüman gençleri kendilerine benzetmek için her çare
başvururlar. Genç, onlar gibi giyinmeye, haç takmaya başlar. Köpeği sevmeyen
köpek sever olur. “Bir bebek, bir köpek” der. Böylece inanç ve gelenekler
bozulur.
-Noel
ağacını, Noel Babayı sevdirirler, evlere dükkanlara kadar sokarlar.
-Camilere
sıra koyamayınca sandalye, tabure doldururlar.
-Müslümanları
hacı olursunuz diye Efes’e götürür, vaftiz havuzuna sokarlar. Oradaki acı suyu
zemzem diye içirirler.
-Hz.
İsa’nın insanlık adına çarmıha gerildiğine inandırırlar.
-Din
adamlarına İslâm büyüklerine karşı saygı ve bağlılığı azaltmak için ne lazımsa
yaparlar.
-Müslümanları
ibadetten soğutmaya, ibadetleri azaltmaya çalışırlar. “Kalbin temiz senin namaz
kılmana gerek yok. Allah’ın senin ibadetine ihtiyacı mı var? derler. Beş vakit
günde ömür boyu namaz çekilir mi? Bak Hristiyanlık ne kolay.” derler. -İslâm’ın
reforma, Rönesans’a ihtiyacı olduğunu
-İslâm’ın
kılıç zoru ile yayıldığını
-Müslümanları
İslâm’ın geri bıraktığını telkin ederler.
-Tanrı,
Allah baba sözlerine alıştırmaya çalışırlar.
-Sünnetten,
peygamber (as)dan ayırmak için hadisler uydurma, sünnete ne gerek var, Kur’an
yeter derler.
-Gençler
için satanist, ateist olacağına Hristiyan olsun, derler.
-Ha
İsa, ha Musa, ha Muhammed aralarında ne fark var? Muhammed yeni bir şey
getirmemiştir. İsa hak peygamber değil mi? O’na da uysak olmaz mı? telkininde
bulunurlar.
Misyonerler
emellerine ulaşabilmek için hain planlar kurarlar, şüphe ve tereddüt
uyandırırlar, münakaşalı ortam hazırlarlar. Meselâ;
-Deccal
kim? Çıktı mı, ne zaman çıkacak?
-Hızır
yaşıyor mu? (Bunu tartışan İstanbul’da iki cami cemaati taşlaşmıştır.)
-Mezarlıktaki
ağaçların meyvesi yenir mi? (Bunun için Kayseri-Konya alimleri ciltlerce kitap
yazmışlardır.)
-Şüpheli
şeyler hangi elle yenir?
-Cennetteki
meyvelerin tadı nasıl, kaç yaşında olunacak?
-Türkiye
İslâm ülkesi mi? Değil mi?
-Müslüman
fırında, değirmende çalışır mı? ( Unlu elbiselerle mi tuvalete girecek? deyip
fırınlar gayr-i müslimlerin eline geçmiştir.)
-Altın
Müslümana haram. Altın işinde Müslüman çalışır mı? (Daha yeniye kadar büyük
şehirlerde Müslüman sarraf pek nadir görülürdü.)
-Derdi
veren Allah, ilaçla derman aramak Allah’a isyan olmaz mı? ( İlaç sanayi gayr-i
müslimlerin eline geçmiştir.)
-İslâmi
idare olmadığı için seçimlerde oy kullanmak günahtır. Seçtiğinin vebalini
taşırsın. (Böylece masonlar önemli koltuklara gelmişlerdir.)
-Kıyamet
ne zaman kopacak? Ahir zaman diyerek Müslüman halk sosyal hayattan, dünyevi
işlerden koparılmıştır.
-Harama
besmele çekilir mi?
-
“Allah’la kul arasına kimse giremez.” deyip sünneti ve peygamber (as)ı devreden
çıkarma yoluna gitmişlerdir.
-Kur’an
yetmiyor mu? Kur’an Müslümanlığı gerek, deyip Kur’an’ı anlaşılmaz hale getirmek
istemektedirler.
-Başı
açık, kısa kollu namaz olur mu? Cemaat arası tartışma ortamı hazırlamışlardır.
-Türk
müsün? Müslüman mısın? Önce Türk mü Müslüman mısın? diyerek ırkçılık yarasını
kaşımışlardır. Gençler hem Türküz, hem Müslümanız dememişler, kavga
etmişlerdir.
Bu
ve bunun gibi düşman oyunları uzayıp gitmektedir.
Misyonerlerin
hazırladığı planların, tuzakların belgeleri çoktur. Meselâ patrikhanenin
çalışma programı: Madde:5 “Türkleri dini bakımdan sarsmak, hocaları uydurma
inanışlara saptırmak” diye geçer.
Kusursuz tatbik edilen bir planda
Hempher’in İslam’ı Nasıl Yıkabiliriz? kitabıdır. Bu kitapta şöyle denilmektedir:
,
1.
Müslümanların
arasında, ırkçılık, milliyetçilik taassubunu körükleyecek ve onların
dikkatlerini İslâmiyet’ten önceki kahramanlıklarına çekeceksiniz. Mısır’da
Firavunluğu, İran’da Mecusîliği, Irak’ta Babilliliği, Anadolu’da eski
medeniyetleri ihya edeceksiniz.
2.
Zina,
içki, kumar ve çeşitli oyunları hızlı bir şekilde yayacağız. Çıkardığınız
meşgalelerle, Müslümanları din kitabı okumaya, dinlerini öğrenmeye vakit
bulamayacak hale getireceğiz.
3.
Cihâdın
geçici bir farz olduğunu, vaktinin son bulduğunu telkîn edeceğiz. İslâm dinine
ve İslâm ahlakına bağlı olan kimseleri kötületeceğiz. Din terbiyesinin kaynağı
olan aile yuvalarını yok edeceğiz. Bunun için, müstehcen resimleri neşrederek,
gençleri fuhşa, livâtaya, cinsî sapıklığa sürükleyeceğiz. İslâm ahlakını
bozunca, İslamiyet’i yok etmek kolay olur.
4.
Müslümanlara;
Peygamberin, İslâm’ın kastının herhangi bir din olduğunu ve bu dinin Yahudilik
ve Hristiyanlık da olabileceğini, sadece İslâm dininin olmadığı inanını
aşılayacağız.
5.
Müslümanları,
ibadetlerden uzaklaştırmaya çalışacak ve dinin emirlerini tartışmaya açarak
akıllarında şüphe hasıl edeceğiz.
6.
Müslümanların
inançlarına bid’atlar sokup, İslam’ı gericilik ve terör dini olmakla ithâm
edeceksiniz. İslâm memleketlerinin geri kaldığını, sarsıntılara uğradığını
söyleyecek ve böylece onların İslam’a olan bağlılıklarını zayıflatmış
olacaksınız.
7.
Çocukları
babalarından uzaklaştırıp, büyüklerinin dini terbiyelerinden mahrum kalmalarını
sağlayacaksınız. Onları, biz yetiştireceğiz. Çocuklar babalarının
terbiyelerinden koptuğu an, dinden ve âlimlerden kopmaya mahrum olacaklardır.
8.
Kadınların
soyunmasını sağlayıp sonra da, gençleri ona karşı tahrik edip, her ikisinin
arasında, beraberlik hâsıl olması için çalışacaksınız! Müslümanlığı yok etmek
için, bu iş çok tesirlidir.
9.
Seyyidlerin,
Peygamberlerin soyundan geldikleri hususunda insanlar tereddüte düşürülecek.
Seyyidlerin diğer insanlarla karışmaları, kaybolmaları temin edilecek.
10.
Bütün
Müslümanlara hürriyetin önemini bahane ederek, “ Herkes dilediğini yapabilir.
Emr-i bil ma’rüf ve nehy-i anil münker farz değildir.” diyeceksiniz. Böylece
İslamiyet’in emir ve yasaklarını ortadan kaldıracaksınız.
11.
İslamiyet’in
yanız Arapların dini olduğu fikri yayılacak. Mahalli inançlar desteklenerek
İslam’ın yayılması ve Müslüman olmayanlara öğretilmesi faaliyetleri önlenecek.
12.
Fıkıh
kitapları saf dışı edilerek, dinin doğrudan Kur’an’dan öğrenilmesi için
yönlendirme yapılacak. Sonra, Müslümanları Kur’an hakkında şüpheye düşürecek ve
içinde noksanlık ve fazlalık bulunan tahrif edilmiş her dilde Kur’an
tercümeleri hazırlayıp diyeceksiniz ki: “Kur’an bozulmuş. Birbirini tutmuyor.”
Aynı şekilde hadisler hakkında da şüphe uyandırılacak. Ayrıca, Arap
memleketleri dışında, ezan, namaz gibi ibadetlerin Arapça yapılmasını
önleyeceksiniz.” Mehmet Oruç
22-03-2002 Türkiye
-Şeyh
Ahmet Vasiyeti her devirde canlı tutulmakta ve devamlı okunması sağlanmaktadır.
Bunun okunmaya devam etmesinin altında misyoner gücünün olması ve insanımızın
dinini tam bilmemesi yatmaktadır.
Buradaki
ifadeler İslam’a uygun değildir. Peygamber (sav) vefatından sonra mesaj
vermemiş, tebliğde bulunmamıştır. Maddi ve manevi yıkım planlanmıştır. Zaman
kaybı düşünülmüştür.
-Bal
tefsiri, dinen mantıken uygun değil. İfadeler İslam’ın ruhu ile bağdaşmıyor.
Ama Müslümanlar onunla meşgul ediliyor.
Müslüman-Türk
halkına Hristiyanlıkla ilgili dualar, şans vaad eden mektuplar gönderilmekte.
İlgisiz kalınırsa tehditler içermektedir. Ölüm tehdidi, hastalık, iflas gibi
korkular verilmektedir.
Bilhassa
belirli zamanlarda gönderilen bu tür mektuplarla ilgili araştırma yapma
fırsatım oldu. Özü Hristiyanlık propagandasına dayanan bu mektuplarda:
1.
İnanç
ve kültür boşluğundan yararlanarak sinsice Hristiyanlık propagandası
yapılmaktadır.
2.
Zaman
olarak da, öğrencilerin tam ders çalışacakları zamanlar, sınava girecekleri
dönemler özellikle seçilerek 20 adet çoğaltılmak suretiyle zamanını çalma ve
posta masrafları ile maddi zarara sokma gibi amaç güdülmektedir.
3.
En
önemli olan yönü de, gençlerin kafalarını karıştırılarak, gençlerde korku,
tereddüt yaratarak, yanlış inanç ve düşüncelere yöneltmektir.
Bu
durumu defalarca yetkililere yazdım. 1982 yılında Milli Eğitim Bakanından gelen
cevapta: “Hristiyanlık faaliyetlerinden biri olarak görülen ve öğrenciler üzerinde
olumsuz etkiler bırakabileceği muhakkak olan bu çeşit mektup ve diğer zararlı
yayınlarla ilgili çalışmalar sürdürülmektedir.” gibi yuvarlak ifadelerle cevap
verildi.
Misyoner
faaliyetlerinin yeri, gönderilen kitap ve broşürlerin basım, dağıtım adresleri
ve misyonerlerin maksadı tam olarak bilindiği halde tedbir alınmaması,
misyonerlere daha çok çalışma imkanı vermektedir.
(Bir İngiliz
Ajanının Hatıraları-İslam’ı Nasıl Yok Edelim (Hatırat-ı Hampher) Nevzat GÖKTAŞ Nehir Yayınları )
İslam’ı
Nasıl Yok Edelim Sayfa :29 :
“1.
Müslümanlar arasına nüfuz ederek aralarında ayrılık yaratabileceğimiz kadar
zayıf noktaları bulmak,
2. Zayıf
noktaları belirledikten sonra da tefrika ve anlaşmazlık icat etmeye başlamak,
(Bunu yapmak için Türkçe, Arapça, Tecvid, tefsir dahi okuyarak amaçları
hedefi böl ve yok ettir. )
İslam’ı Nasıl Yok Edelim Sayfa :56 :
“Din
alimlerinin dünyadaki gelişmelerle ilgili kendilerini geliştirmemişler,
kendilerini dini derslere, tartışmalara ayırmışlar, dünya siyasi gelişmeleri
konusunda bilgileri yoktur.”
“Yeni ilim
dallarına pek ilgi göstermiyorlardı.ve “Nasıl bahtı karadır bunlar, dünya
uyanmışken hala derin uykudadırlar bunlar. Ancak yıkıcı bir sel bunları tatlı
uykudan uyandırabilir.” Diye söylenmiş hatırasını yazan ajan.
Müslümanların
zayıf noktası olarak ;
a. Mezhep ihtilafları,
b. Tüm İslam Ülkelerinde umumi cehalet ve okuma yazma
bilmeme
c. Günlük gelişmelerden haberdar olmama,
Müslümanların çalışma şevkinden yoksun oluşu
d. Maddi yaşamı da önemsemeyerek cennet ümidi ile
ibadetlerde ki aşırılık
e. Diktatör hükümetlerin halka zulüm
uygulaması
f. Devlet dairelerinde ki karışıklık ve
başı bozukluk
g. Umumi yoksulluk ve geri kalmışlık
h. Temizliğe
önem vermeme (İslam’ı
Nasıl Yok Edelim Sayfa :75)
i. ………
İslam
Müslümanlara ;
a. Birlik ve dostluğu tavsiye etmiş,ayrılıktan
sakınmalarını etmemiştir.
b. Öğrenim ve eğitim yapmayı, çalışmayı tavsiye
etmiştir.
c. Temizliği ve sağlam bir ekonomiye sahip
olmayı emretmiştir.
d. ……..
Müslümanların
ilerlememe nedenleri de ;
a. Irkçı gelenek ve kültüre bağlı kalmaları,
b. Mezhep çatışmaları,
c. Çocukların, gençlerin eğitimine önem
verilmemesinden ve daha bir çok faktörlerden ileri gelmektedir
d. …….
Müslümanlığı
yok etmek için :
a. Irkçı, milliyetçi duyguları kamçılayarak,
eski kültürlerine bağlı olmaya teşvik edilmesi,
b. İçki, kumar, fesat ve fuhuşun yayılması,
c. Din alimleri ile halk arasındaki saygı
ve dostane ilişkilerin bozulması,
d. Müslümanları ibadetten alıkoymak ve şüphe
uyandırmak,
e. Aile içi (Anne, Baba ve evlat
ilişkileri) ilişkilerin bozulması, gençlerin bu sayede dini inançların etki
alanından çıkartılarak dinini unutturulması,
f. Kadın erkek herkesi gayri meşru cinsel
ilişki (Zinaya) teşvik etmek,
g. Halk ve imam arasında düşmanlık yaratmak,
h. Zihinlere özgürce düşünme fikrini yerleştirmek her
istediğini yapmak
i. Cami, okul, eğitim, hayrat gibi
tesislerin yapılması geleneğinin ortadan kaldırılması,
j. Kur’an
ile ilgili şüphe uyandırmak (Şu anda ki Kur’an-ın gerçek Kur’an olmadığı, şu
andakinin eksik yada fazla olduğu gibi gerçekle uyuşmayan fikirlerle
zihinleri zehirlemek) (İslam’ı
Nasıl Yok Edelim Sayfa :77)
İşte görüyorsunuz
misyonerlik kol geziyor. Onların tuzaklarına düşmeyelim lütfen (Bakınız: Mustafa
Kemal BEKTAŞ Ne varsa içinde)
YAŞATILAN HURAFELER:
İNSANLA İLGİLİ HURAFELER:
İslâm
inancına göre insan kutsal bir varlıktır. Cenab-ı Allah insanı yeryüzünün halifesi
yapmış, meleklere insana secde etmesini emretmiştir. Bazı insanlar, amelleri,
takvaları ile bazı meleklerden üstün kılınmıştır.
Alemleri
yaratan Allah (c.c.) her şeyi insan için yaratmış ve insanın faydasına
sunmuştur.
İnsan
hak dini bırakıp batıl inançlara yöneldiği zaman kendisine verilen yüceliği
kaybeder, basitleşir. Kur’an’ın ifadesiyle: “Belhüm adel” (hayvandan da aşağı)
duruma düşer.
İslâm
inancına göre imtiyazlı insan yoktur. İnsanlar bir tarağın dişleri gibi
eşittir. Efendi köle ayrımı olamaz. Üstünlük soyda sopta değil takvadadır.
Kişiye
her ne şekil olursa olsun, kurban sunulmaz. Kurban Allah için kesilir. Kişiye
kesilirse şirk olur.
İslâm
inanında kusursuz kul yoktur. Kusursuzluk Cenab-ı Allah’a mahsustur.
Peygamberlerin bile ‘zelle’ denilen küçük hataları olmuştur.
Kişiden
yardım beklenmez. Yardım Allah’tandır. “medet ya falanca!” denmez. Kişiler Gavs
(sığınak) kabul edilemez.
Bugün
insanla ilgili birçok yanlışlıkların yapıldığı görülmektedir.
a.ÇOCUKLA
İLGİLİ HURAFELER:
Çocukla
ilgili öyle hurafeler var ki, pek çok çocuk bundan zarar görmekte, hatta
ölmektedir.
Bu
konuda yaptığım araştırmalara göre tespit ettiğim bazı hurafeler şöyle:
-
Hamile kadının çocuğunun ömrü kısa olmasın diye saçını kestirmemesi, - Çocuğu
olmayan kadın bazı sahtekârlara gidip karnına yazılar yazdırması,
-
Çocuğu olmayan kadının gece türbede yatırılması
-
Çocuk sünnetsiz olarak ölürse parmaklarından birinin kırılması,
-
Çocuğun kırkı çıkmadan tırnağı kesilirse ya arsız ya da hırsız olacağına
inanılması,
-
Çocuğa isim vermek için rastgele açıp Kur’an sayfalarında isim aranması
(Diyelim ki Rahman suresi çıktı, orada Keziban çıktı. Yalanlayan, yalancı
anlamını taşıyan Keziban mı verilecek?)
- Çocuk yıkandıktan sonra sofra bezine
sarılırsa tok gözlü olacağına inanılması,
-
Çocuğun doğunca kulağına ezan, kamet okunmazsa, sonra yaptığı ibadetlerin kabul
olmayacağına inanılması,
-
Çocuğun göbeği cami duvarının dibine gömülürse, dindar, suya atılırsa temiz,
evin içine gömülürse evine bağlı olacağına inanılması,
-
Çocuğun yatağının altına kurumuş dışkısı konulursa; çocuğun cin ve şeytandan
korunacağına inanılması,
-
Konuşmayan çocuk için Cuma namazından sonra ağzına anahtar sokulup çevrilirse,
konuşacağına inanılması,
-
Gelinin kucağına erkek çocuk verilirse çocuğunun erkek olacağına inanılması, -
Gelin, su kaynağına saklanan tarağı bulursa, çocuğun kız; bıçağı bulursa erkek
olacağına inanılması,
-
Yatan çocuğun üzerinden atlanırsa, boyunun kısa kalacağına inanılması,
-
Çocuğun ilk kakası çocuğa yedirilirse, nazardan korunacağına inanılması,
-
Çocuğun kırkı çıkmadan eve et sokulmaması, çocuğun kırkı çıkmadan evden
çıkarılmaması,
-
Çocuk ölmesin diye yatağına mezar toprağı koyulması,
-
Cenaze çıkan evde çocuk sıkıca bağlanır, yoksa ölen alır gider düşüncesi,
-
Çocuğa idrarı içirilirse sarılık olmaz denmesi,
-
Çocuğun bahtının güzel olması için türbeye götürülmesi,
-
Sarılık olan çocuğun başına sarı örtü bağlamak,
-
Doğarken annesi ölen çocuğun hayırsız olacağına inanmak,
-
Çocuk genç ölmesin, aksakallı olsun düşüncesiyle yüzüne un sürmek,
-
Çocuk fıtık doğarsa, çalı ağacı kilotun içinden geçirilirse, iyileşeceğine
inanılması,
-
Çocuğun doğduğu yerde el işi yapılırsa, çocuğun göbeğinin düşmeyeceğine
inanılması,
-
Çocuğun boyu ölçülürse, boyunun uzamayacağı düşüncesi,
-
Çocuğun boyunun metre ile ölçülmesi halinde ömrünün kısa olacağı düşüncesi,
-
Çocuğun ayağının altından öpülürse, talihsiz olacağı inancı;
Bunların hepsi akıl ve din dışı
hurafelerdir. Hepsinin arkasında cehalet yatar. Çocuk bunların hiç birinden
fayda görmez. Aksine zarar görür.
b.KADINLARLA
İLGİLİ HURAFELER
“Kadın
saçı uzun, aklı kısa” denilerek her millette her devirde horlanmış,
aşağılanmış, insan kabul edilmemiştir.
Yeniye
kadar kadın erkeği ile sofraya oturamaz, izinsiz konuşamaz yolda erkeğinin üç
beş adım gerisinden giderdi. Kadın için “ Kucağından çocuğu, sırtından çubuğu
eksik etmeyeceksin.” denirdi.
Bazı
çevrelerce kadın uğursuz sayılırdı. Kötü gözle bakılır, bazı haklardan mahrum
edilirdi.
Meselâ;
Çin’de kadına isim bile konmazdı. Kadının hiçbir medeni hakkı yoktu. Bugün bile
‘cins kırım’ adı ile kız çocukları kürtajla alınmakta ve çalışan kadına çok az
ücret ödenmektedir.
Hindistan’da
kadının miras hakkı yoktu. Kocası ölen kadın, evlatlarına miras olarak kalırdı.
Veya kocası ile beraber yakılırdı. Kız çocukları Ganj Nehri’ne kurban
sunulurdu.
Hindistan’da
son yirmi yılda on milyon kız bebeğin doğmadan veya doğduktan sonra öldüğü
bildirilmiştir. -18.12.2006, Yeni
Şafak
Yunanlılarda:
kadın aşağılık bir varlık olarak görülür, ev işlerine bakar, herhangi bir hakkı
ve tasarruf yetkisi yoktu. Kadın erkeğin vasiliği altında yaşardı. Kocası onu
istediği zaman boşar veya başkalarına verebilirdi.
Romalılarda
erkek kadın üzerinde sınırsız hak sahibi idi. İsterse öldürürdü. Kadının mülk
edinme hakkı yoktu. Baba, kızı kabul ederse, kız o aile içinde yaşardı.
Kadının
ruhsuz bir hayvan olduğu kabul edilir, bir hayvan veya şeytan olarak görülürdü.
Bizans’ta
kadının hayatı ve ölümü erkeğin elindeydi. Kadın erkeğin kölesi idi. Kadın alınıp
satılırdı.
İran’da
kadına hiç saygı duyulmazdı. Mezdek, ana ile kız kardeş veya kızı ile evliliği
meşru sayıyordu. Bugün bile Muta nikahı ile kadın istenildiği zaman ortada
bırakılıveren bir varlıktır.
Avrupa’da
kadın ruhsuz ancak erkeğe hizmet için yaratılmış bir varlık kabul edilirdi.
Kadın bir maldı çok erkekle yaşayabilirdi.
1788 yılına kadar İngiltere’de kadın,
erkeğine mutlak surette itaate mecburdu. Hemen hemen hiçbir medeni hakkı yoktu.
Kadın erkeği ile sofraya oturamaz ve müsaade almadan da konuşamazdı. Kadın
sadece kocasının değil, erkek evladının da hizmetçisi idi.
İslâm’da
önce Araplarda kadın uğursuz istenmeyen diri diri toprağa gömülen bir varlıktı.
Kızlar ve kadınlar pazarda alınıp satılırdı. Erkek sınırsız kadınla evlenirdi.
Kadının miras hakkı yoktu.
Kadın
değersiz bir varlıktı. Kız çocuğu olan utanç duyardı. (Tekvir Sûresi: 8-9 + Nahl Sûresi:58-59)
Yahudilikte
kadın, Ademi yoldan çıkardığı için lanetlidir. Kadın dîni ayin ve ibadetlere
katılamaz. Ancak başını örterek erkeklerin ibadetini seyredebilirdi. Çünkü
kadın Havva’nın işlediği suçtan dolayı suçludur.
Hristiyanlıkta
da kadın, cennette işlediği suçtan dolayı fitne ve fesat kaynağıdır. Kadının
ruhuna şeytan girmiştir. Şeytan insana kadınla yaklaşır. Kilise: “Mesih’in
annesi hariç her kadın cehennemliktir.” demiş, yıllarca kadının ruhu var mı,
yok mu diye tartışmıştır.
İslâm’da
kadın, erkekten farklı bir varlık değildir. Kadın öldürülmez, zulmedilmez,
dövülmez. Allah’ın emirlerinden aynen kadınlarda sorumludur. Kadın uğursuz değildir.
Kadın evinin sultanıdır. “Cennet anaların ayağı altındadır.”, “En hayırlı erkek
kadınlara hayırlı olandır.”, “Ana ve babaya ‘öf’ bile denmeyecektir.” Kadının
ırzı, namusu, malı kutsaldır.
Peygamber
(sav) Veda Hutbesi’nde şöyle demiştir:
“Ey
İnsanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı
tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız. Sizin kadınlar
üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır…”
Bugün
şunu ifade edeyim ki bid’at ve hurafelere kadınlar erkeklerden daha çok
meylediyor. Genç kızlarda babalarından değil analarından etkileniyor.
Yapılan
bir araştırmaya göre Diyanet Dergisi’nde kadınlar arasında hurafelerin
yayıldığına ilişkin çarpıcı bir haber yayınlamıştır. Buna göre kadınların yüzde
17’si nazar boncuğu takıyor. Bazı kadınlar korunmak için muska, at nalı
taşıyor. Yüzde 65’i fala inanıyor, yüzde 35’i muska yaptırıyor, yüzde 60’ı
türbelere gidiyor; ev istiyor, çocuk istiyor, şifa arıyor, yüzde 25’i büyü
yaptırıyor.
Kutsal
kabul edilen ağaç, kaya, su kaynağı gibi yerler kadınlar tarafından ziyaret
ediliyor. Oralara çaput bağlanıyor, suya para atılıyor, yazılı kağıtlar
atılıyor. Evlenmek isteyenler, çocuk isteyenler hastalığından kurtulmak
isteyenler ümit arıyor.
Van
Kalesi’ne giden genç kızlar kısmetlerinin açılması için M.Ö. 7. Yüzyılda
yapılan kanalda: “ O yanım keçe, bu yanım keçe Allah’ım elime helal süt emmiş
biri geçe “ diyerek istekte bulunuyor. Bunu üç Perşembe tekrarlıyor.
Diyarbakır’ın Dicle ilçesine bağlı
Şeyhmalan Köyü Türbesi kadınlarla dolup taşıyor, yan tarafta bulunan delikli
taştan geçerek günahlarının affedileceğine inanıyorlar. Ayrıca türbenin
penceresini, kapısını, duvarını öpüyorlar. -26.05.2006 Milliyet
Kadınlarla ilgili hurafelerden
bazılarını şöyle sıralayalım:
-
Hamile kadının karnında bebek kıpırdadığı an kime bakarsa çocuk ona benzer.
-
Hamile kadın cebine elma koyarsa, çocuk elma yanaklı, yumurta koyarsa gamzeli
olur.
-
İki bayram arası nikah kıyılmaz.
-
Evliliğin ilk gecesi kim evvel uyursa o önce ölür.
-
Nikahta kim kimin ayağına basarsa onun hakimiyeti olur. Kim kime önce tokat
atarsa onun sözü geçer.
-
Kadın kocasına hayız kanı içirirse geçimleri düzgün olur.
-
Gelin eve geldiğinde kaynananın ayakları arasında sürünerek geçerse saygılı olur.
-
Kız evli bir kadının gelinliğini giyerse kısmeti kapanır.
-
Hamile kadın çirkin birine bakarsa çocuk çirkin olur.
-
Cuma günü ezan okuyana örtü sallanırsa, kısmeti açılır.
-
Kısmetinin açılmasını isteyen kadın, göbeğinde kilit açtırır.
-
Kısmeti açılsın isteyen cumadan ilk çıkana kilit açtırırsa, kısmeti açılır.
-
Gece çeşmeyi açık bırakanın kısmeti açılır.
-
Dört yol ağzında kızın çeyiz bohçası açılırsa, kısmeti açılır.
-
Düğün sırasında örgülü saçları çözmek, kilit açmak doğumu kolaylaştırır.
-
Doğum yapanın mezarı kırk gün açık kalır, kırk gün dolmadan dışarıya çıkarsa,
kadın veya çocuk ölür.
-
Doğum yapan kadınlar karşılaşırlarsa, kırkları karışır.
-
Hamile kadın yumurta yerse, çocuk tembel olur.
-
Lohusa kadın yastığının altına makas, bıçak, iğne koyarsa zarar görmez.
-
Hamile kadın saçını keserse, çocuğunun ömrü kısa olur.
-
Gelin damadın evine girerken üzerine buğday, şeker, para atılırsa varlık içinde
mutlu olurlar.
-
Sabah evden çıkan erkeğin önünden kadın geçerse işi düzgün gitmez.
-
Hayızlı kadın sebze ve meyveli bahçeye girerse, o yıl meyve ve sebzeler kurur.
-
Hayızlı kadın akşam turşu küpünden turşu çıkarırsa, turşu bozulur.
-
Akşam eve turşu, sirke, acı girerse aileden biri ölür.
-
Akşam ezanı okunurken kız merdivenin altından geçerse kız kısır olur.
-
Evli birinin yüzüğünü kız takarsa, kısmeti kapanır.
-
Evlenmek isteyen, pilava kaşık saplarsa evlenir.
Görülüyor ki, bunların hiç biri ne
akıl işi ne de din işidir. Bunlar, ilkel insanlardan süregelen batıl
inançlardır. Çoğu da israfa, zaman kaybına neden olur. İnsan onuruna zarar
veren şeylerdir. Bunlara inanan günaha girer.
ÖLÜLERLE
İLGİLİ HURAFELER :
İnsan
doğar, yaşar ve ölür. Öldükten sonra dünya ile ilgisi kalmaz, artık tasarruf
hakkı bitmiştir. Ruhu Berzah alemine çekilir, orada hesap gününü bekler.
Ecel
Takdir-i İlahiye bağlıdır, tayin olunan bir vakittir. Ne bir saniye ileri ne
bir saniye geri alınır. Kimse kimseye ömür veremez, kimse kimseden ömür de
alamaz. (Nahl:61 + A’raf:34 +
Münafikun:11)
Durum
bu iken dirileri ölüler yönetiyor.
Ölenin
ruhunun başka birine geçtiğine inananlar oluyor. Allah’ı, hesabı ve cezayı
inkar edenler ilkel toplumlarda inanıldığı gibi ruhun başka bir bedene
geçtiğine inanıyor. Buna reenkarnasyon deniliyor. Kur’an bunu reddeder.(En’am:27 + A’raf:53 + Fatır:37 +
Mü’minun:99-100)
Daha
öncekiler de “”Çürümüş kemikler mi diriltilecek?” dediler, dirilmeye itiraz
ettiler. (Yasin:78)
Cenab-ı
Allah onlara cevap verdi: “Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek.” (Yasin:79) dedi.
“…
Arzı ölümünün ardından nasıl diriltiyor? O, ölüleri de öyle diriltecek.” (Rum:50)
Kışın
sonunda tabiat nasıl dirilip canlanıyorsa, uyuyan nasıl uyanıyorsa, ölen de
öyle dirilecek.
a.
Cenaze İçin İşlenen Hurafeler:
Cenazeler
için taşkınlıklar yapılıyor. Hatta Allah’a karşı isyana varan davranışlar
görülüyor. “Niye aldın? Bula bula bunu mu buldun? gibi yakışıksız sözler
söyleniyor, saç baş yolunuyor. Kendini yerden yere atanlar oluyor. Yaka-paça
yırtılıyor
- Ölünün başında Kur’an okunuyor.
- İmanlı gitsin diye üzerine Kur’an, Yasin konuyor. Vücuduna
“Hüvel-Baki” yazanlar oluyor.
- O gelsin, bu gelsin diye cenaze bekletiliyor.
- Doğduğu yere gömülsün diye uzaklara götürülüyor.
- Saçından, sakalından hatıra diye kıl koparanlar oluyor.
- Kefenin içine Yasin konuyor.
- Cenaze götürülürken üzerine bıcak, demir konuyor.
-
Yakalara fotoğraf takmak,
-
Cenazeyi bando ile kaldırmak,
- Çelenk göndermek,
- Arabalarla konvoy oluşturup korna çalmak,
- Cenazenin saçını, sakalını, tırnağını kesmek,
-
Cenazeyi alkışla uğurlamak,
-
Cenaze götürülürken slogan atmak, tekbir getirmek, nutuk atmak,
-
Tabutun üzerine çiçek serpmek,
-
Tabutun önünde saygı duruşunda bulunmak,
-
Cenazenin çıktığı evde geceleri kırk gün ışıkları söndürmemek, ruhu geri gelir
inancını taşımak,
-
Cenaze için ağıtlar yakmak, yas tutmak,
-
Cenazenin arkasından kötü konuşmak veya övgüler yağdırmak, boş ve manasız
şeylerdir.
-
“Toprağın bol olsun.” denilmez, “Toprağı yetti yetmedi” yorumları yapılmaz.
“Şöyle öldü, böyle öldü.” deyip ölüm şekli üzerinde konuşulmaz. Şu gün öldü
denmez. Lehinde veya aleyhinde konuşulmaz.
- Mezarından şu çıktı, falanın yanına
gömüldü denmez. Bunların hiçbirinin önemi yoktur. O artık Cenab-ı Allah’a
teslim olmuştur.
b.
Telkin ve Dua:
Cenaze
gömülünce Kur’an okunur, ardından dua edilir. Kabir sorgusu başlamadan cenazeye
iman esasları hatırlatılır. Buna telkin denir.
Bu
yapılan Münker ve Nekir’in sorularına cevap teşkil edecek bir hatırlatmadır.
Peygamber
(as): “Ölülerinize ‘Lâ ilâhe illallahı’ telkin ediniz.” buyurmuştur. –Ebu Davut,Cenaze:3117
Kabirde
Münker-Nekir neler soracaklar:
- Rabbin kim?
- Dinin nedir?
- Kitabın nedir?
-
Peygamberin kimdir? diyecek
Bir
hadiste: “ gördüğüm manzaraların hiçbiri kabirdeki kadar dehşet verici ve
ürkütücü değildi.” (Tirmizi Zuhd:2308)
Kabir
ehli için Allah Rasûlü şöyle bilgi veriyor:
-“Kabir
ahret duraklarından ilk duraktır. Kim ki kabirde işi kurtardı, arkası iyidir.
Kimde kabirde işi kurtaramadı, gerisi kötüdür.” (Ramuz el-Ehadis:105/12)
Cenazeler
için bir şey söylenirken hayra mı sebep olacak şerre mi sebep olacak iyi
düşünülmelidir ki, bazı iyi şeylerin önü kesilmesin, kötülüğe çığır açılmasın,
bid’atlar işlenmesin.
Kabirde
yatan için hazır Yasin, hazır hatim alınmaz. Orada ücretle Kur’an okutulmaz.
Peygamber
(as) şöyle buyurur:
“
Bir kimse ana babasının veya başka birisinin kabrini ziyaret eder ve Yasin
okursa, Allah ona Yasinin her harfi kadar mağfiret eder.” (Ramuz el-Ehadis:422/4)
“Ölü için Yasin okunursa, azabı
hafifler.” (Age:79/4)
Bir
hadiste:” Cenaze defnedildikten sonra onun için dua edin. Zira o
sorgulanmaktadır.” buyurmuştur. (R.
Salihın:950)
“Kabirde
ölü boğulmak üzere olan kimseye benzer. Dua bekler ve dua edilince sevinir.” (Ramuz el-Ehadis:368/10)
c.
Ölenin ardından okunanların ölüye ulaşmayacağı inancı yanlıştır.
Dikkat
çekmek isteyen bazı kimseler doğru-yanlış demeden, nelere sebep olacağını
düşünmeden, vebalinden korkmadan bir şeyler söylüyor. Kalanların ölenlere borcu
vardır. Sadaka-i cariyelik işler yapacaklardır.
- Ölenin ardından iyi şeylerde ulaşır, kötü şeylerde ulaşır.
Mesela hayırlı evlat rahmet olur, ölüyü rahatlatır. Hayırsız evlat lanet okur,
kemiklerini sızlatır.
- Ölenin borcunun ödenmesi azaptan kurtarır.
- Yapamadığı ibadetlerin fidyesi verilir, adağı yerine
getirilir, yemin kefareti verilir. Zekat borcu varsa ödenir.
- Ölenin cenaze namazı kılınır, dua edilir.
- Mezar taşına ‘Fatiha’ yazılır okunulması istenir.
- Ölen için hayır yapılır sadaka dağıtılır.
- Ölen için hatim indirilir, mevlit okutulur, Yasin okunur.
Atalarımız, kimsesiz ölüler için Kur’an okutan vakıflar kurmuştur.
- Mezarlıktan geçerken layık olanlar için üç İhlas bir Fatiha
okunur.
- Peygamberimiz (sav) ölüler için dua etmiştir ve:
“Ölülerinize Yasin okuyun azabı hafifler, ölmek üzere olanın ölümü kolaylaşır!”
(Ramuz el-Ehadis: 79/4)
- Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret isteyiniz ve kendisine
sükunet vermesini dileyiniz. O şimdi sorguya çekilmektedir. (R.Salihın:301)
-
“Kabirdeki boğulmak üzeredir; dua bekler, dua edilirse sevinir.” (Ramuz el-Ehadis: 368/10) demiştir.
Ölenin
vasiyeti varsa, malının üçte birinden yerine getirilir. Üçte bir yetmeyecek
olursa, tamamını yerine getirmek mirasçılara kalmıştır.
Ölenin
oruç, zekat borçları varsa ödenir. Yemin keffareti verilir. Kula borcu varsa,
ödenir, borçtan kurtarılır. Son anlarında hiçbir şekilde kılamadığı namaz
borçlarının bir vakte, o yılın fıtır sadakası üzerinden hesap edilir, ihtiyaç
sahiplerine verilir.
Ölenin
bütün borçları hesap edilerek bir miktar paranın “kabültü-vehebtü” denilerek
elden ele dolaştırılarak borçlarının ödenme yoluna gidilmesi, devir-ıskat
yapılması doğru değildir. Ödeme gerçekçi olmalıdır. Keyfî, mazeretsiz
kılınmayan namazların keffareti olmaz. Fidye fakirin hakkıdır. (Dedemin
altı-üstü diye ninemin bir ineği bir öküzü varmış, hoca öküzü almış gitmiş.
Ninem eşekle tarlasını sürmüş.)
d.
Mezarla ilgili hurafeler:
Kabristanlıklar
hurafelerle dolu, ölüler dirilerden bir şeyler beklerken, diriler ölülerden çok
şey bekliyor. Mezarlıklarda çare aranıyor. Ziyaret edip sevap kazanalım derken,
günaha giriliyor.
Kabirler
dua yerleri, namaz kılma yerleri, adak yerleri değildir. Onların beze, çaputa,
mersine ihtiyacı yok, Yasine ihtiyacı vardır.
Mezar
taşları hurafelerle dolu, mezar taşında şiirler, fotoğraflar, intikam anıtı
haline gelenler, kaynana-gelin çekişmeleri ile dolu. Bazılarında ‘Fatiha’ ya
bile yer kalmamış.
Kabirler
İslâm’a uygun değil, yüksek yüksek, masraflı kabirler üzerleri kapalı, yatana
ağırlık veren türbeler…
Peygamber
(as) Hz. Ali’ye “Putları ve yüksek kabirleri yık!” demiştir. –Müslim,Cenaiz:93
Kabirde
işlenen bazı hurafeleri şöyle sıralayalım:
- bir kucak mersinle gitmek, çevreyi kirletmek.
- Mezarlar üzerine oturmak, üzerlerine basmak.
- Mezarda yatandan bir şey istemek.
- Mum yakmak, mendil, yazma, çaput bağlamak.
- Kurban kesmek.
- Namaz kılmak.
- Mezar taşını, toprağını öpmek.
- Para ile Yasin hatm satın almak veya para verip birine
okutturmak.
- Ağlayıp sızlamak.
- Mezar toprağını büyü malzemesi yapmak.
- Mezara büyü yapıp, tahta kaşık saplamak.
-
Bayanların tesettürsüz gitmesi, mezardakine eziyet vermesi… vb.
d.
Kabir Ziyaretlerinde İşlenen Hurafeler:
- Kabir ziyareti ölümü hatırlamak, ölenden ibret almak için
yapılmıyor. Ölüm düşünülmüyor, ahret hatırlanmıyor. Maksat ölenin ruhuna bir
Fatiha, bir Yasin okumak olmalıdır.
- Kabir ziyaretinin sevaba dönüşmesi için adaba uygun
yapılmalıdır ki, hayra vesile olsun.
- Dost ziyaretine, düğün eğlencesine gider gibi güle oynaya
kabir ziyareti yapılmaz.
- Kabir ziyaretine giden bir kucak mersin alıyor, kabir
başında somurtuyor, selam vermiyor.
- Kabir başında ağlanıp, sızlanmaz. Peygamber (as) kadınların
bu tür davranışları yüzünden başta kadınların kabir ziyaretini yasaklamıştır.
- Kabrin içi ile değil dışı ile ilgileniliyor.
-
İyilik yapınca kabirdekilerin sevindiği, kötülük yapınca üzüldükleri
düşünülmüyor.
-
Mezar başında saygı duruşunda durmak.
-
Mezarın etrafında dönmek.
-
Çelenk, çiçek götürmek.
-
Kabirdekine şikayette bulunmak, ondan bir şey istemek.
-
Mezarın üzerine pirinç buğday koymak; yiyecek, giyecek koymak hurafedir.
-
Kabir ziyaretinin belirli günü, saati yoktur.
- Kabire başı ile selam vermek, bir
şeyler söyleyip izin alıyor gibi yapmak, ayrılırken geri geri gidip ayrılmak
yabancıların âdetidir.
Peygamberimiz: “Ey Allah’ım! Kabrimi
tapınılan yer yapma” diye dua etmiş, kabir üzerine bina, kubbe yapılmasını men
etmiştir. (Riyaz üs Salihın:1799)
Hz.
Ömer zamanında Hz. Peygambere biat edilen ağaç, Peygamberin ölümünden sonra
saygı ile ziyaret edilir hale gelince, bunu gören Hz. Ömer ağacı kökünden
kestirmiştir.
f.Ölenin
ardından gün saymak hurafedir
Ölen
için yapılacak hayır ve sevaplı işler için gün beklenmez. Hatta cenaze mezara
konmadan ne yapılacaksa yapılmalıdır.
- Eti kemiğinden şu gün ayrılır deyip 7. 40. 52. gün saymak
doğru değildir. Belki o bedeni Cenab-ı Allah toprağa haram kılmıştır. Sonra
cenaze kabre konduğu an sorgu başlar. İşte yangında başlamış olur ki, ne
yapılacaksa hemen yapılmalıdır.
- Ölenin ardından 3 gün sonra helva dağıtılacak diye bir şey
yoktur.
- Ölüm yıldönümünde mevlit okutma mecburiyeti yoktur.
-
7. 40. 52. gün ve yıldönümünde bir şeyler yaparak sorumlulukların bittiği
zannediliyor. Mevlit okutmak dini bir görev değildir. Hele günümüzde para
karşılığı okutulduğu için günaha bile girilebilir.
g.
Kabirler kurban kesmek, adak adamak:
Kurban,
bir ibadettir. Bunun ölülere yapılması asla uygun değildir. Allah’tan başkasına
kurban kesilmez. Kesilirse o hayvanın eti yenmez. (Mâide:3)
“Şu
işim için veya şu işim olursa; falan yatıra kurban keseğim.” denmez. Yardım
Allah’tandır. Allah’tan başkasından yardım dilemek şirktir.(Mâide:11 + Tâlak:3)
Mezarlıkta
horoz kesmek, kanını mezar taşına sürmek veya adak adamak günahtır.
Adakta
sevap yoktur. Adak olmayacak bir şeyi oldurmaz. Adak, kaderi değiştirmez.
Adak
adamak, borcu yokken borçlu kılmak olur. Adağın yerine getirilmesi vaciptir. (Hac:29) adak yerine getirilmediği
zaman sorumluluk doğar.
Araplar
dileklerimiz, işlerimiz olsun diye putlara adak adar, kurban sunarlardı.
Kanlarını putlara sürerlerdi. Adak adamanın, mezarlıkta kurban kesmenin
cahiliye âdeti olduğu bilinmektedir.
İçinde
bir Bektaşi’nin de bulunduğu gemi Karadeniz’de fırtınaya tutulur. Yolcular
birer evliyaya adak adada kurtulalım derler. Bektaşi elini açarak:
-Bu
fırtınadan kurtulursam adını bilmediğim evliyanın türbesine bir adağım olsun,
der.
-Hiç
ismini bildiğin yok mu? Derler.
-Pek
çok var ama, hepsini birer kere aldatmıştım da!... der.
h.
Türbede, Mezar yanında namaz kılmak
Bu konuda oldukça rahatsızım ben. En son şahit olduğum bir Türbe olayı var. Mersin'de Yenişehir merkez İlçesinde Sahabelerden Hz. Miktad ismiyle harika 6 minareli cami yapılmış (Hz. Muğdat Cami de denir) İçi çok güzel. Hiç bir emekten kaçılmamış. Yapanların emeğine sağlık. İçerisini gezdim içinde insana huşu içinde namaz kılma zevki geliyor. Bahçesinde bir hareketlilik gördüm. Baktım gelen midibüslerden hanımlar iniyor ellerinde tava ızgara çanta inen bahçeye geliyor.
Bende sandım ki bahçede bir etkinlik, kermes filan var. Peşlerine takıldım bir de baktım ki içeride bir türbe var.
Olayı anlamaya çalışırken beni gören hanımlar beni kovdular
"Çık çık çık burası hanımlara ait" deyince nevrim döndü. Elimde cep telefonu vardı o an bir kaç resim fark ettirmeden resimlerini çektim.
Dedim ki:
" Ne yani rahmetli hanımları mı çok seviyormuş" dedim.
O ana kadar o türbenin kime ait olduğunu filan bilgisine sahip değildim.
Gördüğüm manzara korkunçtu. Sizde görseniz o manzarayı kesin saç baş yolardınız.
Dilim varmıyor anlatmaya ama anlatmam lazım.
Birisi mezar taşını öpüyor. Birisi kabiri önüne almış namaz kılıyor. İçerisi olmuş duman is,pas herkes gelen mum yakıyor, giden mum yakıyor. Türbeye bakan kadın kovaya doldurmuş mum ve buhurdanlıkları alenen satış yapıyor. Ortalık göz gözü görmeyecek şekilde duman olmuş. Kadınların bir kaçı oraya beygir gibi uzanmış yatıyor. Birisi yemek yapıyor. Çıkanlar kenarda kuru ağaç çalılara çaput bağlıyor. Dedim kendi kendime nereye düştüm ben.
Cimer vasıtasıyla durumu Cumhurbaşkanlığına ilettim. Üstelik diğer köşede de müftülük binası var. Türbenin yeri de garip bir kısmı Mersin Büyükşehir Belediyesine ait bir kısmı da Yenişehir Belediyesine ait. İkisi de ayrı ayrı partiye ait. Müftülük orada içinden çıkılmaz bir hal alan türbe probleminin içinde sıkışıp kalmış. Çözülmesi mümkün değil. Ancak çözümü Vakıflar Genel Müdürlüğüne devri ile mümkün.
Bu arada ilginç bir şey daha öğrendim ve şok oldum. O kabirde mefta yok. Mahalleyi gezdim dolandım tüm yaşlılara sordum. Tarih kitaplarını açtım baktım orada yatan mefta yok.
Yaşlılar diyorlar ki "Biz küçükken orada top koştururduk. Bir gün birileri geldi dedi ki: Buraya Hz. Miktad hz. geldi burada bir gece kaldı gitti. Ertesi ayda yerine türbe yapıldı derken o günden beri türbe. Meftasız türbe yani anlayacağınız.
Alın size bir örnek ben işin içinden çıkamadım siz çıkabiliyorsanız çıkın. O gün bu gündür Yenişehir Müftülüğü bana yazı gönderecek çözümü ile ilgili.
Bu konuda oldukça rahatsızım ben. En son şahit olduğum bir Türbe olayı var. Mersin'de Yenişehir merkez İlçesinde Sahabelerden Hz. Miktad ismiyle harika 6 minareli cami yapılmış (Hz. Muğdat Cami de denir) İçi çok güzel. Hiç bir emekten kaçılmamış. Yapanların emeğine sağlık. İçerisini gezdim içinde insana huşu içinde namaz kılma zevki geliyor. Bahçesinde bir hareketlilik gördüm. Baktım gelen midibüslerden hanımlar iniyor ellerinde tava ızgara çanta inen bahçeye geliyor.
Bende sandım ki bahçede bir etkinlik, kermes filan var. Peşlerine takıldım bir de baktım ki içeride bir türbe var.
Olayı anlamaya çalışırken beni gören hanımlar beni kovdular
"Çık çık çık burası hanımlara ait" deyince nevrim döndü. Elimde cep telefonu vardı o an bir kaç resim fark ettirmeden resimlerini çektim.
Dedim ki:
" Ne yani rahmetli hanımları mı çok seviyormuş" dedim.
O ana kadar o türbenin kime ait olduğunu filan bilgisine sahip değildim.
Gördüğüm manzara korkunçtu. Sizde görseniz o manzarayı kesin saç baş yolardınız.
Dilim varmıyor anlatmaya ama anlatmam lazım.
Birisi mezar taşını öpüyor. Birisi kabiri önüne almış namaz kılıyor. İçerisi olmuş duman is,pas herkes gelen mum yakıyor, giden mum yakıyor. Türbeye bakan kadın kovaya doldurmuş mum ve buhurdanlıkları alenen satış yapıyor. Ortalık göz gözü görmeyecek şekilde duman olmuş. Kadınların bir kaçı oraya beygir gibi uzanmış yatıyor. Birisi yemek yapıyor. Çıkanlar kenarda kuru ağaç çalılara çaput bağlıyor. Dedim kendi kendime nereye düştüm ben.
Cimer vasıtasıyla durumu Cumhurbaşkanlığına ilettim. Üstelik diğer köşede de müftülük binası var. Türbenin yeri de garip bir kısmı Mersin Büyükşehir Belediyesine ait bir kısmı da Yenişehir Belediyesine ait. İkisi de ayrı ayrı partiye ait. Müftülük orada içinden çıkılmaz bir hal alan türbe probleminin içinde sıkışıp kalmış. Çözülmesi mümkün değil. Ancak çözümü Vakıflar Genel Müdürlüğüne devri ile mümkün.
Bu arada ilginç bir şey daha öğrendim ve şok oldum. O kabirde mefta yok. Mahalleyi gezdim dolandım tüm yaşlılara sordum. Tarih kitaplarını açtım baktım orada yatan mefta yok.
Yaşlılar diyorlar ki "Biz küçükken orada top koştururduk. Bir gün birileri geldi dedi ki: Buraya Hz. Miktad hz. geldi burada bir gece kaldı gitti. Ertesi ayda yerine türbe yapıldı derken o günden beri türbe. Meftasız türbe yani anlayacağınız.
Alın size bir örnek ben işin içinden çıkamadım siz çıkabiliyorsanız çıkın. O gün bu gündür Yenişehir Müftülüğü bana yazı gönderecek çözümü ile ilgili.
Evet kabirler,
türbeler dua yeri, namaz yeri değildir. Mum yakarak istekte bulunma yeri
değildir. Şifa yeri, iş, aş sahibi olma yeri asla değildir.
Peygamber
(as): “Ey Allah’ım! Kabrimi namaz kılınan yer yapma.” diye dua etmiştir. (Ramuz el-Ehadis: 187/1)
Bir
hadislerinde: “Allah Yahudileri kahretsin. Onlar peygamberlerinin kabirlerini
mescid haline getirdi.” –Buhari:2/422
-
“En kötü insanlar kabirleri mescid haline getirenlerdir.” buyurur
-Müsned:257
Hudeybiye
Antlaşması’nda Peygamber (as) bir ağacın altında biad aldı diye Müslümanlar o
ağacın altında namaz kılmaya başlayınca Hz. Ömer (ra) o ağacı dibinden
kestirmiştir.
ı.
Kabirlere, Ağaçlara çaput Bağlama
Oraya
buraya çaput bağlamak, mum yakmak çok eskilerden kalma bir hurafedir.
Mum
yakmak ateşe tapanlardan kalma bir âdettir. Fenikeliler ilâh kabul ettikleri
heykellerin önünde mum yakarlardı.
Eski
Romalılar, mezarların başında mum yakarlardı.
Şamanlık
dininde çaput bağlama âdeti vardı. Kutsal bilinen ağaca çaput bağlarlar,
dibinde yatarlar, etrafında dönerler, dibinde dualar ederlerdi. Türbelere çaput
bağlarlardı, değilse orada yatanların zarar vereceğine inanırlardı.
Çaput
bağlamak işi korunma ve yardım bekleme, iyileşme, çocuğun ölmemesi, çocuğu
olmayan kadının çocuk sahibi olması ve dileklerin yerine gelmesi için
yapılırdı.
Birde
dilek için suya para atılır, türbenin penceresine para konurdu.
Bütün
bunların hiçbir faydası olmadığı gibi insana zarar veren ve insanı küçülten
şeylerdir.
Bu
tür davranışlar olmayanı var edemez. Var olanı yok edemez. Hastalığı gidermez,
rızık vermez, çocuk vermez, kısmet açmaz, borçtan dertten kurtarmaz. İnsanı
başarıya götürmez. Fakirliği yok etmez.
Türbelere,
yatırlara ve dikili taşlara gösterilen aşırı ilgi, puta tapmak derecesinde
günahtır.
Mehmet
Akif:
“
Evet bütün beşerin hakkıdır bekâ emeli,
Fakat
bu hakkı ne taştan, ne leşten beklemeli” diyerek taştan, mezardan medet
beklemenin yanlış olduğunu ifade etmiştir.
Peygamber
(as) der ki:
-
Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey şirktir. Ümmetim tekrar güneşe, aya ve
putlara tapacaklar demiyorum. Beni korkutan, Allah’tan başkası için yapacakları
amellerdir. Allah’tan başkası maksatla ön plana çıkan gizli arzularıdır.” Prof. Dr. İ. Canan, Hadis ANS:17/619
i.Türbelerle İlgili Hurafeler:
Firavun
mezarları gibi mezarlar yapmak, buralara aşırı ilgi göstermek, dua yeri, namaz
yeri, yardım istenilen yerler yapmak, içinde yatana ezadan başka bir şey
değildir.
Türbe
ziyaretleri sanki dini bir vecibeymiş gibi düşünülmemelidir. Unutulmamalıdır ki
türbelerde yatanlar beşer üstü bir varlık değildir. Onları Cenab-ı Allah ile
arada bir aracı olarak kabul etmek, büyük hata olur.
Derdi
olan, isteği olan türbelere koşuyor; dua edecek soluğu türbede alıyor. Hasta
olan geçimi bozulan, işini kaybeden, çocuk isteyen, evlenmek isteyen türbeye
gidiyor.
Türbeleri
dolduran insanların hepsinin isteği var. Kadınlar Zilli Baba’nın etrafında
dolaşıyor: “al sana bir göbek, ver bana bir bebek” diyor, çocuk istiyor.
O
türbede yatan Fatiha bekler, hayır dua bekler. Ondan bir şey beklemek İslâm
inancı ile bağdaşmaz. Türbede yatanların dünya ile tasarrufu bitmiştir. Fayda
da veremezler, zamanda veremezler. Yunus’un dediği gibi: “ Ne söylerler, ne bir
haber verirler.”
Kişinin
makamı, ünvanı ne olursa olsun onun için Gavs (sığınak), Gavs-ı Azam (Büyük
sığınak) Ekber, Âzam gibi sıfatlar kullanılamaz. Çünkü Cenab-ı Allah’ın
sıfatlarını başkasına yakıştırmak şirktir.
Türbeler
tapınılır gibi ziyaret edilmez. Türbenin eşiği, kapısı, pencereleri öpülmez.
Dua etmek için türbeye gitmeye gerek yoktur. Türbedeki, Allah ile arada vasıta
olamaz. Veya türbede yatandan bir şey istenmez.
Bir
insan: “Yatıra gittim, dua ettim, duam kabul oldu.” derse, bu küfre götürecek
bir davranıştır.
Türbeler
dua yeri değildir. Dua ibadettir, dua Allah’tan başkasına yapılmaz. Dua ibadet
olunca bu ibadetin türbede yatana yapılması şirk olmaz mı?
Kur’an’da:
“Allah’la birlikte kimseye yalvarmayın.” Cin:18
-Rasûlüm!
De ki: Allah’ı bırakıp da başkalarına yalvarmayın. Ne var ki onlar, sizin
sıkıntınızı ne giderebilir, ne de değiştirebilir. İsra:56
-“Onların
yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine hangisi daha yakın olacak diye vesile
ararlar. O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı
sakınılacak bir azaptır.” –İsra:57 buyrulur.
Türbelerde
namaz kılınmaz. Ancak ayrı bölüm varsa, orada kılınır. Peygamber (as):
“Allah’ım! Kabrimi tapınılan yer yapma.” diye dua etmiştir.-R.Salihın:1799
Türbeler
yardım isteme yerleri de değildir. “Yardım Allah’tandır.” –Al-i İmran:126 Türbede seslenmek,
çağırmak, imdat demek, yetiş demek, bir şey istemek şirke götüren
davranışlardır. “ Ey falan benim şu işim var hallet” denmez. “Falan türbeye
gittim işim oldu, duam kabul oldu. Falana adak adadım, adağım oldu.” demek bir
Müslümanın yapabileceği bir iş olamaz. Hatta bana yardım eder mi, etmez mi?
diye düşünmek bile “Falan türbenin yardımı oluyor.” demek bile şirk kokan
sözlerdir.
Kur’an’da:
-“
Dikkat et, halis din yalnız Allah’ın. O’nu bırakıp kendilerine birtakım dostlar
edinenler: Onlara bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz,
derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir.
Şüphesiz Allah yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez.” –Zümer:3
-“Allah’ı
bırakıp da kıyamete kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha
sapık kim olabilir? Oysa onlar bunların tapmalarından habersizdirler.”-Ahkaf:5
Peygamber
(as)da şöyle buyuruyor:
-“Kim
Allah’tan başka birine tutunursa, kendisi ona bırakılır.” (O versin, ona git, o
kurtarsın... denir.) - (Ramuz
el-Ehadis: 413/3)
Şair:
“Güvenirsen Allah’a güven,
Murat
almaz yüz çeviren” der.
Kabir,
ölümü düşünmek, ölümden ders almak, ahrete hazırlık yapmak için ziyaret edilir.
Topraktan geldik toprağa döneceğiz denir. Ölenlerden ders alınır. Peygamber
(sav): “ Kabirleri ziyaret edin. Size ahreti hatırlatır, sizi gafletten
uyandırır.” buyurmuştur.-Tirmizi
Cenaiz:60
Türbelerde
yapılan taşkınlıklar ve İslâm dışı davranışlar bolca yapılmaktadır. Bazı
kabirler ağlama duvarı haline getirilmiş, şikayet yerleri olmuştur.
Piyangodan
yüksek ikramiyenin kendilerine çıkmasını isteyenler türbelere koşup dua etmektedir.
İkramiye bileti, toto kuponları türbelerin duvarlarına, eşiğine sürülmektedir.
Sınava
girecek öğrenciler türbelere akın etmektedir.
Meryem
Ana evinin bahçesi dilek kağıtları, bez parçaları ile dolmaktadır.
Türkiye’de
mum yakanlar, türbelere çaput bağlayanlar, türbelerde dua edip istekte
bulunanlar, türbenin kovuklarına kalem, anahtar sokanlar, istek kağıdı
koyanlar, türbelerde diz çökenler, türbe eşiğine yüz sürenler, türbeden geri
geri ayrılanlar… bu davranışların hurafe olduğunu bilmelidir.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından
uyarı levhaları asılmıştır. Bu levhalarda şunlar yazılıdır:
- Para atılmaz.
- Adak adanmaz.
- Mum yakılmaz.
- Kurban kesilmez.
- El-yüz sürülmez.
- Bez, çaput bağlanmaz.
- Taş, para yapıştırılmaz.
- Türbelerin içinde yatılmaz.
- Yiyecek şeyler bırakılmaz.
- Eğilerek, emekleyerek girilmez.
- Türbe ve yatır etrafında dönülmez.
-
Türbe ve yatırlardan medet (şifa) umulmaz.
* Ölüler için işlenen bazı bid’at ve
hurafelere bakalım:
Son
anlarında üzerinde kul hakkı var mı, yok mu? Sorulmuyor. İbadet borçları,
vasiyeti olup olmadığı sorulmuyor, bid’at ve hurafeler başlıyor.
- Yüzünü kıbleye çevirin deniyor. Hayatında kıbleye
dönmediyse ne fayda?
- O gelsin, bu gelsin cenaze bekletiliyor.
- Üzerine bıçak, ekmek, demir konuyor.
- Fotoğraflar, çelenkler, bandolar, konvoy oluşturularak
arabalar hazırlanıyor.
- Nutuklar atılıyor, sloganlar, tekbirler, el çırpmalarla
cenaze taşınıyor.
- Sela verilirken “….eşrafından” diye veriliyor.
- Ağlamalar, sızlamalar, taşkınlıklar isyan derecesine
varıyor.
- Ölüden saçından, sakalından hatıra alınıyor.
- Kabre cenazesi ile beraber bir şeyler konulmak isteniyor.
- Kabre “ Yanın boş kalsın” denirse yakın zamanda bir yakını
ölmezmiş.
- Evde köpek ulur veya baykuş öterse o evden yakında cenaze
çıkarmış.
- Ölü için su ısıtılan kazan iş bitince ters çevrilirse o
evden yakın zamanda ölü çıkmazmış.
-
Kabrin üzerine bulgur, pirinç, buğday koymak.
-
Dişi ağrıyan mezar taşını ısırırsa ağrının geçeceğine inanmak.
-
Hasta mezarlıkta veya türbede yatarsa, şifa bulacağına inanmak.
-
Hastanın çamaşırları türbeye konursa, şifa bulacağı inancını taşımak.
-
Sınava girecek öğrencinin özel eşyaları bir gece türbede kalırsa, başarılı
olacağına inanmak.
-
Türbe duvarına, kapısına sahip olmak istediği ev, araba, çocuk gibi şeylerin
resmini çizmek.
-
Türbeye yiyecek konursa bereket olacağına inanmak.
- İsteğin olması için türbede hayvan,
horoz kesmek.
İnanıyorum
bu yanlışlıklar mezarda yatanların kemiklerini sızlatıyordur.
TARİKAT
ÇEVRESİNDE HURAFE
Tarikatlar,
Peygamber (sav)dan nice sonra ortaya çıkmıştır.
Tarikat,
yol demektir.
Dinde
tarikate girmek ne farzdır ne vaciptir ne de sünnettir. Tarikat, iman ve itikad
düzgünlüğü varsa, dini bilmeyenler için dinin öğrenilmesinde , yaşanmasında
yardımcı olur. Nasıl insan kendi kendine ense tıraşı yapamıyorsa, kendi kendine
din öğrenilmez. İnsan, nefsini tek başına terbiye edemez.
Bazıları:
“Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.”, “Yat rüyaya gör şeyhini.” diyerek
tarikatına adam toplamaya çalışıyor. İnsan böyle şeyh ararsa, karşısında
şeytanı bulur. Şartlı yatınca aç tavuğun düşünde darı gördüğü gibi o da aklında
olanı görür.
Bazı
öne geçenlerde: “Şeyhi olmayan cennete giremez. Mahşer yerinde ortada kalır.”,
“Beni gören cehennemde yanmaz.”, “Kabrimi ziyaret eden cennete girer.” gibi
sözlerle adam toplama yoluna gidiyor.
Tarikattan
ayrılmak isteyende tehdit edilip, korkutuluyor. Şeyhin gazabına uğrayacağı
söyleniyor.
Tarikata
girenler şeyhin her an imdadına yetişeceği, ölürken imanlı gitmesini sağlayacağı,
sıratta koltuğunun altına alıp geçireceği ve mahşer günü şefaat edip hesaptan
kurtaracağı telkin ediliyor.
Kur’an’ı
rehber edinen, sünnete uygun hareket eden ve halka güzel hizmetler sunan
tarikat liderlerini, mensuplarını tenzih ederim ve Cenab-ı Allah’tan
muvaffakiyetler dilerim.
İtikad
düzgünlüğü olmayan gruplar için Rabbimiz Kur’an’da şöyle buyuruyor:
-“
Dinleri parça parça edip gruplara ayıranlar var ya, senin onlarla hiçbir
ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara
yaptıklarını bildirecektir.” (En’am:159)
-“
Dinleri parçalayanlardan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka
kendilerinden olan ile böbürlenmektedir.” (Rum:32)
Peygamber
(sav) kimseden özel ilgi istememiş, kendisi için ayağa kalkılmasına razı
olmamış, yükünü kimseye taşıtmamış, “ Benden önce krallara yapılanı bana
yapmayın.” demiştir.
Hani
efendiniz? Diyen Bizans elçisine, ashabına ikramda bulunan Allah Rasûlü:
“Efendi hizmet edendir.” Cevabını vermiştir.
“Ey
Allah’ın elçisi sen otur biz yemeği hazırlayalım.” diyen ashabına: “ Bende odun
toplayayım.” demiştir.
Karşısında
titreyen kimseye: “Niye titriyorsun, ben kuru ekmek yiyen Kureyşli bir kadının
oğluyum.” diyerek rahatlamasını istemiştir.
Dört
halife de insanlar üzerinde saltanat sürmemiştir.
Osmanlı
padişahları: “Senden büyük Allah var, mağrur olma padişahım” diye halkın
bağırmasını istemiş kendine hakim değil hâdim denmesini istemişlerdir.
Dinde
ilimde ileri olan hiçbir Allah’ın kulu kendilerine iltifat edenlerden
hoşlanmamışlardır.
Atalarımız:
“ Duvara dayanma yıkılır, insana dayanma ölür.” demişlerdir.
Bazı
tarikatlere bakıyorsunuz şeyh efendi uçmasa da uçuruluyor. Yere göğe
sığdırılamıyor.
Bid’at
ve hurafelerle meşgul olanlar şeytanın oyuncağı oluyor. Meselâ: Cenab-ı Allah
anılıyor. Peygamber (as) anılıyor, kılı kıpramıyor, şeyhten bahsedilince
titreniyor, hoplayıp, zıplanıyor.
Bazı
hareketler var ki, asla İslâm’ın ruhu ile bağdaşmıyor. Konuşurken falan şöyle
demiş, şöyle yapmış, hep onun sözleri, İslâmi yaşayış onlarda, onlarla tarif
ediliyor. Kur’an ne diyor, peygamber (as) ne diyor ona bakılmıyor. “ Sen Kur’an
ve sünnetten bahsetmiyorsun.” Denilince: “Bize lazım olan ayet ve hadisleri
efendimiz kitabında zikretmiştir.” deniliyor.
- Ölmüş veya diri birine: “Nefsimizin, şeytanın şerrinden
bizi koru”
- “ Bize kıyamet günü şefaat et”
- “ Yetiş ey falan!”
- “ Son anda imanla gitmemizi sağla ey falan!”
- “ Falan bizi görüyor, halimize vakıftır”
-
“ Bizim hocamız bizi kurtarır” demek ve buna benzer laflar etmek, Allah korusun
insanı küfre götürür.
Bir
hocamıza biri elini öpüp: “Yarın bize yardım edersiniz değil mi efendim?”
demişti. Hocamız çok kızmıştı ve: “ Defol! Beni de günaha sokma” dedi.
Bir
kutsi hadiste şöyle bildiriliyor. Dünyada Allah’tan başkasından yardım bekleyene,
ahirette; “ Falana git o seni kurtarsın.”, başkasından bir şey isteyene; “Git o
versin.” denilir. Hz. Peygamber Ebu Bekir (ra)’a; “Falan olmasaydı, falan beni
öldürecekti demek şirktir.” demiştir. Bunun için rızk ve ecel onun bunun elinde
aranmaz. Bir hususa daha dikkat çekmek istiyorum: “Efendimiz, şeyhimiz bize
yardım etti, işimiz oldu. Kazasız belasız atlattık.” demek şirktir.
“
Yetiş ey şeyh!” denmez.
“
Hocamız bizi korur, imanlı gitmemizi sağlar, kabirde yardım eder, sıratta
kolumuzdan tutup geçiriverir, kıyamet günü şefaat eder.” deniliyor. Böyle diyen
ve dedirten sapıktır, şirke düşmüştür.
“Sen
halini şeyhe arz et, o Allah’a arz eder.” ifadesi şirk kokan bir ifadedir.
Allah kimseyi vekil tayin etmemiştir. Allah adına kimse iş göremez.
Bir
gün bir telefon geldi, bir arkadaşım bana şöyle soruyordu: “Bizim şeyhimiz
bizim için dua ediyor, dervişlerim ölürken yanlarında olayım, imanlı
gitmelerini sağlayayım diyor. Sen de bize gel. Sana da yardım etsin.” Ne
dersiniz?
Hiçbir
din büyüğü böyle yapmamış ve kimseye bir vaade bulunmamıştır. Bunlar yanlış
şeylerdir.
Bir
hususta rabıtanın kulla yapılmasıdır. Bu bidattir. Sünnette böyle bir şey
yoktur. Rabıta, ölümle, cennet cehennemle, Cenab-ı Allah’la peygamber (as)la
yapılır. Şöyle bir yanlışta yapılıyor: şeyhin resmi konuyor, o yanındaymış gibi
hissediliyor ve ondan yardım isteniyor.
Şeyhe
teslimiyetinin ölçüsü iyi ayarlanamıyor. Deniliyor ki “Cenazenin yıkayıcısına
teslim olduğu gibi şeyhe teslim olacaksın.” Her şeyin ölçüsü şeyh oluyor.
Kur’an sünnet unutuluyor, hoca efendinin bir kitabı varsa, o elden düşmüyor.
Bazı
kitaplarda öyle şeyler var ki; ne Kur’an’a ne de sünnete uyuyor. Onlara asla
itibar etmemek lazım.
Şeyhe
kayıtsız, şartsız teslimiyet olmaz. Masum insan yoktur. Kusursuzluk Cenab-ı Allah’a
mahsustur.
Risale-i
Kuşeyri’de şöyle denmiştir: “Kişinin havada uçacak kadar kerametlerle
donatıldığını görseniz dahi, buna kanmayın. Siz onun, Allah’ın emirleri,
yasakları karşısındaki tavrına, hududu koruyup korumadığına, şeriatı uygulayıp
uygulamadığına bakın.” (Risale el
Kuşeyri:1/103)
Şeyhin
yazdığı kitap kusursuz kabul edilemez. Şeyhin günahsız, kitabının kusursuz
kabul edilmesi İslâm inancına uymaz.
Şeyhin
bir şey yapmasında keramet aranmaz, hikmet aranmaz. En büyük keramet itikad
düzgünlüğüdür.
“Şeyhimiz
bizi görür, halimizi bilir.” demek şirktir. Gaybı ancak Cenab-ı Allah bilir. (Bakara:255 + Neml: 65 + A’raf:88)
Halil
Günenç Hoca Efendi: “Bir kimse falan gaybı biliyor. Kalbimizden geçenleri
bilir. Veya falanın ruhun hazır olup, halimize vâkıftır derse küfre girer.”
der. (Günümüz Meselelerine
Fetvalar:1/43-99)
Peygamber
(sav) şöyle buyurur: “Gelecekten haber veren kimseye varıp bir şeyler soran ve
onun dediğini tasdik eden kimsenin kırk gün namazı kabul olmaz.” –Riyazü’s Salihın:1701
Şeyhle
yakınlıktan, beraberlikten kaçınılmalıdır. Şeyhe yakın olarak feyz alınmaz.
Hele bir kadın mesafeyi ayarlamalıdır.
Beraber
olmak, ancak nikah düşmeyen belirli kimselerle olabilir. Değilse haramdır. Şeyh
olunca haramlık asla kalkmaz.
Peygamberimiz
(sav) kör olan Ümmü Mektum’un oğlu için hanımına:
-
“O kör bizi görmüyor” deyince, Peygamberimiz (sav):
- “Sizde mi körsünüz?” demiştir.
Kan kardeşi, manevi ağabeylik, ihvan,
şeyh gibi samimiyet ne ölçüde olursa olsun, beraber olmayı İslâm dini yasaklamıştır.
Bir kadının kayın biraderi ile
beraberliğini Peygamber, “Ölümdür” demiştir.(Riyazüs Salihın:3/1659)
“Bizim şeyhimiz temizdir. Kalbinden
kötülük geçmez. Kaç göçe gerek yok, onunla baş başa görüşebiliriz” diyerek, bir
kadın mahremiyeti kaldıramaz.
Peygamberimiz (sav)ın kalbi temiz
değil miydi?
Şeyh olunca haramlık kalkmaz.
Peygamberimiz (sav): “Bir erkekle bir kadın baş başa kalmasın. Manevi babalık,
manevi ağabeylik gibi sözler, yabancılığı kaldırmaz. Hem babalığın, ağabeyliğin
maneviliği olmaz.
Ayrıca yüz yüze, göz göze irşat olmaz.
“ Müslümanım diyen bir kimsenin, dini ikazları dinlememeye, bazı şeyleri
istisna etmeye, dini değiştirmeye, ne hakkı vardır ne de selahiyeti.
Peygamber Efendimiz (sav)ın gözleri
görmeyen biri için hanımına vermediği izni, kimse kimseye veremez. Güven
meselesi ise Peygamber (sav) hanımına güvenemiyor muydu?
Kadın erkek aynı yerde irşat olmaz,
ibadet olmaz, zikir olmaz yani iş, İslam’ca olmaz.
Fercin zinası olduğu gibi, elin ve
gözün de zinası vardır.
Her şeyin sahtesi olduğu gibi şeyhinde
sahtesi vardır. Kur’an’a, sünnete uymuyorsa, sahtedir. Kurtulduğu, kurtarıcı
olduğu söyleniyorsa sahtedir.
2011 yılında Bursa’da dergah açıp
kendisine uyanlara cennet vaad eden U.K.
Taciz ve tecavüzden tutuklanmıştı.
Yakın zamanda Kur’an okumasını bile bilmeyen biri çıkmış, şeyhliğini ilan
etmiş, daha da ileri giderek Nebiliğini, Rasûllüğünü iddia etmişti. Kendisine
“Risalet Nurları” diye kitap indiğini bile söylemişti.
Kim olursa olsun kişiye saygıda,
sevgide, övgüde ölçülü olunmalıdır.
İslâm büyüğü aşırı ilgi ve övgüden
rahatsız olur. Peygamber (as) “Beni övmeyin. Ben ancak bir kulum. Bana sadece
Allah’ın kulu ve Rasûlü deyin.” buyurmuştur.(Buhari Enbiya:48) peygamberimiz kendisi için ayağa kalkılsın,
eli ayağı öpülsün, karşısında eller bağlı divan durulsun, kendisine hizmet
edilsin, ayrılırken geri geri gidilsin istememiştir. Çünkü her bir Müslüman
İslam’ı temsil eder. Mahmud Sami Efendi: “İhvana söyleyin halk içinde elimi
öpmesinler. O zaman daha çok istiğfar etmek zorunda kalıyorum.” demiştir.
Şeyh için söylenen bazı sözlere dikkat
etmek gerekir. Meselâ:
Gavs:
Sığınılan
Gavs-ı
Azam: Büyük Sığınak
Gavs-ı
Ekber: Büyük Sığınak
Ekber
: Büyük
Şeyh-i
Ekber: Büyük Şeyh demek yanlıştır.
İnancımızda
ancak Allah’a sığınılır. Büyüklerimiz hep Allah’a sığınmışlardır. Büyüklük
Allah’a mahsustur. Ekber, Azam sıfatları Allah’a mahsustur. Biz “Allah’ü Ekber”
diyerek “Ekber” kelimesini ancak Allah için kullanırız. Bu konuda Halil Günenç
Hoca Efendi’nin görüşü şudur:
“Salih
bir zatın dersini dinleyip, terbiyesini almak güzel bir şeydir. Ancak kişilerin
derece ve makamlarını bilen Allahü Teâla olduğu için mensup olduğu zatın
makamını tayin etmek için “Falan zat kutb-ı zamandır veya gavstır.” demek doğru
değildir.
Bir
de kurban kesme âdeti var. Buna dikkat edilmelidir.
Allah’tan
başkasına kurban kesmek şirktir. O hayvan leş hükmündedir, eti de yenmez.
Mâide
Suresinin 3. ayetinde Allah’tan başkasına kurban kesilmesinin haram olduğu
bildirilmiştir.
Hayatta
olan kişiye de, ölmüş olan kişiye de kurban kesilmez. Kesilen hayvanın kanı
oraya buraya sürülmez.
Allah
için kurban, bir ibadettir. Kurban kişi için kesilirse, ibadet kula yapılmış
olur ki şirktir.
Hacdan
dönene, doğan çocuğa, gelen siyasi veya bir Salih kula kurban kesilmez. Yani
kişinin zatı için kurban kesilmez, ancak Allah için, Allah rızası için kesilir.
Hem
kişi hem Allah için de kesilmez. Allah için yapılan, kula da yapılırsa, işte
ortak koşma bu olur.
Şeyhin
resmini mürid koynunda taşır, resimle rabıta kurarsa, şeyhinden feyz alır.
Şeyhin resmi eve asılırsa, o eve nur yağarmış. Nur mu yağar, nâr (ateş) mı
yağar bilemem. İslâm’a uygun bir davranış değil.
Peygamberimizin
bildirdiğine göre içinde resim bulunan eve melek girmez. Resim secde mahalline
konur ve namaz kılınırsa, namaz bozulur. Bunun putperestlikle bir farkı yoktur.
Peygamberimizin
evinde resimli bir örtü yüzünden Cebrail (as) gelmemiştir.
Bir
kadına bir erkeğin resmi de haramdır. Şeyhin resmi olunca haramlık gitmez.
Resim ancak zaruri ihtiyaç halinde caizdir.
Bu
konudaki hüküm şudur:
“Bir
âlim, bir şeyhin resmini tazim için, himmet bekleyerek taşımak, öpmek caiz
değildir. Yardım Allah’tan beklenir. Böyle yapmak batıl dinlerdeki resim ve
heykele tapmaya benzer. Eğer resim, sadece bir hatıra için taşınabilir.” (Doç.Dr. Ahmet Gürtaş-Günümüzün Meselelerine
Fetvalar. S. 116)
Ne
için olursa olsun şeyhin elini öpmek dini bir davranış değildir. Nikah düşen
kimseler birbirinin elini öpemez. Peygamber (as) elini öptürmemiştir. Biat
alırken kadınların elini tutmamıştır. “Bizim elimizi tutmadın.” diyen bir
kadına “ Ben kadınların elini tutmam.” demiştir. (Prof.Dr. Faruk Beşer, Hanımlara Özel Fetvalar 1/77-83)
“
Şeyhin elini öp günahsız olursun.” sözü günahtan kurtulma yolu değil, günaha
sokan bir yoldur.
İslâm
fıkhına göre bakılması helal olmayana dokunulması da helal değildir.
Her
organın bir zinası vardır. Din öğretme iddiasında olanların daha hassas
olmaları gerekir. El öpülmesinde sakınca görmeyende itikad noksanlığı vardır.
El öpülmesini günah saymamanın boyutu ise çok farklıdır.
Prof.Dr.Faruk
Beşer:” El öpme dinin emri değildir. Mahremiyet varsa cinsler birbirinin elini
öpemez. Erkek ne kadar yaşlı olursa olsun, onun elini bir kadın sıkamaz,
öpemez. (Çünkü erkekte hiçbir yaşta erkeklik duygusu ölmez.) –Age:1/77-78
İnançlarından
dolayı el tutmayan da kınanamaz. Prof. Dr. Tayyip Okiç: (İslâm’da Kadın Hakları
Antolojisi:60) şöyle der: “Ahirette istedikleri nimetlere kavuşmak isteyen
Müslüman erkek ve kadınların el tutma, el öpme gibi geleneklerden uzak
kalmaları ve İslâm’ın özüne dönmeleri gerekir.”
Sonuç;
bir kadın müridin, mürşidin elini öpmesi, İslâmi değildir. Öpende günaha girer,
öptürende. El öptürmek, bazılarının hoşuna gidebilir, ama Allah’ın ve
Peygamber’in hoşuna gitmez.
Şeyhin
kendisinden veya ruhaniyetinden yardım beklenmez. Beklenirse şirk olur. “
Falanın ruhu bizi görür.”, “ Bize yardım eder.”, “İmdat ey falan”, “Ey falan
bize yardım et.” denmez. İnsan ölünce dünya ile tasarrufu kalmaz, ruh dönüp
gelmez. (Yasin:31)
Bunun
aksini yapar, Allah’tan beklenileni kuldan beklemeye kalkarsak, bu, tevhid
inancına aykırı olur. Zira namaz kılan herkes, Fatiha Suresi’ni okur, Allah’a
ibadet eder, beklediğini de Allah’tan beklediğini söyler.
İbrahim
Peygamber (as) ateşe atılınca, Cebrail Aleyhisselam O’na:
-“Benden
bir isteğin var mı, yardım ister misin?” demiş, İbrahim Peygamber de:
-“Hayır!
Ben istediğimi Allah’tan isterim, Allah bana yardım eder.” cevabını vermiştir.
Ulema
eğer İbrahim Aleyhisselam’ın Cebrail’den bir beklentisi olsaydı, ateş onu
yakardı.” denmiştir.
Bir
kutsi hadiste şöyle buyrulmuştur: “Allah’tan başkasından yardım isteyene,
kıyamet günü: - Git! O seni bağışlasın, Git! O seni kurtarsın” denileceği
bildirilmiştir.
Yardım
ancak ve ancak Cenab-ı Allah’tandır. (Âl-i
İmran:126)
İmam-ı
Bürgüvi Hazretlerine göre “ Medet Ya Rasûlullah!” demek bile tehlikelidir.
Çünkü Allah Rasûlü ancak Allah’ın izniyle şefaat edecektir.
Kurtuluş
ve hidayet Âlemlerin Rabbi olan Allah’tandır. Papanın kendisinde gördüğü vaftiz
ve aforoz yetkisi İslâm‘da kimsede yoktur.
İnancımıza
göre salih kimseler insanın hidayetine vesile olur. Kula iltica olmaz.
Peygamber (as)dan başkasından şefaat beklenmez. Kıyamet gününde peygamberler
bile Peygamberimizin şefaatini bekleyecek ve “nefsî, nefsî” diyecektir.
Peygamberimize
şefaat hakkı verilmiştir.
Peygamberimiz
Allah’ın izin verdiği kimselere şefaat edecektir. (Taha:109) çünkü şefaat Allah’tandır.(Zümer:44) “Onun izni olmadan kim şefaat edebilir?” (Bakara:255 + Sebe:23 + Enbiya:28 + Yunus:3)
Peygamberimiz:
“Kıyamet günü bana şefaat hakkı verilir.” demiştir. (Buhari:2/2224)
Bir
husus da Allah’tan başkasından şifa beklenmez. Şifa Allah’tandır.
Şeyhten,
şeyhin artığından şifa umulmaz. Bir kaptan şeyh içecek, aynı kaptan bir oda
dolusu insan sıradan içecek, bundan şifa beklenmez. Beklense beklense hastalık
beklenir. Kendimize soralım: Peygamberimiz böyle bir şey yapmış mıdır?
Şöyle
bir hatırlatma yapmak istiyorum:
Zaman
zaman dışarıdan birileri geliyor. Bunlar Maon Tarikatı temsilcileri oluyor veya
Hintli Mataji gibi kimseler oluyor. Veya Seyyid adı ile dolaştırılan kimseler
oluyor. Veya şifa dağıttığı söylenen kimseler oluyor. Böyle kişilere inanmak ve
onlardan şifa beklemek, İslâm inancıyla asla bağdaşmaz.
24.04.2002
tarihinde İstanbul’a Hintli Mataji geldi. Gazetelerden öğrendiğimize göre;
salon ağzına kadar dolu. Ne istiyorlar?
-
Rahatlamak, şifa bulmak,
-
Ondan çıkan ilahi enerji ile buluşmak,
-
Ona secde edip boşalmak,
-
Ayağını yıkadığı su ile şifa bulmak,
-
İlahi aydınlanma, bu beklentilerin her biri şirke götüren davranışlardır.
Vesile
kılmakta da yanlış anlamalar oluyor. Kur’an’da: “Allah’a yaklaşmak için vasıta
arayın.” (Mâide:35) buyruluyor.
Kişi aracı olarak görülmez.
Araplar,
Allah’a yaklaşmak için putları vesile kıldıkları için müşrik durumuna
düşmüşlerdir.
Kur’an’da
şöyle buyrulmuştur:
-“Rasûlüm!
De ki: Allah’ı bırakıp da ilah olduklarını ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne
var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir ne de değiştirebilirler.” (İsrâ:56)
-“Onların
yalvardıkları bu varlıklar Rablerine hangisi daha yakın olacak diye vesile
ararlar. O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü rabbinin azabı
sakınılacak bir azaptır.” (İsrâ:57)
Adem
(as) hata edip cezalandırıldığı zaman şöyle dua edip Peygamber (as)ı vesile
kılmıştı.
-“Ya
Rab! Muhammed’in hakkı için beni bağışla!” ona:
-“Sen
O’nu nereden biliyorsun? Denilince Adem (as):
-Ben
yaratılınca başımı kaldırdım gökte “Lâ İlâhe İllallah Muhammedün Rasûlullah”
yazılı idi, cevabını verir.
“Ya
Rabbi! Sevgili kullarının hatırı için, diye dua edilirse yanlış olmaz.
Meselâ
hastalık için: “Doktor iyileştirdi.” denmez . Doktor vasıtadır, ilaç iyileşmek
için bir vasıtadır. İyileştiren Cenab-ı Allah’tır.
Kurtulmak,
cennete girmek, Cenab-ı Allah’a yaklaşmak için şeyhe “ Kurtar.” denmez. “Bizim
cennete girmemizi sağla, bizi Allah’a yaklaştır.” denmez. Denirse Kur’an’da
kınanan Arapların durumuna düşülür.
Müslüman
sözlerinde, hareketlerinde şirke düşmemeye ve imanını korumaya dikkat
etmelidir.
Bakın şu davranışlar tamamen Kur'an-ın özüne ters düşmektedir.
"Biz hepimiz de Gavs’ın evlatlarına kölelik yapacayız. Yapmamızda farzdır, vaciptir. Gavs’ın evlatlarına boyun eğmeye, hizmet etmeye.
Bakın şu davranışlar tamamen Kur'an-ın özüne ters düşmektedir.
"Biz hepimiz de Gavs’ın evlatlarına kölelik yapacayız. Yapmamızda farzdır, vaciptir. Gavs’ın evlatlarına boyun eğmeye, hizmet etmeye.
Onun için Gavs’ın torunları isterse, hiçbir zaman ister erkek, ister kadın tarafı hiçbir zaman yüz çevirmeyiz.
Bunlar ne biçim sözler Yüce Allah Kur'an-ı kerimin birçok yerinde “En la tabüduu illellah” (Allah’tan başkasına kulluk yapmayın) diye emrediyor. Gavs denen kişiye kulluk yapmak hem fazdır ve hem vaciptir” diyor !! Ne dediğinden haberi yok !!
Yine Cübbeli konuşuyor: Allah bildirirse, evliya gaybı bilir. Peygambere bildirirse bilir. Veliye de bildirirse bilir. Peygamberin kine mucize denir, velinin kine ise keramet denir. Ali Haydar Efendi hazretleri bildirirdi. Keşfi açıktı. Evde gece yaptıklarını sabaha müritlerine söylerdi. Adamın biri ters ilişki mi yaptı, hayız halinde mi yaklaştı? Hepsini haber verirdi. (Bakınız http://www.sivasbulteni.com/cubbeli-evliyanin-evlerin-icini-seyretmesi-keramettir-90yy.htm) Bunlar nasıl kelimeler Bu kerametli şeyh efendinin işi gücü müritlerini röntgenlemek mi?
Daha ne zırvalar ne zırvalar? Bunlar İslam Dininin, Kur'an-ı Kerimin neresinde var?
IRKÇILIK
Kardeşliğe,
birliğe zarar veren ırkçılık körükleniyor. Cahiliye devrinin ırkçı düşüncesi
günümüzde hala sürüp gidiyor.
Irk
üstünlük değildir. Başkaları hakir görülemez. Üstünlük için ahlak, insanlık
önemlidir.
Irkçılık,
ayrımcılık ve fitne sebebi yapılıyor. Kimsenin kimseye üstünlüğü olamaz.
Peygamber
(as): “Irkçılık uğruna ölen de öldürende bizden değildir. “ buyurur. (Ebu Davut Edep:121)
Üstünlük
ölçüsü, soy sop değil takvadır.
Veda
Hutbesi’nde peygamber (as): “Arabın Arap olmayana bir üstünlüğü yoktur.”
demiştir.
Irkçılık
cahiliye âdetidir. İslâm dini ırkçılığı yasaklamış, ırkçılık damarlarını
kabartacak her övünmeyi yasaklamıştır. Çünkü ırk, insanın kendi tercihi
değildir. İslam nazarında insanın hangi ırktan olduğu önemli değildir. Nasıl
yaşadığı, ne yaptığı ve neye inandığı önemlidir. Cenab-ı Allah insanlara “Hangi
ırktansın?” diye sormayacaktır. “Nasıl bir hayat yaşadın?” , “Neler getirdin?”
diye soracaktır.
Her
insanın aslı topraktır. Sonu da topraktır. Peygamber (as) : “ İnsanların en
hayırlısı, insanlara en çok faydalı olandır.” Buyurarak üstünlük ölçüsünü
koymuştur.
HAYVANLARLA
İLGİLİ HURAFELER
Hayvanlarla
ilgili bid’at ve hurafeler insanlık tarihinde çok etkili olmuş, günümüzde de
etkili olmaya devam etmektedir.
Son
yıllarda Avustralya’da seçim sonuçlarını timsaha sormuşlardır. Adayların resimlerinin
altına tavuk eti bağlamışlar, timsah yardımı ile seçim sonuçlarını öğrenmeye
çalışmışlardır.
Almanya’da
dünya kupasını kimin alacağını ahtapota sormuşlar, önceden sonuç almaya
çalışmışlardır. -21 Ağustos 2010, Yeni
Şafak
Hurafelere
daha çok konu olan hayvanlar baykuş, kedi, köpek, at, inek, keçi, koyun, öküz,
yarasa, yılan, tilki, çakal, horoz, leylek gibi hayvanlardır.
Hayvanlar
bilgi vermez, hayvanlarda uğur ya da uğursuzluk aranmaz. İnsanlara fayda da
veremezler zarar da. hayvanların duruşundan, ötüşünden hüküm çıkarma da yoktur.
Cenab-ı Allah hayvanların her birini insanların yararına yaratmıştır.
Hayvanlarla
ilgili bazı hurafeler şunlardır:
- Uçan kartal, zafer ve başarı müjdeler.
- Leyleği havada gören, o yıl hep seyahat eder. Yerde gören evinde
oturur.
- Horoz gece öterse uğursuzluk getirir.
- Gece köpek havlarsa melekler kaçar.
- Karga öterse, misafir geleceğinin habercisidir.
- Üzerinde hayvan dişi veya kemiği taşıyana hayvanlar zarar
vermez.
- Baykuşun eve yuva yapması, ötmesi o evden cenaze
çıkacağının habercisidir.
- Gece horoz sürekli öterse savaş olacağına işarettir.
- Sabah önden kedi, tavşan, tilki geçerse uğursuzluk sayılır.
- Saksağan bir evde öterse, o evde iyi şeyler olur.
- Kurbağaların ötüşü, yağmur yağacağına işarettir.
-
Arabanın önünde kara kedi, tavşan geçerse kaza olacağına yorulur.
AY,
GÜNEŞ VE GÜNLERLE İLGİLİ HURAFELER
İşe
başlamak, yola çıkmak, nişan, nikâh için gün seçme alışkanlığı önceki
devirlerden kalmadır. Günlerde uğur-uğursuzluk aramak Yahudilerden ve
Hristiyanlardan geçmedir. Yahudiler cumartesi iş yapmaz. Hristiyanlarda Pazar
günü iş yapmazlar.
Günlerle
ilgili bizde de şu inançlar vardır:
- Salı işe başlanmaz, başlanırsa sallanır kalır.
- Cuma günü iş yapılmaz, temizlik yapılmaz, tırnak kesilmez
günahtır.
- Cumartesi temizlik yapılmaz, çamaşır yıkanmaz
uğursuzluktur.
- Pazar günü yapılan işten hayır gelmez.
- Salı günü yeni elbise giyilmez.
- Perşembe uğurlu gündür, o gün işe başlamak uğur getirir.
- Arefe günü iş yapılmaz.
- İki bayram arası nikâh yapılmaz.
- Ay veya güneşin tutulmasını, kıyamet alametlerinden
sayılmıştır.
- Ay, güneş tutulması kıtlığa, felakete ve ölüme
yorumlayanlar olur.
-
Ay, güneş tutulduğu zaman teneke çalmak, davul çalmak, silah atmak başta gelen
anlamsız hurafelerdir.
Peygamber
(as)in oğlu İbrahim vefat ettiği gün güneş tutulmuştu. Bu olayı İbrahim’in
ölümü ile bağdaştıranlar oldu. Peygamber (as) bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Güneş ve ay kimsenin doğumu veya ölümü üzerine tutulmazlar. Güneş, ay
tutulmasını görürseniz namaz kılın, dua edin.” –Müslim, Kusûf:10
Kur’an’da
şöyle buyrulur:
“Güneş
kendisi için belirlenen yerde döner. İşte bu aziz ve alim olan Allah’ın
takdiridir.
Ay
içinde yörüngeler tayin etti. O eğri hurma dalı gibi olur da geri döner.
Ne
güneş aya yetişebilir. Ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede
döner.”- Yasin:38-40
SAĞLIKLA
İLGİLİ HURAFELER
İslâm
dini sağlığın korunmasına, hastalıklar için derman aranıp tedavi olunmasına
büyük önem vermiştir.
Yüce
Allah: “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.” (Bakara:195) diye emrediyor.
Peygamber
(as): “ Allah ihtiyarlığın dışında her hastalığın şifasını da yaratmıştır. Ey
Allah’ın kulları, tedavi olunuz.” buyurur. –Buhari Tıb:1
Bir
gün uyuz devesine okuyup üfleyen birine, ne yaptığını sormuş oda:
-“
Hasta devemi tedavi ediyorum.” deyince,
-
Üfürüğüne birazda katran karıştır.” demiştir.
Yanındaki
Müslümanlara şöyle buyurmuştur:
“Ey
Allah’ın kulları tedavi olunuz. Allah hiçbir dert vermemiş ki dermanını
yaratmamış olsun.” –Buhari Tıb:1
Her
hastalığın bir sebebi bir de tedavi yöntemi vardır. Tılsımlı muskalardan medet
beklemek yanlıştır. İnanımız açısından da muska yazdırmak ve yazmak büyük
günahtır.
Maddi
hastalıklar için mutlaka doktora gidilmesi, ilaç kullanılması gerekir. Ruhi
olan hastalıklar içinde Kur’an’ın bize rahmet ve şifa kaynağı olduğu
unutulmamalıdır. (Bak.:Buhari:1664, Müslim:2186)
“Denize
düşen yılana sarılır.” hesabı yanlış yollarla tedavi arama, sağlık arama yoluna
gidenler oluyor.
20
Mayıs 2009 tarihinde Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu son dönemlerde
Türkiye’de popüler hale gelen transandantal meditasyon, reiki, yoga gibi
gizemli oluşumların temelinde Uzak Doğu dinlerinin yattığını söyleyip, bu
yöntemlerin bizi uç noktalara götürebileceği uyarısında bulunmuştur.
Bugün
Hindistan’da inek idrarı insanların üzerine serpilerek tedavi aranıyor Ayrıca
şifa için fare atıkları aranıyor.
Kekeme
olanlar, kral, padişah sofra artıklarını yağmalıyordu.
Kırıkçılık
için sığır pisliği sarma âdetini Anadolu’nun birçok yerinde görmek mümkün.
Öğrenci iken Kayseri’de ev sahibinin kırılan ayağına sardığı hayvan pisliği
yüzünden ayağını kaybetmişti.
İslâm
inancında haramla, necasetle pis şeylerle tedavi yoktur.
Çare
arayan insanların önlerine yanlış tedavi yolları gösteren istismarılar oluyor
veya önüne gelen bir şeyler tavsiye edenler eksik olmuyor.
Hayvan
pisliği, kan, domuz yağı, alkol, hayız kanı, yırtıcı hayvan etleri deva değil
derttir.
- Sarılık olan çocuğa idrarını tavsiye edenler olur.
- Şişmeler için sığır gübresi sarılmasını öneriyorlar.
-
Geçimi bozulan kadının eşine hayız kanını içirmesi söyleniyor.
Peygamber
(sav): “Haramdan şifa olmaz.” buyurmuşlardır.(Müslim, Eşribe:12) haram derdi artırır, hastalığı azdırır.
Bu
konuda bazı hurafeleri şöyle zikredebiliriz:
- Gece tırnak kesilmez, aynaya bakılmaz ömür kısalır.
- Gece ev süpürülürse yoksulluk olur.
- Cuma günü temizlik yapılırsa meleklerin kanadı kırılır.
- Ayak altına sabun sürülürse sıratta kayar.
- Akşamdan sonra sirke, acı biber, turşu sokulmaz, ölüme
sebep olur.
- İçkiyi bırakmak isteyen için camiye bir cumadan diğer
cumaya bir şişe su konur, içilirse bırakılır.
- Dişi ağrıyan mezar taşını ısırırsa ağrısı geçer.
- Sabun elden ele alınıp verilirse düşmanlık olur.
-
İçilen su bardağına su ilave edilirse rızık azalır. Bunun gibi nice mantıksız
şeyler.
Hurafeler
daha çok İslâm dinini hedef alan dinlerden ve İslâm düşmanları tarafından
dindenmiş gibi gösterilmektedir. Meselâ:
- Salı işe başlama sallanır. İstanbul Salı günü
fethedilmiştir.
- Pazar iş yapılmaz. Pazar günü Hristiyanların ibadet
günüdür.
- Cumartesi iş yapılmaz, cumartesi Yahudiler hiçbir iş
yapmaz. İşlerini başkalarına gördürürler.
- Yemin ederken ayağını kaldır, yalan olmaz. Ahlaksızlığa
teşviktir.
- Kısmetinin açılmasını isteyen, gece çeşmeyi açık bırakmalı.
İsrafa yöneliktir.
- Karnına tabak koy, dışarıya çık, senden konuşsunlar,
günahını alsınlar. Bu insanı günaha sokma yöntemidir.
-
İki bayram arası nikah olmaz. Peygamber (as) Hz. Âişe ile iki bayram arası
nikahlanmıştır.
Bir
kötülükten korunmak için duvara tahtaya vurmak, kulak çekmek, şeytan kulağına
kurşun demek. Bu itikad bozukluğuna neden olur. Başka bir işe yaramaz. Bazı
kitaplar yanlış yazılmış ya da yazdırılmıştır. Meselâ; bir kitapta: 1231 defa
“Ya Muğnî” denirse seccadenin altı para ile dolar deniliyor. Bu ifade
çalışmaya, rızık aramaya mani bir söz. Tembelliğe teşviktir.
Allah
(cc) ne diyor:
- Namazdan sonar yeryüzüne dağılın. Allah’ın lütfundan
isteyin…- Cuma:10
-
Bilin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. –Necm:39
- Müslüman, önce Kur’an’a sonra
sünnete kulak vermelidir. Yardım sadece Allah’tandır. Dilek, istek yalnızca
Cenab-ı Allah’a olur. Trabzon’da ucu görülen bir kaya dilek taşı olarak ilan
edilmiş. Geçen yıl vapurla etrafında dolanıp dilek ve istekte bulunan 33 kişi
için dilek taşı, ölüm taşı olmuştur.
Akif’in
ifadesiyle, Taştan, leşten beklenmez. Şu bir gerçektir ki hurafeler kendisine
inananlara hep zarar vermiştir. Zarar vermeye de devam edecektir.
KULAK
ÇINLAMASI-RÜYA YORUMLARI
Kulak
çınlaması uğursuzluğa veya kötülüğe alamet değildir. Herkesin kulağı çınlar,
bazılarının daha çok çınlar. Bazılarının kulağının çınlaması ise çok güzeldir.
Kulak
çınlamasına çeşitli yorumlar getirmek, oraya buraya çekmek doğru değildir.
Peygamberimiz:”Kulağı
çınlayan beni hatırlasın, bana Salavat-ı şerife getirsin. Beni hayırla anana
Allah rahmet etsin.” desin. (Ramuz
el-Ehadis:53/13) buyurmuştur.
Bazı
insanlar rüyalara çok önem veriyor. Rüyaya göre iş yapıyor. Rüyasını ona buna
anlatıyor. Yorum yapılmasını istiyor.
Dinde
rüya delil olmaz, rüya ile amel edilmez. Rüyaya bakıp iyi şeyler terk edilmez.
Rüya
değişik sebeplerle görülür. Rüya gören mutlaka yorumlamaya kalkıyor. Rüyasını
anlatıyor: “Bu ne demek?” diyor. Ayrıca kendisi manalar çıkarıyor. Kendisini
meşgul eden şeylerin uykuda yansıması olduğunu düşünemiyor.
Rüyanın
niçin görüldüğü, şeytani mi Rahmani mi olduğunu en iyi rüyayı gören bilir.
Derler ki: Rüyanın bazen içi güzel, dışı çirkin, olur.
Rüyayı
hayra yormak esastır. Bir hadiste: “Rüya nasıl tabir olursa, öyle vaki olur.
Onun için rüyaları âlimlere söyleyin.” buyrulur. (Age:98/4)
Rüyayı
yorumlayanda rüyayı hayatın içine sokmamalıdır. Allah’tan mesajmış gibi
yorumlamamalıdır. Eğer rüyalarla yaşanırsa hayat alt üst olur. Rüyada ölmüş
biri görülebilir. O zaman değişik yorumlar yapmak doğru olmaz. Çünkü ölen
kişinin dünya ve dünyadakilerle ilişkisi artık kesilmiştir
UĞUR
– UĞURSUZLUK ARAMAK
Birçok
insan bazı şeylerin uğruna koşarken, bazı şeylerinde uğursuzluğundan kaçıyor.
Akla gelmeyecek şeylerde uğur-uğursuzluk arıyor.
Cenab-ı
Allah’ın yarattığı şeylerde uğur-uğursuzluk olmaz. Uğursuzluk insanın
kendisindendir. (Yasin:18) İnsanın
tedbir alıp almamasına, doğru karar verip vermemesine, çaba sarf edip
etmemesine bağlıdır.
Her
sabah bazı esnafımız birilerinden uğur parası almaktadır. İlk alışverişinde
aldığı parayı yere atıp sonra kasasına koymaktadır.
Uğur
getirsin diye üzerinde bir şeyler taşıyanlar oluyor. İlkel insanlarda
boyunlarına, bileklerine kemik, hayvan dişi gibi şeyler takarlardı. Bu tür
şeylerin kaynağı Romalılar ve Putperest Arapların davranışlarıdır.
İnsanda,
hayvanda, günde, sayıda, renkte, parada, boncukta, uğur-uğursuzluk aramak
günlük işleri ya aksatıyor veya mani oluyor. Hatta başarı, başarısızlığın
sonucu bile uğur-uğursuzluk sayılan şeyde aranıyor.
İnancımızda
uğur-uğursuzluk aranmaz. Hayra yorulur.
Kur’an’da
Yasin Suresi 18.-19. ayetlerinde uğur-uğursuzluğun olmadığı, Neml: 47. ayette
uğursuzluk Allah katında yazılı olduğu, Enbiya: 35. ayette Cenab-ı Allah’ın
hayırla şerle insanları imtihan ettiği bildirilmiştir.
Peygamber
(as) buyuruyor ki: “Sayılardan renklerden hüküm çıkaran bizden değildir.”
-
Uğursuzluk inancı bir Müslümanı yolundan alıkoymasın yaptığınız işlerden
hoşlanmadığınız bir şey görecek olursanız şu duayı okuyunuz; “Allah’ım hayrı
ancak sen verebilirsin, şeri de ancak sen def edebilirsin. Güç ve kuvvet ancak
sendedir.” buyurmuştur. (Ebr Davut
Tıp:24/3923)
Peygamberimiz
uğursuzluğu reddederdi. Hiçbir şeyi kötü ve uğursuz görmezdi. Herhangi bir
şeyden uğursuzluk çıkarmayı sevmezdi. Her şeyi iyiye yorardı, herkesin
iyiliğine dua ederdi. Peygamberimize göre uğursuzluk yoktur. Güzel söz vardır,
güzele yormak vardır. “Uğursuzluk inancı, sizi yolunuzdan alıkoymasın.” derdi. (Prof.Dr.İ.Canan Hadis Ans. 11/208)
-“Uğursuzluk
çıkarmak şirktir.” (Tirmizi Siyer 47)
(B.Hadis Kül.4/200)
-“Ne
sirayet (bulaşma) ne de uğursuzluk vardır. Benim güzel söz hoşuma gider.”
buyurmuştur. (Buhari Tıbb:44)
-“Kim
uğursuzluk sayıp işinden kalırsa, Allah’a şirk koşmuş olur.” (B.Hadis Kül:4/200)
Bir
gün de Peygamber Efendimiz (sav) bileğine sıra halka geçirmiş birini gördü.
Ona:
-“Bu
nedir?” diye sordu. Adam:
-“Uğurumdur.
Bana cesaret verir. Kuvvetimi arttırır.” dedi. Peygamberimiz ona:
-Çıkart
onu at! O senin ancak aczini arttırır. O üzerinde iken ölürsen iflah etmezsin.”
demiştir.
13
sayısı uğursuz kabul ediliyor. 13 sayısının diğer sayılardan ne farkı var?
Bazı
otellerde, binalarda 13. oda yoktur, 13. daire yoktur. Uçakta 13 nolu koltuk
yoktur.
Misyonerlik
kafa karıştırmak için dağıttıkları ve dağıtılmasını istedikleri yazılarda kız,
13 yaşındadır. 13 gün sonra zengin olur. Ceza gören 13 gün sonra ceza görür. 13
gün sonra işini kaybeder. Yazı 13 kişiye gönderilecektir. Değilse 13 gün sonra
felakete uğranacaktır.
Ölenin
ardından 7. 40. 52. günün takip edilmesinin hiçbir önemi yoktur.
Son
zamanlarda evde 7 biblo ve 7 filin şans getirdiğine, mutluluk verdiğine
inanılıyor, evler puthaneye çevriliyor. Bunun putperest Araplardan ne farkı
var. Onlar da evlerinde put bulunduruyor, onarlın şans getirdiğine ve
koruduğuna inanıyorlardı.
Bir
hurafe de evde ayna kırılırsa, 7 yıl kısmetin bağlanağına inanılmasıdır.
Peygamber
(as): “Renklerden, sayılardan, hüküm çıkaran bizden değildir.” buyuruyor.
İnancımızda sayıların, renklerin, hayvanların birbirinden hiç farkı yoktur.
Orada burada uğur-uğursuzluk aramak İslâm’la bağdaşmaz
Peygamberimi(sav):
“Kuşun
ötmesinden uçmasından bir şeyler çıkarmak, taşlarla fal açmak, kuma çizgiler
çizmek bunlardan geleceğe ait bilgiler çıkarmak sihir, kehanet nevindedir.” (Riyazüs Salihın:1702) diyerek bu tür
davranışları yasaklamıştır.
Bugün
halk arasında yaşanan bid’at ve hurafelerin kökü dışarıdadır. Meselâ baykuşun
ötmesi ölüm, felaket habercisi, uğursuzluk sayılır. Baykuşlarla ilgili bu
düşüncenin kaynağına indiğimiz zaman, Romalılarda baykuşu ölüm, felaket ve
uğursuzluk habercisi kabul ettiği görülür. Baykuş ne fayda verir ne de zarar.
Onun diğer kuşlardan ne farkı vardır?
İlkel
insanlarda uğur-uğursuzluk aramış, bazı şeylerin uğruna koşmuş, onlara ait ne
varsa takmış takıştırmıştır.
Baykuş
ötmesinde, horozun ötüşünde, kedide, tavşanda, kargada, leyleğin görülmesinde,
köpeğin ulumasında, örümcekte, ölüm, uğur-uğursuzluk arayan ilkel insanların bu
inançları aynen günümüzde de yaşatılmaktadır.
Hayır,
şer, ölüm hayvanların elinde olabilir mi? kuş, hayvan bela ve musibetin
habercisi, davetçisi olabilir mi?
Uğur-uğursuzluk
olduğuna inanılan bazı hurafe ve inançlar şunlardır:
-
Paslı çivi bulmak, uğursuzluk getirir.
-
Merdiven altından geçmek,
-
Tuzun dökülmesi,
-
Terliğin ters dönmesi,
-
Süpürgenin çiğnenmesi,
-
Kara kedi görmek,
-
Evde örümcek görmek,
-
Bacadan dumanın eğri çıkması,
-
İki bayram arası nikah,
-
Gece dikiş dikmek, tırnak kesmek, aynaya bakmak,
-
Gece sakız çiğnemek, temizlik yapmak,
-
Elden ele bıçak, sabun vermek,
-
Bardak, tabak kırılması,
-
Cuma çamaşır yıkanması, Salı günü işe başlanması,
-
Akşamdan eve acı, turşu sokmak,
-
Sırtta iken düğme, sökük dikilmesi,
-
Gece vakti horozun ötmesi,
-
Ezan okunurken köpeğin uluması,
- Sol gözün seyirmesi, sol kulağın
çınlaması… vb.
İnanç
ve düşünceler Müslümanları asla meşgul etmemelidir.
NAZAR
VE NAZARLIK
Tam
olarak ilmi açıklaması yapılmamış olan nazar bazı insanların dikkatli
bakışlarının bir şey, bir hayvan ya da bir insan üzerinde yoğunlaşması sonucu
meydana gelen olumsuz etkiye denir.
Beden
ve ruh yapısı zayıf çocuk ve kadınlara etkisi daha fazla olur. Ayrıca her
insanın nazarı değmez.
Sıradan
şeylere göz değmez. Bir farklılığı, bir ayrıcalığı bir güzelliği olan her şeye,
gözü değenin kıskanç bakışı etki yapar. Demek ki bakış kıskançlık, hased, ve
hayranlık sonucu etki yapar.
Nazarı
değen kimse, dikkatli olmaz, nazarının bile bile değmesine neden olursa günaha
girer. Çünkü organların işledikleri yüzünden insan hesaba çekilecektir.
“Nazar
haktır.” (Kalem Suresi:51-52) Peygamber
Efendimize nazar değmiştir.
Peygamber
Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:
-“Nazardan
Allah’a sığının, nazar haktır.” (İbn-i
Mâce:1159)
-“Nazar
deveyi kazana, insanı mezara götürür.” (Ramuz
el-Ehadis:224/6)
-“Göz
değmesi haktır. Eğer kaderi delip geçecek bir şey olsaydı, bu göz değmesi
olurdu.” (Müslim, Selâm:42)
Nazarı
değen ne yapmalıdır?
İnsan
güzel bir şey gördüğü zaman, beğenilen, hoşa giden bir şeyle karşılaştığı zaman
“Maaşallah”, “Bârek Allah” veya “Allah nazardan saklasın” demelidir.
Nazarı
değenin güzellik karşısında “Maaşallah” dememesi günahtır. Çünkü; insanlara
zarar vermek günahtır. Göz zinası, dilin gıybeti nasıl haramsa, nazarının
değeceğini bildiği halde “Maaşallah” dememesi de öyle günahtır.
Nazarı
değen hasetle, kıskançlıkla bakmamalıdır.
Nazar
değene abdest aldırılması, duş aldırılması faydalıdır.
Nazarı
değenin abdest suyu, nazar değenin üzerine serpilirse, nazar nötrleşir. (Tıbb-ı Nebevi Ans:284)
Nazardan
Cenab-ı Allah’a sığınılmalıdır. Çünkü Cenab-ı Allah’ın izni olmadan ağaçtan
yaprak bile düşmez.
-
Kalem Suresinin 51. ve 52. ayetleri okunur.
-
Maaşallah, Lâ Havle velâ kuvvete illâ billâh” denir
- Allahümme Bârik fihi, denirse
nazarın etkisi olmaz.
Ümmü Seleme (ra) şöyle anlatır:
-“Evimize vücudunda benekler oluşan
bir çocuk gelmişti. Peygamber (sav): “Bu çocuğa okuyun, buna göz değmiş.” dedi.
–(Age:283)
Hz. Âişe (ra) şöyle der:
-“Rasûlullah (sav) ailesinden biri
hastalandığı zaman ona ihlas, felak, nas surelerini okurdu.” –(Buhari Meğazi:83)
- Çocuklara “MAAŞALLAH” takılabilir.
- Büyüklerimiz nazarın etkisini
azaltmak için Fatiha, Ayet’el Kürsî, İhlas, Felâk, Nâs surelerini okumuşlardır.
Nazarlıktan veya başka şeylerden medet
ummayı Peygamberimiz hoş görmemiştir. Bir gün Peygamberimize on kişi gelmiş,
Müslüman olup biat almış, birinin kolunda nazarlık olduğunu görünce onun elini
tutmamıştır.
Nazarla ilgili tespit ettiğim
hurafeler şöyle: nazardan korunmak için yapılan şeyler pek çok. Bir çok
rahatsızlık nazara bağlanıyor. “Ben kötü oldum.”, “Bana nazar değdi, bana
oku.”, “Kurşun döküver.” deniliyor.
-
Nazarlık takılıyor.
-
Dövme yapılıyor.
-
Mavi boncuk taşınıyor.
-
Göz yapıştırılıyor.
-
Kaplumbağa kabuğu, geyik boynuzu, kafa tası kemiği, at nalı asılıyor.
-
Nazarı değenin ayakkabısı kesiliyor.
-
Cepte muska, sarımsak taşınıyor.
-
“Kem göz çatlasın, nazar eden patlasın” yazılıyor.
-
Kurşun döktürülüyor.
-
Nazar değenin başında tuz gezdiriliyor.
-
Okuyup eller duvara sürülüyor.
-
Nazar değenin üzerine tükürülüyor.
-
Kurban kesilip, kanı arabaya sürülüyor, çocuğun alnına sürülüyor.
-
Üzerlik otu tütsüleniyor.
- Küçük çocuklara nazar değmemesi için
yanına ekmek konuyor, üzerinde
yumurta kırılıyor.
İslâm
Âlimleri, nazar için bir şeyler takmanın haram olduğu ve bir sapıklık olduğu
üzerinde ittifak etmişlerdir. (Y. El
Kardavi, İslâm’da Helal ve Haram s:252-253)
MUSKA
YAZMAK – MUSKA TAŞIMAK
Muskanın
kaynağı çok eskilere dayanır. Muska ve tılsımların kaynağı putperestliğin en
eski şekli olan “FETİŞ”tir.
Eski
Mısır ve ilkel kavimlerde muska ve tılsımlar hayatın bir parçasıdır.
Meselâ;
Romalılar kötü ruhlardan, kötülüklerden, hastalıklardan korunmak için
tılsımlarla muska yaparlar ve onları taşırlardı.
Geçmişin
bu hurafeleri ne yazık ki, günümüzde de istismarcılar tarafından
yaşatılmaktadır.
Bakıyorsunuz
evlenemeyen, hasta olan, korkuları olan, şifa bulmak isteyenler muskacıya
koşuyor, muska taşıyor. Hayvanlara bile muska yaptırıp takanlar oluyor.
Nazardan korunmak isteyen, arabasına muska takıyor. Doğumun kolay geçmesi için
doğum muskası yazdırılıyor.
Her
şeyin kaderini tayin ve takdir eden Cenab-ı Allah’tır. Rızık, ecel, evlilik,
hastalık, şifa Âlemlerin Rabbinin takdiri ile olur.
Bazı
bölgelerde kırık çıkık için bile muskacı aranmakta, efsuncu ve muskacıya
koşulmaktadır.
Muskanın
psikolojik etkisinden başak hiçbir etkisi olamaz. Muskada telkin vardır.
Aslında bu, inançla sağlanabilecekken muskaya başvuruluyor. Maddi manevi zarar
görülüyor.
Peygamberimiz
(sav) kendisine başvuran hastalara bitkilerden ilaç yapan sahabeyi tavsiye
etmiştir. Bir hadislerinde: “Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz. Allah hiçbir
dert vermemiştir ki dermanını da yaratmamış olsun.” (Buhari Tıb:1) buyurmuştur.
Her
hastalığın bir sebebi ve tedavi yöntemi vardır. Tılsımdan, muskadan medet
beklemek yanlıştır.
Maddi
hastalıklar için doktora gidilmesi ve ilaç kullanılması gerekir. Ruhi ve manevi
hastalıklar için Kur’an ve ibadetler şifa kaynağıdır.
Cenab-ı
Allah şöyle buyurur:
-“Kur’an’ı
şifa ve rahmet için indirdik.” –İsra:82
-“Kur’an
gönüllere şifadır.”-Fussılat: 44
İslâm
inancında muska yok, okuma vardır. Peygamberimize Lebid büyü yaptığında
peygamberimiz (sav) okumuş ve Hz. Ali’ye de okutmuştur.
Musibetlere,
hastalıklara karşı Kur’an okunmasının dua okumanın sakıncası yoktur.
Kur’an’da
şöyle buyrulur:
-“Dua
edin, icabet edeyim.” –Mü’minun:60
-“Duanız
olmasa Allah nazarında ne kıymetiniz olurdu?”-Furkan:77
Ayrıca
Kur’an’da şifa ayetleri vardır. Bunlar muska için değil okumak içindir.
Muskalar
sadece iyi niyetle yazılmamaktadır. Kötü niyetle yazdırılmakta ve
yazılmaktadır. Bu çok veballi bir iştir. Çünkü İslâm’da zarar verme, acı,
üzüntü çektirme yoktur. Zarar vermek zulümdür.
Kısmet
bağlamak, hasta etmek, bir şeyden mahrum etmek, hatta ölümüne muska
yazılmaktadır. Bunu yapanında, yaptıranında Allah korusun İslâm ile alakası
kalmaz.
Sevgi
için, nefret için, korunma için, şifa için, başarı için, düşmanlık için ne
maksatla olursa olsun muska yazmanın İslâm’da yeri yoktur.
İnsanın
okumasında veya Salih kimselere okutmasında, onların dualarını almasında
herhangi bir sakınca yoktur.
Peygamber
(as) hastalara okumuş:”Allah’ım buna şifa ver, şifa senden. Senin vereceğin
şifadan başka şifa yoktur. Bu hastalığı yok edecek bir şifa ver.” diye dua
etmiştir. –(İbn-i Mâce:, Tıb:35)
Şikayeti
olana olur olmaz kişiler:”Şunu, şu kadar oku” diyor. Okumalar dağıtılıyor. Bu
yanlıştır. Dua okumanın şartları vardır. İnanmayana okunur, gavli dua fiili
duanın önüne geçirilirse, bu okumanın faydası olmayacağı gibi zararı olur,
bazılarını dinden soğutur.
Peygamber
(sav) bir gün uyuz devesine okuyup üfleyen birine ne yaptığını sormuş, o da:
“Hasta
devemi tedavi ediyorum.” deyince:
“Üfürüğüne
biraz da katran karıştır.” demiştir.
Birde
Peygamber (as) ile ilgili bir olay var:
Savaşın
kızıştığı bir anda zırhın Peygamber (as)a sıkıntı verdiği bir anda Cebrail (as)
ona gelmiş:” Rabbinin selamı var, zırhı çıkar, şu duayı oku.” demiş ve “Bundan
sonra sana ve ümmetine zırhtan daha koruyucu bu duadır.” diye ilave etmiş. Bu
duayı okuyan, üzerinde taşıyan her türlü beladan, afetten, hastalıktan,
yangından, soygundan korunduğu gibi Allah ile arasında perde kalmaz. Bunu
taşıyana Bedir şehitleri derecesinde 900.000 şehit sevabı verilir. Bu duayı
taşıyan, azap görmez. Onu okuyan kutsal kitapları okumuş olur. Her harfi için
cennette iki ev, iki zevce verilir. O asla cehenneme girmez.“ (İslâm Ans. Cevşen Maddesi)
Bu
dua cevşendir. Cevşen zırh demektir.
Bu
rivayet, hadis kitaplarında yer almamıştır.
Böyle
bir duayı okumakla veya üzerinde taşımakla ucuz kurtuluş, İslâm inancına pek
uygun olmasa gerek
Her
şey Allah’tan. Başkasına güvenip dayanmak, medet beklemek, kurtuluşun sırf bir
harekete bağlanması uygun olmaz. Peygamber (as)ın mücadele anlayışına da uymaz.
Ancak insanların ucuz hayat yaşamasına sebep olur.
Kur’an’da
ancak Cenab-ı Allah’a güvenip, dayanmamız emrediliyor. (Âli İmran: 160)
İnancımızda
sebeplere sarılma, kaçınma, korunma, çaba sarf etme emredilir.
Peygamber
(as) muskanın her türlüsüne olumlu bakmamıştır. Şöyle buyurur:
-“Kim
vücudunu dağlatır veya muska yaptırırsa, tevekkülü terk etmiş olur.” (Tirmizi, Tıp:14)
Muskayı
İslâm Âlimleri de caiz görmemiştir.
Muskada
Kur’an ayetleri kötülük için, zarar vermek için yazılabilir veya para ile
yazıldığı zaman ayetler ticarette, kazanca alet edilmiş olur.
Muskadan
medet beklenmiş olur.
Kötü
niyetle, para kazanma niyetiyle muska yazanlar, manevi cezaya
çarptırılacaklardır.
İtikadı
düzgün hiçbir Müslümanın böyle şeylerle uğraştığını görmedim. Uğraşanlarında
sonlarının iyi olmadığını gördüm. Hayatlarının sonu yoksulluk, acı ve
perişanlık oldu. Allah bilir belki imanlarını kurtaramadılar.
HURAFELERİN
YAŞATILMASI
Din
dışı olan hurafeler, dinden sayılıyor. Dinin emriymiş gibi yaşatılıyor.
Bazı
hurafeler var ki imanı zedeleyecek durumdadır. İman bir Kelime-i Tevhid ile
kazanıldığı gibi bir sözle, bir hareketle de kaybedilebiliyor. Bakıyorsun tevbe
istiğfar edip, iman tazelemeyi gerektiren hatalar yapılıyor.
Bunun
sebebi de geçmişten gelen hurafelerdir. 1930’lu, 1940’lı yıllarda din öğrenmek,
Kur’an öğrenmek ve ibadet etmek yasak. Ezanın aslını okumak suç. Çeşmelerdeki
besmelelere tahammül edilmiyor. Kur’an gizli öğreniliyor, öğretmek suç.
Daha
sonraki dönemlerde, inanabilirsin ama inancını yaşayamazsın. İnanıyorsan, eşin,
anan, baban dindarsa çağdaş değilsin vazife bile yok.
28
Şubat süreci “Bin yıl sürecek” denilerek İslâm tehdit olarak gösterildi. Bazı
kurumlarda dindar görevli kalmadı. On binlerce genç Hristiyan oldu. 28
Şubatçılardan bir albayın oğlu kucağındaki İncil ile intihar etti.
Dine,
dindara, dinin öğretildiği kurs ve okullara baskı sonucu birtakım insanlar
kilise hurafeleriyle uyutuldu, uyuşturuldu. Kilisede mum yakmak, papaza gidip
derdini anlatmak, haç takmak moda oldu.
Kıbrıs’ta
Rauf Denktaş Kur’an kursuna, imam-hatip okullarına ve ilahiyat fakültelerine
izin vermedi. Gençler Türklükten, Müslümanlıktan ayrılıp haç takmaya başlayınca
oğlu: “ Babam kaktüs yetiştirdi.” dedi. Daha sonra reisi cumhurluk yapan Mehmet
Ali Talat: “Cenazelerimizi yıkayacak kimse bulamıyoruz.” diye itirafta bulundu.
Görülüyor
ki din öğretilmez, öğrenilmez ise insanlar hurafe kuyruklarına giriyor. Kendini
inkar ediyor. Dinini bilmediği için misyoner mantığı ile düşünmeye başlıyor.
İslâm düşmanı kesiliyor. Ona göre İslâm çağdaş din değil, reform yapmak
gerekir. İslâm’ın çağlar üstü din olduğunu bilmiyor. Diğer dinler gibi İslâm’da
reform olmamıştır ki reforma ihtiyacı olsun, bilmiyor.
Neden
kendi dilimizde ibadet etmiyoruz? Diyor. Bazı ibadetlerin gereği olmadığına
inanıyor.
Dindeki
geriliğimize bakmadan İslâm’ın bizi geri bıraktığını söylüyor.
Cenab-ı
Allah’ı tanımadığı için tabiatı yaratıcı kabul edecek kadar ilkel düşünüyor.
Bazı kişileri ve tabiatı tanrılaştırıyor. Evlerde kitapların yerini, heykeller
aldı. Sıra sıra uğur getiren fiiller aldı.
Allah
demiyor, “tanrı” diyor. İnanıyorsa da şirk koşarak inanıyor. (Yunus:106) Yunan Tanrıları, Roma
Tanrıları, cahiliye tanrıları gibi tanrı inancına sahip.
İman
esasları, İslâm’ın şartları tam bilinmeyince ibadet edenlerin bile büyük
hatalar yaptığı oluyor.
“Allah
rızası için” denilerek başlayan ibadetler Allah rızası için olmuyor. Niyetlere
başka şeyler karışıyor. İbadet Allah’ın emri olmaktan çıkıyor.
Beş
vakit namazda: “Allah’ım, ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım
dileriz.” Diyen insanlarımız, yardımı, kurtuluşu kendi eserlerinde arıyor.
Zikir
yaptığını söyleyen, bağırıyor, çağırıyor, yaka paça yırtıyor kendini, yerden
yere vuruyor, saçını başını yoluyor, Cenab-ı Allah’ı sağır sanıyor, uzaklarda
sanıyor.
Dua
eden, kavli dua yapıyor, fiili duayı unutuyor. Tevbe edenin gözyaşı akmıyor,
pişmanım dediği şeyden kendini alamıyor.
Kadere
alın yazısı diyor, kendi sorumluluğunu unutuyor. Kendi yapıyor, kendi karar
veriyor, suçu kadere atıyor. Suçlu kader mahkumu oluyor.
Tevekkül
anlaşılmıyor “Tevekkel Allah” deyip yatılıyor. Çalışma yok, tedbir yok,
işlerini Allah’a havale ediyor. “Bana bir şey olmaz” diyerek tehlikenin
kucağına atlanıyor.
Namaz
kılan bazıları değişmiyor. Oruç tutan açlık susuzluk çekiyor. Hac ibadeti
hayata yansımıyor. Sadece isme isim ekleniyor. Kendisine “Hacı” demeyene
kızılıyor.
Kur’an
ne diyor?
-“…Dini
Allah’a has kılarak (ihlas ile) kulluk et.”(Zümer:2)
-“Allah’a
ibadet edin ve ona hiç bir şeyi ortak koşmayın…” (Nisa:36)
Biz
ne yapıyoruz? Yapılan duadan, okunan Kur’an’dan, kılınan namazdan sonra
okuduğumuz “FATİHA”yı, şunun için, şunun için, şunun için, hassaten Allah
rızası için… deyip taksim ediveriyoruz. Bir şey ya Allah içindir ya da başkası
içindir. Hem Allah için hem de başka şey için olmaz. Başkası içinse Allah için
olmaz.
Mehmet
Zaid Korkut Hazretleri ana baba hakkı adlı kitabının önsözünde şöyle der: “
Sıralayıp da Allah rızasını da ekleyivermek şirktir.”
Bir
Sahab’i bir gün Peygamber (as)’a şöyle der:
-“Ya
Rasûlallah, bana öyle bir amel söyle ki, bana faydası olsun, başkalarına da
faydası olsun, aynı zamanda Allah da razı olsun.”
Peygamber
(as) şöyle cevap verir:
-“Bir
şey ancak Allah için olur.” demiş ve Zümer suresinin 2. ayetini okumuştur.
İmanda, amelde, günlük işlerde imanını
korumak isteyen şirke düşmekten kaçınmalıdır.
RUHLA
İLGİLİ İNANÇ VE DÜŞÜNCELER
İlkel
insanlarda olduğu gibi günümüzde de görülmeyen şeylere karşı merak fazla. Ruhla
ilgili olan merak, tarih boyunca ölümsüzlük arzusu taşıyan insanı daha da
etkiliyor. İlkel insanlar, kötü ruhların kötülüğünden korunmak için çok şey
yapmışlardır. Mısır’da Firavunlar öldükten sonra ruhun tekrar gelmesini
beklemek için bedenlerini mumyalatmışlar ve hazineleri ile gömülmüşlerdir.
Eski
çağlarda dolaşan kötü ruhların zararından korunmak için davul çalınır, iyi
ruhların yardımını görebilmek için mezarlarda mum yakılırdı.
Ruhların
geri geldiğine inanıldığı için cenaze çıkan evdeki çocuklar bağlanır, gelen
ruhun alıp gitmesinden korkulurdu. Kötü ruhlara zarar vermesin diye kurbanlar
kesilirdi.
Hint
toplumunda ruh bedenden bedene geçer, Nirvana’ya ulaşırdı. Ahirete, cennete,
cehenneme, sorguya inanılmazdı.
İnsan
beden ve ruhtan ibarettir. Ruh bedenden ayrılınca ölüm olayı olur.
Bir
zaman ruh var mı, yok mu tartışmaları yapıldı.
Bir
gün inançsız bir doktor şöyle der: “Ömrüm boyunca binlerce kadavra üzerinde
otopsi yaptım. Kadavraların her noktasını kesip biçtim, fakat hiç birinde “RUH”
diye bir şeye rastlamadım.”
Buna
merhum N.F.Kısakürek şu cevabı veriyor; “Ömrüm boyunca yediğim yemekleri çatal
ve bıçakla karıştırıp durdum, ama ‘lezzet’ diye bir şeye rastlamadım.”
Bir
zaman sonra ruh çağırma, ruhun bedenden bedene geçtiği iddia edildi. Ruhun
varlığı da kabul edilmiş oldu.
Ruh
çağırma olayları aldatmacadır. Ruh bedenden ayrılınca ortalıkta dolaşmaz.
Çağırıldığı zaman gelmez. Başka varlığa geçmez. Ruh bedenden ayrılınca ruhun
dünya ile ilişkisi kesilir, tasarrufu da biter. (Yasin:31) Ruh ahret alemini görünce geri dönmek ister ama
gönderilmezler. (Mü’minun:99-100)
Eğer
ruh çağırılabilseydi, çağırıldığı zaman gelseydi ve yaşayanlarla
konuşabilseydi. Faili meçhul kalır mıydı? Çok sevdiği yavrularını bırakıp
gidenler geri gelip hasret gidermez miydi?
Peygamber
(as): “Ölüler duyar fakat cevap veremezler.” buyurmuş. (Müslim Cenaiz:26) Mezarlığa gittiğinde onlara selam vermiştir.
Ruh, bedenden ayrıldıktan sonra Berzah alemine gider. Gidilme vakti gelince
yaşadığı bedenle buluşur ve hesaba çekilir. (Vakıa:47 + Yasin:12-51-52 + Rum:50)
Falanın ruhu bizi görür, bilir, bize
yardım eder demek, yardım beklemek, imdat! yetiş falan demek şirktir. Ruhlar
kimseye fayda da zarar da veremez. Yardım bekleme ilkel insanlardan kalma bir
âdettir. (Yasin:31)
İnsanlardan
bir Fatiha bekleyen kabir ehlinden yardım beklemek, İslâm inancıyla asla
bağdaşmaz.
İlk
devirlerde sevilen kişilerin ölümlerinden sonra onlardan yardım görebilmek için
törenler düzenlenir, gösteriler yapılırdı. Onların ruhları çağrılırdı.
Ölenlerden yardım beklemek ilkel bir hurafedir. Çünkü ölenin mezar taşına
“Fatiha” yazılmıştır. Okunacak bir Fatiha beklemektedir. Adına yapılacak bir
hayır beklemektedir.
Ölenin
ruhunun bir bedenden başka bir bedene geçtiği inancı da doğru değildir.
Bedenden ayrılan ruh, ruhlar alemine gider ve orada kıyameti bekler. Dirilişten
sonra bedeni ile buluşup kendi bedeninde hesap verecektir.
İnançsız
bazı kimseler tekrar dirilip hesap vermeyi kabul etmedikleri için bedenin
çürüyüp toprak olduğunu, ruhun ise başka bir bedene geçtiğini ileri sürüyorlar.
(Yasin:77-78-79 + Vakıa:49-50 +
Kıyamet:40)
Reenkarnasyon
(Ruh gücü) saçma bir düşüncedir. İslâm, bu düşünceyi ilkel bulup reddeder.
Reenkarnasyonu
reddeden ayetler şunlardır: En’am:27-28
+ A’raf:553 + Fatır:37 + Mü’minun:99-100-101-104
Osmanlı
alimlerinden Ömer Nesefi, “ Akadid” adlı eserinde şöyle der:
-“Ölülerin
ruhunun başka birine geçtiğini iddia ve buna inanmak küfürdür.”
(s.211)
BÜYÜ
YAPMAK-YAPTIRMAK
Sihir
(büyü), üstü kapalı şey demektir. Bir şeyi olduğundan başka bir şeye çevirmek,
bir şeye tesir etmek ve göz boyamak demektir.
Büyü
ile bazı güçlerden yardım alarak canlı cansız varlıklara etki yapılır.
Sihirbaz,
büyücü, batılı hak gören kimsedir.
Çok
eski devirlerde ortaya çıkan büyücülük, günümüzde de canlılığından bir şey
kaybetmemiştir. Geçmişte ve günümüzde en yaygın hurafedir. Büyük korku oluşturduğundan,
büyücü bu durumdan istifade etmektedir.
Atalarımız:
“Denize düşen yılana sarılır.” diyerek aciz ve çaresiz kalanların tehlikeyi
göze aldıklarını ifade etmişlerdir.
Bir
şey mi arzu ediliyor, bir şey mi oldu, sıkıntı mı var, baş ağrısı mı var, hafif
geçimsizlik mi var, işler mi yolunda gitmedi, evlilik mi gecikti, düşmanlık mı
isteniyor, muhabbet mi arzu ediliyor, hemen büyücü aranıyor, büyü yaptırılıyor
veya büyü çözdürülüyor.
Kimse
kendine, yaptığı hatalara bakmıyor. Cenab-ı Allah: “Başınıza gelenler
yaptıklarınız yüzündendir.” diye uyardığı halde başka sebepler aranıyor.
İnancımıza
göre Cenab-ı Allah’ın izni olmadan bir yaprak dalından düşmez. Kimse kimseye
bir şey yapamaz, veremez alamaz, rızkını kesemez, kısmeti açıp kısmet
bağlayamaz. (En’am:59)
Büyücüler
göz boyayıcı insanlardır, yalan söylerler, aldatırlar, kandırırlar.
Bazı
büyücüler gizli kuvvetlerle iş yapar. Bilhassa cinleri kullananlar. Bunlara
cinci denir. Cinlerden aldıkları haberleri kullanırlar. Cinler her şeyi
bilemez. Görürlerse onu bildirirler.
Büyücü
çoğu zaman gerçek dışı konuşur. Atıp da tutturanlar veya topladıkları bilgileri
değerlendirenler vardır. Bunarlın şerrinden Fatiha, Ayet’el Kürsi, Felak ve Nas
sureleri okuyarak Allah’a sığınmamız tavsiye edilmiştir.
Büyücülerin,
cincilerin bazı şeyleri bilmesi, insanların tuzağa kolay düşmesine neden
oluyor. Kendini büyücüye kaptıran madden, mânen büyük zarar görüyor.
1980’de Filipinlerde büyücü papaz
“Büyü yaptıklarıma kurşun geçmez.” der. bir grup isyancı genci kandırır. Büyü
yapar, gençler polisle çatışmaya girer, tabi sonuç belli hepsi ölür.
Büyüye
inanan, büyücüye kanan, “Falan yaptı, falan yaptırdı.” diye suçlu aramaya
koyulur. Büyücüye inandığı için günaha girer, kendi büyü yaptırmış olsa büyük
günah işlemiş olur. Kötü zanda bulunup; iftira atmış, gıybet etmiş olur.
Müslümanın
büyü ile büyücü ile cinci ile ilgisi olmamalıdır. Müslümanın Kur’an, sünnet
ölçüsü olmalıdır. Mezhepsizlere değil, hak mezhebe göre hareket etmelidir.
Bilgi kaynağı yanlış olursa, o bilgi küflü çiviye benzer, kolayca sökülüp
atılamaz.
Büyü
malzemeleri nelerdir?
-
Domuz
yağı
-
Ölü toprağı
-
Bazı rakam ve tılsımlar
-
Düğüm
yapılan ipler
-
İnsana ait saç veya bir eşyasının parçası
-
Kemik, boynuz ve bazı bitkiler
-
Sabun gibi şeylerdir.
-
Kurt ağzı bağlamak isteyenler; tencereye kor ateş koyup kapağını bağlarlar veya
makas iple bağlanır, böylece kurdun hayvanlara zarar vermeyeceğine inanırlar.
Daha
çok ne maksatla büyü yapılıyor?
-İnsanlara
zarar vermek, acı çektirmek, sağlığını bozmak, işini, geçimini bozmak, insanın
bazı organlarını bağlamak için, akli dengesini bozmak, hasta etmek, hatta
öldürmek için yapılır.
-Yapılan
büyüye karşı büyü yapılır. İflas eden, hasta olan, evlenemeyen, işi aşı
bozulan, geçimi bozulan büyü yaptırır.
Büyü
bozdurmak isteyenler, akıl almaz şeyler yapar ve yaptırırlar. Meselâ;
- Zeytin, iğde çekirdeği tütsüsü,
- Leylek pisliği, kirpi kanı içilmesi,
- Pişmiş yumurtanın üzerine yazılar yazmak,
- Demir tozlu su ile yıkanmak,
- Tuvalete ters oturmak,
- Büyü malzemesini mezarın üzerine koymak veya akarsuya
atmak,
-
Eşiğe, kapıya, domuz yağı sürmek.
İslâm
Âlimlerine göre sihrin caiz olduğu iki husus vardır:
1.
Sihir
olup olmadığını öğrenmek için
2.
Sihrin
zararını gidermek için. Bu iki husus için birilerine başvurmanın mahsuru
yoktur. Ayrıca bu iki maksat için büyücülük öğrenmenin de sakıncası yoktur.
Başvurulan
kişinin ücret almaması ve bir menfaat temin etmemesi gerekir.
Peygamber (as):” Sizden biri kardeşine
yardımcı olabiliyorsa, o yardımı yapsın.” buyurur.
Bugün
bir insan menfaat karşılığı büyü yapıyorsa, hocalıkla asla ilişkisi yoktur.
Dinden çıkaran bir işle uğraşan nasıl hoca olur?
Sıkıntısı
olan birinin diyar diyar dolaşıp büyücü aramasına gerek yoktur. Büyü yapmak
kadar büyücüye inanmak ve büyü yaptırmakta aynı derecede günahtır.
Dinimizin
yasakladığı işlerden biri de büyücülüktür. Büyü insana zarar verir. Büyücülerin
çoğu sapıktır. Geçimi bozulan kadının veya evlenemeyen kadının göğüslerine,
karnına yazılar yazan sapıklardan uzak kalınmalıdır.
Büyüden,
büyücünün şerrinden nasıl korunulmalıdır?
Sihrin
çok çeşitleri vardır. Kötü niyetle yapılırsa, kendisine büyü yapılan çok acı
çeker ve zarar görür, iradesi dışında işler yapar.
Adnan
Adıvar’ın Tarih Boyunca İlim ve Din adlı eserinde şöyle anlatılıyor: ”Sümer ve
Babiller’de sihir ilim sayılırdı canlı cansız eşyaya tabiat üstü kuvvet izafe
ederdi. Halk yardım beklerdi. Yırtıcı hayvandan korunmak için onarlın
dişlerinden, pençelerinden, gerdanlık takar ve korunmaya çalışırlardı. Yağmur
yağması için kurbağa şekline girip, öterlerdi…” (s.47)
Bugünde
büyüden korunmak için akıl almaz şeyler yapılmaktadır. Bunlar geçmişten gelen
âdetlerdir.
Sihir
ve büyüye karşı Cenab-ı Allah bize iki sûre indirmiştir. Bu sûreler indikten
sonra peygamber Felâk ve Nâs sureleri ile Allah’a sığınmıştır. Ve: “Kimse iki
sığınma duası gibi tesirli bir dua ile sığınamaz.” buyurmuştur. (Tirmizi, Tıb:16)
Yahudi
olan Lebid b. Asam, Hz. Peygambere büyü yapmıştı. Peygamberimiz rahatsızlandı,
bazı değişik haller oldu. Meleklerin konuşmaları ve göstermeleri ile büyü
malzemeleri kuyudan çıkarıldı. Peygamberimiz büyüye karşı nâzil olan Felak ve
Nas surelerini okudu. Atılan düğümler tek tek çözüldü. Peygamberimiz hem
kendisinin hem de Hz. Ali’nin okuması ile şif buldu. (Buhari tıb:47)
İslâm’da
büyücülük kesin olarak yasaktır. Büyü yapmakta, yaptırmakta günahtır.
Allah
büyü ile uğraşmayı küfür olarak nitelendirmiştir. (Bakara:102) Sihirbazların yalancı olduklarını ve asla
kurtulamayacaklarını bildirmiştir. (Taha:69)
Peygamber
(as)da büyücülerin Allah’a şirk koştuğunu, büyücülüğün helak edici yedi büyük
günahtan olduğunu bildirmiş, büyü ile uğraşmayı yasaklamıştır.
Peygamber
(as): “Yedi şeyden kaçının: şirk, sihir, katil, faiz, yetim malı, cihattan geri
durmak ve iffetli kadına iftira.” (Riyazüs
Salihın:1614) demiştir.
Bütün
peygamberler büyücülerle mücadele etmişlerdir. Peygamber (as) kendisine büyü
yapan Lebid’i çağırdı. Ona ne için yaptığını sordu, Lebid:
-Verilen altınlara zaafımdan, deyince
Ashab:
-Öldürelim
mi? dediler. Peygamberimiz:
-Hayır
onun göreceği İlâhi azap daha şiddetlidir, buyurarak sihir ve büyü yapanların
uğrayacakları azabı haber vermiştir.
Büyücüden,
büyücünün şerrinden tek sığınak Allah’tır. Korunmak için Ayet’el Kürsi,
Kâfirun, Fatiha, İhlas, Nas surelerini okumamız tavsiye edilmiştir.
Kim
bir kahine gider, bir şeyler sorar ve ona inanırsa, onu tasdik ederse, kırk gün
namazı kabul olmaz.” (Müslim
Selam:125)
-“Büyücünün
cezası, onu kılıçla vurmaktır.” (Ramuz
el-Ehadis:273/12)
-“Kim
bir düğüm atar ve ona üfürürse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa, şirke
düşer. Cahiliye âdetlerinden nazarlık asan, astığı şeye havale edilir. Allah’ın
yardımından mahrum olur.” (Ona git, ondan iste denir.) (Nesâi:4076)
İslâm
alimlerine göre gücünü şerre alet eden, insanlara zarar veren, büyü yapan,
yaptıran küfre girer. Büyü ile zarar verene kısas gerekir. Büyü için verilen
alınan paralar helal değildir.
Hz.
Ömer (ra) büyücünün öldürülmesini emretmiştir.
Ebu
Hanife sihirbazın öldürülmesinin caiz olduğunu söylemiştir.
İmam-ı
Malik “Büyücü tevbeye davet edilmez, öldürülür. Çünkü küfre girmiştir.” der.
İmam-ı
Rabbani’ye göre büyü yapmak küfre en yakın ve en kötü haramdır.
Hamdi Yazır:”İnançsızlık, ahlaksızlık,
sihrin (büyünün) köküdür. Büyük haram ve küfürdür.” der. (Hak Dini Kur’an Dili:447)
FALA
BAKMAK-FALA BAKTIRMAK
Halkımız
arasında yaygın olan hurafelerden biri de fala baktırmak, fal açmaktır. Çoğu,
işi şakaya vurup hurafenin yaşanmasına neden oluyor.
Fal
ve falcılık gelecekten, gayb (bilinmeyen alemden), haber vermektir. Falcılık
bize cahiliye devri mirasıdır. Cahiliye devrinde “ezlam” denilen fal okları
vardı. Araplar ok çeker, onların üzerindeki yazılara göre iş yaparlardı. Fala
bakmadan iş yapmazlardı.
Bilinmeyene,
gizliliğe karşı bilme, öğrenme merakı her insanda oluyor. Söylenen birçok şeye
inanma zaafı da hepimizde var.
“Fala
inanma, falsız da kalma” diyerek falcıyı ve ona sormayı ihmal etmiyoruz. Ele,
fincana baktırıyoruz. Dergi, gazete falını kaçırmıyoruz, güvercine, tavşana
kağıt çektiriyoruz. Ondan sonra falcı içimi okudu, dediği çıktı diyoruz. Aynı
falı binlerce insan, benim falım diyerek okuyor.
Aslı
çıkmayan birçok şeye bakmayız, biri tutarsa ona inanırız.
Bazı
şeylerin şakası olmaz. Falcıya inanmıyorum ama deyip falcıya bir şeyler sormak,
kağıt çektirmek, suya baktırmak, avuç içi okutmak, kahve fincanı kapamak,
falcıya yitik sormak, eğlence olsun diye bunları yapmak asla doğru değildir.
Kur’an’da falın her çeşidinin şeytanın pis işlerinden olduğu belirtilmiştir.
Falcı
için “bildi”,”içimi okudu” diyenler oluyor. Falcının haberlerinin çoğu
yalandır, bir kısmı tahmindir. Bir kısmı herkese hitap eden şeylerdir. Bazıları
da cinlerden elde ettiği bilgilerdir.
Eğer
falcı gizlilikleri bilseydi; definelerin yerini bulur, faili meçhul cinayetlerin
katilini bildirirdi. İkramiye biletinin büyüğünü kendi alırdı. İnsanların ne
zaman, nerede, nasıl öleceğini bilirdi.
İnsanların
falcıya yönelmesinin sebepleri vardır. Falcı bazılarının zaafından yararlanır,
inanç noksanlığı olanlara kendini çabuk kabul ettirir.
“Fala
inanma, falsızda kalma” dediği halde geleceğe ve gizliliğe ilgi, falcılığı
ayakta tutar. Sabah falcıya danışmadan, müneccime sormadan iş yapmayanlar
vardır.
Gazete
falına bakma merakı fazladır. Binlerce insan “Benim falım” diyerek gazete ve
dergide aynı atıp tutmaları okur.
Hz.
Âişe (ra) şöyle anlatır:
-“
Bir topluluk Allah Resulünden kahinler hakkında bilgi istedi. Peygamber onlara:
-doğru
değil, dedi. Oradakiler:
-Onlar bazen doğru şeyler söylüyorlar,
dediler. Bunun üzerine Peygamber onlara şöyle dedi:
-Onların
bazı haberleri cinlerin meleklerden edindikleri haberlerdir. Yalanlar
karıştırarak kahinin kulağına fısıldarlar. (Riyazüs Salihın:1700)
Tarih
boyunca falcıya müneccime danışmadan iş yapmayan insanlar ve yöneticiler
olmuştur. Geçmişte hayatı falcılar, büyücüler ve müneccimler düzenliyordu. Neyi
nasıl yapacaklar onlara danışılırdı.
Meselâ;
Fransız Kralı II.Luis, çok fazla inanan ve inandığına değer veren bir insandır.
Yanında müneccim taşır, hep ona sorar, onun söylediği gibi hareket ederdi.
Fransa
ile İspanya arasında çıkacak savaşın neticesini müneccime sormuştu. Sabaha
kadar müsaade isteyen müneccim:
-“Efendimiz,
her şey istediğiniz gibi neticelenecek, savaşı siz kazanacaksınız.” demiştir.
Savaş
başlamış ve Fransa’nın yenilgisi ile neticelenmişti. Canını zor kurtaran kral
müneccimi çağırarak:
- Sen her şeyi daha önceden biliyorsun, şimdi de ne zaman
öleceğini bil bakalım, deyine müneccim:
-
Efendim şu anda bilemem, müsaade edin sabah haber vereyim, der. Sabah:
-
Efendim, yıldızlara baktım, benim ölümüm, sizin ölümünüzden tam üç gün evvel
olacak, deyince kral biraz düşünür ve:
-
Derhal git. Gözüme de görünme, sıhhatine de dikkat et, der. biraz altın verir.
Her şeye rağmen kendisini acaba endişesinden kurtaramaz.
Eski
Troyalılarda da kahinlere acayip rağbet vardı. Bir iş yapılacağı zaman onlara
danışılır, bir çocuk doğunca ileri de iyi mi kötü mü olacağı kahinlere
sorulurdu. Kaynaklara göre Troya Kralı Priamos’un Alexandros adlı bir oğlu
olduğu zaman annesi bir rüya görür. Bu rüya üzerine derhal kahine başvurulur.
Kahinin bu çocuğun Troya şehrine felaket getireceğini bildirmesi üzerine çocuk
annesi tarafından Kaz Dağı’na bırakılır, ölüme terk edilir.
Bir
zamanlar padişah ava çıkar. Gök bulutludur. Sürülerini otlatmakta olan çobana:
-Bugün
yağmur yağacak mı? diye sorar.
Bir
bulutlara bir keçinin kuyruğuna baktıktan sonra çoban:
-
Hayır efendim yağmayacak! der.
Bir
müddet sonra bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başlar. Bir o yana bir bu
yana koşan padişah sığınacak bir yer bulamaz ve ellerini kaldırıp şöyle der:
-Yağ
yağmur yağ! Akıl hocası çoban, barometresi keçinin kuyruğu olana bu az bile…
Ders
alınacak bir olayda şudur:
Hunlar
91 yıllarında mallarını yağmalayan Çinlilerden mallarını geri istedikleri
zaman, Çin yetkilileri verip vermeme konusunu falcılara sormuş. Onlarda
“Vermeyelim, Hunlar yenilecek” demiştir. Çıkan savaşta Çinliler yenilmiş,
yetkililer falcıları toplayıp öldürmüşlerdir.
III. Mustafa müneccimleri saraya
çağırır. Müneccim ve falcılarda kuvvet arardı. Hatta Prusya Kralı II.
Frederik’in savaşları müneccim ve falcılar sayesinde kazandığına inanırdı. Elçi
göndererek ondan müneccim istedi.
Dinimizde
falcılık, cahiliye âdeti sayılmış ve büyük günahlardan olduğu bildirilmiştir.
Kur’an’da:
-“Şeytan
işi pisliktir. Ondan kaçının.” (Mâide:90)
-“Fal
okları ile kısmet aramamız haramdır.” (Mâida:3)
diye emredilmiştir.
Peygamber
(as) falcının kazandığı paranın fuhuş parası ile aynı olduğunu bildirmiştir. (R.Salihın:1705)
-“Falcıya
gidip bir şeyler soranın kırk gün namazı kabul olmaz.” buyurur. (R.Salihın:1701)
“Her
kim falcıya, gaipten haber verene ve sihirbaza giderek onlardan bir şey sorar,
söylediklerine inanır ve tasdik ederse kafir olur.” (Tirmizi, Tahare, 102; İbn Mace, Tahare, 122)
İslâm
Alimlerine göre fala bakmak, baktırmak, onun dediklerine inanılsa da,
inanılmasa de küfre götüren bir haldir.
Falcı
yalancının ta kendisidir. Bugün yer altı hazineleri elde edebilmek için
falcılara soranlar oluyor. Hiç düşünmüyorlar ki falcı bilmiş olsaydı herkesten
önce o kazıp almaz mıydı?
Bir
okuyucum yıldız nameye bakan birine gider, ölmüş kardeşinin adını verip bir
şeyler sorar. Falcı atar tutar onun ölmüş biri olduğunu bilemez.
Cincilere
gitmek de caiz değildir. Ona çalınan bir şeyi, kaybolan bir şeyi, sormak ve
inanmak da imana zarar veren bir harekettir.
“Ben
gaybı biliyorum. Cinler bana söylüyor.“ derse o da imanından olur. Çünkü gaybı
cinde cinci de bilemez.
Cinler
bazı gördükleri şeyleri söylerse de çoğu zaman yalan söyler, yanıltır.
Cenab-ı
Allah :” Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü ancak değneğini
yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. Yere yıkılınca anlaşıldı ki, cinler gaybı
bilselerdi o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.” buyurarak cinlerin gaybı
bilmediğini haber vermiştir. (Sebe:14)
Cinle,
şeytanla uğraşmak insanın zarar görmesine neden olur. Bunlarla dostluk
cehenneme kadardır. İnsanı aldatırlar ama suyunu ısıtıvermezler. Şeytan
sapıklık içinde olanı aldatır. (Kaf:27)
Cin,
şeytan istediğine istediği gibi zarar veremez. Bunlara fırsat verilmeden, kapı
aralanmadan insana yaklaşamazlar.
Sapan, sapıtan, “Beni şeytan aldattı.”
diyor. Şeytana uydum demiyor, suçu şeytana atıyor. (Yasin:60)
Cin,
şeytan insana istediğini yaptırır anlayışı yanlıştır. Şeytanın insana zorlayıcı
gücü yoktur. (Nisa:76 + Sebe:21 +
Hıcır:42 + İsra:65)
Cinle,
şeytanla uğraşan zarar görür. Bir zamanlar televizyonda cinlerle ilgili program
yapan Sadettin Teksoy, cin konusuna el atınca cinlerde ona el atmış, bu konuyu
bırakan Teksoy şöyle demişti: “Uyku sistemim tamamen bozuldu. Ağır baş ağrıları
çektim. Hayatım alt üst oldu. Bir daha cinlerle ilgili program yapmayacağım. “
Cinlerin
zarar vermesinden korkanlar “Cin” demiyorlar “Üç harf” diyorlar. Şeytanın zarar
vermesinden korkanlar ona kedi, köpek veya insan kurban sunuyorlar.
Eski
satanistlerde bugünkü satanistlerin yaptığını yapıyorlardı. Kuru kafa ile
yıldız, siyah elbise ve boynuzla, kan akıtıyorlardı. Karanlıkta mum yakar,
“Karanlığın Efendisi” diye alevine taparlardı.
Libya
Çölü’nde yaşayan Gıalu Kabilesi kadınlarının uzun etekleri yerlerde sürünür,
kadınlar böylece şeytanın kendi izlerini takip edemeyeceğini ve kendilerini
yoldan sapıtamayacağına inanırlardı.
Gaybın
bilgisi cincide, falcıda ve müneccimde değildir. Gaybın bilgisi Âlemlerin
Rabbine aittir.
Tarih
boyunca insanlık, merakı yüzünden, cehaleti sebebiyle yakasını falcıdan,
büyücüden kurtaramamıştır.
Ben
bilirim, gelecekten haber veririm diyen biri kendi hakkındaki şeyleri bile
bilemez. Başına neler gelecek bilemez. (Lokman:34)
Kahve
fincanı, avuç içi, bakla, neyi haber verebilir?
Bazıları
ilgi çekmek, iltifat görmek, menfaat temin etmek için çeşitli yollara
başvururlar. Bunlardan biri, girişe adamını yerleştirir, bir de verici koyar,
gelenin bilgilerini alt kattan alır. Üst kata çıkan adama adını, nereden
geldiğini, niçin geldiğini söyleyerek adeta teslim alır. Artık ne derse
inandırıcı olur.
Hiç
unutmam televizyonda Medyum Memiş ile Medyum Keto tartışıyorlardı. Medyum Memiş
Medyum Keto’ya bir tokat attı ve: “Sen medyum olamazsın. Medyum olsaydın sana
tokat atacağımı bilirdin.” dedi.
Şeyh
de gaybı bilemez. Müridlerini uzaktan göremez. Peygamberler bile Cenab-ı
Allah’ın bildirdiğinden başka bir şey bilemezler. (Bakara:255) ancak peygamberler mucize gösterir. Onlara vahiy
gelir. Evliyalarda keramet gösterir.
Kur’an’da
şöyle buyrulur:
-Gaybı
Allah’tan başkası bilmez. (En’am:59)
-Gökte
ve yerde gaybı Allah’tan başkası bilmez. (Neml:65)
-Gaipten haber verdiğine inananın kırk
gün namazı kabul olmaz. (R.Salihın:1701)
-Falın
ne türlüsü olursa olsun küfre kadar götüren bir günahtır. Falcılık parası fuhuş
parası ile bir tutulmuştur. (Age:1705)
-Biri
falcı için “Bildi” derse Allah’ın gönderdiğine inanmamış olur. (Ramuz el-Ehadis:396/2)
“Gaybdan
haber verdiğini iddia eden adamın söylediklerini tasdik etmek küfürdür.” (Ömer Nesefi, İslâm İnancının Temelleri
Aksid, s:208)
“Gaybı
bildiğini iddia etmek küfürdür.” (Age.
S: 210)
Halil
Günenç Hoca Efendi “ Bir kimse –Falan gaybı biliyor- veya –Kalbimizden geçen
şeyleri bilir- veya –Şeyhlerin ruhu hazır olup, halimize vakıftır- derse kafir
olur.” (Günümüz Meselelerine
Fetvalar:1/43)
Günenç Hoca Efendi yine “Falan zat
halimizi ya da kalbimizden geçeni biliyor demek asla caiz değildir. Bunun küfür
olduğunu söyleyenler vardır. Mülteka Şerh’i “Bir kimse –Şeyhlerin ruhu
hazırdır, bilir- demekle kafir olur.” Şeklinde nakletmektedir. (Age:1/99)
İSLÂM’IN
BİD’AT VE HURAFELER BAKIŞI
Bid’at,
Hz. Peygamber zamanında olmayan ve meşru görülmeyen bir iştir. Bid’at, sünnetin
zıddıdır.
İslâm
Dini, Peygamberimiz zamanında kemale ermiştir. Cenab-ı Allah: “Bugün size
dininizi tamamladım.” (Mâida:3) buyurmuştur.
Bid’at
dini konularda, ibadet esaslarında hoş görülmez. İslâm Dini sosyal hayattaki
gelişmelere, yeniliklere karşı değildir, ona bid’at gözü ile bakmaz.
Peygamber
(as) şöyle buyuruyor: “Kim bir sünnetimi ihya ederse, onunla amel edenlerin
sevabı kadar sevap ona verilir. Onların sevabından da bir şey eksilmez. Kim
sünnete uygun düşmeyen kötü bid’at icat ederse, onunla amel edenlerin günahı
kadar da ona verilir. Bid’at işleyenlerin günahından bir şey eksilmez.” (Müslim, İlim:6)
Bir
başka hadislerinde de: “Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar Kur’an okur,
ibadetle meşgul olur, aynı anda bid’atla meşgul olur. Bilmedikleri cihetten
dinlerinden olurlar. İlimlerine bedel rızık alırlar, dünyayı din karşılığında
elde ederler. Bunlar deccalin evaneleridir.” buyurur. –(Ramuz el-Ehadis:504/3)
İslâm
bid’at ve hurafelere karşı savaş açmıştır. Alparslan: “Halis Müslümanlarız, çünkü
bid’at bilmeyiz.” demiştir. İslâm’da kerametten, ibadetin çokluğundan önce
itikad düzgünlüğü önemlidir. İslâm bid’at ve hurafeleri sapıklık olarak görür.
Dinden olmayanın, dine sonradan sokulmak istenen şeyin İslâm’da yeri yoktur.
Bu
konuda Peygamber (as) şöyle buyurur:
-“Allah
bid’at sahibinin amelini, bid’atı bırakıncaya kadar kabul etmez.” (Ramuz el-Ehadis:6/5)
-“Bid’at
sahibi öldüğünde, İslâm’da bir fetih vuku bulmuş gibi olur.”(Age:62/14)
-“Bid’at
ehli cehennem ehlinin köpekleridir.” (Age:72/5)
Cenab-ı
Allah ile ilgili şu hatalardan son derece kaçınılmalıdır:
Bazı
şeyler vardır. Allah’tan başkasına yapılmamalıdır:
-
Kulluk, ibadet, secde,
-
Kurban kesmek,
-
Rızkı, eceli başkalarında aramak,
-
Yardım beklemek, güvenip dayanmak,
-
Gavs kelimesini başkası için kullanmak,
-
Allah’tan başkasına “yaratıcı” demek,
-
“Mülk benim” demek,
-
“Falan olmasaydı, işim olmayacaktı.” demek,
-
Allah’a şekil, mekan yakıştırmak,
- “Allah gibi” demek ,
-
Teslise inanmak,
-
Allah bize zulmediyor,
-
Allah mallah tanımam,
-
Allah bile gelse seni elimden alamaz,
-
Buna Allah’ın bile gücü yetmez,
-
Allah’ın eli uzundur,
-
Gökteki Allah,
-
Allah bunu niye yarattı ki,
-
Ben Allah’tan korkmam,
-
Allah beni unuttu,
-
Onun hakkından Allah bile gelemez,
-
Allah’ım nerdesin? Görmüyor musun? Duymuyor musun?
-
Allah’tan başkasından bir şey istemek, Allah’tan başkasından yardım beklemek
-
Falan olmasaydı, beni falan öldürecekti,
-
Koca Allah, Allah baba, Allah dede,
-
Allah işimize karışmazsa… vb. gibi ifadeler kullanmak.
Önemli
hususlardan biri de; dinin aslı, özü bir tarafa bırakılıp din tartışılıyor,
dindışı şeylerle uğraşılıyor. Dindarlık, şekilcilik olarak görülüyor. Sonuçta
içi boş bir dindarlık kalıyor.
Din
tartışılmaz. Dine müdahale olmaz. Din değişmez. (Azhab:36 + Şura:21 + Bakara:85)
Dinin
ılımlısı, Türkçesi, bize göresi, bana göresi olmaz. Dinin koruyucusu Cenab-ı
Allah’tır.
Türkiye’yi
Daru’l Harp görmek, faizi helal saymak, “Cuma kılınmaz” demek, Allah korusun
insanın imanına zarar verir.
Bid’at
ve hurafelerin zararı büyüktür. Her şeyden önemlisi, bid’atçinin, batıla
inananın ameli boşa gider. Kur’an’da :”Bunlar iyi şeyler yaptıklarını
sandıkları halde, dünyada çabaları boşa giden kimselerdir.” buyrulur. (Kehf:104)
Bid’at
sünnetin zıddı olduğu için, sünnet gitmeden bid’at gelmez. Bid’ate bağlılık ne
kadar artarsa Allah’tan o ölçüde uzaklaşılmış olur.
Bu
konuda Peygamberimizin şu uyarılarına kulak verelim:
- “Sünnet dairesinde yapılan az amel bid’at dairesinde
yapılan çok amelden hayırlıdır.”
- “Bir kimse bid’at sahibini ağırlarsa İslâm’ın yıkılmasına
yardım etmiş olur.” (Ramuz
el-Ehadis:446/7)
- “Bir topluluk ne kadar bid’at işlerse, sünnetten o kadar
ayrılır.” (Age:369/14)
- Bir bid’at icat eden kimse, ölmeden evvel mutlaka onun
cezasını çeker.” (Age:379/4)
“Allah
cc.bid’at ehlinin duasını, zekatını, haccını.namazını ve sadakasını kabul
etmez. Bid’at ehli kılın hamurdan çekilişi gibi dinden çıkar.”(Age:92/1)
Bid’at
ve hurafelerle mücadele her müslümanın vazgeçilmez görevidir. Müslüman imanını
koruyabilmek için hurafelere karşı hem bilgili hem de dikkatli olmak zorundadır.
“Çürük
baklanın kör alıcısı olur.” derler. Dinini iyi bilmeyenler bid’at ve hurafeleri
ayırt edemiyor. Günlük hayatında ibadetlerde onlara yer veriyor. Hatta onlara
uyarsa bol sevap kazanacağını zannediyor.
Allah
Rasûlü bizi şöyle uyarıyor:
-Bid’atten
sakının. Zira her bid’at sapıklıktır. Ve her sapıklıkta ateştedir. (Ramuz el- Ehadis:17/4)
-“Ümmetim
arasında bid’atlar zuhur ettiğinde ve ashabım aleyhinde kötü sözler
söylendiğinde, alim, ilmini açığa çıkarsın, eğer böyle yapmazsa, Allah’ın laneti
onun üzerine olsun. (Age:54/9)
-“Bir
kimse bid’at işleyenden yüz çevirirse, Allah onun kalbini korkudan emin kılar
ve kalbini imanla doldurur. Kim bid’at sahibine tepki gösterirse, Allah onu
kıyamet günü emin kılar.
Bid’at
sahiplerini hakir, zelil görenin derecesini Allah yükseltir. Kimde bid’at
ehline selam verir, onunla yakınlık kurarsa, onu memnun ederse, bana indirileni
inkar etmiş olur.” (Age:406/11)
Bu bilgiler ışığında her Müslüman
bid’at ehlinden, hurafelerden uzak durduğu ölçüde imanını koruyabileceğini
bilmelidir.
HIZIR-İLYAS
(HIDIRELLEZ)
Hızır
– İlyas’ın halk dilinde söylenişi Hıdırellez olarak ifade edilir.
Efsaneye
göre Ab-ı Hayattan içip ölümsüzleştiklerine inanılan iki kardeş olan Hızır ve
İlyas mayısın 6’sında buluşmaktadırlar. O gün baharın gelişini müjdeler.
İnanışa
göre Hızır (as) Velîdir. Sıkıntıda olana yardıma koşar, darda olanların
imdadına yetişir, yardım eder.
Hızır
insanlardan isteklerde bulunur, verenlere verir, vermeyenlerden de alır. Yani
dilediğine bereket verir, zenginlik verir, dilediğini de yoksul eder.
Kur’an’a
göre Hızır (as) Allah’ın lütfuna mazhar olmuş, alim bir kişidir. (Kehf:60-82)
**********
Hızır
yaşıyor mu?
Bazı
bölgelerde 6 mayıs günü Hızır (as)ın evleri ziyaret edeceğine inanıldığı için
evler temizlenir.
Bazı
bölgelerde mayasız yoğurt çalınır. Eğer yoğurt tutarsa, o evi Hızır (as)ın
ziyaret ettiğine inanılır.
Bediüzzaman
Hazretleri, Mektubatında Hızır (as)ın hayatta olduğunu söyler. Onun hayatı
ikinci hayat olduğundan bir çok alimin bunu kabul etmediğini de belirtir.
Hızır
(as) Musa peygamber zamanında yaşamıştır. Hızır’ın şu anda yaşadığına dair
İslâmi kaynaklarda herhangi bir bilgi yoktur. Cenab-ı Allah bu kadar uzun ömrü
kimseye vermemiştir. Ab-ı hayattan içip ölümsüzleşmesi efsanedir. Kimseye ebedi
hayat verilmemiştir. (Enbiya:34-35)
Ne
diyor Kur’an:
-“Habibim,
biz senden önce gelip geçen hiçbir insan için ebedi hayat nasip etmedik. Şimdi
sen ölürsen sanki onlar ebedi mi kalacaklar?”, “Her nefis ölümü tadacaktır.”
**********
Hızır
imdada yetişir mi?
Hızır’ın dilediğini zengin, dilediğini
fakir etmesi, sıkılanların imdadına yetişmesi, inancımıza göre uygun değildir.
Bazı kaynaklarda anlatılan yardımları veya sefalete sürüklemeleri birer
efsanedir.
Halk
dilinde: “Hızır gibi yetişti.”, “Kul daralmayınca Hızır yetişmez.”, “Hızır’ın
eli değmiş.”, “Hızır bereketi” gibi ifadeler vardır.
Hızır
bir insandır. Peygamberlere verilmeyen şeylerin Hızır’a verilmiş olması
düşünülemez.
Hızır’dan
yardım istenmez, yarım etmesi beklenmez. Aksi halde şirk kokar. Yardım
Allah’tandır. Rızık veren Cenab-ı Allah’tır.
Hızır
ile ilgili bazı sözler:
- “Her geceyi kadir bil, her geleni de Hızır bil.”
- “Hıdırellez yağmurunun damlası altın olur.”
- “Hıdırellez’den sonra yazdır.”
- “Hıdırellez’e kadar bir tutam, Hıdırellez’den sonra tutam,
tutam”
- “Hızır gibi imdada yetişti.”
- “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez.”
- “Hızır’ın eli değmiş.”
-
“Hızır bereketi” gibi anlamlı sözler canlılığını korumaktadır.
Hıdırellez’le
ilgili hurafeler:
- Hızır’ın Ab-ı hayattan içip ölümsüzleştiğine inanılıyor.
İnsanlara bereket verdiği veya sefalete sürüklediği düşünülüyor.
- Anadolu’nun bazı bölgelerinde “Hıdırlık” denilen yerler
vardır. 6 Mayısta buralarda toplanılıp istek ve dileklerde bulunulur.
Hıdırellez şenlikleri düzenlenir.
- Hıdırellez günü türbeler ziyaret edilir, dualar edilir,
istek ve dileklerde bulunulur, adaklar sunulur, çaputlar bağlanır.
- Hızır’la İlyas’ın buluşmalarının sahil kenarında olduğu
inancı yaygın olduğundan dilek ve istekler sahil kenarında, nehir, göl ve su
kaynakları kıyılarında yapılmaktadır. Dilekler kağıda yazılıp suya atılır.
Kağıdın batması, yerinde durması ve akıp gitmesine göre anlamlar çıkarılır.
- Hıdırellez günü Hızır’ın beyaz elbiseler giyip dünyayı
dolaştığına inanıldığından onunla karşılaşmak ve onun yardımını görebilmek için
beyaz elbiseler giyilir.
- Cehennem ateşinin yakmaması için ateşler yakılıp,
üzerlerinden atlanır.
- Geceleri ay ışığında gölgelere bakılıp anlamlar çıkarılır.
- Akşamları niyet tutup bir çömleğe geleceği hakkında
bilgiler edinmek isteyenler, kendine ait eşyalar koyarak, çömleği gülün dibine
koyarlar. Sabah maniler söyleyerek yorumlar yaparlar.
- Bereket için sabahleyin otlaklarda çiğ damlaları toplanıp
yoğurt ve hamur mayalarına karıştırılır. Ayrıca çiğ damlaları sütleri
kesilmesin diye inek, koyun ve keçilere serpilir.
-
Akşamdan soğan yaprakları kesilip, birine kırmızı, diğerlerine yeşil ip
bağlanır. Sabah yeşil ip bağlanan yaprak uzarsa o yıl sefa sürüleceğine,
kırmızı ip bağlı yaprak uzamışsa cefa çekileceğine inanılır.
-
Kısmeti çıkmayan veya geciken kızların o gece başları üzerinde kilit açılır.
Evlilikle ilgili maniler söylenir.
-
Ev sahibi olmak isteyenler, yerlere ev resmi çizerler, kağıttan, hamurdan,
çamurdan ev yaparlar.
-
Bereketli olsun. Hızır değsin diye yemekler akşamdan açık bırakılır.
-
Akşam bırakılan hamur kabarırsa o yıl bolluk olacağına, kabarmazsa kıtlık
olacağına inanırlar.
-
Paranın bereketli olması için beze sarılıp gül veya dut ağacının dalına asılır.
O para uğur parası olur.
-
Zengin olmak isteyenler zenginlerin bahçelerinden taş, toprak alır.
-
Hastaların iyileşmesi için hastaya ait çamaşır, gül dalına asılır.
-
Sarılık hastalığı olanlar akşamdan parmaklarına sarı ip, gül dalına da kırmızı
ip bağlarlar. Sabah bu ipler yer değiştirerek hastalığın insandan ağaca geçmesi
beklenir.
-
Hastalıklardan korunmak için ısırgan otu sürünülür. Yeşilliklerde yatarak,
sulardan atlanarak sulardan alınan testilerin sularının içilmesiyle hastalığın
geçeceğine inanırlar.
-
Akşamdan çeşme açık bırakılırsa, kısmetin açılacağına inanılır.
-
Akşam pişirilen yemekler açık bırakılır, yanına tahta kaşık konursa Hızır’ın
yiyeceği ve bereket olacağına inanılır.
-
Kırlardan toplanan çiçekler yüze sürülürse, güzellik olur, yüzde yara sivilce
olmaz anlayışı vardır.
-
Gece arpa tarlasından bir tutam arpa alınıp kaynatılarak çocuklara içirilirse,
çocukların sağlıklı olacağına inanılır.
- Geceleyin Hızır’ın ölümsüzlüğü
düşünülürse, uzun ömürlü olunacağına inanılır.
Netice olarak; işlenen bid’at ve
hurafeler saymakla bitmez. Görülüyor ki, ilkel insanlardan medeni toplumlara
kadar insanlık, kendini hurafelerden alıkoyamıyor.
Dini bilgisi ve dini duygular zayıf
olan insanlar bid’at ve hurafeleri dinin önüne geçiriyor. Dinle asla
bağdaşmayan şeyleri sanki dinin emriymiş gibi yapıyor. Hamurdan, çamurdan,
sudan, havadan, mumdan, çaputtan, gülden, daldan medet bekliyor.
Fatiha suresini okurken diyoruz ki:
“Ey Allah’ım! Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım bekleriz. Bizi doğru
yola ilet, sapanların, gazaba uğrayanların değil…” (Fatiha 5-7)
YILBAŞI
KUTLAMALARI
Yılbaşı
kutlamaları için haftalar öncesi milli, dini kimliğimizle bağdaşmayan şekilde
hazırlıklar yapılıyor. Hristiyanların bayramı olan yılbaşı kutlanıyor.
Her
şeyden önce Kur’an’daki ve sünnetteki uyarılara kulak asmayarak Hristiyanlar
gibi kutlamalar yapmak, Hristiyanlaşmaya razı olmak tır. Yılbaşı kutlamalarının
bizimle uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Yılbaşı
öncesi misyonerler faaliyetlerini arttırmaktadır. Kiliselere kandırılan
gençleri götürmekte, Efes’e geziler düzenlemekte, ücretsiz İnciller
dağıtılmakta, Noel baba kıyafetli insanlar sokaklarda dolaşmakta, okullarda bir
yolu bulunarak Noel baba kıyafetleri dağıtılmaktadır.
Böylece
insanımız milli ve manevi değerlerinde uzaklaştırılarak
Hristiyanlaştırılmaktadır.
Yılbaşı
kutlamaları yıkımı ve yozlaşmayı teşvik ediyor, maddi ve manevi kayıplara neden
oluyor. O gece her şey mübah görülüyor; her iğrenç kötülüğün başlangıcı oluyor.
O gece 365 günün birikimini alıp götürebiliyor.
Bakın
neler yapılıyor?
- Evler, okullar, işyerleri vitrinler Noel babalarla,
çamlarla ışıklandırılarak süsleniyor.
- Özel sofralar kuruluyor.
- Çam katliamı yapılıyor.
- İşyerlerinin önünde Noel baba kıyafetliler dolaşıyor.
- İçki içmek serbest “İçebildiğin kadar iç, biz seni eve
götürürüz.” deniliyor.
- Eğlenceler düzenleniyor, dansözler oynatılıyor.
- Kumar masaları kuruluyor, sabah kumar zedeler evlerine cin
çarpmış kimse gibi dönüyor.
- Tacizciler, tecavüzcüler, kirlenen iffet ve namuslar
sergileniyor.
- “Sana da çıkabilir.” denilerek milyonlarca insanın ruh
sağlığı bozuluyor. Talih kuşu depresyon dağıtıyor.
- Batıyı hasta eden şeyler benimseniyor, kokmuş batı tıpatıp
taklit ediliyor. Yaptığımız benzeşme ve taklitçilik bize yakışmıyor, değerlerimize
uymuyor.
- Bizim için takvim başlangıcı olmaktan başka hiçbir özelliği
olmayan yılbaşı, israf gecesi, isyan gecesi ilan edilip çılgınlıklar yapılıyor.
-
Dede Korkut’u, Yunus’u, Mevlana’yı, Hızır (as)ı unutturan Noel baba bizi bizden
ediyor. Kapıyı bırakıp bacadan giriyor, çocuklara hediyeler veriyor ve örnek
kişi olarak sunuluyor.
Noel
baba bir hurafedir. Noel baba yalanına artık Batı bile inanmıyor. Bizde
çocuklarımızın benliğini çalmaya devam ediyor.
Bence
doğuda batıda yılbaşı gecesi yapılanlar İsa Peygambere hakarettir. İsa
Peygamber niçin gönderilmiştir? İçkiyi, kumarı, zinayı ve diğer edepsizlikleri
kaldırmak için gelmemiş midir? Hadi Hristiyanlık bozuldu. Onlar kutluyor. Ya
biz, neyi ne için kutluyoruz? Bir peygamberin doğum günü çılgınlıklarla,
günahlarla mı kutlanır? Hristiyanlar bizim peygamberimizin doğum gününü
kutluyorlar mı?
Yılbaşı
gecesi eğlencesi adı altında işlenen bid’at ve hurafelerin inancımızda yeri
yoktur.
Kur’an’da
başkalarını taklit etmeyin, uymayın. Onları dost edinmeyin, sırdaş edinmeyin.
Yoksa sizde onlara benzer, onlar gibi olursunuz. Onlar sizi inançsızlığa sevk
ederler ve sizi Allah yolundan sapıtırlar… diye Cenab-ı Allah bizi uyarıyor.
Peygamber
(as): “Başka topluluklara benzeyenler onlardandır.” buyurarak Yahudi ve
Hristiyanlara benzememek için bizi dikkatli olmaya davet etmiştir.
Sonuç
olarak; yılbaşı gecesi kayıp gecesidir. Bizimde Hristiyan gibi davranmaya
ihtiyacımızda yok, gerek de yok, zorunda da değiliz.
Noel
babanın gayrimeşru babalığı, bir Müslüman için zuldür.
1 Ocak maddi kayıpları “Günaydın
sarhoş Türkiye” başlığı ile basın haber veriyor. Maddi kayıplar bir şekilde
telafi edilebilir, ya manevi kayıplar nasıl telafi edilecek?...
TARİKATLAR VE HURAFELER:
Hurafelerin çıkış kaynağı genelde sözde
Tarikatlar ve Şeyhlerin menfaatperestliklerinden çıkmıştır.
Şu iki âyet de Hz.
Muhammed s.a.v efendimizle ile ilgilidir:
"Senden önce hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü olacaklardır?" (Enbiya 21/34)
"Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir."(Zümer 39/30)
Hal bu şekilde açıkken tarikatlarda sürekli şeyh efendinin mucize taşıdığı vurgulanmaktadır.
Peygamber efendimiz öldükten sonra Müslümanların tefrika , parçalanma olmaması için Kur’an-ı Kerime sıkı sıkı bağlanmamızı istemiştir.
"Aranızda, sıkı sarılırsanız artık sapıtmayacağınız bir şey bıraktım, Allah'ın kitabını" (Müslim, Hac, bab 19, Hadis no 147-(1218).)
Allah c.c Kur’an da Hak olarak kendi emirlerini (Ayetlerini) referans göstermiş ve bunun dışına çıkanları sapıklık olarak belirtmiştir.Ve ısrarla araya aracı koymadan direk kendisine yönelmemizi emretmiştir.
İşte hak budur. "Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir?" (Yunus 10/31-32)
"Allah’ın yakınından kendisine kıyâmet gününe kadar cevap veremeyecek kimseyi çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısının farkında değillerdir.“ (Ahqâf 46/4-5)
Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler. ( Bakara 186 )
"Senden önce hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü olacaklardır?" (Enbiya 21/34)
"Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir."(Zümer 39/30)
Hal bu şekilde açıkken tarikatlarda sürekli şeyh efendinin mucize taşıdığı vurgulanmaktadır.
Peygamber efendimiz öldükten sonra Müslümanların tefrika , parçalanma olmaması için Kur’an-ı Kerime sıkı sıkı bağlanmamızı istemiştir.
"Aranızda, sıkı sarılırsanız artık sapıtmayacağınız bir şey bıraktım, Allah'ın kitabını" (Müslim, Hac, bab 19, Hadis no 147-(1218).)
Allah c.c Kur’an da Hak olarak kendi emirlerini (Ayetlerini) referans göstermiş ve bunun dışına çıkanları sapıklık olarak belirtmiştir.Ve ısrarla araya aracı koymadan direk kendisine yönelmemizi emretmiştir.
İşte hak budur. "Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir?" (Yunus 10/31-32)
"Allah’ın yakınından kendisine kıyâmet gününe kadar cevap veremeyecek kimseyi çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısının farkında değillerdir.“ (Ahqâf 46/4-5)
Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler. ( Bakara 186 )
Cemaatlerdeki
oluşumları incelediğimizde aşağıdaki belirttiğimiz ilkeler doğrultusunda
birliktelik ve hareket ettikleri görülmektedir:
Cemaatlerde ki anlayış genelde ;
1) Bütün cemaatler kendi şeyhlerini (önderlerini) Peygamberimizin günümüzdeki vekili gibi görür. Bazılarının da Mehdi Aleyhisseam olduğuna inanılır.
2) Cemaatlerin hiç birinde bireysel irade ya da sorgulama yoktur. Şeyh ya da önderin sözü Allah kelamı hükmündedir ve önderin emrini tartışan küfre girip dinden çıkar.
3) Cemaatlerin hiç biri birbirini sevmez ama açıktan birbirlerine düşmanlık yapmazlar.. Pek çok cemaat kendi dışındaki cemaatlerin şirkte (küfürde) olduğuna inanır.
4) Cemaatlerin bazıları dış dinamiklerle yani yabancı istihbarat örgütleri ile irtibatlıdır.
5) Cemaatlerin geneli iktidar olanı destekler yani bunlar durakta beklemeyi sevmezler, gelen her otobüse binerler.
6) Her cemaatin kendi gettosu vardır, aralarında kız alıp verirler, alışverişleri ve arkadaşlıkları beraberdir. Buradan hareketle de bunların birbirinden kopması kolay değildir.
7) Pek çok cemaat son dönemde holdingleşmiştir.. Müritlerin yaptığı ticaret, topladığı kurban derisi ve zekatlar bu holdinglerin ana sermayesidir. Holdingin mutlak hakimi de cemaat önderleridir. Şeyh ya da önder, parayı elinde tutanın gücü elinde tuttuğunu bilir ve yönetimi çocukları dışında hiç kimse ile paylaşmaz.
8) Cemaatlerin hedef kitlesi daha ziyade 16-30 yaş arası olanlardır.. Bunlarla önce arkadaşlık edilir, akabinde kendi sosyal çevrelerine sokularak ona kişilik verilir ve dini hassasiyetleri de kullanılarak saflara alınır. Yurtlar, dershaneler, okullar temel alanlarıdır.
9) Bütün cemaatlerde şeyh ya da önderin pek çok zaman akşam namazını Kabe’de yatsıyı da Mescid-i Aksa’da kıldığına inanılır. Şeyhlerinin evliyalıklarına imanları Allah’a imanları gibidir.
10) İstisnasız bütün cemaatlerde şeyh ya da önder emreder, müritler zerre sorgulamaksızın emredilen yere eksiksiz oy verir.
11) Bürokrasideki müridin şeyhe bilgi taşıması ve istediğini yapması Uhud Gazasında cenk yapması gibidir yani bilgi getiren ve icraat yapan peşin olarak şehit ilan edilir.
12) Cemaatlerin tamamına yakınında müritler yani mensuplar cennete ancak şeyhleri ya da önderlerinin himmetiyle girebileceklerine inanırlar. Önderlerini ahiretlerinin sigortası olarak görürler.
13) Pek çok cemaatin kendine göre İslâm’a hizmet şekli vardır. Kimi Kur’an öğretmenin tek yol olduğuna inanır, kimi dış dünyaya İslâm’ı anlatan kitap gönderir, kimi tebliğ yapar, kimi bürokrasiye girer, kimi okul ya da dershane açar, kimi siyaseti etkilemeyi olmazsa olmaz görür.
14) Bazı cemaat mensuplarının yurt dışındaki bankalarda büyük paraları ve muhtelif ülkelerde gayrı menkulleri vardır.
15) Cemaat ve tarikat guruplarına mensup olanların sayıları ise çok çok abartılmaktadır. Bütün bu cemaatlere mensup olanlar kesinlikle 1 milyonun üstünde değildir ancak etkileri vakıadır.
16) Bir kaçı hariç cemaatlerin siyasi bir projesi yani Devleti ele geçirmek gibi bir gayesi yoktur.
17) Cemaatler konusunda zannedilenin aksine TSK’dan ziyade MİT daha çok bilgi sahibidir ve pek çok mensubu bu cemaatlerin içindedir.
18) Hepsi değil ama pek çok cemaatin bilinçaltında askere ve Atatürk’e karşı büyük bir kin ve öfke vardır.
Cemaatlerde ki anlayış genelde ;
1) Bütün cemaatler kendi şeyhlerini (önderlerini) Peygamberimizin günümüzdeki vekili gibi görür. Bazılarının da Mehdi Aleyhisseam olduğuna inanılır.
2) Cemaatlerin hiç birinde bireysel irade ya da sorgulama yoktur. Şeyh ya da önderin sözü Allah kelamı hükmündedir ve önderin emrini tartışan küfre girip dinden çıkar.
3) Cemaatlerin hiç biri birbirini sevmez ama açıktan birbirlerine düşmanlık yapmazlar.. Pek çok cemaat kendi dışındaki cemaatlerin şirkte (küfürde) olduğuna inanır.
4) Cemaatlerin bazıları dış dinamiklerle yani yabancı istihbarat örgütleri ile irtibatlıdır.
5) Cemaatlerin geneli iktidar olanı destekler yani bunlar durakta beklemeyi sevmezler, gelen her otobüse binerler.
6) Her cemaatin kendi gettosu vardır, aralarında kız alıp verirler, alışverişleri ve arkadaşlıkları beraberdir. Buradan hareketle de bunların birbirinden kopması kolay değildir.
7) Pek çok cemaat son dönemde holdingleşmiştir.. Müritlerin yaptığı ticaret, topladığı kurban derisi ve zekatlar bu holdinglerin ana sermayesidir. Holdingin mutlak hakimi de cemaat önderleridir. Şeyh ya da önder, parayı elinde tutanın gücü elinde tuttuğunu bilir ve yönetimi çocukları dışında hiç kimse ile paylaşmaz.
8) Cemaatlerin hedef kitlesi daha ziyade 16-30 yaş arası olanlardır.. Bunlarla önce arkadaşlık edilir, akabinde kendi sosyal çevrelerine sokularak ona kişilik verilir ve dini hassasiyetleri de kullanılarak saflara alınır. Yurtlar, dershaneler, okullar temel alanlarıdır.
9) Bütün cemaatlerde şeyh ya da önderin pek çok zaman akşam namazını Kabe’de yatsıyı da Mescid-i Aksa’da kıldığına inanılır. Şeyhlerinin evliyalıklarına imanları Allah’a imanları gibidir.
10) İstisnasız bütün cemaatlerde şeyh ya da önder emreder, müritler zerre sorgulamaksızın emredilen yere eksiksiz oy verir.
11) Bürokrasideki müridin şeyhe bilgi taşıması ve istediğini yapması Uhud Gazasında cenk yapması gibidir yani bilgi getiren ve icraat yapan peşin olarak şehit ilan edilir.
12) Cemaatlerin tamamına yakınında müritler yani mensuplar cennete ancak şeyhleri ya da önderlerinin himmetiyle girebileceklerine inanırlar. Önderlerini ahiretlerinin sigortası olarak görürler.
13) Pek çok cemaatin kendine göre İslâm’a hizmet şekli vardır. Kimi Kur’an öğretmenin tek yol olduğuna inanır, kimi dış dünyaya İslâm’ı anlatan kitap gönderir, kimi tebliğ yapar, kimi bürokrasiye girer, kimi okul ya da dershane açar, kimi siyaseti etkilemeyi olmazsa olmaz görür.
14) Bazı cemaat mensuplarının yurt dışındaki bankalarda büyük paraları ve muhtelif ülkelerde gayrı menkulleri vardır.
15) Cemaat ve tarikat guruplarına mensup olanların sayıları ise çok çok abartılmaktadır. Bütün bu cemaatlere mensup olanlar kesinlikle 1 milyonun üstünde değildir ancak etkileri vakıadır.
16) Bir kaçı hariç cemaatlerin siyasi bir projesi yani Devleti ele geçirmek gibi bir gayesi yoktur.
17) Cemaatler konusunda zannedilenin aksine TSK’dan ziyade MİT daha çok bilgi sahibidir ve pek çok mensubu bu cemaatlerin içindedir.
18) Hepsi değil ama pek çok cemaatin bilinçaltında askere ve Atatürk’e karşı büyük bir kin ve öfke vardır.
İşte bu gibi
nedenlerle halkın arasına nifak düşürülerek,
inançlarıyla oynayarak bilerek yada bilmeyerek inananlar şirke düşürülmektedir.
Okumayan, araştırmayan cahil halk b8uunun kitapta yazılı olduğuna inanarak
bilerek hurafeye düşürülmektedir. Onlar için önemli olan nam,san, makam ve
menfaattir. Gece rüyasında Peygamberimizi gördüğünü söyleyen sabah kendisini
şeyh ilan etmekte, kendisinde fevkelade mucize haller ve dereceler kendilerine
ihdas etmektedirler. (Bakınız Mustafa Kemal Bektaş-Ülkemizde Tarikatların
Durumu)
Türkiye’nin her
bölgesinde mutlaka bir tarikat ve cemaat vardır. Çoğunlukla kurdukları vakıflar
aracılığıyla hareket ediyorlar. kimileri de neredeyse holdingleşmiş durumdadır.
Postluk bazen babadan oğla ve bazen de kardeşlere geçiyor. Cemaatlerin
bazılarının siyasetle çok yakın bağları var iken, bazıları ise politikayla
ilgilenmedikleri görülmektedir.
Tarikat ve dinî cemaatlerin yöneldiği bir diğer eğitim alanı da yine 1980'lerden sonra hızla yayılan "Hazırlık Dershaneleri" olmuştur. İlkokuldan üniversiteye kadar bir sınav yarışının yaşandığı günümüz Türkiye'sinde Hazırlık dershaneleri önemli bir sektör durumundadır. Bunun bilinciyle hareket eden tarikat ve dinî cemaatler 'hizmet' faktörünü de ön plana çıkarıp Anadolu'nun pek çok şehrinde dershane açmışlardır. Mesela bu sahada Fethullah Gülen Hocaefendi'nin cemaatinin, 1995 yılı itibariyle kendilerine bağlı 250 civarında dershaneyle faaliyet gösterdikleri bilinmektedir. Hazırlık Dershaneleri faaliyetlerine parelel olarak gelişen bir diğer eğitim olgusu da özel okullardır. Yine Fethullah Gülen Hocaefendi'nin cemaati yurt içinde saygın bir yere sahip özel kollejlerinin yanında çoğunluğu Orta Asya Türk devletleri ve Balkanlarda bulunan 150 civarında orta öğrenim kurumuna sahiptirler. Malumunuz üzeri M.Fethullah Gülen’in en son Türkiye Cumhuriyetine kalkışması olayı bu bilgileri açıkça doğrulamaktadır.
Tarikat ve dinî cemaatlerin yöneldiği bir diğer eğitim alanı da yine 1980'lerden sonra hızla yayılan "Hazırlık Dershaneleri" olmuştur. İlkokuldan üniversiteye kadar bir sınav yarışının yaşandığı günümüz Türkiye'sinde Hazırlık dershaneleri önemli bir sektör durumundadır. Bunun bilinciyle hareket eden tarikat ve dinî cemaatler 'hizmet' faktörünü de ön plana çıkarıp Anadolu'nun pek çok şehrinde dershane açmışlardır. Mesela bu sahada Fethullah Gülen Hocaefendi'nin cemaatinin, 1995 yılı itibariyle kendilerine bağlı 250 civarında dershaneyle faaliyet gösterdikleri bilinmektedir. Hazırlık Dershaneleri faaliyetlerine parelel olarak gelişen bir diğer eğitim olgusu da özel okullardır. Yine Fethullah Gülen Hocaefendi'nin cemaati yurt içinde saygın bir yere sahip özel kollejlerinin yanında çoğunluğu Orta Asya Türk devletleri ve Balkanlarda bulunan 150 civarında orta öğrenim kurumuna sahiptirler. Malumunuz üzeri M.Fethullah Gülen’in en son Türkiye Cumhuriyetine kalkışması olayı bu bilgileri açıkça doğrulamaktadır.
İSLAM DİNİNDE AKILIN ÖNEMİ :
İslam dini akla büyük
önem vermekte ve onun korunması üzerinde de önemle durmaktadır. Aklın
çıktığı kaynağı kabul edilen beyni uyuşturan her türlü şeyi de yasaklamıştır.
(Maide 5/90) Aklını kullanan toplumlar (İlmi) ilerlemişlerdir. Duygularını kullanan
(Irkçı, fanatik, şövenist toplumlar) toplumlar geri kalmışlardır. Aklı
kullanmak insana , duygusallık hayvana özgüdür. Allah insana ısrarla aklını
kullanmasını, tümden duygunun esiri olmamasını istemiştir. Duygusallık
cahilliğe vs, bilgisizliğe dayanmaktadır. (Bakara
2/44-73-75-76-164-170-171-179-242-269, Ali İmran 3/65-118, Maide 5/58, En’am
6/32-151, A’raf 7/169, Enfal 8/22, Yunus 10/16-100, Hud 11/51, Yusuf
12/109-111, Rad 13/4-19, İbrahim 14/52, Nahl 16/12-67, Taha 20/53-128, Enbiya
21/10-67, Hac 22/46, Mü’minün 23/80, Nur 24/58-59-61, Furkan 25/44, Şuara
26/28, Kasas 28/60, Ankebut 29/35-43-63, Sad 38/29-43, Zümer 39/9-18-43, Mü’min
40/54-67, Hadid 57/17, Talak 65/10, Mülk 67/10, Fecr 89/5) İslam dini akla
büyük önem verdiği içindir ki, onun korunması üzerinde de önemle durmaktadır.
Aklın çıktığın kaynağı kabul edilen beyni uyuşturucu her türlü şeyi İslam
yasaklamıştır. (Maide 5/90)
İslam dini akıl ile
birlikte ilime araştırmaya büyük önem vermektedir. (Bakara 2/129-151-269, Nisa
4/113, Maide 5/110, En’am 6/119, Nahl 16/43, Enbiya 21/7-59, Ahzab 33/34, Fatır
35/19-22, Zümer 39/9-10, Abese 80/2-3-4, Alak 96/4-5)
Peygamber
Efendimiz (s.av ) derki
“Şu üç
sınıftan kalem (hüküm-sorumluluk) kaldırılmıştır: 1-Uyanıncaya kadar uyuyandan,
2-Delikanlı oluncaya kadar çocuktan, 3-Akıllanıncaya kadar ma’tuhtan (deliden
veya her hangi bir nedenle aklî melekesini kaybedenden).” (Tirmizî, Hudud, 1;)
buyurmuştur. Kur’ân da, herkese sorumluluğun ve teklifin gücünün yettiği kadar
yüklendiğini kaydeder. (Bakara Sûresi, 2/286)
Kur’an-ı
Kerim; pek çok ayette, aklınızı kullanmıyor musunuz, düşünmüyor musunuz, hiç
düşünmez misiniz?” gibi ifadelerle insanları düşünmeye teşvik etmiştir.
Kur’an’da yüzlerce ayette aklı kullanmanın ve ilmin önemine vurgu yapılır.
Kur’an’ın, “Ey akıl sahipleri!” diye seslenmesi de insanları aklını
kullanmaya teşvik etmek içindir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki,
İslam dini o kadar
kolay ve sade idi ki, çölden Bedevi (Görgüsüz çoban Arab) gelir,
Peygamberimizin önünde oturur, sohbet eder, dinin örenir giderdi.İslam dini
gerçekten bu kadar kolaydır. İslam Dininin kaynakları Kur’an-ı Kerim,
Kainat,insan aklı ve bilimsel gerçeklerden oluşur.İslam dinine göre “bilgi”,
“imandan” önce gelir. Çünkü kişinin bilmediği şeyin arkasına düşmesi ve
inanması reddedilir. (İsra 17/36) Kişi bilgi sahibi olduktan sonra inanıp
inanmamakla serbest bırakılır. Yoksa kişinin cahil bırakılarak körü körüne
inanması İslam’da iyi ve yeterli görülmez. İslam’da bilgi olmadan ve aklını
kullanmadan hiçbir şeye niyet edilmez ve adım atılmaz. İslam dininin
yasallaşması, insanlar tarafından uygulanabilir hale gelmesini
temellendiren Hz. Muhammed kanalıyla Allah’a uzanan kanıtlar (Deliller)
veya kaynaklardır. Çünkü, İslam dinin indiren, bildiren Allah ve Elçisidir.İşte
Allah’a gitmek isteyenlerin yollarını hükümleri karıştırarak engellemeye
kim yeltenebilir? Buna ancak bilgisizlerle, inançsızlardan başkası
yeltenebilir mi ?
İslam
dininin ne kadar mükemmel bir yapıya sahip olduğuna dair daha bir çok delilleri
sayabiliriz. Bu delilleri yazmakla denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa
yaz yaz bitmez. ( Kehf 18/109) Kısacası İslam dinini Rabbimiz tüm
insanlara Şeytan’ın türlü entrikalarına bulaşmamamız ve nefsimizin de
Şeytanla işbirliği yapmamamız için dünyada ve ahiretde gerçek mutluluğa
kavuşmamız amacıyla Rabbimiz bize İslam dinini hediye etmiştir.
Peki Mükemmel bir yapıya sahip İslam dinine ait ayrıntıları inceledikten sonra
şimdi de Rabbimizin bize hediye ettiği Kur’an- Kerimin hikmetlerine bir bakalım
:
Kur’an-ı Kerim insanların davranışlarını nasıl
ayarlayacağını bazı hallede çok genel, bazı hallerde çok özel gösteren müslümanın
birinci ve ilk başvuru kitabıdır. Bir davranışın Allah’ın hoşuna gidip
gitmeyeceğini Kur’an-ı Kerim ile anlarız. Bizi iyiliğe, doğruluğa yönelterek
salih amel işlememize vesile kılar ve Rabbimizin sevdiği salih kul
oluruz. Onunla mutmaine bir kalbe kavuşuruz, doğruluğa yönelir kötülüklerden
kaçınırız.
İşte
Kur’an-ı Kerim’in bize sağladığı kazançlar ;
Kur’an-ı Kerim İslam dinini açıklayan Allah ile insan
arasındaki bir iletişim kitabıdır.
Vehme, hayale, kuşkulu şeylere itibar etmez. Kuşkulu
olanlar için açıkça meydan okur.
Kanıtsız inanmayı değil, gözlemleyerek ve kanıtla inanmayı
ve bağlanmayı amaçlar.
(Bakara 2/23, Yusuf 12/105, İsra 17/36, Zümer 39/118)
Kur’an-ı Kerim’de insanın özgürlüğü o
kadar önemli ki yer yüzüne Allah’ın kendinden
sonra en yetkili varlık “halife (Naib-yetkili) olarak
gönderildiğini açıkça belirtmektedir.
(Bakara 2/30)
Kur’an-ı Kerim bize dinde aşırılığı yasaklar ve orta
bir yol tutmayı öğütler. Aşırı olanların
kendileri saptığı gibi başkalarını da saptıracağını
ısrarla vurgular. (Nisa 4/71, Maide
5/77). Dinin zorla benimsetilemeyeceğini açıkça
belirtir. (Enfal 8/72)
İnsanları kaynaştırıcı toplumsal örgütlenmeyi
destekleyerek “ Din kardeşliği” kavramını
ortaya atmış ve bu kuruluşa özendirmiştir. ( Tevbe
9/11, Ahzab 33/5, Hucurat 49/10)
Din istimrarcılığını yermekte, toplumun dine değer
vermesini göz önünde tutarak dini
dünyadaki kişisel çıkarlarına alet eden, sonuçta dini
“Oyun, eğlence yada araç
edinenlerin sonlarının” kötü olacağını açıkça
vurgulamaktadır. ( Maide 5/57, En’am 6/70,
A’raf 7/51)
Toplumun varlığını sürdürebilmesi için , savaş anında
bile bir araştırıcı ve bilginler
grubunun gerçekleri araştırma konusundaki
çalışmalarını ara vermeden sürdürmelerini
emreder. Hiçbir şeyin bilimsel çalışmaları
engellememesini açıkça vurgular. (Tevbe
9/122)
Her türlü fitne ve fesadın ortadan kalkması için yani
insanların arasında barışın
sağlanması için savaşmayı emreder. (Bakara 2/193-217,
Enfal 8/39, Maide 5/32-33)
Fitne ve fesadın ortadan kalkması o kadar önemli ki
yapılan mescid müslümanları “fesad
ve nizaya” düşürüyor diye Allah’ın emriyle M.630
yılında Hz. Muhammed tarafından
Tebük seferinden sonra yıktırılmış ve yaktırılmıştır.
(Tevbe 9/107-108)Barış içinde
yaşamak isteyenler başka dinde olsalar da onlara
saldırmayı ve onlarla savaşmayı
yasaklar ve bu durumda dahi adaletle davranmayı
emreder. (Mümtehine 60/8-9)
Kur’an-ı Kerim bize herkesin kazandığının kendisine
ait olduğunu hiçbir günahkarın
günah yükünü bir başkasının yüklenemeyeceğini
bildirerek bizim örnek dürüst bir insan
olmamızı ve salih amel işlemeye bizi teşvik eder.
Kur’an-ı Kerim insanın zayıf olduğunu ve sınırlı bir
güce sahip olduğunu vurgular (Nisa
4/28, Enbiya 21/37, Me’aric 70/19)
Kur’an-ı Kerim insanın kendisini mutlu edebilmek için
“rızkını aramasını, çalışıp
çabalamasını istiyor”, ahiret yaşamını da dünya
yaşamını da dünyada kazanması
gerektirdiğini bildirmektedir. (Kasas 28/77). Bu
sorumluluk ve görevin insan için ağır bir
yükümlülük olduğunu da açıkça belirtmektedir. (Haşr
59/21) İnsanları haramdan uzak
durmalarını, helal rızık kazanmalarını ve yemelerini
emreder. (Bakara 2/168)
Kur’an-ı Kerim’de yurt edinmeye verdiği önemin
neredeyse iki katı çabayı, bu yurdu
korumaya göstermekte, yurdun önemli olduğunu açıkça
sergilemektedir. Hatta yurdu
sevmenin imandan geldiğini de vurgulamaktadır. (Enfal
8/60, Bakara 2/154, Saf 61/4,
Bakara 2/190)
Kur’an-ı Kerim akla büyük önem vermekte ve onun
korunması üzerinde de ısrarla
durmaktadır. Allah insana ısrarla aklını
kullanmasını, tümden duygunun esiri
olmamasını istemiştir. Duygusallık cahilliğe vs,
bilgisizliğe dayanmaktadır. (Bakara 2/44-
73-75-76-164-170-171-179-242-269, Ali İmran 3/65-118,
Maide 5/58-90, En’am 6/32-
151, A’raf 7/169, Enfal 8/22, Yunus 10/16-100,
Hud 11/51, Yusuf 12/109-111, Rad 13/4-
19, İbrahim 14/52, Nahl 16/12-67, Taha 20/53-128,
Enbiya 21/10-67, Hac 22/46,
Mü’minün 23/80, Nur 24/58-59-61, Furkan 25/44, Şuara
26/28, Kasas 28/60, Ankebut
29/35-43-63, Sad 38/29-43, Zümer 39/9-18-43, Mü’min
40/54-67, Hadid 57/17, Talak
65/10, Mülk 67/10, Fecr 89/5). Kur’an-ı Kerim akıl ile
birlikte ilime araştırmaya büyük
önem vermektedir. (Bakara 2/129-151-269, Nisa 4/113,
Maide 5/110, En’am 6/119, Nahl
16/43, Enbiya 21/7-59, Ahzab 33/34, Fatır 35/19-22,
Zümer 39/9-10, Abese 80/2-3-4,
Alak 96/4-5)
Kur’an-ı Kerim İslam harici başka dinden
insanlarda olsa tüm insanların barış içinde
yaşamalarını emretmektedir. (Mümtehine 60/8-9, Bakara
2/193-217, Enfal 8/39,Tevbe
9/12) Öyle ki toplum düzenini,huzuru bozanlarla kamu
hizmetlerine katkıda bulunmayan
başka dinden olanları o toplum düzenine uyuncaya kadar
onlarla savaşmak gerektiğini
de emredilir (Tevbe 9/29)
Kur’an-ı Kerim’ de herkesin kendi maddi ve manevi
gücüne göre sorumluluk yüklendiğini
açıkça bildirmektedir. (Bakara 2/233-286, Nisa 4/84,
En’am 6/152, A’raf 7/42, Mü’minün
23/62, Talak 65/7)
Kur’an-ı Kerim’in bize verdiği bu kazançları saysak
buna sayfalar yetmez.
İşte size yukarıda dilimin döndüğünce günümüzde
ülkemizde ve İslam ülkelerinde
çarpıklıkları belirtmeye çalıştım. Aslolan geleceğimiz
çocuklarımıza pırıl pırıl bir devlet
bırakabilmek saf halis müslüman çocuk yetiştirmekdir.
Kur'an-ın özüne uygun evlat
yetiştirmektir. Din istismarcılarından uzak onların
oyunlarına düşmeyecek, tehlikeleri
sezen evlatlar yetiştirmektir.
Saygılarımla
Mustafa
Kemal BEKTAŞ
KAYNAKLAR:
1. Mustafa
ÖSELMİŞ Bid’at ve Hurafeler
2. Bekir
ÇÖL Tasavvuf ve Tarikatların Dinde Yeri Var mı?
3. Bekir
ÇÖL Tasavvuf da Sapıtanlar.
4. Mustafa
Kemal BEKTAŞ İslam Dininin neresindeyiz. Ne varsa İçinde
5. Abdullah
YOLCU Bid’atın Tanımı, Çeşitleri Hükümleri
6. Doç.Dr
Mehmet SOYSALDI Hurafeler ve İslamın Hurafelere Bakış Açısı
7. Mustafa
KILIÇ Bid’at ve Hurafeler D.İ.B
Yayınları
8. Doç
Dr. Ramazan ALTINTAŞ Islam Anlayışında Bid'at ve Hurafenin Çerçevesi Cumhuriyet
Ünv. İlahiyat Fak.
9. Prof.
Dr. Cağfer KARATAŞ Sünnet, Bid’at ve Hurafe Kur’an Araştırmalar Vakfı
Uludağ Ünv. İlah. Fak.
10. Prof.
Dr Cağfer KARATAŞ Dine Yabancılaşma Aracı Olarak Bid’at ve Hurafe Uludağ Ünv.
İlah. Fak.
11. Prof
Dr. Saffet SANCAKLI Hadisler Bağlamında Bid’at Olgusu ve Bid’atla Mücadelenin
Gerekliliği İnönü Ünv. İlah. Fak.
12. Yard.
Doç. Dr. Abdülcelil CANDAN Bid’at ve Batıl İnançlar Ansiklobedisi
13. Muhammed
OSMANOĞLU Bid’at ve Hurafeler
14. Prof.
Dr Yaşar Nuri ÖZTÜRK Islam Nasıl
Yozlaştırıldı - Vahyin Dininden Sapmalar, Hurafeler, Bid'atlar
15. Doç.
Dr. Fahri KAYADİBİ Atatürk’ün Dini Yönü ve Din Eğitimine Bakışı
16. Abdullah
ÇOBAN Halk Arasında Yaşayan Hurafeler
Araştırması (Bursa-Osmangazi Bölgesinde) Sakarya Ünv. Sosyal Bilimler Enst.
17. Mustafa
Kemal Bektaş Ülkemizde Tarikatların
Durumu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder