17 Ağustos 2017 Perşembe

İSLAM DİNİNİN HURAFE VE Bİ’DATLARA BAKIŞ AÇISI, NEDİR BU HURAFE VE BİD’AT DEDİKLERİ – YAZAN : MUSTAFA KEMAL BEKTAŞ çağımızın en tehlikeli hastalığı olan Bid’at ve hurafeler maalesef her tarafımızı örümcek ağı gibi sardı. Rabbimiz bu hastalığa düşmemizden korusun. Belki birilerinin ayağına basacağım belki hakaretlerine de maruz kalacağım belki söveceklerde ama olsun Rabbimin katında ki yer benim için önemlidir.

İSLAM DİNİNİN HURAFE VE Bİ’DATLARA BAKIŞ AÇISI, NEDİR BU HURAFE VE BİD’AT DEDİKLERİ – YAZAN : MUSTAFA KEMAL BEKTAŞ

Alemlerin tek Rabbi ve Hamd’ü Sena’nın sadece ona mahsus olduğu Allahü Hak Teala’ya sonsuz kere Hamd’ü Sena olsun ki sonunda bana bir eser daha yazmayı nasip etti…

Sevgili dostlar uzun süreden beridir çalışmasını yaptığım bu yazımda sizleri dinimizde yeri olmayan inanç ve davranışlar ile ilgili sizleri aydınlatmaya çalışacağım. İstedim ki yazımı sadece ansiklopedik bilgiler ışığında değil gerçek veri araştırmalar ışığında yazayım düşüncesiyle hem de toplumu gözlemleyerek araştırarak yapayım ki bu hastalığı tam net ifade edeyim dedim. Maalesef alemler kurulduğundan beridir çağımızın en tehlikeli hastalığı olan Bid’at  ve hurafeler maalesef her tarafımızı örümcek ağı gibi sardı. Rabbimiz bu hastalığa düşmemizden korusun. Belki birilerinin ayağına basacağım belki hakaretlerine de maruz kalacağım belki söveceklerde ama olsun Rabbimin katında ki yer benim için önemlidir. Varsın desinler kötü söz sahibinindir.
“Çürük baklanın kör alıcısı olur” muş, çoğu da hak ile batılı ayırt edemiyor. Şirke düşerek inanılıyor, imanla küfür arasında bir hayat yaşanıyor.
Meseleyi bilenlerin ise pek rahatsız olmadığı görülüyor. Körler, sağırlar ve dilsizler gibi fütursuzca her kes seyrediyor. İslâm’ın gerçek hayat tarzı bir tarafa bırakılarak ölüden, türbeden, bazı yer ve mekanlardan medet bekleniyor, yardım isteniyor. Artık insanları ölüler idare etmeye başlıyor. Bu gidiş iyi bir gidiş değildir. Hamurdan. Çamurdan, havadan, sudan, ottan, çöpten, kuştan, taştan, beklenen şeyler, insanı küçültmekten başka hiçbir işe yaramaz.
İnsan, hakim olması, hükmetmesi gereken şeylere mahkum olmuş. Kendi yaptığına tapan cahiliye insanı gibi putlar edinmiş, sıra sıra filler ve hayvanlarda uğur aranıyor.
İnsanlar, ibadetsiz, içi boş çağdaş din istiyor. Kurtuluşu bir sözde, bir tek harekette veya bir sahtekârın vaatlerinde arıyor. İstekler çağdaş ama hayat tarzı ilkel.
Önce Bid’at ve Hurafe nedir anlamına bakalım:
Bid’at: Elime itibarıyla sonradan ortaya çıkan şey, yenilik olup, İslam hukukuna göre örneksiz bir şey yapmak, yepyeni bir iş ortaya koymak, genel kanaata aykırı davranışta bulunmak ve daha önce benzeri olmayan bir şeyi icat etmek gibi anlamlara gelir.
Hurafe: Dine sonradan girmiş olan, akla aykırı, uydurma ve garip şeyler, boş inançdır
Gördünüz bu iki cümle maalesef bir çok mü’min kardeşimizin ahretini ebedi cehennemine sokabilecek davranış ve inanç topluluğudur.
Kısacası: Mantıki temeli olmayan telâkki ve uygulamalara, din adına ileri sürülüp benimsenen bâtıl inanç ve davranışlara hurafe denir. Hurafelerin iki temel özellikleri vardır. Birincisi akla ve bilime aykırı olmaları, ikincisi de dinî bir dayanaklarının bulunmamasıdır. İşte bam teli burada kopuyor bu boşlukta sözde şeyh efendiler, hoca efendiler ve sözde gavslar ortaya çıkıyor. Kime karşı ! dini bilgisi kıt olan, okuyup ilim tahsil etmeyen cahil insanlar topluluğuna karşı ! Tek maksatları dini ve inançları kullanarak cepleri doldurmak. İşte bu iş bu kadar tehlikeli boyutlara ulaştı.
Diğer bir deyişle de Korku, çaresizlik ve çağrışım gibi psikolojik nedenlerle beliren, geleceği bilmek isteğiyle bazı rastlantı ve benzerlikleri, iyilik ya da kötülüğün ön belirtileri olarak değerlendiren; bilimin ve geçerli bir dinin reddettiği, birtakım doğaüstü kuvvetlerin varlığını kabul eden, kulaktan kulağa geçen yanlış ve boş inanmalardır ”
Önümde Abdullah ÇOBANOĞLU’na ait bir Araştırma Tezi var. Araştırma 2006 yılına ait. İçindekilere göz gezdirdikçe inanın bende ürktüm. Araştırma, Bursa ili’nin Osmangazi ilçesi’nde yaşayan halk arasında mevcut hurafe ve bâtıl inançları  araştırmış, ve bu sayede duymadığım şeyleri de bu sayede duymuş öğrenmiş oldum.. O yıllarda ki hurafe ve bid’atların varlığı karşısında yıl 2017 şimdi Allah bilir ne duruma düşmüşüdür düşünmek istemiyorum.
Araştırma sonuçlarına bir göz gezdirelim ve sonra kaldığımız yerden devam edelim. Araştırmanın yapıldığı Osmangazi, nüfus ve yüzölçümü olarak Türkiye’nin sekizinci, Bursa’nın en büyük merkez ilçesidir. Osmangazi İlçesi, camileri, çarşıları, külliyeleri, hanları, köprüleri ve bedesteniyle tarihî bakımdan son derece zengin bir yerdir. İlçedeki en önemli tarihî eser, Yıldırım Bayezit tarafından yaptırılan Ulu Camii’dir. Sanayinin oldukça gelişmiş olduğu Osmangazi, devamlı göç alan bir ilçedir. İlçeye, Bursa’nın farklı yerleşim birimlerinden, Türkiye’nin bir çok bölgesinden vatandalar, Bulgaristan ve Yunanistan’dan soydalar göç edip yerleşmektedir. Bu bakımdan Osmangazi, farklı kültürlerin bulunduğu bir mozaik konumundadır.
Araştırma, üst sosyo-ekonomik düzeyi temsîlen Çekirge’de (Doburca Mahallesi) %26,7 si, orta düzeyi temsîlen Küplüpınar  %36,5 ve Soğanlı mahallelerinde%24,2, alt düzeyi temsîlen de Yeniceabat Beldesi’nde% 12,6 yaşayan halk arasından seçilen deneklere uygulanmış olup tamamen Türkiye mozaiği gerçeğini yansıtması açısından bu araştırma önemlidir..
Hurafe kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de yer almamakla birlikte, anlam yakınlığı bulunan kelimeler yer almaktadır. Aşağıdaki kelimeler bunlara örnektir:
a.    Esâtîr: Ustûre veya estîrenin çoğuludur ve “gerçeğe uymayan, düzensiz, asılsız ve boş sözler” demektir (İsfehânî, 1970:339). Esâtîr kelimesi, “esâtîru’l-evvelîn” eklinde Kur’ân-ı Kerîm’de dokuz âyette geçmektedir (el-En‘âm 6/25; el-Enfâl 8/31; en-Nahl 16/24; el-Mu’minûn 23/83; el-Furkân 25/5; en-Neml 27/68; el-Ahkâf 46/17; el-Kalem 68/15; el-Mutaffifîn 83/13).
b.    İhtilâk: “Uydurulmuş yalan söz” demektir (İsfehânî, 1970:225; Devellioğlu, 2004:419). Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde geçmektedir (es-Sâd 38/7).
c.    Tekavvül: İhtilâk ile aynı anlamdadır (Mustafa ve di., 1996:767 ). Kur’ân’da iki âyette geçmektedir (et-Tûr 52/33; el-Hakka 69/44).
d.     Hulüku’l-evvelîn: “Önceki milletlerin tabiî eğilimleri, yatkınlıkları, gelenekleri” demektir (Mustafa ve diğ, 1996:252; Devellioğlu, 2004:380). Kur’ân’da bir yerde geçmektedir (e-Şuarâ 26/137).
e.    Hars: “Bir temele ve ilme dayanmayan, zan ve tahmine istinaden söylenen saçma ve yalan söz” anlamındadır (İsfehânî, 1970:209). Kur’an’da bu kökten gelen yahrusûntahrusûn (el-En‘âm 6/116; el-En‘âm 6/148) ve harrâsûn (ez-Zâriyât 67/10) ifadeleri geçmektedir
Yukarıdan beri ifade edilen ve anlam bakımından hurafe kelimesiyle yakınlığı olan bu tabirler, Kur’ân-ı Kerîm’i ilâhî vahiy olarak kabul etmeyen, ona Hz. Muhammed (s.a.v.)’in uydurduğu bir kitap nazarıyla bakan müriklerin bâtıl iddialarını anlatmak amacıyla dile getirilmiştir. Kur’ân onlara gerekli cevabı vermiş, bütün iddialarını çürütmüştür.
Kur’an da Hurafelere bakış açısının yanında hadis lere de bakalım  Peygamber efendimiz s.a.v konuya nasıl bakmaktadır:
Hz. Peygamber efendimizin s.a.v anlattığı bir konu için kadınlardan biri: “Ey Allah’ın Resûlü, bu anlattığınız Hurafe’nin sözüne benziyor” demiştir. Bunun üzerine Resûlüllah: “Hurafenin ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sormuş ve sözüne şöyle devam etmiştir: “Hurafe Benî Uzre veya Cüheyne kabilesine mensup bir adamdı. Câhiliye döneminde cinler tarafından esir alınmış, içlerinde uzun süre kaldıktan sonra; cinler arasında gördüğü ilginç olayları anlatınca insanlar kendisini yalanlamış ve artık onlar asılsız kabul ettikleri her söz için ‘Hurafe’nin sözü’ demişlerdir” (İbnü’l-Esîr, 1963:2/25; Ahmed b. Hanbel, 1981:6/157; Taberânî, 1995:7/40-41).
Bir kısım insanlar halktan menfaat sağlamak için onların hoşuna gidecek hadisler uydurmuşlardır. Özellikle bazı vâizler cemaatini memnun edebilmek, onlardan daha fazla maddi yardım sağlayabilmek ve halkın nezdinde ki itibarlarını arttırabilmek için akla ve mantığa uymayan hadisler uydurmuşlardır. Bunun yanında pazarda sebzesini, meyvesini satamayanlar halkın bunlara rağbetini arttırmak maksadıyla elindeki malı öven hadisler uydurmuşlardır (Baran ve Sönmez, 1993:155-156). Meselâ karpuzla ilgili öyle bir hadis uydurulmuştur: “Yemekten önce yenilen karpuz mideyi ve bağırsakları tertemiz eder ve hastalığın kökünü kurutur” (Başaran ve Sönmez, 1993:157)
Halife veya emirlerin heveslerine göre fetvâ veren kimseler ihtiyaç anında hadis uydurmaktan çekinmemişlerdir. Bilhassa Abbasî devrinde görülen bu gibi olaylar, bazı halifelerin, Emevîler’i halkın gözünden düşürmek için böyle kimselerden istifade ettiklerini ve Emevîler aleyhinde çeşitli hadisler uydurulmasına yol açtıklarını göstermektedir (Koçyiğit, 1997:115). Meselâ Gıyâs b. İbrahim, Halife Mehdî’nin güvercin yarıştırdığını görünce, hemen orada Hz. Peygambere uzanan bir sened zikrederek, güya Hz. Peygamber’in “Ok, deve, at ve kuş yarışlarından bakası için ödül almak helâl olmaz” buyurduğunu rivayet etmiştir. Bu hadis aslında sonunda “kuş” ibaresi olmaksızın Sünen-i erba‘a’da nakledilen sahih hadislerdendir. Fakat Gıyâs halifenin endişesini gidermek, ona yaranmak ve bu suretle iltifata mazhar olmak için hadisin sonuna “kuş” ibaresini ilâve etmekten çekinmemiştir (Çakan, 1990:157; Tahhân, 1996:92).
Müslümanları iyiliğe yöneltmek ve kötülüklerden uzaklaştırmak, böylece dine hizmet etmiş olmak için de pek çok hadis uydurulmuştur. Özellikle Kur’ân-ı Kerîm okumanın, sûrelerin ve nafile ibadet etmenin faziletlerine dair hadisler uydurulmuştur.
Meselâ, Kur’ân sûrelerinin faziletine dair öyle bir hadis uydurulmuştur: “Hz. Peygamber Ubey b. Kâ‘ba hitaben: ‘Ey Ubey, bir kimse Fâtiha sûresini okursa ona şu kadar sevap verilir’ demiş ve Kur’ân’ın sonuna kadar sırayla her surenin faziletiyle ilgili aynı şeyi söylemiştir” (Başaran ve Sönmez, 1993:168).
Yine Resûlüllah’ın, “Ben Rabbimi Minâ’da Kurban bayramının üçüncü gününde gri bir deveye binmiş, üzerinde yün bir cübbe olduğu halde insanların önünde dururken gördüm” buyurduğuna dair sözler uydurmadır. Aliyyü’l-Kârî (2005:102), bu hadisin mevzû olduğunu, aslının olmadığını ifade etmiştir. Bu uydurma hadiste Allah insana benzetilmekte, O’na mekân izafe edilmektedir. Bu anlayış, ulûhiyyetle ilgili bâtıl itikatlardandır.
Netice olarak hadislerin Hz. Peygamber’in hayatında yazılı metin haline getirilmemesini fırsat bilen bazı art niyetli kişiler, mevzû hadisler vasıtasıyla İslâm dinine bir takım bid‘atlar ve hurafeler sokmaya çalışmışlardır. Bu durum hadiste isnat sisteminin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan amillerden biri olmuştur. İsnat sistemiyle birlikte hadis âlimleri bu tip mevzû hadislerle etkin bir şekilde mücadele etmişlerdir
Hurafelerin ortaya çıkmasında İslâm öncesi kültün İslâm’a taşınması, uydurma hadisler ve isrâilî rivayetler etkili olurken; hurafelerin yayılmasında da daha çok cehâlet, taklit ve kitle iletişim araçları rol oynamaktadır.
Daha çok bilgisizliğe balı olduğu kabul edilen hurafelere inanma hususu, İslâm’ı ana kaynaklarından öğrenip halkı aydınlatacak yeterli sayıda âlimin yetişmemesiyle orantılı olarak müslüman halk arasında yaygınlaşmıştır. İslâmiyet insanları düşünmek suretiyle inançlarını temellendirmeye ve akıl yürütme güçlerini kullanmaya davet etmektedir. İslâm’ın bu temel ilkesi, “De ki: İşte benim yolum, ben şuurlu bir şekilde Allah’a çağırıyorum, bana uyanlar da” (Yûsuf 12/108) meâlindeki âyette ortaya konmuştur. Ancak İslâmî konulara yeterince ilgi göstermeyen okumuş kesimle dinî bilgileri ve kültür seviyeleri düşük halk tabakasının soyut özellikler taşıyan dinî konuları doğru olarak anlayıp kavraması kolay değildir (Yavuz, 1998:383). Bu durum dinin kendisiyle hiçbir ilgisi olmayan hurafelerin dinî hususlarla karışmasını kolaylaştırmaktadır.
Hurafelerin yayılmasında halkın dinî konularda bilgisiz olması ve tatmin edici bir din eğitimi ve öğretiminin olmayışı etkili olmaktadır. Çünkü İslâm dininin esaslarını ve İslâm düşüncesini iyi bilen bir müslüman hurafelere inanmaz, safsatalara kanmaz (Erdil, 1999:7).
Ayrıca vâizler ve sohbet ehlinin yetersiz oluşu ve hurafelerden arınmış sağlam dinî bilgilere sahip olmayışı da bâtıl inançlara zemin hazırlamıştır (Yavuz, 1998:383). Ehliyetli ilim adamları halkı aydınlatma hususunda üzerlerine düşen vazifeyi yerine getirmeyince, vaaz kürsüleri ilmî seviyeden yoksun kimselere kalmıştır. Bu kişiler halka İslâm’ın temel prensipleriyle ilgisi olmayan hurafeler ve isrâiliyât telkin etmişlerdir (Günaltay, 1997:265). Ehliyetsiz vâizlerin kullandıkları vaaz kitaplarının büyük çoğunluğu, akl-ı selîm ve belli bir ilmî seviyeye ulaşmış insanları, işittiklerinde dinden nefret ettirecek derecede hurafelerle doludur. Bu kitaplarda genellikle isrâilî rivayetler ve uydurma hadisler ağırlıklıdır. Bazı vâizler tarafından kullanılan bu kitaplar, dil ve üslup yönünden zayıf, fikir ve mana bakımından da oldukça düşük seviyededir (Günaltay, 1997:267).
Psikolojik ve sosyolojik bir çok sebebi olan taklit de hurafelerin kabulünde ve yayılmasında rol oynayan faktörlerdendir. Taklidin en büyük delili Tv. özellikle gelişmemiş veya Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde televizyonun önemi diğer kitle iletişim araçlarına göre çoktur. Bu ülkelerde okuma yazma oranının düşük olması televizyona olan ilgiyi daha da arttırmaktadır (Turan, 2005:120). Televizyon izleme oranının yüksek olduğu Türkiye’de televizyon programları toplumun davranış kalıplarının, inanç ve kanaatlerinin oluşmasında belirleyici bir unsur olmaktadır. Türk televizyonlarında yayınlan bazı diziler, bazı filmler büyük ile ilgili hurafeleri, bir takım programlar nazar boncuğuyla alakalı bâtıl telâkkileri adeta topluma hurafe ve bid’atları empoze etmektedir. Özellikle yıl başlarında ve belli zamanlarda astrologların, medyumların görüşlerine yer vermek suretiyle gaybla ilgili hurafeler bilerek veya bilmeyerek halka aktarılmaktadır.
Töre ve geleneklerin daha etkili olduğu toplumlarda nesiller arası değerlerin aktarımı daha hızlı, yeniliklerin ve ilmî gelişmelerin aktarımı ise daha yavaş olmaktadır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, insanoğlunun ilmî yeniliklerden ziyade atalarına bağlı bir yapıya sahip olduğu gerçeği, “Onlar bir kötülük yaptıkları zaman, ‘Atalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti’ derler” (el-A‘râf 7/28) ifadesiyle dile getirilmektedir.
Özellikle küçük yerleşim birimlerinde ve kırsal kesimlerde töre ve gelenekler etkisini daha çok göstermekte, içlerinde hurafeleri de barındırmaktadır. Dinî değerlerle bağdaşmayan bu uygulamalar, az da olsa halen varlıklarını sürdürmektedir. Bunlar, halk inançları olarak atalardan alınmış, zamanla benimsenmiş kabullerdir.
İnsanlar, bilgi ve kültürden yoksun oldukları oranda yenilikten ziyade, gelenek ve törelere daha çok bağlılık göstermektedirler. Bu hususta kapalı toplumsal yapı özellikleri güçlü bir şekilde devam eden yörelerde, geleneksel ve yerel değerler daha çok ön plana çıkmaktadır. Bu durumda olan insanlar, her aktarılan değeri düşünmeden kabullenmekte ve toplumda yaşatmaktadırlar. Halbuki bilgi toplumlarında aynı şeyi görmemiz pek mümkün değildir. Böyle toplumlarda insanlar daha ziyade etkileyici bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla eğitilmiş toplumlarda yenilikler ve ilmî gelişmeler söz konusudur. Çünkü eğitimin sosyal değişmedeki rolü, maddî kültür alanındaki gelişmeyi hızlandırdığı gibi aynı zamanda manevî kültür alanındaki kalkınmayı da temin edici ve düzenleyici olmasıdır (Günay, 1992:100).
Bu gün ekonomik düzeyi düşük toplumlarda hurafelere daha çok rastlanmaktadır. İnsanların ihtiyaçlarını ve istediklerini elde edemedikleri zaman üzüntü ve sıkıntı sebebiyle muskacılara, büyücülere müracaat ettikleri, falcılara gidip fal baktırdıkları, adak ve ziyaret yerlerine gidip, adak adayıp dilek tuttukları görülmektedir. Ayrıca falcıların, medyumların ve astrologların söylediklerine itibar ettikleri, bazı hastalıkların tedavisinde tıbbî imkânlardan faydalanmak yerine halk arasındaki söylentilere göre hareket ettikleri müşahede edilmektedir (Bedir, 1998:43). Günümüzde genel olarak eski kültür ve medeniyetlerin etkisiyle Asya ve Afrika kıtalarında bulunan ülkelerde falcılık, muska ve tılsımlar vb. daha yaygındır. Bu ülkeler ekonomik yönden de zayıftır. Toplumların maddî ya da ekonomik hayatını diğer bütün sosyal olaylar ve faaliyetlerden ayrı düşünmeye imkân yoktur. Çünkü ekonominin temelinde ferdî menfaat motivasyonunun yanı sıra, vicdanın tatmini gibi motivasyonların da bulunabileceği artık anlaşılmıştır.
Ekonomik problemler insanların sosyal yaşantılarını da etkilemektedir. Ekonomik yönden zayıf olan ülkelerde beklenti ve ümit içerisinde olan insanlar arasında hurafeler daha yaygındır.
Her ne kadar ekonomik faktörlerin kötüye gitmesi insanların hurafelere daha fazla meyletmesini doğuruyorsa da bunun bütünüyle böyle olmadığı da bir vakıadır. Ekonomik bakımdan gelişmiş ülkelerin halkları arasında da hurafeler söz konusudur. Nitekim bu konuda Hikmet Tanyu u tespiti yapmaktadır:
“... Zira batılı, iktisat, teknik ve ilim sahasında ilerlemiş muhtelif ihtiyaçları karşılayan müesseseleri bulunan memleketlerde (katolik, ortodoks, protestan vb.) Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’nın, Asya’nın (Japonya) ileri seviyedeki memleketlerinde sayılar, uğurlu, uğursuz günler, fallar, adak ve adama gibi birçok inançların bulunduğunu görmekteyiz. Bize göre yalnız maddî ihtiyaçların giderilmesi, bir doktor vs. ile itikatlar kalkıvereceğini sanmak isabetli görünmüyor” (Tanyu, 1967:322).
Gayb âleminde kalan hususları Allah’tan baka kimsenin bilemeyeceği âyetlerde, hadislerde ifade edilmesine ve âlimlerin büyük çoğunluğunun böyle düşünmesine rağmen birçok tasavvuf mensubu, seçkin tasavvuf ehlinin keramet yoluyla gayba vâkıf olduğuna inanır (Uysal, 1990:1/37-38 ).
Ayrıca yıldızlardan ahkâm çıkarma,4 kahve ve ok, bakla, iskambil kâıdı, suya bakma, yıldıznameye bakma, kitap açma (Kur’ân veya baka kitaplar) gibi yöntemlere başvurularak yapılan falcılık, İslâm öncesi döneme ait bâtıl inançlar olup bazı İslâmî zümreler tarafından benimsenmiştir (Yavuz, 1998:383). Bu tip bâtıl inançlar müslümanlara Mısırlılar ile Asurîler’den geçmiştir (Günaltay, 1997:294).
Yıldızların durum ve hareketlerinden birtakım hükümler çıkarmak insanlığa Keldânîler’den kalma bir adettir. Önceleri bir tapınma hissi ile bağlayan efsane devri zamanla daha yoğunluk kazanmış, halkın başına birer belâ olan kâhinler, câhil kitleyi istedikleri gibi kullanmak, hatta zâlim hükümdarları kendi emirlerine boyun eğdirebilmek için, bu tip inançların artması için ellerinden geleni yapıp nüfuzlarını yükseltmişlerdir. Kâhinlerin nüfuzu o derece artmıştı ki sava ve barı gibi büyük ilerden, yeme, içme, tıraş olma ve yıkanma gibi basit işlere kadar her şey kâhinlerin uygun görmesiyle yerine getiriliyordu (Günaltay, 1997:293). Gayb bilgisi ile ilgili hurafelerden biri de “cefr” ilmi ve “ebced” (cümmel) hesabıyla kıyametin veya ileride olacak büyük hadiselerin zamanını tespit etmeye çalışmaktır.
Cefr ilmi ve ebced hesabı müslüman müelliflerin bir kısmı tarafından makbul ve muteber kabul edilmiştir. Halbuki her iki husus da hurafe olmaktan öteye gitmemektedir (İbn Haldûn, 1990:1/808).
Uğursuzlukla ilgili anlayışların en yaygını hayvanlarla ilgili olanlardır. Bazı hayvanların uluması, bazı kuşların ötmesi çeşitli şekillerde yorumlanmakta; bunların kimisi uğur, kimisi uğursuzluk, kimisi de ölüm işareti olarak kabul edilmektedir (Erdil, 1999:79).
En modern memleketlerde de rastlanan uğura ve uğursuzluğa yorma inançlarının kökü eski çağ dinlerinin kâhinlerine, sihirbazlarına, büyücülerine dayanmaktadır. Bu tür inançların bir kaynağı da ilkçağda İran’dır (Ülken, 1969:26). Önüne gelen her şeyden bir mana çıkarmak, bazı şeyleri uğurlu görüp, birtakım şeyleri uğursuz sayma inancı, Romalılar ile putperest Araplardan miras kalmıştır. Romalılar kuşların ötüşünden ve uçuşundan bazı hükümler çıkarırlardı. Tatayyur (kötüye yorma, uğursuz sayma) denen bu adetin aynısı Araplarda da vardı. Halk arasında uğursuz olarak kabul edilen baykuş Romalılar döneminde de uğursuz sayılırdı. Romalılar baykuşun yanık yanık ötmesini bir felâketin başlangıcı olarak kabul ederlerdi (Günaltay, 1997:295).
Genellikle devlet önde gelenleri ve ünlü kişiler için inşa edilen, İslâm mimarisine özgü mezar yapılarına türbe denir (Meydan Larousse, 1978:338). Türbeler, müslümanlardan büyük âlim, veli, hükümdar, hükümdar zevcesi ve çocukları, emir, vezir ve komutanların kabirleri üzerine inşa edilmiş, üzerleri kubbelerle örtülü yapılardır. Eski devirlerde ileri gelenler, ölmeden önce kendileri veya aile fertleri için türbe yaptırırlardı. Öldükten sonra da bu türbelere gömülürlerdi (Türk Ansiklopedisi, 1983:50). Zamanla devlet erkânı yanında mühim zatların ve tarîkat şeyhlerinin de türbeleri yapılmaya başlanmıştır. Yaygın hurafelerden biri de türbe ve yatırları ziyaret edip, oralarda meftûn bulunanlardan yardım beklemektir. İnsanlardan kimisi dua yapmak, kimisi dilek tutmak, kimisi de hastalıklardan şifa bulmak gayesiyle din âlimlerine ve şeyhlere ait türbelere, “yatır” olarak nitelenen mezarlara gidip mum yakmak, bez bağlamak, taş yapıştırmak ve adak adamak suretiyle ölülerin rûhâniyetinden medet ummaktadır (Yavuz, 1998:383). Hatta bazı insanlar türbelere gidip elini yüzünü sürmekte, türbelerin eşik ve pencerelerini öpmekte, bir takım tapınma hareketleri yapmaktadır. Bunların hepsi bâtıl hareketlerdir (Erdil, 1999:67).
Türbe ve yatırlara, kutsal ağaç ve kutsal sular olarak kabul edilen mekânlara daha çok çocuğu olmayan ve çocuğu hasta olan kadınlar gitmektedir. Bir çok kadın bu mahallere gidip bez bağlamakta, suya parasını atmakta, ta yapıştırmakta ve bunun sonucu bir takım hastalıklarda kurtulacağına ve hatta hamile kalacağına inanmaktadır (Erdil, 1999:55).
Abbasiler’in son dönemlerine doğru bu tür inançlara daha yenileri de eklenerek İslâmiyet’e sokulmaya çalışılmıştır. Sultanlar döneminin sıkıntılı zamanları, dinî esasları sarsacak hurafelerin yayılmasına ve umumileşmesine yardımcı olmuştur (Günaltay, 1997:283-284).
Türbe ve yatırlarda görülen hurafelerden biri de bez bağlamadır. Bez bağlama hurafesi, Kuzey ve Orta Asya uluslarının eski dinleri olan Şamanizm’e mahsus önemli unsurlardan biridir. Şamanist Türkler’in inanışlarına göre her dağın, her kutlu pınarın, göl ve ırmakların, kutlu ağaç ve kayaların “izi” denen sahipleri vardır. Çağdaş Altaylı Şamanistler’in inandıkları “izi”ler, Göktürkler’in bıraktıkları yazıtlarda “yer-su” ile ifade edilmiştir. Göktürkler bu “yer-su” denilen ruhları Türk yurdunun koruyucusu sayarlardı. Onların inanışlarına göre bu “izi”ler kişiden kurban isterler. Kendilerine kurban sunmayanlara zararları dokunur. Ancak bu ruhlar çok kanaatkârdır. Bunları bir paçavra parçası, bir tutam at kılı, hatta kurban niyetiyle atılan bir ta parçasıyla bile tatmin etmek mümkündür (Tanyu, 1967:324-325).
Türkler müslüman olduktan sonra da bu adetlerini tamamen bırakmamışlar, evliya saydıkları ulu kimselerin türbelerine, orada biten ağaçlara, ya da orada bulunan bazı kayalara bez bağlamak suretiyle devam ettirmişlerdir (Erdil, 1999:54).
Türbe, mezar, tekke vb. yerlerde ilenen hurafelerden biri de mum yakma ameliyesidir. Bu câhiliyet çağından kalma adetlerden biridir. Eski çağlarda yalnız “aziz” sayılanların değil, diğer ölülerin de mezarlarında yahut öldükleri yerde mum yakmak ya da ateş yakmak bir nevi kurban sayılırdı. Arkeologların çoğu, bu adetin ilkel ateş kültü ile ilgili olduğu kanaatindedirler (İnan, 1962:42).
Türbelerde kandil yakma adeti ise Fenikeliler’de söz konusuydu. Fenikeliler Sur şehrinin hâmisi ve ilâhı olarak kabul ettikleri Melkares’in heykeli önünde devamlı kandil yakarlardı (Günaltay, 1997:294).
Bu gün kabirlerde, türbelerde, yatırlarda, ve kutsal sayılan yerlerde ilenen hurafeler İslâm dininin tevhîd inancını zedeleyen uygulamalardır. Oysa Hz. Peygamber, müslümanları şirk hastalığından korumak ve tevhîd akîdesini yerleştirmek gayesiyle İslâm’ın ilk dönemlerinde kabir ziyaretini bile bütünüyle yasaklamıştır. Daha sonra müslümanların tevhîdi ve şirki iyice öğrenmeleri ve muhtemel tehlikenin ortadan kalkmasıyla kabir ziyareti serbest bırakılmıştır. Resûlüllah bu hususta “Size kabir ziyaretini yasaklamıştım, artık kabirleri ziyaret edin; çünkü onlar size ölümü ve âhireti hatırlatır” (Müslim, Cenâiz 105, 108; Ebû Dâvûd, Cenâiz 75; Tirmizî, Cenâiz 60; Nesâî, Cenâiz 100, 101) buyurmak suretiyle kabir ziyaretinin hangi amaçla yapılması gerektiğini de ortaya koymuştur. Kabir ziyaretleri kabirde yatan kişinin bir gün diri olduğunu, kendisine takdir edilen sürenin dolmasıyla ölümün onu sevdiklerinden ayırdığını, kendisinin de mutlaka bir gün öleceğini, âhirette dünyada yaptıklarının hesabını vereceğini... düğünmek, böylece masiyetleri terk edip taatlere yönelmek gayesiyle yapılmalıdır. Hz. Peygamberin, “Lezzetleri parça parca eden ölümü anınız!” (Tirmizî, Kıyâme 26, Zühd 4; Nesâî, Cenâiz İbn Mâce, Zühd 31) hadisi, kişinin kendisine ölümü düşündürecek yerleri zaman zaman ziyaret etmesinin önemini ortaya koymaktadır.
Müslümanın dua edeceği, sıkıntılarını, isteklerini arz edeceği, beklenti içerisinde olacağı yegâne makam Cenâb-ı Allah’tır. Çünkü Kur’ân, Fâtiha sûresinde “Yalnız sana ibadet eder ve ancak senden tardım dileriz” buyurmak suretiyle İslâm inancının temel prensibini ortaya koymaktadır. Müminler beş vakit namazlarının her rekâtında Fâtihâ sûresini okumak suretiyle kendi acziyetlerini ve Allah’ın yardım istenecek tek güç olduğunu yeniden hatırlarlar ve sürekli antlaşmayı yenilerler. Artık kişinin türbelerden, yatırlardan, kutsallık atfedilen bazı yerlerden yardım istemesi kendi verdiği sözde durmaması anlamına gelir.
Kur’ân-ı Kerîm’de verilen bilgilere göre cinler de insanlar gibi Allah’a kulluk etmek için yaratılmıştır. Cân insan türünün mevcudiyetinden önce yakıcı ve her eye nüfuz edici ateşten halk edilmiştir. Cinlere de peygamber gönderilmiş, bir kısmı iman etmiş bir kısmı da kâfir olarak kalmıştır. Son peygamber Hz. Muhammed insanlara olduğu gibi cinlere de ilâhî emirleri tebliğ etmiştir. Cinler insanlara nispetle daha üstün bir güce sahiptirler. Meselâ, kısa sürede uzun mesafeleri katedebilirler, insanlar tarafından görünmedikleri halde onlar insanları görür, insanların bilmediği bazı hususları bilirler; fakat gaybı bilmezler. Gökteki meleklerin konuşmalarından gizlice haber almak isterlerse de buna imkân verilmez. İslâm âlimlerine göre cinler mutlak gaybı bilmemekle birlikte uzun süre yaşadıkları ve meleklerden haber sızdırabildikleri için insanların bilmediği bazı hususlara vâkıf olmaları mümkündür (Kılavuz, 1993b:8-9).
Cinlerin insanları etkileyip etkileyemeyeceği hususu tartışmalı olmasına ve cinlerden korunmak için Resûlüllah’ın tavsiyeleri açık olmasına rağmen halk arasında cinlerin özellikle insanları etkilediği, insanları çarptığı ve ruh hastalıklarına sebebiyet verdiği inancı yaygındır. Cinlerin tasallutundan korunmak için cincilere başvurup tedavi olmanın, onlara muska yazdırmanın ve bunu taşımanın gerektiğini kabul etmek de bu inancın devamıdır (Yavuz, 1998:383). Cinlerin insanlar üzerinde etkili olabileceğini kabul edenlerin bir kısmı bunun daha çok sihir ve büyü faktörlerinde ortaya çıktığını söyleyerek, cinlerin bu nevi şeylerde kullanılabileceğini söylerler. Manaları anlaşılmayan “havas” ve “azâim” türünden bazı metinlerin okunması yoluyla cinlerden faydalanma girişiminde bulunulmasına huddâmcılık, bu işte kullanıldığı söylenen cinlere de huddâm denilir (Kılavuz, 1993b:10). İslâm dininin ana kaynaklarında bulunmayan azâim ve havassa dair bilgiler daha çok Mısır, İran, Türk ve Hint bölgelerinde yaşayan eski kültürlerden Müslümanlara intikal emi ve halk arasında yaygın bir şekilde benimsenen inançlar halini almıştır (Günaltay, 1997:292-293). .
Hz. Peygamberin cinlerin insanlar üzerindeki etkisinden kurtulmak ve onları tesirsiz hale getirmek için Felak ve Nâs surelerini,  ayrıca Ayete’l-kürsî’nin ve Bakara sûresinden bazı âyetlerin okunmasını tavsiye etmesi  (Buhârî, Vekâle 10; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân 2, 3; Ahmed b. Hanbel, 4/144, 146) de insanların cinlerin faaliyetlerine karşı kendilerini savunabilecekleri eklinde yorumlanmıştır 
Sözlükte “gizli olan, hakîkati olmayan şey ve aldatmak” anlamlarına gelen sihir (İsfehânî, 1970:331), Türkçe’de büyü kelimesiyle ifade edilmekle birlikte, aslında Kur’ân-ı Kerîm’de geçtiği anlamları itibariyle büyüden daha geniş kapsamlı olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan Türkçe’de büyücü ile sihirbaz da aynı anlama gelmemektedir.
Hakîkatin aksine tahayyül olunan yaldızcılık, şarlatanlık, hilekârlık yolunda cereyan eden her hangi bir iş sihirdir. Sihirde esrarengiz bir surette hakkı bâtıl, bâtılı hak, gerçeği hayal, hayali gerçek gibi göstermek vardır (Yazır, 1935:1/441).
Büyü ise “tabiat üstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabii nesneler kullanılarak zararlı, faydalı veya koruma gayeli bazı sonuçlar elde etmek için yapılan şiler” şeklinde tarif edilmiştir. Kutsalla ilişkisi bulunmaması ve ahlâkî amaç taşımaması büyünün en temel özellikleridir. Büyünün başlıca gayesi insanları, hayvanları, bitkileri, tabiat olaylarını ve güçlerini kontrol ederek şu veya bu kişi yahut kişilere iyilik ya da kötülük etmek suretiyle menfaat ve çıkar sağlamaktır (Tanyu, 1992:501
Sihrin varlığı hususunda alimler arasında ittifak vardır. Zaten Kur’ân-ı Kerîm sihrin var olduğunu ifade etmektedir. Ancak sihrin bir kısmı, hayali hakikat zannettirecek şekilde insanlar üzerinde aldatıcı bir tesirden ibaret olup tamamen hayalden ibarettir. Diğer bir kısmının ise hakikati vardır.


Bakara suresinde anlatılan kıssada bu ikisine işaret edilmektedir: “... O şeytanlar kâfir oldular. İnsanlara büyücülük ve Bâbil’de Hârut, Mârut adında iki meleğe indirileni (sihri) öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, ‘Biz ancak bir imtihan için gönderildik, sakın sihir yapıp kâfir olma!’ demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı koca arasını ayıran şeyleri öğreniyorlardı. Fakat bu iki melek Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezlerdi...” (elBakara 2/102). 

Tarih boyunca çeşitli amaçları gerçekleştirmek için başvurulan büyü, günümüzde başlıca şu amaçlar için yapılmaktadır:
a. İki kişiyi birbirine yaklaştırmak ya da uzaklaştırmak için yapılan “sıcaklık” veya “soğukluk” büyüsü.
b.  İnsanın gücünü yok etmek ve organlarını çalışmaz hale getirmek amacıyla yapılan “bağlama” büyüsü.
c. Karısındakini hasta etme, delirtme, sakatlama ve kötürüm hale getirme gayesiyle yapılan “düşmanlık” büyüleri.
d. Yapılan büyülerin tesirini kaldırmak ve kişiyi tedavî etmek için yapılan karşı büyüler (Erdil, 1999:36).
Büyü yapılış amacına göre şu çeşitlere ayrılmıştır:
1. Ak Büyü: Buna koruyucu büyü de denir. Genel olarak ferdin veya toplumun iyiliği için yapılan büyüdür. Kuraklık, yaralanma, mal ve mülkün zarara uğraması, hastalık gibi felaketlere karşı, ayrıca çocuklara, hamile ve lohusa kadınlara zarar veren şeylere çare bulmak ve bu zararları önlemek için yapılan koruyucu büyüler ak büyü sayılır. Bu büyüde dinden, din adamından, dualardan ve dinî metinlerden istifade edilir.
2. Kara Büyü: Ak büyünün aksine birine zarar vermek ve kötülük yapmak gayesiyle yapılır. Evlilerin boşanmasını sağlamak, kişileri birbirinden ayırmak, cinsi gücü önlemek, hasta etmek, sakat bırakmak, öldürmek gibi kötü istekleri gerçekleştirmek için yapılır. Bütün bu istekler dinî prensiplere aykırı olduğu halde kara büyü yapanlar kötü amaçlarına ulaşmak için bile bile bazı kutsal değerleri, nesneleri, metinleri araç olarak kullanırlar (Albayrak, 1996:85).
3. Aktif Büyü: Bu büyüyü yapan, tabiat olaylarını yönetim ve denetimi altına alarak güçlü iradesiyle onları dilediği gibi kullanabildiğini iddia eder, kendisinin parapsikolojik bir hayatı olduğunu telkin eder. Bu kişi özel bazı sözleri, tekerlemeleri, dua veya bedduaları ile büyüyü hazırlamak için elverişli bir durum meydana getirmek ister. Kötü ve zararlı bir olayları önlemek, uğursuzluktan korunmak, insanların zararlarından etkilenmemek için bu büyüye başvurulur.
 4. Temas Büyüsü: En çok yapılan büyü şekillerindendir. Temas büyüsünde temas esas olduğundan bir kimsenin saçından koparılan bir kıl, elbisesinden koparılan bir bez parçası, kopartılan bir iplik parçası, bir tırnak ucu gibi şeylerle bu büyü yapılır. Temas büyüsü genellikle kişinin iyiliği için yapılmaktaysa da bazen bir kötülüğü ortadan kaldırmak veya zarar vermek gayesiyle de bu büyüye başvurulabilmektedir.
5. Taklit Büyüsü: Bir şeyin taklidini yapmakla o şeyin esasını etkileme, taklit yoluyla istenilen sonucu elde etme esasına dayanır. Pek çok alanda uygulanmaktadır. Aynı zamanda anoloji büyüsü, homeopatik büyü de denilen bu büyüye hem iyi hem de kötü gayeler için başvurulur. Bu büyü şeklinde çocuk isteyenlerin bezden çocuk, ev isteyenlerin de ufak taşlarla bir ev yapmaları benzerin benzer eyleri meydana getirebileceği inancından kaynaklanır. Bu büyü çeşidinde dualar ve okumalar ikinci plandadır (Tanyu, 1992:502).
Nazar, “bir şeyi görmek ve idrak etmek için gözü çevirmek” manasında Arapça bir isimdir (İsfehânî, 1970:758). Halk arasında, bazı insanların bakılarındaki zararlı güç nedeniyle, bakma sonucu kişide veya hayvanda meydana getirdikleri sakatlık, hastalık yada ölüm gibi olumsuz etkilere nazar denilmektedir. Herhangi bir zararlı olayın böyle bir sebepten ileri geldiğine inanıldığı zaman “nazar dedi”8 deyimi kullanılır. Sapasağlam bir çocuk aniden hasta olunca, bir aile içinde düzen bozulunca veya iki dost arasındaki samimiyet ortadan kalkınca söylenen “kem göze uğradı” deyimi aynı anlamı ifade eder (Anadol, 1988:28). Nazara değmesine en elverişli kimselerin çocuklarla, güzellikleri ve hünerleri herkesin hayranlığını uyandırmış kişiler olduğuna inanılır. Çünkü çocuklar zayıf mahlüklardır, güzel ve hünerli kimseler de insanların kıskançlık duygularını kamçılarlar. Bu kötü duygular da göz yolu ile hedefi etkiler ve sakatlar. Nazara uğrama sadece insanlara mahsus bir durum değildir; mal, mülk, hayvanlar, çeşitli eşyalar ve evlerin de nazara uğrayabileceği düşünülür (Anadol, 1988:29).

Nazardan korunmak amacıyla halk arasında bir çok yönteme başvurulur. Dinî bir dayanağı olmayan ve halk inanışından öteye geçmeyen bu yöntemler şöyle özetlenebilir:
 a. Nazarlık takılır. Nazarlık olarak mavi boncuk, yedi delikli boncuk, kurt boncuğu, göz boncuğu, hurma çekirdeği, kartal pençesi, at nalı, boynuz, sarı kehribar, hamayıl vb. şeyler takılır (Anadol, 1988:34).
b. Nazara karşı en yaygın olan uygulama kurşun veya mum dökme adetidir. Bu iş ş öyle uygulanır: Nazar isabet eden hasta kurşun dökücünün önüne oturtulur. Başı bir örtü ile kapandıktan sonra çocuğun başı üzerinde tutulan ve içinde su bulunan kaba, ocakta eritilen kurşun dökülür. Kurşun döküldükten sonra oradakiler hep beraber; “Kem göz çatlasın, nazar eden patlasın” diye beddua ederler
 c. Nazar muskaları kullanılır.
d. Nefesi keskin (izinli denilen) bir hocaya okutulur (Erdil, 1999:58).
e. Kötü gözlü biri gördükten sonra çocuk yıkanır.
f. Çocuk kasten kirli gezdirilir. Çocuğa kirli elbise giydirilir.
g. Çocuğun yüzüne, kulağının arkasına kazan karası çalınır. Yüzüne tükürük çalınır.
h. Başucuna Kur’ân-ı Kerîm, balta, tabanca konur.
 i. Yaşlı kadınlar çocuğun yüzüne karşı okuyup üflerler.
 j. Çocuğun yaşı söylenmez (Anadol, 1988:31).
Nazar değmesi yahut göz değmesi hususuna Hz. Peygamber devrinde de inanılıyordu. Bu hususta Resûlüllah, “Göz değmesi haktır (gerçektir)” buyurmuştur (Buhârî, Tıb 36; Müslim, Selâm 41, 42; Tirmizî, Tıb 19). Böyle durumlarda Allah’ın elçisi, nazarı değen kimsenin ibadet maksadıyla abdest almasını ve abdest alınan bu sudan nazar değen o insana yahut eyşaya Allah’a sığınılarak zâhidane bir ekilde serpilmesini çare olarak tavsiye etmiştir (Ebû Dâvûd, Tıb 15; Hamidullah, 1993:2/1089). Ayrıca Felak, Nâs sûreleri nâzil olduktan sonra Resûlüllah’ın insanların göz değmesinden ve cinlerin şerrinden korunmak amacıyla bu iki sûreyi okuduğu rivayet edilmektedir (Tirmizî, Tıb 15; İbn Mâce, Tıb 33).
Bazı hastalıkları, kötülükleri, büyü ve nazarı defetmek için boyna asılan veya üste taşınan yazılı kağıda muska denir. Muska yazan veya yapan kimseye de muskacı denir (Doğan, 1996:795). Halk arasında görülen telâkkilerden biri de muskacılara muska yazdırıp taşıma adetidir.
Muska bir deri , metal kutu ya da sargı içerisinde genellikle kare veya üçgen eklinde sarılır ve saklayan kişiyi cinler, kötü ruhlar, talihsizlikler, hastalıklar, belalar ve benzeri olumsuz durumlardan koruduğuna inanılır (Gündüz, 1998a:271). Ancak bu durum halk inancından öteye geçmemekte, İslâmî bir dayanağı bulunmamaktadır.
Muska ve tılsımların menşei, putperestliğin en ilkel şekli olan fetiştir. Bu inançta olanlar bazı nesnelerde şuur veya şuursuzluk bulunduğuna inanılır. Kişi, şuurlu saydığı nesneyi boynuna asar veya yanında taşır. Bu nesne bir bitki, kurt dişi, ayı tırnağı, kartal tırnağı, leylek kemiği, taş parçaları vb. şeyler olabilir.
Daha sonraki dönemlerde bu işaretlerin yerini kâğıt parçaları üzerine yazılmış dinî formüller veya çizilmiş muska ve tılsımlar almıştır. Muska ve tılsımların en eski şeklinin Mısır’da bulunduğu rivayet edilir. Eski Romalılar da hastalıklardan korunmak ve zehirlenmelerden korunmak için tuhaf işaretlerle yazılmış muska tılsımları kullanmışlardır. İslâmiyet’ten önce yaşamış Türk boylarında da muska ve tılsım kullanma adeti vardı (Erdil, 1999:22). Bu gün muska, tılsım ve sihir yapma işleriyle meşgul olan bazı kişilerin kullandıkları kitaplar Babil, Âsur, Mısır müşriklerine, eski Budist ve şamanist Türkler’e ait kaynaklardan yararlanılarak yazılmıştır. Bu kitaplara inandırıcılığı kuvvetlendirmek için Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler, Hz. Peygamber’in yaptığı bazı dualar ve Esmâ-i Hüsnâ eklenmiştir (inan, 1962:50).
Muska yazmanın Kur’ân ve Sünnet’te bir dayanağı olmamasına rağmen muskacılardan bazıları, İsrâ sûresi 82. âyeti muska yazmaya delil olarak göstermişlerdir (Erdil, 1999:29).
Oysa zikredilen âyette muska yazmak için bir işaret yoktur. Âyet-i kerîmenin meâli şöyledir: “Biz Kur’ân’dan mü’minlere şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz. Ama bu, zâlimlere ziyan arttırmaktan başka bir katkıda bulunmaz.”
Muskanın bazı olumsuzluklardan, nazardan ve büyüden koruduğuna dair Kur’ân ve Sünnet’te bir delil bulunmamasına rağmen bazı ilim adamları, kişinin fenalıklardan korunmak amacıyla üzerinde muska taşımasını câiz görmüşlerdir. Muska taşımayı câiz görenler bunu bir takım şartlara bağlamışlardır. İçinde yazılan şeylerin anlamlarının bilinmesi, içinde şirk anlamı taşıyan bir söz bulunmaması, dinin kabul ettiği nitelikte olması bu şartlardandır (Havva, 1989:5/138).
Muskayı câiz görenlerin bir dayanağı da Hz. Peygamberin Rukye’ye izin vermesidir. Rukye, kişinin kendisi veya hasta hakkında şifa dilemek için Kur’ân âyetleri okuması, Allah’a dua ve ilticada bulunmasıdır (Havva, 1989:5/138). Yani rukye, okumak suretiyle yapılan bir çeşit tedavi yöntemidir. Resûlüllah’ın nazar değmesine ve cinlerin etkilerine karşı yapılmasını istediği rukye, Fâtihâ, Felak, Nâs sûrelerini ve Âyete’l-kürsî’yi okumak suretiyle Allah’tan korunma dilemektir (Buhârî, Vekâle, 10; Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 2, 3; Ahmed b. Hanbel, 4/144, 146). Bu bir dua ve niyazdır. Dolayısıyla manevî bir tedavidir. Böyle bir tedavinin insan ruhu ve bedeni üzerindeki olumlu tesirleri her devirde tecrübelerle sabit olmuştur.
Efsuncuların, sihir yaptıklarını iddia eden cincilerin nefesli, merasimli şirk ihtiva eden rukyeleri dinen yasaklanmıştır (Müslim, Selâm 64). Çünkü bunların rukyelerinin insanlık için bir çok yönden zararları vardır. Oysa Resûlüllah’ın cevaz verdiği rukye, samimi bir şekilde Allah’a yönelmeyi ve böylece insanların manevî hastalıklarını ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.
İslâm dininin kadına bir çok hak vermesi, onu erkekten ayırmamasına rağmen bazı kesimlerde kadınla ilgili yanlı anlayışlar vardır. Kadının yarım olduğu, evden çıkan erkek işine giderken önünden kadın geçerse işlerinin ters gideceği, kısa boylu kadının uğursuz olduğu vb. anlayışlar kadınla ilgili hurafelerdir (Erdil, 1999:94). Ayrıca hamile ve yeni doğum yapan kadınların korunma amaçlı yaptıkları bazı ameliyeler, evlenemeyen kızların kısmetinin açılmasına yönelik bir takım anlayışlar halk arasında yaşayan hurafelerdendir.
Sağlıkla ilgili olarak, tedaviyi ihmal ederek hastaları türbelerde dolaştırarak iyi etme inancı, bazı su başlarının, pınarların, ırmak ve nehirlerin hastalıklara iyi geldiği telâkkisi, bazı hastalıkların da hoca kisvesine bürünmüş çıkarcılara, üfürükçü ve muskacılara götürülmesi ile iyi olacağı anlayışı yaşayan hurafelerdendir. Ayrıca bazı hastalıklara karşı hijyenden yoksun kocakarı ilaçlarının kullanılması da bu cümledendir (Bedir, 1999:57).
Temizlikle ilgili hurafelerin yaygın olanları şunlardır:
Gece ev süpürülürse fakirlik getirir. Cuma akamı ev süpürmek kıtlık getirir. Cuma akamı ev süpürülürse meleklerin kanadı kırılır. Misafirin ardından ev süpürmek iyi değildir. Ev süpürülürken süpürge birine dokunursa süpürgeye tükürülür.
Gece tırnak kesmek ömrü kısaltır (Erdil, 1999:86). Ve benzeri bir çok hurafe Anadolu’nun farklı bölgelerinde görülür. İslam dininin temizliğe büyük önem vermesine rağmen halk arasında mevcut olan bu tür anlayışlar insanların temizlik konusunda gereken hassasiyeti göstermelerini engellemekte ve toplum sağlığını tehlikeye düşürmektedir. Bu durum çeşitli hastalıkların ortaya çıkmasına ve bu hastalıkları tedavide hurafelere başvurulmasına zemin hazırlamaktadır.

Yapılan çalışmada hurafe ve bid’atların ana hatlarıyla çıkış noktası incelendiğinde:
1. Halk arasında İslâm akîdesi ile bağdaşmayan bir takım hurafeler ve bâtıl telâkkiler mevcuttur.
2. Hurafelerin yayılmasında cehalet en önemli faktördür.
3. Çaresizlik psikolojisi insanların hurafelere baş vurmasında baş rol oynamaktadır.
4. Hurafelere inanma kadınlarda erkeklere göre daha fazladır.
5. Bâtıl inançlar ibadetlerini yerine getiren kişilerde, ibadetlerini yapmayanlara göre daha azdır.
6. İnsanların bir kısmı nazara (göz demesine) inanmayı hurafe olarak algılamaktadır.
7. Uğur ve uğursuzlukla ilgili hurafeler oldukça yaygındır.
8. Fal baktırma ameliyesi daha çok eğlence maksadıyla yapılmaktadır.
9. Halkın büyük çoğunluğu türbe ziyaretlerine önem vermektedir.
10. Türbe ve yatırlarda İslâm dininin yasakladığı, tevhîd akîdesini zedeleyen bir takım uygulamalar yapılmaktadır.
11. Astroloji ve burçlarla ilgili bilgiler genellikle kitle iletişim araçları vasıtasıyla öğrenilmektedir.

Bid‘atların ortaya çıkması ve yaşama şansı bulması şu sebeplerle açıklanabilir:
a.    İslâmiyet’in kısa sürede yayılması: İslâm dini Hz. Peygamber döneminde Arabistan yarımadası dışına çıkmamıştır. Resûlüllah’ın vefatından sonra bir çok yer fethedilmiş, İslâm kısa sürede farklı sosyal ve kültürel yapılardaki milletler arasında yayılmıştır. Yeni müslüman olan bu milletler eski din, kültür ve medeniyetlerinden getirdikleri bazı inanç ve düşünceleri unutmamış, onları İslâmî kimliğe bürüyerek devam ettirmişlerdir (Kılavuz, 1993a:260). Bu durum bid‘atların ortaya çıkmasında ve yayılmasında etkili olan faktörlerin başında gelir.
b.    İslâmî esas ve hükümlerin İslâmiyet’e yeni girenler tarafından yanlış anlatılması veya eski kültür mirasının etkisiyle yanlış yorumlanması da bid‘atların İslâmiyet’e girmesine zemin hazırlamıştır.
c.    İslâm düşmanlarının faaliyetleri: İslâm düşmanları, dinin saflığını bozmak gayesiyle bir takım hurafeleri ve eski dinî inançları kasıtlı olarak İslâm’a sokmaya çalışmışlardır (Yaran, 1992:130).
d.    Cehalet ve taklit: Halkın bilgisizlik sebebiyle İslâm’da olmayan bir düşünceyi veya inancı dinde varmış gibi algılaması; gördüklerine, işittiklerine ve alıştıklarına uyması, yanlı da olsa o telâkkiden ayrılmak istememesi de bid‘atların ortaya çıkmasında ve yayılmasında etkili olmuştur (Topaloğlu, 1993:163). Ayrıca İslâmiyet’i ana kaynaklarından öğrenip halkı aydınlatacak yeterli sayıda âlimin yetişmemesiyle orantılı olarak da bid‘atlar ve hurafeler yaygınlaşmıştır (Yavuz, 1998:383).
Araştırma, üst sosyo-ekonomik düzeyi temsîlen Çekirge’de (Doburca Mahallesi) %26,7 si 110 kişi, orta düzeyi temsîlen Küplüpınar  %36,5 150 kişi ve Soğanlı mahallelerinde%24,2 100 kişi, alt düzeyi temsîlen de Yeniceabat Beldesi’nde% 12,6 52 kişi olmak üere toplam 412 kişi yaşayan halk arasından seçilen deneklere uygulanmış olup tamamen Türkiye mozaiği gerçeğini yansıtması açısından bu araştırma önemlidir demiştik.: Ankete katılan erkek deneklerin oranı %52, kadın deneklerin oranı ise %48’dir.
Yapılan araştırmada Okuma yazma durumuna bakıldığında;
%46,5’i ilkokul, %12,7’si ortaokul, %29,3’ü lise, %11,5’i üniversite mezunudur. Bu durumda ilkokul mezunu olanların tüm deneklerin yarısına yakın olduğu ortaya çıkmaktadır.
Ekonomik durumlarına bakıldığında;
Ankete katılan kişilerin 1/3’ten fazlasının (%70,3) mali durumu orta düzeydedir. Deneklerin % 6,4’ünün ekonomik durumu zayıf, %33,4’ünün ise iyi düzeydedir.
Dindarlık durumlarına bakıldıklarında;
Deneklerin %3,9’u kendisini çok dindar, %50,2’si dindar, %41,7’si biraz dindar olarak değerlendirmektedir. %4,2 ise bu soruya “fikrim yok” cevabı vermiştir.
Dini eğilimlere bakıldığında;
Deneklerin %4,6’sı ailesinin dini yönünü zayıf, %45,9 orta, %48,8 iyi olarak görmektedir.

ARAŞTIRMADA SORULAN VE VERİLEN CEVAPLARIN ORANLARI :
Şimdi bu veriler ışığında dikkat edin deneklere sorulan soru ve cevaplara iyi bakın nasıl bir sonuç çıkmıştır hep beraber görelim:
“Hiç Fal Baktırdınız mı?” Sorusuna Verilen Cevapların Dağılımı:
Ankete katılan deneklerin yarıdan fazlası (%54) “Hiç fal baktırdınız mı? Sorusuna evet cevabı verirken, %46’sı da hayır diye cevap vermiştir. Bu durum fal baktırma oranının oldukça yüksek olduğunu göstermektedir.
Evet seçeneğini işaretleyen erkeklerin oranı %41,6, kadınların oranı ise %58,4’tür. Hayır seçeneğini işaretleyen erkeklerin oranı aynı seçeneği işaretleyen kadınların yaklaşık 1/2’si kadardır. Bu bulgular kadınların erkeklere oranla daha fazla fala ilgi duyduklarını ve fal baktırdıklarını göstermektedir.
Fal baktıran deneklerin % 69,2’si sadece kahve falı baktırmıştır. Diğer fal çeşitleriyle birlikte kahve falı baktıranların oranı ise %19,5’tir.
Bu bulgular kahve falının diğer fal çeşitlerine nazaran daha yaygın olduğunu göstermektedir. “Cevabınız evet ise hangi çeşit fal baktırdınız?” sorusunda “diğer” seçeneğini işaretleyen deneklerden 11’i el falı, 4’ü su falı, 3’ü bakla falı, 2’si sigara falı, 2’si kaşık falı, geri kalan 2’si de yıldızname ve göbek falı baktırdıklarını yazmışlardır.
Deneklerin % 81,6’sı falın gelecekle ilgili beklentilerine cevap veremeyeceğine inanmaktadır. Bunun yanında falın gelecekle ilgili beklentilerine cevap verebileceğine inananlar ise %6,6’dır. Bu konuda herhangi bir fikri olmadığını söyleyenler ise %11,7’dir.

Namaz ibadetini Yerine Getirme Durumu ile Falın Gelecekle ilgili Beklentilere Cevap Verme Durumu Arasındaki ilişki analizi:
Deneklerin %39,5’inin günlük namazlarını kıldığı, % 32,2’sinin bazen namaz kıldığı, %16,1’inin Cuma ve bayram namazlarını kıldığı, %12,2’sinin ise namaz kılmadığı anlaşılmaktadır. Günlük namazlarını kılanların %0,6’sı, bazen namaz kılanların %7,6’sı, Cuma ve bayram namazlarını kılanların %13,7’si, namaz kılmayanların da %14’ü falın gelecekle ilgili beklentilerine cevap vereceğine inanmaktadır.
Bu bulgulardan falın gelecekle ilgili beklentilere cevap vereceği inancının düzenli olarak namaz kılanlara oranla, ara sıra namaz kılanlarda ve namaz kılmayanlarda daha yaygın olduğu sonucu çıkmaktadır. “Falın gelecekle ilgili beklentilerinize cevap vereceğine inanıyor musunuz?” sorusuna “evet” deme oranı namaz ibadetini yerine getirenlerde çok düşük iken (%0,6) “hayır” deme oranı yüksektir (%93,8). Bu da falın gelecekle ilgili beklentilere cevap vereceğine inananlarda, dinî hassasiyetin az olduğunu göstermektedir.
Oruç badetini Yerine Getirme Durumu ile Falın Gelecekle ilgili Beklentilere Cevap Verme Durumu Arasındaki  İlişki analizi:
Oruçla ilgili soruya cevap veren 408 denekten %54,4’ü Ramazan ayının tamamında oruç tuttuğunu, %33,8’i Ramazan ayında ve bazı mübarek günlerde oruç tuttuğunu ifade etmiştir. “Ramazan ayında ara sıra oruç tutarım” seçeneğini işaretleyenlerin oranı %8,8, “Oruç tutmam” seçeneğini işaretleyenlerin oranı ise %2,9’dur.
Bu bilgiler, ankete katılan deneklerin tamamına yakınının (%88,2) Ramazan ayının tamamında oruç tuttuğunu göstermektedir. Falın gelecekle ilgili beklentilerine cevap vereceğine inananların oranı oruç tutmayanlarda Ramazan ayının tamamında oruç tutanların beş katı; Ramazan’da ara sıra oruç tutanlarda ise Ramazan’da ve bazı mübarek günlerde oruç tutanların yaklaşık dört katıdır.
Ramazan ayında ara sıra oruç tutanların %25’i “Falın gelecekle ilgili beklentilerinize cevap vereceğine inanıyor musunuz?” sorusuna “fikrim yok” cevabı vermişlerdir. Bu oran oruç tutmayanlarda %16,7’dir.
Oruç ibadetini yerine getirme ile falın gelecekle ilgili beklentilere cevap vereceğine inanma arasında ters bir ilişki olduğu görülmektedir. Yani oruç tutan kişilerde falın gelecekle ilgili konularda bir bilgi kaynağı olmadığı inancı hakimdir (ortalama %85). Bu oran ara sıra oruç tutanların ve hiç oruç tutmayanlarda %58’e düşmektedir. Zaman zaman oruç tuttuğunu ve hiç oruç tutmadığını beyan eden deneklerin %25’i falın gelecekle ilgili hususlarda bilgi kaynağı olduğunu düşünmektedir. Bütün bu bulgular Allah’a (c.c) karşı sorumluluklarının bilincinde olup ibadetlerini yerine getiren kişilerin gaybla ilgili konularda Kur’an-ı Kerim ve Sahih Sünnet’e uygun bir anlayış benimsediklerini ortaya çıkarmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm, Kur’ân-ı Kerîm Meâli ve Dinî Kitap Okuma Durumu ile Falın Gelecekle ilgili Beklentilere Cevap Verme Durumu Arasındaki İlişki analizi:
Kurân-ı Kerîm okumasını bilmediği, %9,3’ünün de Kur’ân-ı Kerîm ve dinî kitap okumaya ilgi duymadığı anlaşılmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm, Kur’ân-ı Kerîm meâli ve dinî kitap okuyanlara göre okumayı bilmeyenlerde veya Kur’ân-ı Kerîm ve dini kitap okumaya ilgi duymayanlarda falın gelecekle ilgili beklentilerine cevap vereceğine inananların oranı daha fazladır. Aynı soruda “fikrim yok” seçeneğini işaretleme oranı Kurân-ı Kerîm okumasını bilmeyenlerde %18,9’u, Kurân-ı Kerîm ve dini kitap okumaya ilgi duymayanlarda ise %27,8’i bulmaktadır.
Son üç tablodan falın gelecekle ilgili beklentilerine cevap vereceğine inananların çoğunlukla ibadetlere karşı duyarsız, Kur’ân-ı Kerîm okumasını bilmeyen veya Kur’ân-ı Kerîm, Kur’ân-ı Kerîm meâli ve dinî kitap okumayan kimseler olduğu sonucu çıkmaktadır. Bu da, bu ve benzeri bâtıl inançların cehaletten ve manevî boşluktan kaynaklandığını göstermektedir.

Medyumların Geleceğe Dair Söylediklerine inanma eğilimi analizi :
Medyumların gelecekle ilgili söylediklerine inanan denek sayısı oldukça azdır. Deneklerin %88,3’ü medyumların gelecekle ilgili söylediklerine inanmamaktadır. “Fikrim yok” seçeneğini işaretleyenler ise %10,2’dir.
Sonuçları gördünüz.
Şimdide diğer  soru olan Uğur ve Uğursuzlukla ilgili Bulgulara bakalım:

“Uğur ve Uğursuzluğa inanıyor musunuz?” Sorusuna Verilen Cevapların Dağılımı:
Deneklerin 1/3’e yakını (%31) uğur ve uğursuzluğa inanırken, 1/2’den fazlası (%53) inanmamaktadır. Deneklerin %16’sı ise bu konuda fikri olmadığını belirtmiştir.
Deneklerden ilkokul mezunu olanların %34’ü, ortaokul mezunu olanların %38’i, lise ve dengi okul mezunu olanların %25,2’si, üniversite mezunu olanların %25,5’i uğur ve uğursuzluğa inanmaktadır . “Uğur ve uğursuzluğa inanıyor musunuz? sorusuna ilkokul mezunlarının %45’i “hayır” cevabı verirken, bu oran lise ve dengi okul mezunlarında %63,9’a, üniversite mezunlarında ise %59,9’a çıkmaktadır. Aynı soruda ilkokul mezunlarının %19,7’si “fikrim yok” cevabı vermişlerdir.
Bu durumda ilkokul ve ortaokul mezunlarının 1/3’ten fazlası uğur ve uğursuzluğa inanırken, lise ve üniversite mezunlarının 1/4’ü uğur ve uğursuzluğa inanmaktadır. Uğur ve uğursuzluğa inanmadığını beyan edenlerde ise bunun tam tersi bir orantı söz konusudur. İlkokul ve ortaokul mezunu deneklerin yarıdan azı “Uğur ve uğursuzluğa inanıyor musunuz? sorusuna “hayır” cevabı verirken, bu oran lise ve üniversite mezunlarında 2/3’ü bulmaktadır. Bu bulgular, eğitim seviyesi ile uğur ve uğursuzluğa inanma arasında ters yönde bir ilişki olduğunu göstermektedir. Eğitim seviyesi yükseldikçe uğur ve uğursuzluğa inanma oranı düşmektedir. Buna rağmen üniversite mezunları arasında da uğur ve uğursuzluğa inanma oranının oldukça yaygın olduğu anlaşılmaktadır.
“uğur ve uğursuzluğa inanıyor musunuz?” diye sorulmuş, soruya evet cevabı veren deneklerin uğur ve uğursuzlukla ilgili ne tür inançlarının olduğunu tespit etmek maksadıyla deneklerden uğurlu veya uğursuz kabul ettikleri hususlara örnek vermeleri istenmiştir.
Soru açık uçlu bırakılarak deneklerin bu tür inançlarını rahat bir şekilde ifade etmeleri hedeflenmiştir. Ankete katılan deneklerden 126 kişi (%31) uğur ve uğursuzluğa inandığını ifade etmiştir. Bunlardan 36 kişi uğurlu ve uğursuz kabul ettiği şeylere örnek verirken, 21 kişi uğurlu kabul ettiği eylere, 10 kişi de uğursuz kabul ettiği şeylere örnek vermiştir.
Uğurlu kabul edilen Şeylere verilen örnekler:
4 kişi besmele çekmek, besmele ile evden çıkmak, besmele ile işe başlamak uğurludur, derken; 2 kişi dua okumak, dua ederek bir işe başlamak, birer kişi de sağ ayakla dışarı çıkmak, sağ ayakla evden çıkmak, güne balarken dua okuyarak sağ ayakla evden çıkmak, evden çıkarken Âyete’l-kürsî okumak, sabah namazından sonra uyumamak, namazları vaktinde kılmak uğurludur, diyor.
3 kişi nazar boncuğu taşımayı, ikişer kişi muska taşımayı, üzerinde dua taşımayı, birer kişi cevşeni, boncuk taşımayı, enam taşımayı, mavi boncuk takmayı, kolye takmayı, hıdrellezde gül köküne gömülmüş parayı cüzdanında taşımayı, uğur taşı taşımayı, saatini, pijamasını, bazı kolyeleri, bazı eşyaları uğurlu kabul etmektedir.
Günlerle ilgili olarak, 3 kişi perşembe gününün, ikişer kişi pazartesi gününün ve bazı günlerin, bir kişi cuma gününün uğurlu olduğuna inanmaktadır. Bir kişi şubat ayının 14’ünü ve bir kişi de 2001 yılını uğurlu saymaktadır. 3 kişi çocuklarını, ikişer kişi örümceği, hurma çekirdeğini, bazı insanları, birer kişi çocuğunu, çocuğunun doğmasını, kızını ve arabasını, sağ gözünün seyirmesini, rüyada balık ve at görmeyi, çalışmayı, dövme yaptırmayı, bülbülü, kediyi, kısmetli olan şeyleri uğurlu kabul etmektedir.

Uğursuz sayılan Şeylere verilen örnekler:
7 kişi kara kediyi, 3 kişi köpek ulumasını, ikişer kişi baykuş ötmesini, baykuşu, kediyi, birer kişi kara kedinin önünden geçmesini, kargaların batıdan doğuya doğru uçmasını uğursuz saymaktadır. 4 kişi bazı insanları, 3 kişi 13 rakamını, 2 kişi kadının önünden geçmesini, birer kişi bazı insanların bakışlarını, fesat ve riyakar insanları, çirkin yüzlü insanları, 2001 yılını, bazı günleri, pazar gününü, çarşamba günü iş yapmayı, cuma saatinde çalışmayı, kapı eşiğinde oturmayı, sol taraftan kalkmayı, geç kalkmayı, dua okumadan evden çıkmayı, cünüp halde beklemeyi, cünüp iş yapmayı, pis gezmeyi, şarkı söylemeyi, ayakkabının ters dönmesini, ayna kırılmasını, sarı saç ve çakır gözü uğursuz kabul etmektedir. Deneklerin şuur ve şuursuzlukla ilgili verdikleri örneklerden İslâmiyet’in emir ve tavsiyelerini uğurlu, yasakladığı eyleri ise uğursuz kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Bu da deneklerin İslâm dinini yeterince bilmediklerini, dini bilgi yönünden eksik olduklarını ortaya koymaktadır.
“Kara Kedi, Baykuş Ötmesi, Köpek Uluması Uğursuzluk Getirir” Bâtıl inancıyla lgili Cevapların Dağılımı
“Kara kedi, baykuş ötmesi, köpek uluması uğursuzluk getirir” ifadesine deneklerin yarıdan fazlası (%58) “yanlış” cevabı verirken, deneklerin %21,5’i “doğru” cevabı vermiştir. Deneklerin %20,5 de bu konuda fikri olmadığını beyan etmiştir.
“Kara kedi, baykuş ötmesi, köpek uluması uğursuzluk getirir” cümlesiyle ilgili “doğru” seçeneğini işaretleme oranı kadınlarda %27,4’tür. Bu oran erkeklerde %16’ya düşmektedir. “Yanlış” seçeneğini işaretleyen kadınların oranı ise erkeklerden azdır. Bunun yanında öğrenim durumu arttıkça ifade edilen cümleye “doğru” deme oranının düştüğü görülmektedir.
Deneklerden ilkokul mezunu olanların %28,2’si “Kara kedi, baykuş ötmesi, köpek uluması uğursuzluk getirir” tabirini doğru kabul ederken, bu oran lise ve dengi okul mezunlarında %11,7’dir. İlkokul mezunlarının %47,5’i, ortaokul mezunlarının %50’si, lise ve dengi okul mezunlarının %71,6’sı, üniversite mezunlarının %66’sı ilgili tanımlamanın yanlış olduğunu belirtmişlerdir.

“Salı Günü Bağlanan İşler Sallanır (Uzar)” Bâtıl Telâkkisiyle İlgili Cevapların Dağılımı:
“Salı günü başlanan işler sallanır (uzar)” cümlesine ankete katılan deneklerin %8’i “doğru”, % 78,2’si “yanlış”, %13,8’i “fikrim yok” cevabı vermişlerdir. Bulgulardan anlaşılmaktadır ki, yörede uğur ve uğursuzluk inancı mevcuttur (%31). Ancak bazı hayvanların uğursuz olduğu inancı, günlerin (salı gününün) uğursuz olduğu inancına göre daha yaygındır. Çünkü kara kediyi, baykuş ötmesini ve köpek ulumasını uğursuz sayanların oranı %21,5 iken, salı gününü uğursuz sayanların oranı %8’e tekabül etmektedir. Ayrıca bazı hayvanların uğursuz sayılması hususunda fikir beyan etmeyenler (%20,4) de salı gününü uğursuzluğuyla ilgili fikir beyan etmeyenlerden oldukça fazladır .
Yapılan araştırma uğur ve uğursuzluk inancının kadınlarda ve yaşlılarda daha fazla olduğunu göstermiştir. Ayrıca uğurlu kabul edilen hususlara verilen örneklerden birçoğunun dinin tavsiyesi olduğu, uğursuz kabul edilen şeylere verilen örneklerden de birçoğunun İslâmiyet’in yasakladığı hususlar olduğu anlaşılmaktadır. Uğurlu yada uğursuz kabul edilen hususların dinî telâkkilerle karıştırılmasında cehâlet etkili bir faktördür.
Türbe ve Yatırlarda Mum Yakmak, Kurban Kesmek vb. Bâtıl Uygulamalar Yapmakla İlgili Cevapların Dağılımı
Deneklerin %11,8’i, Türbe ve yatırlarda mum yakmak, kurban kesmek, dilek tutup ağaçlara bez bağlamak vb. şeylerin iyi olduğunu, %62,2’si iyi olmadığını belirtmiştir.
Deneklerin 1/4’ten fazlası (%26 ) ise bu konuda fikri olmadığını ifade etmiştir. Deneklerin 2/3’ü türbe ve yatırlarda yapılan bu tür faaliyetlerin yanlış olduğunun bilincindedir. Ancak az da olsa, türbe ve yatırlarda mum yakmanın, kurban kesmenin, dilek dilemenin, ağaçlara vb. yerlere bez balamanın doğru olduğuna inanlar mevcuttur.
Türbe ve yatırlarda mum yakmak, kurban kesmek, dilek tutup ağaçlara bez bağlamak vb. faaliyetlerle, cinsiyet ve örenim durumu arasında ne tür bir ilişki olduğu analizi:
“Türbe ve yatırlarda mum yakmak, kurban kesmek, dilek tutup ağaçlara bez bağlamak vb. eylerin” iyi olduğunu ifade eden erkek ve kadın sayısı birbirine yakındır. Aynı faaliyetlerin iyi olmadığını söyleme oranı kadın deneklerde %63,3 iken, erkek deneklerde %61,6’dır. “Fikrim yok” seçeneğini işaretleyen erkeklerle kadınların oranı da birbirine yakındır.
Bu durumda türbe ve yatırlarda yapılan faaliyetleri benimseme veya benimsememe hususunda erkek ve kadınlar arasında bir farklılık olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak deneklerin öğrenim düzeyiyle bu faaliyetlerin doru olup olmadığına inanma durumları arasında ters bir ilişki söz konusudur. Öğrenim düzeyi arttıkça deneklerin türbe ve yatırlarda ilenen hurafelere “doğru” deme oranı azalmaktadır.
İlkokul mezunlarının %16’sı, “Türbelerde mum yakmak, kurban kesmek, dilek tutup ağaçlara bez bağlamak vb. şeyler, iyidir” derken üniversite mezunlarının sadece %4,3’ü bu faaliyetlerin iyi olduğunu söylemiştir. Aynı hususlara ilkokul mezunu olan deneklerin %58‘i, ortaokul mezunu olan deneklerin %62,8’i, lise ve dengi okul mezunu olan deneklerin %65’i, üniversite mezunu olan deneklerin %69,7’si “iyi değildir” cevabı vermiştir.


Namaz İbadetini Yerine Getirme le Türbe ve Yatırlarda Yapılan Bâtıl Uygulamalar Arasındaki İlişki analizi:
Deneklerden günlük namazlarını kılanların %4,3’ü, bazen namaz kılanların %12,2’si, cuma ve bayram namazlarını kılanların %19,9’u, namaz kılmayanların %24’ü “Türbe ve yatırlarda mum yakmak, kurban kesmek, dilek tutmak, ağaçlara bez bağlamak vb. şeylerin” doğru olduğunu belirtmiştir.
Türbe ve yatırlarda yapılan bu tür faaliyetlerin yanlış olduğunu ifade etme oranı günlük namazlarını kılanlarda, cuma ve bayram namazlarını kılanların oranının iki katından fazladır. Günlük namazlarını kılanların %81,3’ü “Türbe ve yatırlarda mum yakmak, kurban kesmek, dilek tutup ağaçlara bez bağlamak vb.ş eyler” iyi değildir derken, bazen namaz kılanların %56,5’i, cuma ve bayram namazlarını kılanların %39,6’sı, namaz kılmayanların ise %46’sı aynı hususların iyi olmadığını söylemiştir.
Günlük namazlarını kılanların %14,4’ü, bazen namaz kılanların %31,3’ü, cuma ve bayram namazlarını kılanların % 40,5’i, namaz kılmayanların %30’u bu konuda fikri olmadığını belirtmiştir.
Bulgulardan düzenli olarak namaz kılan kimselerin tamamına yakınının türbe ve yatırlarda mum yakmanın, kurban kesmenin, dilek tutmanın, ağaçlara bez bağlamanın bâtıl olduğunun bilincinde oldukları anlaşılmaktadır. Ancak, sadece cuma ve bayram namazlarını kılanların 1/5’i ve namaz kılmayanların 1/4’e yakını bu gibi faaliyetlerin iyi olmadığının bilincinde olmadıkları görülmektedir.
Namaz kılma ibadetiyle türbe ve yatırlarda yapılan faaliyetler arasında kurulan ilişkiden namazlarını kılan kişilerin İslam’ın tevhîd akîdesini zedeleyen ve insanların irke düşmesine sebebiyet veren anlayış ve davranışlardan uzak durdukları anlaşılmaktadır. Bunda camilerde yapılan vaaz ve irşad faaliyetlerinin etkili olduğu söylenebilir.
Evlenemeyen Genç Kız, Bir Türbe Veya Yatıra Gidip Bez Bağlarsa Kısmetinin Açılacağına Dair Bâtıl İnançla İlgili Cevapların Dağılımı:
“Evlenemeyen genç kız, bir türbe veya yatıra gidip dilek tutup bez balarsa kısmeti açılır” yargısına deneklerin sadece %6,8’i “doğru” cevabı vermiştir. Deneklerin %70’i yanlı cevabı verirken, %23’2’si “fikrim yok” demiştir.
Cinsiyeti le Evlenemeyen Genç Kızla ilgili Bâtıl inanç Arasındaki İlişki analizi:
“Evlenemeyen genç kız, bir türbe veya yatıra gidip dilek tutup bez bağlarsa” ifadesinin yanlşı olduğunu belirten kadınların oranı az da olsa erkeklerden fazladır. Aynı tanımlamanın doğru olduğunu belirten erkeklerin oranı %5,2, kadınların oranı ise %8,6’dir.
“Hiç Türbe Ziyaretine Gittiniz mi?” Sorusuna Verilen Cevapları Dağılımı :
Deneklerin büyük çoğunluğu (%88) türbe ziyaretine gitmiştir. %12 ise türbe ziyaretine gitmediğini ifade etmiştir.
Bu soruda, bir önceki soruya “evet” cevabı veren deneklere hangi türbelere gittikleri ve türbelerde neler yaptıkları sorulmuştur. Soru açık uçlu bırakılarak daha çok hangi türbelerin ziyaret edildiği ve oralarda ne tür faaliyetlerin yapıldığı anlaşılmaya çalışılmıştır. Ankete katılan deneklerden 360’ı (%88) türbe ziyaretine gittiğini ifade etmiştir. Bunlardan 179’u (%49,7) hangi türbeleri ziyaret ettiğini ve neler yaptığını belirtirken, 50’si (%13,9) sadece ziyaret ettiği türbeleri belirtmiştir.
Ziyaret edilen türbelere Gelince
Bu soruya cevap veren deneklerin büyük çoğunluğu Bursa’daki türbelerin tamamını gezdiğini ifade etmiştir.
En çok ziyaret edilen türbeler sırasıyla Emirsultan, Osmangazi, Orhangazi, Veysel Karani, Üftâde, Somuncu Baba, Tezveren, Üç Kuzular, Yeşil, Yıldırım Bayezit, I.Murat, Molla Fenâri, Okçu Baba, Musa Baba, Aydede ve Piremir’dir.
Deneklerden bazıları İstanbul’daki türbeleri, bazıları Konya’daki türbeleri, bir kısmı da İznik’teki türbeleri ziyaret ettiğini belirtmiştir. Eyüp Sultan, Fatih Sultan Mehmet, Mevlânâ, Telli Baba, Şeyh Şehabeddin, Şeyh Edebâlî, Erturul Gazi, Abdurrahman Gazi, Hasan-ı Basrî vb. türbeler de ziyaret edilmiştir.
Ziyaret edilen türbelerde yapılan faaliyetler:
Türbelerde 59 kişi dua ettiğini belirtirken, 57 kişi dua okuduğunu, 8 kişi ruhlarına Fâtiha okuduğunu, 8 kişi de ziyaret etmek için gittiğini ifade etmiştir. Yedişer kişi üç ihlâs bir Fâtihâ okuduğunu, Kur’ân sûreleri okuyup ruhlarına bağışladığını, namaz kılıp duâ ettiğini, üçer kişi Kur’ân okuduğunu, duâ edip ruhlarına sureler okuduğunu, duâlar okuyup ruhlarına bağışladığını, ikişer kişi duâ edip Allah’tan dilek dilediğini, duâ edip Fâtiha okuduğunu, gezip merakını gidermek için gittiğini ve duâ ettiğini belirtmiştir.
Birer kişi türbeleri gezip tarihi estetiklerini incelediğini, Allah rızası için duâ ettiğini, yatırlara dua ettiğini, türbede yatan ölünün ruhu için duâ ettiğini, o büyüğü vesile ederek Allah’a duâ ettiğini, Kur’ân okuyup şefaatlerine nail olmayı dilediğini, Kur’ân okuyup oradakiler hürmetine dilek tuttuğunu, kurban kesip adak için Mevlid-i Şerif okuttuğunu, duâ edip oradakiler hürmetine Allah’tan af dilediğini, onların yaşayış tarzlarını ve kendisine şefaatçi olmalarını Allah’tan dilediğini, ziyaret edip himmet dilediğini, oğlunun işlerinin rast gitmesi için dilek tuttuğunu, Karacabey İmaret Camii’nde dilek tutarak iki taşı birbirine yapıştırdığını, Tezveren Hazretleri’nin türbesinde Mevlid-i Şerif okuttuğunu ifade etmiştir.
Bu sorudaki bulgulardan türbe ziyaretine giden deneklerin büyük çoğunluğunun, ziyaret esnasında Kur’ân-ı Kerîm okuyup duâ ettikleri anlaşılmaktadır. Bunun yanında az da olsa türbe ve yatırlarla ilgili yanlı uygulamaların olduğu görülmektedir.
Araştırma yapılan bölgede oranı az da olsa türbe ve yatırlarla ilgili İslâm dininin yasakladığı birtakım uygulamaların söz konusu olduğunu göstermektedir. Deneklerin %11,8’i, “Türbe ve yatırlarda mum yakmak, kurban kesmek dilek tutup ağaçlara bez bağlamak vb. şeyler iyidir” cevabı vermiştir.
Ayrıca gözlem amaçlı yapılan ziyaretlerde, Bursa’daki türbelerde İslâm akîdesine aykırı bir takım faaliyetlerin yapıldığı müşahede edilmiştir. Uyarı yazılarının bulunmasına rağmen insanlar türbelerde dilek tutmaktan, adak atamaktan, hasta ve özürlü çocuklarını getirip tedavilerini ummaktan uzak durmamaktadırlar. Halbuki bunlar tevhîd akidesine ters uygulamalardır.
Türbe ve yatırlardaki İslâm inancına aykırı uygulamalar, insanların İslâm dinini ana kaynaklarından öğrenmeyip, anadan babadan gördükleriyle ve çevreden duyduklarıyla yaşantılarını devam ettirmelerinden kaynaklanmaktadır. Bilhassa duâ adabı, kabir ziyaretinin nasıl olacağı gereği gibi bilinmediği için, bir çok yanlı yapılmakta, bunlar da dinin emirleri zannedilmektedir.
Şimdide Nazarla ilgili Bulgulara Bakalım:
“Nazara İnanıyor musunuz?” Sorusuna Verilen Cevapların Dağılımı:
Deneklerin %83’ü nazara inanmaktadır. Deneklerden %13’ü nazara inanmazken, %4’ü de fikri olmadığını ifade etmiştir.
Cinsiyetle Nazara İnanma Eğilimi Arasındaki İlişki:
Bu soruya cevap verenlerin;erkeklerin %81,7’si, kadınların ise %84,9’u nazara inandığını beyan etmiştir. Nazara inanmama oranı ise erkeklerde %14, kadınlarda %11,6’dır.
Namaz Kılma Durumuyla Nazara İnanma Eğilimi Arasındaki İlişki:
Günlük namazlarını kılanların %85,3’ü, bazen namaz kılanların %84,1’i, cuma ve bayrama namazlarını kılanların %84,8’i, namaz kılmayanların %72’si nazara inanmaktadır.
Günlük namazlarını kılanların %12,3’ü, bazen namaz kılanların %10,6’sı, Cuma ve bayram namazlarını kılanların %12,1’i, namaz kılmayanların ise %22’si nazara inanmadığını belirtmiştir.
Günlük namazlarını kılanlarda fikri olmadığını ifade etme oranı %2,4 iken, bu oran namaz kılmayanlarda %6’ya çıkmaktadır
Bulgulardan namaz kılanlarda nazara inanma oranının birbirine yakın olduğu anlaşılmaktadır. Ancak namaz kılmayanlarda nazar inanma oranı daha düşüktür. Namaz
kılmayanların 1/4’e yakını nazara inanmamaktadır. Bu da ibadetleri yerine getirmeyen insanların dinî konularda yeterli bilgi sahibi olmadıklarını ortaya koymaktadır.

Nazardan Korunmak İçin Alınması Gereken Tedbirle İlgili Soruya Verilen Cevapların Dağılımı:
“Size göre nazardan korunmak için alınması gereken tedbir hangisidir?” sorusuna deneklerin %67,8’i “nazar duası okumak veya okutmak”, %11,5’i “mavi boncuk veya nazarlık takmak”, %4,2’si “kurşun döktürmek” cevabı vermişlerdir. Deneklerin %2,9’u da “diğer” seçeneğini işaretlemişlerdir.
Deneklerin %,5,5’i “mavi boncuk veya nazarlık takmak ve nazar duası okumak veya okutmak”, %3,6’sı “kurşun döktürmek ve nazar duası okumak veya okutmak”, %1,9’u
“mavi bocuk veya nazarlık takmak ve kurşun döktürmek”, %2,7’si “mavi boncuk veya nazarlık takmak, kurşun döktürmek ve nazar duası okumak veya okutmak” cevabı
vermişlerdir.
“Diğer” seçeneğini işaretleyen deneklerden 2 ki_i Allah’a sığınmak, birer kişi de Âyete’l-kürsî, Nâs ve Felak sûrelerini okumak, tevekkül etmek, bilgili bir kişiye başvurmak, daha sade bir yaşantı sürmek gerektiğini ifade etmişlerdir.
Nazardan korunmak için nazar boncuğu takmak, kurşun döktürmek vb. uygulamalar nazarla ilgili hurafelerdendir. Deneklerin yaklaşık 1/3’ü nazardan korunmak için bu gibi
uygulamaları benimsemeleri nazarla ilgili batıl inançların halk arasında yaygın olduğunu göstermektedir

Deneklerin Nazardan Korunmak İçin Aldıkları Tedbir İle Dindarlık
Eğilimleri Arasındaki İlişki:
Bu soru karşısında denekler çok dindar olduğunu belirten deneklerin nazara karşı en çok aldıkları tedbir nazar duası okumak veya okutmaktır (%73,3). Bunun yanında
nazara karşı tedbir olarak %13,3 oranında nazar boncuğu takmak ve nazar duası okutmak, %6,7 oranında kurşun döktürmek ve nazar duası okutmak, %6,7 oranında
nazar boncuğu takmak ve kurşun döktürmek gerektiği cevabını vermişlerdir.
Biraz dindar olduğunu ifade eden deneklerin %60,5’i nazara karşı nazar duası okuturken, %13.3’ü mavi boncuk takmakta, %4,2 kurşun döktürmekte, %16,8 ise birkaç tedbir almaktadır.
Dindar olup olmadığı hususunda fikir beyan etmeyenlerin %70’i nazar değmesine karşı nazar duası okuturken, %30’u da mavi boncuk veya nazarlık takmaktadır
Dinî durum bakımından kendilerini farklı tanımlayan denekler arasında nazara karşı en çok başvurulan tedbir nazar duası okumak veya okutmaktır. Mavi boncuk takmak ise en çok “fikrim yok” seçeneğini işaretleyenlerde (%30), daha sonra da biraz dindar olanlar arasında yaygındır (%24,6).
Bütün bu bulgular, dindarlık eğilimi arttıkça nazardan korunmak için dinî dayanağı olmayan nazar boncuğu takmak, kurşun döktürmek gibi bir takım uygulamaların
azaldığını ortaya koymaktadır. Kendilerini çok dindar olarak ifade eden kişilerde, bu tür bâtıl hareketlerin yok denecek kadar az olduğu görülmektedir.

Gelelim Toplumumuzun En Baş Belası Muska İle ilgili Bulgulara:

Muskanın İnsanı Çeşitli Olumsuz Etkilerden Koruduğuna İnanma Eğilimi Dağılımı:
“Muska insanı çeşitli olumsuz etkilerden korur” ifadesine deneklerin %39,3’ü “doğru”, %35,5’i “yanlış”, %25,2’si de “fikrim yok” cevabı vermiştir.
Bu bulgulardan yörede, muskanın insanı çeşitli olumsuzluklardan koruduğu inancının oldukça yaygın olduğu anlaşılmaktadır (%39,3).

Öğrenim Durumu İle Muskanın Olumsuz Etkilerden Koruduğuna
İnanma Eğilimi Arasındaki İlişki :
“Muska insanı çeşitli olumsuz etkilerden korur” ifadesine deneklerden ilkokul mezunu olanların %48,9’u “doğru” cevabı verirken, ortaokul mezunu olanların %28,8’i, lise ve dengi okul mezunu olanların %33,6’sı, üniversite mezunu olanların ise %23,9’u “doğru” cevabı vermiştir.
Deneklerden ilkokul mezunlarının %35,8’i, ortaokul mezunlarının %32,7’si, lise mezunlarının %36,8’i, üniversite mezunlarının %34,8’i “Muska insanı olumsuz etkilerden korur” ifadesinin yanlış olduğunu belirtmiştir.
Fikri olmadığını ifade eden ilkokul mezunlarının oranı %15,3 iken üniversite mezunlarında bu oran yaklaşık üç kat daha fazladır (%41,3).
“Muska insanı çeşitli olumsuz etkilerden korur” ifadesinin doğru olduğunu söyleme oranı üniversite mezunlarında 1/4‘ten azken, bu oran ilkokul mezunlarında 1/2’ye yaklaşmaktadır. Bu durumda, öğrenim düzeyi düşük deneklerde muskanın koruyucu
etkisi olduğu inancının daha yaygın olduğu anlaşılmaktadır

Muskacıların, Cincilerin ve Üfürükçülerin Söylediklerine İnanma Eğilimi Dağılımı :
Deneklerin %3,6‘sı muskacıların, üfürükçülerin ve cincilerin söylediklerine inanırken, %85,8’i inanmamaktadır. %9,8 ise bu konuda fikri olmadığını belirtmiştir.
Deneklerin %39,3’ü muskanın insanı çeşitli olumsuz etkilerden koruyacağına inanırken, muskacıların, üfürükçülerin ve cincilerin söylediklerine inanalar yok denecek kadar azdır (Bkz. Tablo 27 ve Tablo 29). Bu da, bu tip insanların halkın bilgisizliğini, iyi niyetini suistimal edip maddî menfaat temin etmeye çalışmasından kaynaklanmaktadır


“Tıbbî İmkânların Yetersiz Kaldığı Durumlarda Size Göre Hastalar Nereye Başvurmalıdır?” Sorusuna Verilen Cevapların Dağılımı :
tıbbî imkânların yetersiz kaldığı durumlarda deneklerin %20,7’si hocalara, %0,5’i muskacılara, %11,6’sı türbe ve yatırlara, %12,9’u da kocakarı ilaçlarına müracaat ettiğini ifade etmiştir. Deneklerin 1/2’den fazlası ise bunların hiçbirine başvurmadığını söylemiştir.
Bu durumda tıbbî imkânların yetersiz kaldığı durumlarda en çok başvurulan kimselerin güvenilir hocalar olduğu anlaşılmaktadır. Bu da deneklerin dindar olmasından ve dinin psikolojik olarak onları rahatlatmasından kaynaklanmaktadır. Muskacılara gittiğini söyleyen ise sadece 2 kişidir.
Çaresiz durumlarda deneklerin %12,9’u kocakarı ilaçlarına başvurmaktadır. Bitkisel
ilaçların modern tıbba alternatif olarak görüldüğü günümüzde, deneklerin kocakarı
ilaçlarına müracaat etmesi yadırganmaması gereken bir tutumdur.
Ancak deneklerin %11,6’sı çaresiz durumlarda türbe ve yatırlara gitmeyi tercih etmektedir. şifa gayesiyle türbe veya yatıra gitmek ve oralardan medet ummak İslâmiyet’in yasakladığı bir husustur

Burçlarla İlgili Bulgular:
Tablo 31: Burçlarla İlgili Bilgileri Öğrenme Vasıtaları:
Deneklerin yarıdan fazlası (%52,6) burçlarla ilgilenmediğini ifade etmiştir.
Deneklerin %34,7’si burçlarla ilgili bilgileri gazete ve dergilerden, %3,2’si arkadaşlarından, %2,9’u televizyonlardan, %1,5’i gazete ve televizyonlardan, %1’i de ailesinden öğrenmektedir.
Deneklerin %2,2’si ise burçlarla ilgili bilgileri farklı yollardan öğrendiğini ifade
etmiştir. 3 kişi kitaplardan, 2 kişi bilimsel kitaplardan, birer kişi de Kur’ân ve
Sünnet’ten, Kenzu’l-havâs ve Ma‘rifetnâme’den, radyodan, internetten öğrendiğini
belirtmiştir.
Bulgulardan deneklerin 1/2’den fazlasının (%52,6) burçlara ilgi duymadığı
anlaşılmaktadır. Burçlarla ilgilenenler de bu bilgileri genellikle dergilerden ve günlük
gazetelerden öğrenmektedir. Bu da inanç, tutum ve davranışlar üzerinde kitle iletişim
araçlarının (gazete, dergi, radyo, televizyon, internet) etkili olduğunu göstermektedir

Yaş İle Burçlarla İlgilenme Durumu Arasındaki İlişki:
26 yaşından küçük deneklerin %64,1’i, 26 ile 35 yaş arası olan deneklerin %55,3’ü, 36 ile 45 yaş arası olan deneklerin %43’ü, 46 ile 55 yaş arası olan deneklerin %27’si, 56 yaşında ve daha ya_lı olan deneklerin %6,6’sı burçlarla ilgilenmektedir.
Bu bulgulardan gençlerin burçlara olan alakasının yaşlılardan çok fazla olduğu anlaşılmaktadır. Gençlerin 2/3’ü burçlara ilgi duymaktadır. Yaş ilerledikçe burçlara ilgi
azalmaktadır.

Yaygın Hurafelerin Aktarımı İle İlgili Bulgular :
Deneklerin %61,6’sı falla, medyumlarla, astroloji ile, uğur ve uğursuzlukla ilgilenmediklerini belirtmiştir.
Deneklerin %18,3’ü yaygın hurafelerle ilgili bilgileri gazete ve dergilerden öğrenirken,
%11,6’sı televizyonlardan, %2,7’si arkadaşlarından öğrenmektedir.
Deneklerin %2,9’u ise falla, medyumlarla, uğur ve uğursuzlukla ilgili bilgileri farklı yollardan öğrendiklerini ifade etmişledir. 3 kişi dinî kitaplardan, 2 kişi büyüklerinden,
birer kişi de kendi yorumundan, kitaplardan, internetten, çevresinden, gelininden
öğrendiğini belirtmiştir.
Bulgulardan, yaygın hurafelerin aktarım vasıtalarının başında kitle iletişim araçlarının
geldiği anlaşılmaktadır. Özellikle günlük gazeteler ve haftalık dergiler hurafelerin
yayılmasında etkili olmaktadır.

Evet bu böyle devam ediyor. Şu bir gerçek ki toplumumuzda ibadetleri bilinçli yapmadıkları gibi yeteri alt yapı bilgi kaynağına da sahip olmadıkları bu nedenle hurafelerin yaygın olduğu bilinen bir gerçektir.


Şu Hurafelere bir bakar mısınız İnsan okudukça duydukça aklı tutuluyor:
- Göz seğirmesine inanırım.
- Sağ gözümün seğirmesinden sonra iyi bir şey, sol gözümün seğirmesinden sonra
kötü bir şey olacağına inanırım.
-Sağ elimin kaşındığında para geleceğine, sol elimin kaşındığında para çıkacağına inanırım.
-Sağ ayağımın kaşınması yola çıkacağıma, sol ayağımın kaşınması ise misafirin geleceğine delalet eder.
- Sağ el ayam kaşındığında para geleceğine, sol kaşındığında paramın biteceğine; sağ ayağımın tabanı kaşındığında misafirin geleceğine, sol kaşındığında misafirliğe gideceğime inanırım.
- Evden sol ayakla çıkarsam işlerimin kötü gideceğine inanırım.
- Başka birinin elinden bıçak ve sabun almam. Eğer alırsam o kişiyle kavga edeceğimi düşünürüm.
- “Of” sözünün ve kötü düşüncelerin kötülük getireceğine inanırım.
- Kötü anlarda “şeytan kulağına kurşun” derim.
- Cinci ve üfürükçülere inanırım.
- Fal baktırırım, burçlara inanırım.
- Dinî kitaplardan bakılan yıldıznameye inanırım.
- Cin çarpmasına inanırım.
- Nazar değmesine inanırım.
- Doğum yapan kadının yanına Kur’ân, yatağının altına süpürge ve çivi konur.
- Doğum yapanın yanına sıcak ekmek girmez.
- Lohusa kadın dışarı çıkamaz.
- Lohusa kadının kırk gün beline (uçkuruna) anahtar bağlanır.
- Yeni doğan çocuğun ilk idrarı kapı eşiğine konur. Bu durum onu nazardan korur.
- Ölünün ayakkabıları ters çevrilir.
- Telkin çanağı verilmezse ölü cehennem azabı görür.
- Paslı çivi bulmak, uğursuzluk getirir.
- Merdiven altından geçmek,
- Tuzun dökülmesi,
- Terliğin ters dönmesi,
- Süpürgenin çiğnenmesi,
- Kara kedi görmek,
- Evde örümcek görmek,
- Bacadan dumanın eğri çıkması,
- İki bayram arası nikah,
- Gece dikiş dikmek, tırnak kesmek, aynaya bakmak,
- Gece sakız çiğnemek, temizlik yapmak,
- Elden ele bıçak, sabun vermek,
- Bardak, tabak kırılması,
- Cuma çamaşır yıkanması, Salı günü işe başlanması,
- Akşamdan eve acı, turşu sokmak,
- Sırtta iken düğme, sökük dikilmesi,
- Gece vakti horozun ötmesi,
- Ezan okunurken köpeğin uluması,

Var da var.. Sonu yok ki  Oldum olası Bid’at ve hurafeler, beni hep rahatsız etmiştir. İnsanımız, İslâm’ı öğrenme ve yaşama arzusundan çok ısrarla bid’at icat ediyor. Var olan bid’atlardan, hurafelerden de vazgeçemiyor. Bid’at ve hurafeler sanki ibadetmiş gibi yaşatılıyor, başkalarına da aşılanıyor.

Bakın akıl almaz, mantık kabul etmez, Kur’an ve sünnette yeri olmayan inanç ve davranışlar için Cenab-ı Allah bize şöyle emrediyor:
-“ Şüphesiz ki, bu dosdoğru yoldur. Buna uyun başka yollara sapmayın. Zira (İslâm’ın ve Kur’an’ın yolundan) başka yollar sizi Allah’ın yolundan alıkor.”- En’am:153
İslâm’da bid’ata asla yer yoktur. İslâm’ın özü ile asla bağdaşmayan yollar için İmam-ı Rabbani, Mektubat’ında şöyle der: “ Bid’atlar faydalı görünseler de, hepsinden kaçınmak lazımdır. Hiçbir bid’atta fayda yoktur.” (2/19) diyor.
Yalnız şunu ayırt etmek gerekir ki, her yeniliğe ve gelişmelere bid’at denmez. Dinin, inanç ve ibadetin dışındaki gelişmeler, yenilikler bid’at değildir. Bid’at deyip medeniyetin gelişmelerine karşı çıkılmaz. Öyle olsaydı bugünkü İslâm Medeniyeti olmazdı ve diğer medeniyetlere ışık tutmazdı.
Bid’at nasıl tanınır? Herkes bid’ati tanıyamaz. Sahte parayı herkesin tanıyamadığı gibi bid’atıda herkes bilip tanıyamaz. Ancak itikadı düzgün, ölçüsü Kur’an ve sünnet olanlar bilebilir.

Bid’at ikiye ayrılır:
a) Kur’an’a ve sünnete uymayan bid’ata, Bid’ati Seyyie (Kötü, zararlı, hayırlı ve faydalı olmayan, dinimizin yasakladığı sonradan ortaya çıkan işler, davranışlar ve inançlardır) denir.
b) Salih amel kabul edilen bid’at-i Hasene. Meselâ;
- Namazlardan sonra topluca tesbih duası yapmak,
- Mevlid Kandili kutlamak,
- Camilerin güzel yapılması, süslenmesi,
- Ezanı uzaktaki Müslümanlar duysun diye minare yapmak, ezanı orada hoparlör ile okumak,
- Teravih namazını cemaatle kılmak gibi. Bu Hz. Ömer zamanında olmuştur. Biri Ona: “ Bu bid’at değil mi? Deyine Hz. Ömer (ra): “bu bid’at ise ne güzel bid’attir.” cevabını vermiştir.

BİD’ATIN İCADI VE YAYILIŞI
Başta ilkel dinlerden gelen bazı inanç ve davranışlar bid’atın kaynağını teşkil eder. Günümüzdeki ilaveler ve tekrarlarda bid’atın devamını sağlar.
Yapılan araştırmalara göre Müslüman olanların eski dinlerinden ve alışkanlıklarından mutlaka bir şeyler getirdikleri görülmüştür.
Bid’atların ortaya çıkışında iyi ve faydalı oldukları için ortaya çıkmamışlardır. Birkaç sebebi şöyle sıralayabiliriz:
En önde bilgisizlik yer alıyor. İslâm, kaynağından öğrenilmiyor. İtikadı düzgün insanlar ve eserlerinden değil, ondan bundan öğreniliyor.
Toplumdan ve çevresinden itibar görmek, insanları kendilerine bağlamak isteyenlerin sözleri ve davranışları dinin dışında gelişip yayılıyor.
Bazı inancından şüphe edilmeyen kimseler bile dinin bazı emirlerini yapan çok olsun, daha çok sevap kazanılsın anlayışı ile bid’atlar icat edilip yaşatılıyor. Bid’atta sevap yoktur, bu bilinmiyor.
Mikrop taşıyan sinekler gibi bid’atlara sahip çıkıp, dini görevmiş gibi yayanlar, yaşatanlar her zaman eksik olmuyor.
Bakıyorsun gurupçuluk, tarikat dinin önüne geçirilmiş. Din ne diyor; Allah peygamber ne buyuruyor denmiyor, falan hoca falan şeyh ne demiş ona bakılıyor. Onun sözleri tekrarlanıp duruyor. O zaman lokomotif din olmuyor, tarikat oluyor.
Namaz bile değiştirilmeye kalkışılıyor. Farzlar yeter, sünnete gerek yok. Kaza borcu olan sünnet kılmaz. Bir niyetle birkaç namaz kılınır. Sizin namazınız kılındı. Sabah namazına kalkmasan da olur, biz kalkıyoruz. Allah’ın namazına ihtiyacı mı var? gibi şeyler. Namaz bir örnekti.
Bir örnek daha vereyim. Allah’a yaklaşmanın, cennete girmenin şartı bile değişti. “Bizimle olursan tamam” deniliyor.
Dindeki bu sapıtma, birçok insanın da sapıtmasına sebep oluyor. Peygamber (as)ın şöyle bir uyarısı var: “ Dinde ifrattan kaçının sizden öncekiler dinde aşırı gitmekten dolayı helâk oldular.” –Ramuz el- Ehadis:176/6
Gördüğüm kadarıyla bid’atların çoğunu ortaya çıkışı ve ısrarla yaşatılmasının sebebi, ya inanç zayıflığından ya da inançsızlıktan kaynaklanıyor.
Bazı yörelerde ve kesimlerde adet ve bid’at ibadetin önünde gidiyor. Din ne diyor yok, el-âlem ne der? var.
Fıkıh, akaid bilgisi yok, meseleler akla göre yorumlanıyor. Dîni hayatta sadece tasavvuf var. Hz.leri şöyle dedi, böyle dedi, şöyle buyurdu. Allah ne buyurdu, peygamber ne buyurdunun önünde.
Niye tercüme, tefsir, hadis okumuyorsun? denilince “Efendi Hz.leri yeteri kadar, bize lazım olanını eserine almıştır.” Cevabını alıyorsunuz.
Ayetlerin nüzul sebepleri bilinmezse, ayetler yanlış yorumlanırsa, Hz. Peygamberin hadislerine, sünnetine itibar edilmezse, Kur’an’dan ve sünnetten uzaklaşıldığı ölçüde bid’at ve hurafelere yaklaşılacaktır.
Bid’at icat ederek veya yaşatılan bid’atı gelecek nesillere aktarmak veballi bir iştir. İyi çığır açmanın sevabı devamlı olduğu gibi kötü çığır açmanın da vebali (günahı) devamlıdır. Bunu Peygamber (as) şöyle bildirmiştir:
İyi bir çığır açana açtığı çığrın sevabı verileceği gibi o yolda gidenlerin sevabı da verilir. Kötü çığır açana çığrın günahı yükleneceği gibi kendisinden sonra o yolda gidenlerin günahı da yüklenir; bununla beraber onların günahı eksilmez. (Riyaz üs-Salihın:170 )
“Kim zulüm ile öldürürse, onun kanından bir hisse, Adem’in ilk oğluna ayrılır; çünkü o, adam öldürme çığrını açmıştır. (Age. 171)
Dinin özüne ters düşen bid’atlar için Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “Bir kimse dinimizden olmayan bir şeyi ihdas ederse, o şey merduttur.” (Riyaz üs-Salihın:168)
“Sözlerin en hayırlısı Allah’ın kitabıdır. En hayırlı hidâyet, Muhammed’in hidâyetidir. Dinle olmayan işlerin en fenaları sonradan uydurulan şeylerdir; her bid’at dalâlettir.” (Riyaz üs-Salihın:169)
Bid’at konusunda dinin hükmü ağırdır. İmam-ı Şafi: “Bid’at icat eden, Kur’an’a, sünnete ve icmaya muhalif hareket etmiş olur.” der.
Bid’at icat edene Peygamber (as) ın bedduası vardır. “Bid’at icat edene Allah lanet etsin.” demiştir. (Riyaz üs-Salihın:855)
Ayrıca bid’at işleyenin amelinin kabul olmayacağını beyanla:” Bid’at işleyenin bid’atı bırakıncaya kadar ameli kabul olmaz.” buyurur. –Ramuz el-Ehadis:6/5
-“Bid’at icat eden, ölmeden evvel onun gazabına uğrar.” –Age:397/4
-“Bid’at icat eden, sünnetten o kadar kaybeder.” –Age 3
Bir gün bir ashabına şöyle anlatır:” Kıyamet günü birçok kişiyi şefaat edip kurtaracağım. Zebaniler ümmetimden bazılarını alıp alıp götürecekler. Ben Ya Rabbi! Onlar benim ümmetimden” diyeceğim. Bana Rabbim diyecek ki, ”Senden sonra onların neler neler ihdas edip uydurduklarını sen bilmiyorsun.” –İbrahim Canan, Hadis Ans:17/398
Bid’atın yayılma özelliği var. Dinini tam olarak bilmeyenler, herhangi bir durumda denize düşenin yılana sarıldığı gibi bid’at ve hurafelere sarılıyor.
Yanlış şeylerin ne yazık ki, doğru olandan daha çok yayılma ve yerleşme özelliği oluyor. Bid’at ve hurafeler bulaşıcı hastalık gibi yayılır, ayrık otu gibi de yerleşir. Küflü çiviler gibi kolay kolay sökülüp atılamazlar.
Birde yanlış çevre ve Kur’an’dan, sünnetten uzak insanların yanında insan daha çabuk hurafelere bulaşıyor. Atalarımız:” Rehberi karga olanın burnu pislikten kurtulmaz.” demiş. Birde: “ Çürük baklanın kör alıcısı olur.” demişlerdir. Ne diyor Allah Rasûlü: Kur’an ve sünnetimi terk ederseniz sapıttınız gittiniz demektir.” diyor. – Müslim, Mesacid:257
Bid’atların yayılış nedenlerinden biri de yanlış anlama ve yanlış yorumlamadır. Bir örnek vermek isterim: Eşeği ile bir yerden bir yere yolculuk yapanın eşeği kaybolur. Namaz vakti gelmiştir. Su eşekte olduğu için teyemmüm abdesti alıp namaza duracağı sırada eşek anırır. Adam, suda eşekle beraber bulunduğu için “Eşek anırdı, abdest bozuldu.” der. Bunu duyan adam etrafına “Eşek anırınca abdest bozulur, falanca kişiden duydum.” diye yayar.
Bir örnekte şöyle: Üç aylar girince halkı aydınlatmak isteyen hoca efendi bir köye gelir, orada vaaz verir, abdesti anlatırken: ” Abdestten sonra üç yudum su içmek sünnettir.” der. hoca efendi üç ayların sonunda o köye tekrar uğrar. Sohbet ederken: “ Nasıl Ramazan geçirdiniz, pek de sıcaktı.” der. Cemaatten biri: ”Allah senden razı olsun hocam. Bol bol abdest aldık, rahat bir ramazan geçirdik.” cevabını verir.

Şimdi neden bid’at ve hurafelere düşülüyor kısaca özetleyelim:
- Din bilinmiyor ve doğru kaynaklardan öğrenilmiyor.
- Kısa yoldan cennete girme arzusu ile yollar aranıyor.
- Dikkat çekme arzusu ile bir şeyler ortaya atılıyor.
- İslâm’ı kolay ve ucuz yaşama düşüncesi her şeyi menfaate uyduruyor.
- Bir de İslâm’a zarar vermek isteyenler her devirde boş durmamıştır.

BİD’ATI TERK VE BİD’ATLA MÜCADELE
İyi olmayan bir ortam, kötü meşguliyet, olumsuz düşünce, yaramaz arkadaş, zayıf inanç ve eksik bilgi bid’ata düşmeyi kolaylaştırır.
Allah Rasûlü (sav): “ Müminlerden başkası ile düşüp kalkma, yemeğini de dürüst insanlar yesin.” diyor. –R.Salihın:365
- “Müslüman olmayanlarla beraber yaşamayın! Onlarla oturup kalmayın! Onlarla olan onlara benzer.” (Tirmizi, Siyer:1605)
- “Kendilerine zulmeden insanların eğleştiği yerlerde eğleşmeyin. Onlara dokunan azap size de dokunmasın.” (Buhari, Enbiya:7) diye uyarıyor.
Cenab-ı Allah’ta şöyle emrediyor:
- “Mü’minleri bırakıpta kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref mi) arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet ve şeref Allah’ın yanındadır.” (Nisa:139)
- “ Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Bunu yaparak Allah’a aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?” (Nisa:144)

Bid’atların yayıldığı bir anı Peygamber (as) şöyle ifade ediyor:
“Bid’atlar yayıldığı ve ümmetin sonra gelenleri öncekilere lanet ettiği zaman, ilim sahibi olanlar susmasın onu yazsın. Böyle zamanda ilmini gizleyen kimse, Allah’ın Muhammed’e indirdiğini gizleyen kimse gibidir.” –Ramuz el-Ehadis:54/8
Demek ki bid’at, kendi haline bırakılmayacaktır, ilmi olan onunla mücadele edecektir.

Bir hadiste de bid’atçı lanetleniyor:
-“ Bir gurup gelir, sünnetimi karalarlar. Dinin temizliğini bozacak şeyler söylerler. Allah’ın, meleklerin ve lanet edicilerin laneti onların üzerine olsun.” –Ramuz el Ehadis:507/5
Bid’at zararlıdır. Onun zararı sadece bid’at ehline olmaz, herkese zarar verir.
- Bid’at dinden imandan soğumaya neden olur.
- Bid’at, inanç birliğini bozar, Kur’an’dan, sünnetten uzaklaştırır.
- Bid’at ehlinin tevbesi, duası ve ibadeti kabul olmaz.

Bid’at ehli, bid’atın bir faydasını göremez. Bir kötü tarafı da bid’atın yayılmasına neden olur. Bid’at işleyenlerin günahına da ortak olur.
Bid’at daha çok inanı zayıf, dini doğru kaynaklardan öğrenmeyenler arasında yayılır. Atalarımız: “ Çürük baklanın kör alıcısı olur.” demişlerdir.
İnancı, itikadı düzgün her Müslüman bid’at ve bid’at ehli ile mücadele etmelidir.
Bid’atın çokluğu, bid’at işleyenlerin fazlalığı, bid’atı falancanın yapmakta olması, bid’atı meşrulaştırmaz.
Peygamber Efendimiz (sav) bize şöyle emrediyor:

- Bid’atten sakınınız. zira her bid’at sapıklıktır. Her sapıkta ateştedir.” –Ramuz el-Ehadis:177/4
- Bid’at sahibini ağırlayan, İslam’ın yıkılışına yardım etmiş olur.” –Age:446/7
- Kişinin iyi Müslüman olduğunun alâmeti, onun kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesidir.”-Tirmizi Zühd:14

- Bid’atten sakınınız. zira her bid’at sapıklıktır. Her sapıkta ateştedir.” –Ramuz el-Ehadis:177/4
- Bid’at sahibini ağırlayan, İslam’ın yıkılışına yardım etmiş olur.” –Age:446/7
- Kişinin iyi Müslüman olduğunun alâmeti, onun kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesidir.”-Tirmizi Zühd:14
Bid’atı tanımak, ona karşı çıkmak, başkalarını ondan alıkoymak zor bir iştir. Ancak Müslüman, İslâm’ın ruhuna uygun olmayan şeylerle mücadele etmek zorundadır.
Müslüman, önce bid’ata karşı uyanık olacak bid’atçıyı dinlemeyecek, bid’attan, bid’atçı dan uzak duracak ve İslâmî olmadığını anlatacaktır.
Müslümanın ölçüsü, Kur’an ve sünnettir. Cenab-ı Allah: “Peygamber size ne getirdiyse onu alın.” diye emrediyor. (-Haşr:7) Müslüman Kur’an’a ve sünnete sarılırsa, bid’ata düşmeyecektir.

Allah Rasûlü Veda Hutbesi’nde bütün Müslümanlara şöyle hitap etmiştir:
-“Size iki şey bırakıyorum. Onlara uyarsanız asla yolunuzu sapıtmazsınız. Onlar: Allah’ın Kur’an’ı ve benim sünnetimdir.”
Ölçüsü Kur’an ve sünnet olmayanlara yanlış ve batıl şeyler güzel görünüyor, nefislerine daha hoş geliyor. Yaptıkları işin yanlış olduğunu bilmiyorlar.
Yanlışlıklarına başta doğru bilgi ile karşı çıkılmazsa, sonra baş edilemez. Bid’at ve hurafeler herkesin canına okuyor. Madden, manen zarar veriyor.
Cenab-ı Allah olumsuzluklardan etkilenmememiz için: “ doğrularla beraber olun.” (Tevbe:119) diye emrediyor.
Bid’at işlenilen yerde durmamak, bid’at işleyenleri terk etmek, bid’at ne kadar güzel ve faydalı görünürse görünsün, terk etmek en güzel yoldur. Dinimiz de bunu emreder.

Bugünde yanlış bilgi, yanlış kaynak ve kötü örnekler halkın yakasını bırakmamaktadır.

Hurafelerin yaşama ve yayılma imkanını bulmasının nedenleri vardır. Bunlardan bazıları:
- Bilmemezlik
- İnanç zayıflığı, dini kolay ve ucuz yaşama isteği
- İnsanımızın zaaflarından yararlanılması
- Menfaat
- Sevap kazanma arzusu
- Çare arama
- Misyoner oyunları gibi nedenler hurafelerin yaşamasına neden olmaktadır.

Hurafelerin çıkış kaynağı tamamen Menfaattir. El alma, kol alma ne ararsanız hepsi parasal menfaat uğruna yapılmaktadır.

Bazı çevrelerde hurafeler öyle itibar görüyor ki, karşı çıkanlar suçlanıyor. Çünkü hurafenin yayılma özelliği vardır. Mikrop gibi bulaşır, bulaşıcı hastalık gibi yayılır.
Diyorum ki, etrafınıza konu komşuya: “Ben gece şurada ışık gördüm nur indi, burada yatır var.” deyin, mum yakın ertesi gün orada mumların sayısının arttığını görürsünüz. Bir ağaca çaput bağlayın, ertesi gün bakın çaputlar çoğalmıştır. Adamın biri “Ben şeyhim “ desin. En kısa zamanda etrafında adamlar görecektir.  
Evet aynen böyle bir gün bir sevdiğim büyükle bir sohbet esnasında çok ilginç bir anısını anlatmıştı.
“O kadar sıkışmıştık ki ihtiyacımızı giderecek bir yer arıyorduk. Bir kulübe gördük arkadaşımla birlikte oraya duvar kenarına ihtiyacımızı giderirken ortada gözükmeyen galiba tarla sahibi koşarak bağırarak geliyordu. Yanımıza yanaşınca ne yapıyorsunuz burada diye çıkıştı. Bende o an aklıma muziplik geldi “Burada bir evliya zat varmış dua ediyoruz” dedik kendisine. Neyse oradan uzaklaştık. Yıllar sonra oradan geçerken gördük ki kocaman türbe olmuş gelen giden çaputlar bağlamış. Sorduk “burası ney” diye !. Dediler ki Burada büyük evliya var gelen dua ediyor kaç kişinin çocuğu oldu….. falan falan. Arkadaşıma telefon açtım dedim ki “ Bak bizim ihtiyacımız nelere kadirmiş milletin çifter çifter çocuğu oluyormuş dedim gülüştük.
İşte maalesef böyle…

Toplumda bazıları insanları yanlış şeylerle uğraştırıyor. Kendisine bağlananlarında helâk olmasına neden oluyor. Övülmek, saygı görmek onları kör ve sağır yapıyor.
Peygamber (sav) buyuruyor ki: “Kötü çığır açanlar, kıyamete kadar ona uyanların günahı kadar günah alırlar.” Riyazü’s-Salihın:170
- Ümmetimin sonunda size, ne ecdadımızın ne de sizin duymadığınız haberleri nakleden kişiler olacak, onlardan sakının, onlardan uzak durun” buyurarak bizi uyarmıştır. (Müslim 1. Cilt, sayfa 9)
Cenab-ı Allah Kur’an’da: “ Dinleri fırka fırka ayırarak parçalayanlar var ya!.. Senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. (En’am:159) buyurarak dinde yalan uyduranların acıklı halini haber vermiştir.
Unutmayalım günümüzde tehlikeler ve tuzaklar çok. En önemli mesele de itikad düzgünlüğüdür.
Tehlikenin büyüklüğü de şeytan insanları aldatmak ve sapıtmak için Cenab-ı Allah’ın huzurunda yemin etmiştir.
Bir önemli hususta taklit ve özentiden korunmaktır. Sahabeden Ebu Said el Hudri şöyle nakleder:
-Allah Rasûlü buyurdu ki: “ Sizden öncekilerin izlerini şüphesiz karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar, sizde arkalarından gireceksiniz.
Dedik ki: ” Onlar Yahudi ya da Hristiyanlar mı?
Bize: “ Ya kimler olacak?” buyurdu.

HURAFELERİN ZARARLARI VE MÜCADELE
Hurafe, dinde olmayan birtakım batıl yanlışlardır. Onun için hurafelerden kaçınılmalıdır. Eğer kaçınılmayacak olursa, hurafelerin vereceği zararlardan kurtulamayız.
Hurafe dinde günah ve haram kılınmıştır. Hurafe ile meşgul olan günahla, haramla iştikal etmiş olur.
Atalarımız: “Rehberi karga olanın burnu pislikten kurtulmaz.” demişlerdir. Hurafeler insanı günaha sokar. İnsanın inancına zarar verir. Ameline zarar verir. Malına da zarar verir.
Hurafeler boş meşguliyetlerdir. Çirkin iştir. İnsanın mesleğine, itibarına gölge düşürür.
Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Allah: “ Haktan ayrıldıktan sonra, sapıklıktan başka ne kalır?” buyurur. –Yunus:32
Hurafelerden kaçınmayan birçok insan, istismarcıların eline düşüyor. Büyük zararlar görüyor, aldatılıyor, telafisi mümkün olmayan maddi ve manevi zararlar görüyor.
Bid’at ve hurafelerin etkileme gücü çok fazladır. İnsanı köleleştirir.
Hurafelerle mücadele zordur. Paslı çivilerin sökülüp atılmasından daha zordur. Peygamberimiz (sav) batıl inançlarla hayatı boyunca mücadele etmiştir. Günümüzde de Diyanet İşleri ve ilim sahipleri bu mücadeleyi devam ettirmelerine rağmen halkın direndiği hurafelerden kolay vazgeçemediği görülmektedir.
Bid’at ve hurafelerle mücadelede etkili olabilmek için:
-İslâm dini doğru şekilde öğretilmelidir. Çünkü bilmemezlik, eksik bilgi batılı, hurafeyi davet ediyor.
-Toplumda istismarcıların, yalancı ve soyguncuların önüne geçilmelidir.
-Bid’at ve hurafeler iyi tespit edilip halk bilgilendirilmelidir. Yazılı ve görsel basından en güzel şekilde istifade edilmelidir. En yetkili ağızlar bu konuya eğilmelidir. Müftülükler bu konuda çalışmalar yapmalıdır. Okullarda din dersi kitaplarında batıl inançlara ağırlık verilmelidir. Halkın aydınlanması için ücretsiz kitap ve broşürler dağıtılmalıdır.
-Hurafe ve batıl inançların zararları devamlı halka anlatılmalıdır. İslâm’da bunlara yer olmadığı vurgulanmalıdır.
-Bid’at ve hurafelerin insanın inancına ve yaptığı ibadetlere, iyi işlere büyük ölçüde zararı ortaya konmalıdır.

MİSYONERLERİN BATILA KATKILARI
Misyonerlerin isteği Anadolu topraklarıdır. Ona sahip olabilmek için hedef Müslüman Türk’tür ve Müslüman Türk’ü ayakta tutan İslâm Dinidir.
Misyonerler bu uğurda her türlü malzemeyi kullanmaktadırlar. İslâm’a zarar veremedikleri, Kur’an’a ve sünnete dokunamadıkları için Müslümanlar arasına bid!at ve hurafeler sokma yoluna gittiler. “Bak İslâm bozuldu.” diyebilmek için neler yapmadılar, neler uydurmadılar ki…
“Misyonerlerin başarılı sonuçlar alabilmek için uyguladıkları metodlardan bazıları da şunlardır:
-Önce yerli kültürü yok ederler.
-Milleti oluşturan maddî ve mânevi değerleri soysuzlaştırırlar.
Bilhassa İslâm Ülkelerinde önce mevcut kültürü eritici, sonra ona yeniden şekil verici yol izlerler.
-Genç neslin dinden uzak yetiştirilmesini sağlamaya çalışırlar.
-Buhran içinde olanlara kurtarıcı olarak Hristiyanlığı takdim ederler.
-Daima dünya sulhu için çalıştıklarını söylerler.
-İslâm’ın namaz, oruç gibi ibadetlerinin zor, Hristiyanlığın kiliseye gitmekle tamam olacağını telkin ederler. “ (O.Cilacı Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri 15-16)

Geo G. Haris “ Müslümanlar Nasıl Hristiyan Yapılır?” adlı kitabında şunları söyler:
“Müslümanları Hristiyan yapmak çok zordur. Çünkü Müslümanlar inançlarına ve ananelerine bağlıdır. Onları Hristiyan yapmak için şu hususlara dikkat edilmelidir:
1. Onları asla zorlamayınız. Kalplerine küçük bir şüphenin gelmesi bizim için yeter.
2. Genellikle fakir olan halka para ve hediyeler vererek Hristiyanlığa davet edilmelidir.
3. Müslümanların çoğu dinlerinden habersizdir. Hissettirmeden İslâm’a hurafeler sokun ve reformu gündeme getirin. İşinizi kolaylaştırın.
4. Onlara daima hepimiz Allah’a inanıyoruz, aranızda fark yok ancak Hristiyanlık bizi geliştirdi. Hak din Hristiyanlıktır.” deyiniz.

Azerbaycan’da faaliyet gösteren misyonerlere verilen talimat şöyledir:
1. Ülkenin Müslüman nüfusunu Hristiyanlaştırınız.
2. İslâm dini için tartışmaları sürdürünüz. İslâm’ı tenkit eden tezlerin halka ulaşmasını sağlayınız. (Altın Oluk Dergisi Sayı:129)

Yıllarca misyonerlik yapan Hempher, misyoner arkadaşlarına yapılacak tahibat hakkında şu nasihatlerde bulunmuştur:
1. Müslümanlar arasında ırkçılık ve milliyetçiliği körükleyin, dikkatleri İslâm dışı şeylere çekin.
2. Aralarında şu dört şeyi yayınız: İçki, kumar, zina ve domuz eti.
3. Cihadın geçici bir emir olduğunu anlatın.
4. Kafirlerin necis olmadığını anlatın.
5. Dinlerin bir olduğunu yayın
6. Muhammed’in kilise yakmadığını saygı gösterdiğini, kilise yapmanın günah olmadığını söyleyin.
7. Müslümanları hadislerle ilgili şüpheye düşürün.
8. “Allah’ın insanların ibadetine ihtiyacı yoktur.” diyerek ibadetten alıkoyunuz.
9. Müslüman âlimlerin fakir kalmalarını temin ediniz.
10. Müslümanların inançlarına bid’atlar sokarak, İslam’ı gerici ve terör dini olmakla itham ediniz.
11. Çocukları babalardan uzaklaştırarak, onların vereceği dîni terbiyeden mahrum ediniz.
12. Müslüman kadını tahrik ederek, açılmasını temin ediniz. “Örtü, dinin emri değil, âdettir.” deyiniz.
13. İmamları kötüleyerek, cemaatle namaz kılmayı önleyiniz.
14. Türbelere karşı “bid’at” deyiniz yıkılmasını sağlayınız.
15. Seyyidlerin, peygamber soyundan geldikleri konusunda tereddüte düşürünüz.
16. Şiilerler sünnîlerin arasını açınız.
17. Emr-i bil-ma’rüf ve nehyi anil münkerin farz olmadığını anlatınız.
18. Müslüman nüfusu azaltmak için doğumları azaltınız.
19. İslâm’ın yayılışını, öğretilmesini engelleyiniz.
20. Hayır kurumlarının sınırlarını daraltarak, devlete ait bir hale getiriniz. Öyle ki, hayır kurumları çalışamaz hale gelsin.
21. Kur’an hakkında şüpheye düşürecek tercümeler hazırlatıp: “ Bakın Kur’an’lar birbirini tutmuyor.” deyiniz. (Mehmet Can, Türkiye)

Misyonerlerin gayesi, yıkımdır, tahribattır. Çalışmalarının hiçbir zaman dîni propaganda olduğunu sezdirmezler. Hep yardım eder görünürler. Hristiyanlıkla İslâm’ı asla kıyaslamazlar. Açıkça İslâm’ı yerip Hristiyanlığı övmezler. İslâm’ı çarpıtırlar, İslâm’la ilgili şüpheler uyandırmaya çalışırlar. Millî ahlakı, millî kültürü yıkmak için ne lazımsa yaparlar. Bunu yaparken gizlilik prensibine uyarlar.
Şunu açıkça ifade edelim ki, misyoner faaliyetlerinden, gelen kitaplardan, gönderilen mektuplardan tedirgin olmaya hiç gerek yok. Vaade olsa, tehditte olsa aldırış etmemeliyiz. İnancımız, itikadımız sarsılmamalı, kafamız karışmamalı. Bu güne kadar zincir defalarca kırıldı, mektuplar çoğaltılıp gönderilmedi, broşürler yırtılıp atıldı, kimseye bir şeyler olmadı. Ne ölen oldu, ne hastalanan, ne de maddî mânevi kayba uğrayan oldu. Korkmayalım, bize de bir şey olmaz. Bu konuda etrafımızı da bilgilendirmemiz lâzım.
Misyonerle İslâmsız bir Türkiye oluşturmak istiyor. Hristiyan alemi hiçbir zaman iyi niyetli olmamıştır. Bunlardan hayır beklemek bilgisizlik olur. Bu konuda İngiliz Lordu Hadli şöyle der:
“ Eğer bugün Hristiyan misyonerlerin elindeki kaynaklar, Müslümanların elinde olsaydı, bütün dünya Müslümanlığın kucağına atılır, Müslümanların mantıklı esaslarını anlar, insanlar arasındaki dini uyuşmazlıklar ortadan kalkar, insanlık huzura kavuşurdu.”

Misyonerler atasözü gibi yıkıcı, bölücü ve uyuşturucu sözler uydurmuşlardır. Bunlardan bazılarını hatırlayalım:
-Ele geleni ye, dile geleni söyle.
-Yalansız iş mi var.
-Yandım diyene yan, öldüm diyene öl, de.
-Hak değirmen damındadır.
-Onunla cehenneme bile giderim.
-Kırk gün günahkâr, bir gün tövbekâr ol.
-Fala inanma, falsız kalma.
-Ahrete gidip gelen mi var?
-Görmedim, duymadım, bilmiyorum.
-Benim kalbim temiz.
-Bana ne, neme lazım.
-El öpmekle dudak aşınmaz.
-Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.
-Körün yanında sende kör ol.
-Üzümü ye, bağını sorma.
-Zengine dokun geç, fakirden sakın geç.
-İyilik yaptığının şerrinden korun.
-Gemisini kurtaran kaptan.
-Akara kokara bakma, cebine girene bak.
-Gelene ağam, gidene paşam de.
-Baş eğmekle baş ağrımaz.
-Erliğin onda dokuzu, kaçmaktır.
-Bal tutan parmağını yalar.
-Devletin malı deniz, yemeyen keriz.
-Hastaya bakmaktansa, hasta olmak iyidir.
-Her koyun kendi bacağından asılır.
-Haram helal ver Allah’ım, kulun durmaz yer Allah’ım.
-Zaman bunu gerektiriyor, şartlar bunu zorluyor.
-Acıma, acınacak hale gelirsin.
-Güzele bakmak sevaptır.
-Merhametten maraz doğar.
-Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.
-Adamakla mal tükenmez, ödemekle tükenir.
-Dünyaya bir kere gelinir, hızlı yaşa genç öl.
-Yağmur yağarken testini doldur.
-Bedava sirke baldan tatlıdır.
-Köprüden geçinceye kadar ayıya dayı de.
-Çağ sana uymazsa sen çağa uy.
-Sağır ol, kör ol, dilsiz ol, rahat ol.
-Kırk gün günahkâr, bir gün tövbekâr ol.
-Para her kapıyı açar.
-Verince kırkı, gider korku.
-Bit yiğitte bulunur.
-Nerede aş oraya yanaş, nerede aç oradan kaç.

İnsanın ahlakını, mayasını bozan, inancımıza asla uymayan bu sözlerden sonra birde yaptıkları telkinlere bakalım:
-Misyonerler kötü örnek, kötü model olarak etkilemeye çalışırlar. Giyimleri, yaşayışları ve telkinleri ile Müslüman gençleri kendilerine benzetmek için her çare başvururlar. Genç, onlar gibi giyinmeye, haç takmaya başlar. Köpeği sevmeyen köpek sever olur. “Bir bebek, bir köpek” der. Böylece inanç ve gelenekler bozulur.
-Noel ağacını, Noel Babayı sevdirirler, evlere dükkanlara kadar sokarlar.
-Camilere sıra koyamayınca sandalye, tabure doldururlar.
-Müslümanları hacı olursunuz diye Efes’e götürür, vaftiz havuzuna sokarlar. Oradaki acı suyu zemzem diye içirirler.
-Hz. İsa’nın insanlık adına çarmıha gerildiğine inandırırlar.
-Din adamlarına İslâm büyüklerine karşı saygı ve bağlılığı azaltmak için ne lazımsa yaparlar.
-Müslümanları ibadetten soğutmaya, ibadetleri azaltmaya çalışırlar. “Kalbin temiz senin namaz kılmana gerek yok. Allah’ın senin ibadetine ihtiyacı mı var? derler. Beş vakit günde ömür boyu namaz çekilir mi? Bak Hristiyanlık ne kolay.” derler. -İslâm’ın reforma, Rönesans’a ihtiyacı olduğunu
-İslâm’ın kılıç zoru ile yayıldığını
-Müslümanları İslâm’ın geri bıraktığını telkin ederler.
-Tanrı, Allah baba sözlerine alıştırmaya çalışırlar.
-Sünnetten, peygamber (as)dan ayırmak için hadisler uydurma, sünnete ne gerek var, Kur’an yeter derler.
-Gençler için satanist, ateist olacağına Hristiyan olsun, derler.
-Ha İsa, ha Musa, ha Muhammed aralarında ne fark var? Muhammed yeni bir şey getirmemiştir. İsa hak peygamber değil mi? O’na da uysak olmaz mı? telkininde bulunurlar.
Misyonerler emellerine ulaşabilmek için hain planlar kurarlar, şüphe ve tereddüt uyandırırlar, münakaşalı ortam hazırlarlar. Meselâ;
-Deccal kim? Çıktı mı, ne zaman çıkacak?
-Hızır yaşıyor mu? (Bunu tartışan İstanbul’da iki cami cemaati taşlaşmıştır.)
-Mezarlıktaki ağaçların meyvesi yenir mi? (Bunun için Kayseri-Konya alimleri ciltlerce kitap yazmışlardır.)
-Şüpheli şeyler hangi elle yenir?
-Cennetteki meyvelerin tadı nasıl, kaç yaşında olunacak?
-Türkiye İslâm ülkesi mi? Değil mi?
-Müslüman fırında, değirmende çalışır mı? ( Unlu elbiselerle mi tuvalete girecek? deyip fırınlar gayr-i müslimlerin eline geçmiştir.)
-Altın Müslümana haram. Altın işinde Müslüman çalışır mı? (Daha yeniye kadar büyük şehirlerde Müslüman sarraf pek nadir görülürdü.)
-Derdi veren Allah, ilaçla derman aramak Allah’a isyan olmaz mı? ( İlaç sanayi gayr-i müslimlerin eline geçmiştir.)
-İslâmi idare olmadığı için seçimlerde oy kullanmak günahtır. Seçtiğinin vebalini taşırsın. (Böylece masonlar önemli koltuklara gelmişlerdir.)
-Kıyamet ne zaman kopacak? Ahir zaman diyerek Müslüman halk sosyal hayattan, dünyevi işlerden koparılmıştır.
-Harama besmele çekilir mi?
- “Allah’la kul arasına kimse giremez.” deyip sünneti ve peygamber (as)ı devreden çıkarma yoluna gitmişlerdir.
-Kur’an yetmiyor mu? Kur’an Müslümanlığı gerek, deyip Kur’an’ı anlaşılmaz hale getirmek istemektedirler.
-Başı açık, kısa kollu namaz olur mu? Cemaat arası tartışma ortamı hazırlamışlardır.
-Türk müsün? Müslüman mısın? Önce Türk mü Müslüman mısın? diyerek ırkçılık yarasını kaşımışlardır. Gençler hem Türküz, hem Müslümanız dememişler, kavga etmişlerdir.
Bu ve bunun gibi düşman oyunları uzayıp gitmektedir.
Misyonerlerin hazırladığı planların, tuzakların belgeleri çoktur. Meselâ patrikhanenin çalışma programı: Madde:5 “Türkleri dini bakımdan sarsmak, hocaları uydurma inanışlara saptırmak” diye geçer.

Kusursuz tatbik edilen bir planda Hempher’in İslam’ı Nasıl Yıkabiliriz? kitabıdır. Bu kitapta şöyle denilmektedir: ,
1. Müslümanların arasında, ırkçılık, milliyetçilik taassubunu körükleyecek ve onların dikkatlerini İslâmiyet’ten önceki kahramanlıklarına çekeceksiniz. Mısır’da Firavunluğu, İran’da Mecusîliği, Irak’ta Babilliliği, Anadolu’da eski medeniyetleri ihya edeceksiniz.
2. Zina, içki, kumar ve çeşitli oyunları hızlı bir şekilde yayacağız. Çıkardığınız meşgalelerle, Müslümanları din kitabı okumaya, dinlerini öğrenmeye vakit bulamayacak hale getireceğiz.
3. Cihâdın geçici bir farz olduğunu, vaktinin son bulduğunu telkîn edeceğiz. İslâm dinine ve İslâm ahlakına bağlı olan kimseleri kötületeceğiz. Din terbiyesinin kaynağı olan aile yuvalarını yok edeceğiz. Bunun için, müstehcen resimleri neşrederek, gençleri fuhşa, livâtaya, cinsî sapıklığa sürükleyeceğiz. İslâm ahlakını bozunca, İslamiyet’i yok etmek kolay olur.
4. Müslümanlara; Peygamberin, İslâm’ın kastının herhangi bir din olduğunu ve bu dinin Yahudilik ve Hristiyanlık da olabileceğini, sadece İslâm dininin olmadığı inanını aşılayacağız.
5. Müslümanları, ibadetlerden uzaklaştırmaya çalışacak ve dinin emirlerini tartışmaya açarak akıllarında şüphe hasıl edeceğiz.
6. Müslümanların inançlarına bid’atlar sokup, İslam’ı gericilik ve terör dini olmakla ithâm edeceksiniz. İslâm memleketlerinin geri kaldığını, sarsıntılara uğradığını söyleyecek ve böylece onların İslam’a olan bağlılıklarını zayıflatmış olacaksınız.
7. Çocukları babalarından uzaklaştırıp, büyüklerinin dini terbiyelerinden mahrum kalmalarını sağlayacaksınız. Onları, biz yetiştireceğiz. Çocuklar babalarının terbiyelerinden koptuğu an, dinden ve âlimlerden kopmaya mahrum olacaklardır.
8. Kadınların soyunmasını sağlayıp sonra da, gençleri ona karşı tahrik edip, her ikisinin arasında, beraberlik hâsıl olması için çalışacaksınız! Müslümanlığı yok etmek için, bu iş çok tesirlidir.
9. Seyyidlerin, Peygamberlerin soyundan geldikleri hususunda insanlar tereddüte düşürülecek. Seyyidlerin diğer insanlarla karışmaları, kaybolmaları temin edilecek.
10. Bütün Müslümanlara hürriyetin önemini bahane ederek, “ Herkes dilediğini yapabilir. Emr-i bil ma’rüf ve nehy-i anil münker farz değildir.” diyeceksiniz. Böylece İslamiyet’in emir ve yasaklarını ortadan kaldıracaksınız.
11. İslamiyet’in yanız Arapların dini olduğu fikri yayılacak. Mahalli inançlar desteklenerek İslam’ın yayılması ve Müslüman olmayanlara öğretilmesi faaliyetleri önlenecek.
12. Fıkıh kitapları saf dışı edilerek, dinin doğrudan Kur’an’dan öğrenilmesi için yönlendirme yapılacak. Sonra, Müslümanları Kur’an hakkında şüpheye düşürecek ve içinde noksanlık ve fazlalık bulunan tahrif edilmiş her dilde Kur’an tercümeleri hazırlayıp diyeceksiniz ki: “Kur’an bozulmuş. Birbirini tutmuyor.” Aynı şekilde hadisler hakkında da şüphe uyandırılacak. Ayrıca, Arap memleketleri dışında, ezan, namaz gibi ibadetlerin Arapça yapılmasını önleyeceksiniz.” Mehmet Oruç 22-03-2002 Türkiye
-Şeyh Ahmet Vasiyeti her devirde canlı tutulmakta ve devamlı okunması sağlanmaktadır. Bunun okunmaya devam etmesinin altında misyoner gücünün olması ve insanımızın dinini tam bilmemesi yatmaktadır.
Buradaki ifadeler İslam’a uygun değildir. Peygamber (sav) vefatından sonra mesaj vermemiş, tebliğde bulunmamıştır. Maddi ve manevi yıkım planlanmıştır. Zaman kaybı düşünülmüştür.
-Bal tefsiri, dinen mantıken uygun değil. İfadeler İslam’ın ruhu ile bağdaşmıyor. Ama Müslümanlar onunla meşgul ediliyor.
Müslüman-Türk halkına Hristiyanlıkla ilgili dualar, şans vaad eden mektuplar gönderilmekte. İlgisiz kalınırsa tehditler içermektedir. Ölüm tehdidi, hastalık, iflas gibi korkular verilmektedir.
Bilhassa belirli zamanlarda gönderilen bu tür mektuplarla ilgili araştırma yapma fırsatım oldu. Özü Hristiyanlık propagandasına dayanan bu mektuplarda:
1. İnanç ve kültür boşluğundan yararlanarak sinsice Hristiyanlık propagandası yapılmaktadır.
2. Zaman olarak da, öğrencilerin tam ders çalışacakları zamanlar, sınava girecekleri dönemler özellikle seçilerek 20 adet çoğaltılmak suretiyle zamanını çalma ve posta masrafları ile maddi zarara sokma gibi amaç güdülmektedir.
3. En önemli olan yönü de, gençlerin kafalarını karıştırılarak, gençlerde korku, tereddüt yaratarak, yanlış inanç ve düşüncelere yöneltmektir.
Bu durumu defalarca yetkililere yazdım. 1982 yılında Milli Eğitim Bakanından gelen cevapta: “Hristiyanlık faaliyetlerinden biri olarak görülen ve öğrenciler üzerinde olumsuz etkiler bırakabileceği muhakkak olan bu çeşit mektup ve diğer zararlı yayınlarla ilgili çalışmalar sürdürülmektedir.” gibi yuvarlak ifadelerle cevap verildi.
Misyoner faaliyetlerinin yeri, gönderilen kitap ve broşürlerin basım, dağıtım adresleri ve misyonerlerin maksadı tam olarak bilindiği halde tedbir alınmaması, misyonerlere daha çok çalışma imkanı vermektedir.
(Bir İngiliz Ajanının Hatıraları-İslam’ı Nasıl Yok Edelim (Hatırat-ı Hampher) Nevzat GÖKTAŞ  Nehir Yayınları )
İslam’ı Nasıl Yok Edelim  Sayfa :29 :
“1. Müslümanlar arasına nüfuz ederek aralarında ayrılık yaratabileceğimiz kadar zayıf noktaları bulmak,
2. Zayıf noktaları belirledikten sonra da tefrika ve anlaşmazlık icat etmeye başlamak, (Bunu yapmak için Türkçe,  Arapça, Tecvid, tefsir dahi okuyarak amaçları hedefi böl ve yok ettir. )
İslam’ı Nasıl Yok Edelim  Sayfa :56 :
“Din alimlerinin dünyadaki gelişmelerle ilgili kendilerini geliştirmemişler, kendilerini dini derslere, tartışmalara ayırmışlar, dünya siyasi gelişmeleri konusunda bilgileri yoktur.”
“Yeni ilim dallarına pek ilgi göstermiyorlardı.ve “Nasıl bahtı karadır bunlar, dünya uyanmışken hala derin uykudadırlar bunlar. Ancak yıkıcı bir sel bunları tatlı uykudan uyandırabilir.” Diye söylenmiş hatırasını yazan ajan.
Müslümanların zayıf noktası olarak ;
a.     Mezhep ihtilafları,
b.    Tüm İslam Ülkelerinde umumi cehalet ve okuma yazma bilmeme
c.      Günlük gelişmelerden haberdar olmama, Müslümanların çalışma şevkinden yoksun oluşu
d.    Maddi yaşamı da önemsemeyerek cennet ümidi ile ibadetlerde ki aşırılık
e.      Diktatör hükümetlerin halka zulüm uygulaması
f.      Devlet dairelerinde ki karışıklık ve başı bozukluk
g.     Umumi yoksulluk ve geri kalmışlık
h.    Temizliğe önem vermeme (İslam’ı Nasıl Yok Edelim  Sayfa :75)
i.       ………

İslam Müslümanlara ;
a.     Birlik ve dostluğu tavsiye etmiş,ayrılıktan sakınmalarını etmemiştir.
b.    Öğrenim ve eğitim yapmayı, çalışmayı tavsiye etmiştir.
c.      Temizliği ve sağlam bir ekonomiye sahip olmayı emretmiştir.
d.    ……..

Müslümanların ilerlememe nedenleri de ;
a.     Irkçı gelenek ve kültüre bağlı kalmaları,
b.    Mezhep çatışmaları,
c.      Çocukların, gençlerin eğitimine önem verilmemesinden ve daha bir çok faktörlerden ileri gelmektedir
d.    …….

Müslümanlığı yok etmek için :
a.     Irkçı, milliyetçi duyguları kamçılayarak, eski kültürlerine bağlı olmaya teşvik edilmesi,
b.    İçki, kumar, fesat ve fuhuşun yayılması,
c.      Din alimleri ile halk arasındaki saygı ve dostane ilişkilerin bozulması,
d.    Müslümanları ibadetten alıkoymak ve şüphe uyandırmak,
e.      Aile içi (Anne, Baba ve evlat ilişkileri) ilişkilerin bozulması, gençlerin bu sayede dini inançların etki alanından çıkartılarak dinini unutturulması,
f.      Kadın erkek herkesi gayri meşru cinsel ilişki (Zinaya) teşvik etmek,
g.     Halk ve imam arasında düşmanlık yaratmak,
h.    Zihinlere özgürce düşünme fikrini yerleştirmek her istediğini yapmak
i.       Cami, okul, eğitim, hayrat gibi tesislerin yapılması geleneğinin ortadan kaldırılması,
j.       Kur’an ile ilgili şüphe uyandırmak (Şu anda ki Kur’an-ın gerçek Kur’an olmadığı, şu andakinin eksik yada fazla olduğu gibi  gerçekle uyuşmayan fikirlerle zihinleri zehirlemek) (İslam’ı Nasıl Yok Edelim  Sayfa :77)
İşte görüyorsunuz misyonerlik kol geziyor. Onların tuzaklarına düşmeyelim lütfen (Bakınız: Mustafa Kemal BEKTAŞ Ne varsa içinde)

YAŞATILAN HURAFELER:

İNSANLA İLGİLİ HURAFELER:
İslâm inancına göre insan kutsal bir varlıktır. Cenab-ı Allah insanı yeryüzünün halifesi yapmış, meleklere insana secde etmesini emretmiştir. Bazı insanlar, amelleri, takvaları ile bazı meleklerden üstün kılınmıştır.
Alemleri yaratan Allah (c.c.) her şeyi insan için yaratmış ve insanın faydasına sunmuştur.
İnsan hak dini bırakıp batıl inançlara yöneldiği zaman kendisine verilen yüceliği kaybeder, basitleşir. Kur’an’ın ifadesiyle: “Belhüm adel” (hayvandan da aşağı) duruma düşer.
İslâm inancına göre imtiyazlı insan yoktur. İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir. Efendi köle ayrımı olamaz. Üstünlük soyda sopta değil takvadadır.
Kişiye her ne şekil olursa olsun, kurban sunulmaz. Kurban Allah için kesilir. Kişiye kesilirse şirk olur.
İslâm inanında kusursuz kul yoktur. Kusursuzluk Cenab-ı Allah’a mahsustur. Peygamberlerin bile ‘zelle’ denilen küçük hataları olmuştur.
Kişiden yardım beklenmez. Yardım Allah’tandır. “medet ya falanca!” denmez. Kişiler Gavs (sığınak) kabul edilemez.
Bugün insanla ilgili birçok yanlışlıkların yapıldığı görülmektedir.

a.ÇOCUKLA İLGİLİ HURAFELER:
Çocukla ilgili öyle hurafeler var ki, pek çok çocuk bundan zarar görmekte, hatta ölmektedir.
Bu konuda yaptığım araştırmalara göre tespit ettiğim bazı hurafeler şöyle:
- Hamile kadının çocuğunun ömrü kısa olmasın diye saçını kestirmemesi, - Çocuğu olmayan kadın bazı sahtekârlara gidip karnına yazılar yazdırması,
- Çocuğu olmayan kadının gece türbede yatırılması
- Çocuk sünnetsiz olarak ölürse parmaklarından birinin kırılması,
- Çocuğun kırkı çıkmadan tırnağı kesilirse ya arsız ya da hırsız olacağına inanılması,
- Çocuğa isim vermek için rastgele açıp Kur’an sayfalarında isim aranması (Diyelim ki Rahman suresi çıktı, orada Keziban çıktı. Yalanlayan, yalancı anlamını taşıyan Keziban mı verilecek?)
- Çocuk yıkandıktan sonra sofra bezine sarılırsa tok gözlü olacağına inanılması,
- Çocuğun doğunca kulağına ezan, kamet okunmazsa, sonra yaptığı ibadetlerin kabul olmayacağına inanılması,
- Çocuğun göbeği cami duvarının dibine gömülürse, dindar, suya atılırsa temiz, evin içine gömülürse evine bağlı olacağına inanılması,
- Çocuğun yatağının altına kurumuş dışkısı konulursa; çocuğun cin ve şeytandan korunacağına inanılması,
- Konuşmayan çocuk için Cuma namazından sonra ağzına anahtar sokulup çevrilirse, konuşacağına inanılması,
- Gelinin kucağına erkek çocuk verilirse çocuğunun erkek olacağına inanılması, - Gelin, su kaynağına saklanan tarağı bulursa, çocuğun kız; bıçağı bulursa erkek olacağına inanılması,
- Yatan çocuğun üzerinden atlanırsa, boyunun kısa kalacağına inanılması,
- Çocuğun ilk kakası çocuğa yedirilirse, nazardan korunacağına inanılması,
- Çocuğun kırkı çıkmadan eve et sokulmaması, çocuğun kırkı çıkmadan evden çıkarılmaması,
- Çocuk ölmesin diye yatağına mezar toprağı koyulması,
- Cenaze çıkan evde çocuk sıkıca bağlanır, yoksa ölen alır gider düşüncesi,
- Çocuğa idrarı içirilirse sarılık olmaz denmesi,
- Çocuğun bahtının güzel olması için türbeye götürülmesi,
- Sarılık olan çocuğun başına sarı örtü bağlamak,
- Doğarken annesi ölen çocuğun hayırsız olacağına inanmak,
- Çocuk genç ölmesin, aksakallı olsun düşüncesiyle yüzüne un sürmek,
- Çocuk fıtık doğarsa, çalı ağacı kilotun içinden geçirilirse, iyileşeceğine inanılması,
- Çocuğun doğduğu yerde el işi yapılırsa, çocuğun göbeğinin düşmeyeceğine inanılması,
- Çocuğun boyu ölçülürse, boyunun uzamayacağı düşüncesi,
- Çocuğun boyunun metre ile ölçülmesi halinde ömrünün kısa olacağı düşüncesi,
- Çocuğun ayağının altından öpülürse, talihsiz olacağı inancı;
Bunların hepsi akıl ve din dışı hurafelerdir. Hepsinin arkasında cehalet yatar. Çocuk bunların hiç birinden fayda görmez. Aksine zarar görür.

b.KADINLARLA İLGİLİ HURAFELER
“Kadın saçı uzun, aklı kısa” denilerek her millette her devirde horlanmış, aşağılanmış, insan kabul edilmemiştir.
Yeniye kadar kadın erkeği ile sofraya oturamaz, izinsiz konuşamaz yolda erkeğinin üç beş adım gerisinden giderdi. Kadın için “ Kucağından çocuğu, sırtından çubuğu eksik etmeyeceksin.” denirdi.
Bazı çevrelerce kadın uğursuz sayılırdı. Kötü gözle bakılır, bazı haklardan mahrum edilirdi.
Meselâ; Çin’de kadına isim bile konmazdı. Kadının hiçbir medeni hakkı yoktu. Bugün bile ‘cins kırım’ adı ile kız çocukları kürtajla alınmakta ve çalışan kadına çok az ücret ödenmektedir.
Hindistan’da kadının miras hakkı yoktu. Kocası ölen kadın, evlatlarına miras olarak kalırdı. Veya kocası ile beraber yakılırdı. Kız çocukları Ganj Nehri’ne kurban sunulurdu.
Hindistan’da son yirmi yılda on milyon kız bebeğin doğmadan veya doğduktan sonra öldüğü bildirilmiştir. -18.12.2006, Yeni Şafak
Yunanlılarda: kadın aşağılık bir varlık olarak görülür, ev işlerine bakar, herhangi bir hakkı ve tasarruf yetkisi yoktu. Kadın erkeğin vasiliği altında yaşardı. Kocası onu istediği zaman boşar veya başkalarına verebilirdi.
Romalılarda erkek kadın üzerinde sınırsız hak sahibi idi. İsterse öldürürdü. Kadının mülk edinme hakkı yoktu. Baba, kızı kabul ederse, kız o aile içinde yaşardı.
Kadının ruhsuz bir hayvan olduğu kabul edilir, bir hayvan veya şeytan olarak görülürdü.
Bizans’ta kadının hayatı ve ölümü erkeğin elindeydi. Kadın erkeğin kölesi idi. Kadın alınıp satılırdı.
İran’da kadına hiç saygı duyulmazdı. Mezdek, ana ile kız kardeş veya kızı ile evliliği meşru sayıyordu. Bugün bile Muta nikahı ile kadın istenildiği zaman ortada bırakılıveren bir varlıktır.
Avrupa’da kadın ruhsuz ancak erkeğe hizmet için yaratılmış bir varlık kabul edilirdi. Kadın bir maldı çok erkekle yaşayabilirdi.
1788 yılına kadar İngiltere’de kadın, erkeğine mutlak surette itaate mecburdu. Hemen hemen hiçbir medeni hakkı yoktu. Kadın erkeği ile sofraya oturamaz ve müsaade almadan da konuşamazdı. Kadın sadece kocasının değil, erkek evladının da hizmetçisi idi.
İslâm’da önce Araplarda kadın uğursuz istenmeyen diri diri toprağa gömülen bir varlıktı. Kızlar ve kadınlar pazarda alınıp satılırdı. Erkek sınırsız kadınla evlenirdi. Kadının miras hakkı yoktu.
Kadın değersiz bir varlıktı. Kız çocuğu olan utanç duyardı. (Tekvir Sûresi: 8-9 + Nahl Sûresi:58-59)
Yahudilikte kadın, Ademi yoldan çıkardığı için lanetlidir. Kadın dîni ayin ve ibadetlere katılamaz. Ancak başını örterek erkeklerin ibadetini seyredebilirdi. Çünkü kadın Havva’nın işlediği suçtan dolayı suçludur.
Hristiyanlıkta da kadın, cennette işlediği suçtan dolayı fitne ve fesat kaynağıdır. Kadının ruhuna şeytan girmiştir. Şeytan insana kadınla yaklaşır. Kilise: “Mesih’in annesi hariç her kadın cehennemliktir.” demiş, yıllarca kadının ruhu var mı, yok mu diye tartışmıştır.
İslâm’da kadın, erkekten farklı bir varlık değildir. Kadın öldürülmez, zulmedilmez, dövülmez. Allah’ın emirlerinden aynen kadınlarda sorumludur. Kadın uğursuz değildir. Kadın evinin sultanıdır. “Cennet anaların ayağı altındadır.”, “En hayırlı erkek kadınlara hayırlı olandır.”, “Ana ve babaya ‘öf’ bile denmeyecektir.” Kadının ırzı, namusu, malı kutsaldır.
Peygamber (sav) Veda Hutbesi’nde şöyle demiştir:
“Ey İnsanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır…”
Bugün şunu ifade edeyim ki bid’at ve hurafelere kadınlar erkeklerden daha çok meylediyor. Genç kızlarda babalarından değil analarından etkileniyor.
Yapılan bir araştırmaya göre Diyanet Dergisi’nde kadınlar arasında hurafelerin yayıldığına ilişkin çarpıcı bir haber yayınlamıştır. Buna göre kadınların yüzde 17’si nazar boncuğu takıyor. Bazı kadınlar korunmak için muska, at nalı taşıyor. Yüzde 65’i fala inanıyor, yüzde 35’i muska yaptırıyor, yüzde 60’ı türbelere gidiyor; ev istiyor, çocuk istiyor, şifa arıyor, yüzde 25’i büyü yaptırıyor.
Kutsal kabul edilen ağaç, kaya, su kaynağı gibi yerler kadınlar tarafından ziyaret ediliyor. Oralara çaput bağlanıyor, suya para atılıyor, yazılı kağıtlar atılıyor. Evlenmek isteyenler, çocuk isteyenler hastalığından kurtulmak isteyenler ümit arıyor.
Van Kalesi’ne giden genç kızlar kısmetlerinin açılması için M.Ö. 7. Yüzyılda yapılan kanalda: “ O yanım keçe, bu yanım keçe Allah’ım elime helal süt emmiş biri geçe “ diyerek istekte bulunuyor. Bunu üç Perşembe tekrarlıyor.
Diyarbakır’ın Dicle ilçesine bağlı Şeyhmalan Köyü Türbesi kadınlarla dolup taşıyor, yan tarafta bulunan delikli taştan geçerek günahlarının affedileceğine inanıyorlar. Ayrıca türbenin penceresini, kapısını, duvarını öpüyorlar. -26.05.2006 Milliyet

Kadınlarla ilgili hurafelerden bazılarını şöyle sıralayalım:
- Hamile kadının karnında bebek kıpırdadığı an kime bakarsa çocuk ona benzer.
- Hamile kadın cebine elma koyarsa, çocuk elma yanaklı, yumurta koyarsa gamzeli olur.
- İki bayram arası nikah kıyılmaz.
- Evliliğin ilk gecesi kim evvel uyursa o önce ölür.
- Nikahta kim kimin ayağına basarsa onun hakimiyeti olur. Kim kime önce tokat atarsa onun sözü geçer.
- Kadın kocasına hayız kanı içirirse geçimleri düzgün olur.
- Gelin eve geldiğinde kaynananın ayakları arasında sürünerek geçerse saygılı olur.
- Kız evli bir kadının gelinliğini giyerse kısmeti kapanır.
- Hamile kadın çirkin birine bakarsa çocuk çirkin olur.
- Cuma günü ezan okuyana örtü sallanırsa, kısmeti açılır.
- Kısmetinin açılmasını isteyen kadın, göbeğinde kilit açtırır.
- Kısmeti açılsın isteyen cumadan ilk çıkana kilit açtırırsa, kısmeti açılır.
- Gece çeşmeyi açık bırakanın kısmeti açılır.
- Dört yol ağzında kızın çeyiz bohçası açılırsa, kısmeti açılır.
- Düğün sırasında örgülü saçları çözmek, kilit açmak doğumu kolaylaştırır.
- Doğum yapanın mezarı kırk gün açık kalır, kırk gün dolmadan dışarıya çıkarsa, kadın veya çocuk ölür.
- Doğum yapan kadınlar karşılaşırlarsa, kırkları karışır.
- Hamile kadın yumurta yerse, çocuk tembel olur.
- Lohusa kadın yastığının altına makas, bıçak, iğne koyarsa zarar görmez.
- Hamile kadın saçını keserse, çocuğunun ömrü kısa olur.
- Gelin damadın evine girerken üzerine buğday, şeker, para atılırsa varlık içinde mutlu olurlar.
- Sabah evden çıkan erkeğin önünden kadın geçerse işi düzgün gitmez.
- Hayızlı kadın sebze ve meyveli bahçeye girerse, o yıl meyve ve sebzeler kurur.
- Hayızlı kadın akşam turşu küpünden turşu çıkarırsa, turşu bozulur.
- Akşam eve turşu, sirke, acı girerse aileden biri ölür.
- Akşam ezanı okunurken kız merdivenin altından geçerse kız kısır olur.
- Evli birinin yüzüğünü kız takarsa, kısmeti kapanır.
- Evlenmek isteyen, pilava kaşık saplarsa evlenir.
Görülüyor ki, bunların hiç biri ne akıl işi ne de din işidir. Bunlar, ilkel insanlardan süregelen batıl inançlardır. Çoğu da israfa, zaman kaybına neden olur. İnsan onuruna zarar veren şeylerdir. Bunlara inanan günaha girer.

ÖLÜLERLE İLGİLİ HURAFELER :
İnsan doğar, yaşar ve ölür. Öldükten sonra dünya ile ilgisi kalmaz, artık tasarruf hakkı bitmiştir. Ruhu Berzah alemine çekilir, orada hesap gününü bekler.
Ecel Takdir-i İlahiye bağlıdır, tayin olunan bir vakittir. Ne bir saniye ileri ne bir saniye geri alınır. Kimse kimseye ömür veremez, kimse kimseden ömür de alamaz. (Nahl:61 + A’raf:34 + Münafikun:11)
Durum bu iken dirileri ölüler yönetiyor.
Ölenin ruhunun başka birine geçtiğine inananlar oluyor. Allah’ı, hesabı ve cezayı inkar edenler ilkel toplumlarda inanıldığı gibi ruhun başka bir bedene geçtiğine inanıyor. Buna reenkarnasyon deniliyor. Kur’an bunu reddeder.(En’am:27 + A’raf:53 + Fatır:37 + Mü’minun:99-100)
Daha öncekiler de “”Çürümüş kemikler mi diriltilecek?” dediler, dirilmeye itiraz ettiler. (Yasin:78)
Cenab-ı Allah onlara cevap verdi: “Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek.” (Yasin:79) dedi.
“… Arzı ölümünün ardından nasıl diriltiyor? O, ölüleri de öyle diriltecek.” (Rum:50)
Kışın sonunda tabiat nasıl dirilip canlanıyorsa, uyuyan nasıl uyanıyorsa, ölen de öyle dirilecek.

a. Cenaze İçin İşlenen Hurafeler:

Cenazeler için taşkınlıklar yapılıyor. Hatta Allah’a karşı isyana varan davranışlar görülüyor. “Niye aldın? Bula bula bunu mu buldun? gibi yakışıksız sözler söyleniyor, saç baş yolunuyor. Kendini yerden yere atanlar oluyor. Yaka-paça yırtılıyor
- Ölünün başında Kur’an okunuyor.
- İmanlı gitsin diye üzerine Kur’an, Yasin konuyor. Vücuduna “Hüvel-Baki” yazanlar oluyor.
- O gelsin, bu gelsin diye cenaze bekletiliyor.
- Doğduğu yere gömülsün diye uzaklara götürülüyor.
- Saçından, sakalından hatıra diye kıl koparanlar oluyor.
- Kefenin içine Yasin konuyor.
- Cenaze götürülürken üzerine bıcak, demir konuyor.
- Yakalara fotoğraf takmak,
- Cenazeyi bando ile kaldırmak,
- Çelenk göndermek,
- Arabalarla konvoy oluşturup korna çalmak,
- Cenazenin saçını, sakalını, tırnağını kesmek,
- Cenazeyi alkışla uğurlamak,
- Cenaze götürülürken slogan atmak, tekbir getirmek, nutuk atmak,
- Tabutun üzerine çiçek serpmek,
- Tabutun önünde saygı duruşunda bulunmak,
- Cenazenin çıktığı evde geceleri kırk gün ışıkları söndürmemek, ruhu geri gelir inancını taşımak,
- Cenaze için ağıtlar yakmak, yas tutmak,
- Cenazenin arkasından kötü konuşmak veya övgüler yağdırmak, boş ve manasız şeylerdir.
- “Toprağın bol olsun.” denilmez, “Toprağı yetti yetmedi” yorumları yapılmaz. “Şöyle öldü, böyle öldü.” deyip ölüm şekli üzerinde konuşulmaz. Şu gün öldü denmez. Lehinde veya aleyhinde konuşulmaz.
- Mezarından şu çıktı, falanın yanına gömüldü denmez. Bunların hiçbirinin önemi yoktur. O artık Cenab-ı Allah’a teslim olmuştur.


b. Telkin ve Dua:
Cenaze gömülünce Kur’an okunur, ardından dua edilir. Kabir sorgusu başlamadan cenazeye iman esasları hatırlatılır. Buna telkin denir.
Bu yapılan Münker ve Nekir’in sorularına cevap teşkil edecek bir hatırlatmadır.
Peygamber (as): “Ölülerinize ‘Lâ ilâhe illallahı’ telkin ediniz.” buyurmuştur. –Ebu Davut,Cenaze:3117
Kabirde Münker-Nekir neler soracaklar:
- Rabbin kim?
- Dinin nedir?
- Kitabın nedir?
- Peygamberin kimdir? diyecek

Bir hadiste: “ gördüğüm manzaraların hiçbiri kabirdeki kadar dehşet verici ve ürkütücü değildi.” (Tirmizi Zuhd:2308)
Kabir ehli için Allah Rasûlü şöyle bilgi veriyor:
-“Kabir ahret duraklarından ilk duraktır. Kim ki kabirde işi kurtardı, arkası iyidir. Kimde kabirde işi kurtaramadı, gerisi kötüdür.” (Ramuz el-Ehadis:105/12)
Cenazeler için bir şey söylenirken hayra mı sebep olacak şerre mi sebep olacak iyi düşünülmelidir ki, bazı iyi şeylerin önü kesilmesin, kötülüğe çığır açılmasın, bid’atlar işlenmesin.
Kabirde yatan için hazır Yasin, hazır hatim alınmaz. Orada ücretle Kur’an okutulmaz.
Peygamber (as) şöyle buyurur:
“ Bir kimse ana babasının veya başka birisinin kabrini ziyaret eder ve Yasin okursa, Allah ona Yasinin her harfi kadar mağfiret eder.” (Ramuz el-Ehadis:422/4)
“Ölü için Yasin okunursa, azabı hafifler.” (Age:79/4)
Bir hadiste:” Cenaze defnedildikten sonra onun için dua edin. Zira o sorgulanmaktadır.” buyurmuştur. (R. Salihın:950)
“Kabirde ölü boğulmak üzere olan kimseye benzer. Dua bekler ve dua edilince sevinir.” (Ramuz el-Ehadis:368/10)


c. Ölenin ardından okunanların ölüye ulaşmayacağı inancı yanlıştır.
Dikkat çekmek isteyen bazı kimseler doğru-yanlış demeden, nelere sebep olacağını düşünmeden, vebalinden korkmadan bir şeyler söylüyor. Kalanların ölenlere borcu vardır. Sadaka-i cariyelik işler yapacaklardır.
- Ölenin ardından iyi şeylerde ulaşır, kötü şeylerde ulaşır. Mesela hayırlı evlat rahmet olur, ölüyü rahatlatır. Hayırsız evlat lanet okur, kemiklerini sızlatır.
- Ölenin borcunun ödenmesi azaptan kurtarır.
- Yapamadığı ibadetlerin fidyesi verilir, adağı yerine getirilir, yemin kefareti verilir. Zekat borcu varsa ödenir.
- Ölenin cenaze namazı kılınır, dua edilir.
- Mezar taşına ‘Fatiha’ yazılır okunulması istenir.
- Ölen için hayır yapılır sadaka dağıtılır.
- Ölen için hatim indirilir, mevlit okutulur, Yasin okunur. Atalarımız, kimsesiz ölüler için Kur’an okutan vakıflar kurmuştur.
- Mezarlıktan geçerken layık olanlar için üç İhlas bir Fatiha okunur.
- Peygamberimiz (sav) ölüler için dua etmiştir ve: “Ölülerinize Yasin okuyun azabı hafifler, ölmek üzere olanın ölümü kolaylaşır!” (Ramuz el-Ehadis: 79/4)
- Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret isteyiniz ve kendisine sükunet vermesini dileyiniz. O şimdi sorguya çekilmektedir. (R.Salihın:301)
- “Kabirdeki boğulmak üzeredir; dua bekler, dua edilirse sevinir.” (Ramuz el-Ehadis: 368/10) demiştir.

Ölenin vasiyeti varsa, malının üçte birinden yerine getirilir. Üçte bir yetmeyecek olursa, tamamını yerine getirmek mirasçılara kalmıştır.
Ölenin oruç, zekat borçları varsa ödenir. Yemin keffareti verilir. Kula borcu varsa, ödenir, borçtan kurtarılır. Son anlarında hiçbir şekilde kılamadığı namaz borçlarının bir vakte, o yılın fıtır sadakası üzerinden hesap edilir, ihtiyaç sahiplerine verilir.
Ölenin bütün borçları hesap edilerek bir miktar paranın “kabültü-vehebtü” denilerek elden ele dolaştırılarak borçlarının ödenme yoluna gidilmesi, devir-ıskat yapılması doğru değildir. Ödeme gerçekçi olmalıdır. Keyfî, mazeretsiz kılınmayan namazların keffareti olmaz. Fidye fakirin hakkıdır. (Dedemin altı-üstü diye ninemin bir ineği bir öküzü varmış, hoca öküzü almış gitmiş. Ninem eşekle tarlasını sürmüş.)

d. Mezarla ilgili hurafeler:
Kabristanlıklar hurafelerle dolu, ölüler dirilerden bir şeyler beklerken, diriler ölülerden çok şey bekliyor. Mezarlıklarda çare aranıyor. Ziyaret edip sevap kazanalım derken, günaha giriliyor.
Kabirler dua yerleri, namaz kılma yerleri, adak yerleri değildir. Onların beze, çaputa, mersine ihtiyacı yok, Yasine ihtiyacı vardır.
Mezar taşları hurafelerle dolu, mezar taşında şiirler, fotoğraflar, intikam anıtı haline gelenler, kaynana-gelin çekişmeleri ile dolu. Bazılarında ‘Fatiha’ ya bile yer kalmamış.
Kabirler İslâm’a uygun değil, yüksek yüksek, masraflı kabirler üzerleri kapalı, yatana ağırlık veren türbeler…
Peygamber (as) Hz. Ali’ye “Putları ve yüksek kabirleri yık!” demiştir. –Müslim,Cenaiz:93
Kabirde işlenen bazı hurafeleri şöyle sıralayalım:
- bir kucak mersinle gitmek, çevreyi kirletmek.
- Mezarlar üzerine oturmak, üzerlerine basmak.
- Mezarda yatandan bir şey istemek.
- Mum yakmak, mendil, yazma, çaput bağlamak.
- Kurban kesmek.
- Namaz kılmak.
- Mezar taşını, toprağını öpmek.
- Para ile Yasin hatm satın almak veya para verip birine okutturmak.
- Ağlayıp sızlamak.
- Mezar toprağını büyü malzemesi yapmak.
- Mezara büyü yapıp, tahta kaşık saplamak.
- Bayanların tesettürsüz gitmesi, mezardakine eziyet vermesi… vb.

d. Kabir Ziyaretlerinde İşlenen Hurafeler:

- Kabir ziyareti ölümü hatırlamak, ölenden ibret almak için yapılmıyor. Ölüm düşünülmüyor, ahret hatırlanmıyor. Maksat ölenin ruhuna bir Fatiha, bir Yasin okumak olmalıdır.
- Kabir ziyaretinin sevaba dönüşmesi için adaba uygun yapılmalıdır ki, hayra vesile olsun.
- Dost ziyaretine, düğün eğlencesine gider gibi güle oynaya kabir ziyareti yapılmaz.
- Kabir ziyaretine giden bir kucak mersin alıyor, kabir başında somurtuyor, selam vermiyor.
- Kabir başında ağlanıp, sızlanmaz. Peygamber (as) kadınların bu tür davranışları yüzünden başta kadınların kabir ziyaretini yasaklamıştır.
- Kabrin içi ile değil dışı ile ilgileniliyor.
- İyilik yapınca kabirdekilerin sevindiği, kötülük yapınca üzüldükleri düşünülmüyor.

- Mezar başında saygı duruşunda durmak.
- Mezarın etrafında dönmek.
- Çelenk, çiçek götürmek.
- Kabirdekine şikayette bulunmak, ondan bir şey istemek.
- Mezarın üzerine pirinç buğday koymak; yiyecek, giyecek koymak hurafedir.
- Kabir ziyaretinin belirli günü, saati yoktur.
- Kabire başı ile selam vermek, bir şeyler söyleyip izin alıyor gibi yapmak, ayrılırken geri geri gidip ayrılmak yabancıların âdetidir.
Peygamberimiz: “Ey Allah’ım! Kabrimi tapınılan yer yapma” diye dua etmiş, kabir üzerine bina, kubbe yapılmasını men etmiştir. (Riyaz üs Salihın:1799)
Hz. Ömer zamanında Hz. Peygambere biat edilen ağaç, Peygamberin ölümünden sonra saygı ile ziyaret edilir hale gelince, bunu gören Hz. Ömer ağacı kökünden kestirmiştir.

f.Ölenin ardından gün saymak hurafedir
Ölen için yapılacak hayır ve sevaplı işler için gün beklenmez. Hatta cenaze mezara konmadan ne yapılacaksa yapılmalıdır.
- Eti kemiğinden şu gün ayrılır deyip 7. 40. 52. gün saymak doğru değildir. Belki o bedeni Cenab-ı Allah toprağa haram kılmıştır. Sonra cenaze kabre konduğu an sorgu başlar. İşte yangında başlamış olur ki, ne yapılacaksa hemen yapılmalıdır.
- Ölenin ardından 3 gün sonra helva dağıtılacak diye bir şey yoktur.
- Ölüm yıldönümünde mevlit okutma mecburiyeti yoktur.
- 7. 40. 52. gün ve yıldönümünde bir şeyler yaparak sorumlulukların bittiği zannediliyor. Mevlit okutmak dini bir görev değildir. Hele günümüzde para karşılığı okutulduğu için günaha bile girilebilir.

g. Kabirler kurban kesmek, adak adamak:
Kurban, bir ibadettir. Bunun ölülere yapılması asla uygun değildir. Allah’tan başkasına kurban kesilmez. Kesilirse o hayvanın eti yenmez. (Mâide:3)
“Şu işim için veya şu işim olursa; falan yatıra kurban keseğim.” denmez. Yardım Allah’tandır. Allah’tan başkasından yardım dilemek şirktir.(Mâide:11 + Tâlak:3)
Mezarlıkta horoz kesmek, kanını mezar taşına sürmek veya adak adamak günahtır.
Adakta sevap yoktur. Adak olmayacak bir şeyi oldurmaz. Adak, kaderi değiştirmez.
Adak adamak, borcu yokken borçlu kılmak olur. Adağın yerine getirilmesi vaciptir. (Hac:29) adak yerine getirilmediği zaman sorumluluk doğar.
Araplar dileklerimiz, işlerimiz olsun diye putlara adak adar, kurban sunarlardı. Kanlarını putlara sürerlerdi. Adak adamanın, mezarlıkta kurban kesmenin cahiliye âdeti olduğu bilinmektedir.
İçinde bir Bektaşi’nin de bulunduğu gemi Karadeniz’de fırtınaya tutulur. Yolcular birer evliyaya adak adada kurtulalım derler. Bektaşi elini açarak:
-Bu fırtınadan kurtulursam adını bilmediğim evliyanın türbesine bir adağım olsun, der.
-Hiç ismini bildiğin yok mu? Derler.
-Pek çok var ama, hepsini birer kere aldatmıştım da!... der.
h. Türbede, Mezar yanında namaz kılmak

Bu konuda oldukça rahatsızım ben. En son şahit olduğum bir Türbe olayı var. Mersin'de Yenişehir merkez İlçesinde Sahabelerden Hz. Miktad ismiyle harika 6 minareli cami yapılmış (Hz. Muğdat Cami de denir) İçi çok güzel. Hiç bir emekten kaçılmamış. Yapanların emeğine sağlık. İçerisini gezdim  içinde insana huşu içinde namaz kılma zevki geliyor. Bahçesinde bir hareketlilik gördüm. Baktım gelen midibüslerden hanımlar iniyor ellerinde tava ızgara çanta inen bahçeye geliyor.

Bende sandım ki bahçede bir etkinlik, kermes filan var. Peşlerine takıldım bir de baktım ki içeride bir türbe var.
Olayı anlamaya çalışırken beni gören hanımlar beni kovdular
"Çık çık çık burası hanımlara ait" deyince nevrim döndü. Elimde cep telefonu vardı o an bir kaç resim fark ettirmeden resimlerini çektim.
Dedim ki:
" Ne yani rahmetli hanımları mı çok seviyormuş" dedim.
O ana kadar o türbenin kime ait olduğunu filan bilgisine sahip değildim.
Gördüğüm manzara korkunçtu. Sizde görseniz o manzarayı kesin saç baş yolardınız.
Dilim varmıyor anlatmaya ama anlatmam lazım.
Birisi mezar taşını öpüyor. Birisi kabiri önüne almış namaz kılıyor.  İçerisi olmuş duman is,pas herkes gelen mum yakıyor, giden mum yakıyor. Türbeye bakan kadın kovaya doldurmuş mum ve buhurdanlıkları alenen satış yapıyor. Ortalık göz gözü görmeyecek şekilde duman olmuş. Kadınların bir kaçı oraya beygir gibi uzanmış yatıyor. Birisi yemek yapıyor. Çıkanlar kenarda kuru ağaç çalılara çaput bağlıyor.  Dedim kendi kendime nereye düştüm ben.
Cimer vasıtasıyla durumu Cumhurbaşkanlığına ilettim. Üstelik diğer köşede de müftülük binası var. Türbenin yeri de garip bir kısmı Mersin Büyükşehir Belediyesine ait bir kısmı da Yenişehir Belediyesine ait. İkisi de ayrı ayrı partiye ait. Müftülük orada içinden çıkılmaz bir hal alan türbe  probleminin içinde sıkışıp kalmış. Çözülmesi mümkün değil. Ancak çözümü Vakıflar Genel Müdürlüğüne devri ile mümkün.
Bu arada ilginç bir şey daha öğrendim ve şok oldum. O kabirde mefta yok. Mahalleyi gezdim dolandım tüm yaşlılara sordum. Tarih kitaplarını açtım baktım orada yatan mefta yok.
Yaşlılar diyorlar ki "Biz küçükken orada top koştururduk. Bir gün birileri geldi dedi ki: Buraya Hz. Miktad hz. geldi burada bir gece kaldı gitti. Ertesi ayda yerine türbe yapıldı derken o günden beri türbe. Meftasız türbe yani anlayacağınız. 
Alın size bir örnek ben işin içinden çıkamadım siz çıkabiliyorsanız çıkın. O gün bu  gündür Yenişehir Müftülüğü bana yazı gönderecek çözümü ile ilgili.

Evet kabirler, türbeler dua yeri, namaz yeri değildir. Mum yakarak istekte bulunma yeri değildir. Şifa yeri, iş, aş sahibi olma yeri asla değildir.
Peygamber (as): “Ey Allah’ım! Kabrimi namaz kılınan yer yapma.” diye dua etmiştir. (Ramuz el-Ehadis: 187/1)
Bir hadislerinde: “Allah Yahudileri kahretsin. Onlar peygamberlerinin kabirlerini mescid haline getirdi.” –Buhari:2/422
- “En kötü insanlar kabirleri mescid haline getirenlerdir.” buyurur

-Müsned:257
Hudeybiye Antlaşması’nda Peygamber (as) bir ağacın altında biad aldı diye Müslümanlar o ağacın altında namaz kılmaya başlayınca Hz. Ömer (ra) o ağacı dibinden kestirmiştir.

ı. Kabirlere, Ağaçlara çaput Bağlama
Oraya buraya çaput bağlamak, mum yakmak çok eskilerden kalma bir hurafedir.
Mum yakmak ateşe tapanlardan kalma bir âdettir. Fenikeliler ilâh kabul ettikleri heykellerin önünde mum yakarlardı.
Eski Romalılar, mezarların başında mum yakarlardı.
Şamanlık dininde çaput bağlama âdeti vardı. Kutsal bilinen ağaca çaput bağlarlar, dibinde yatarlar, etrafında dönerler, dibinde dualar ederlerdi. Türbelere çaput bağlarlardı, değilse orada yatanların zarar vereceğine inanırlardı.
Çaput bağlamak işi korunma ve yardım bekleme, iyileşme, çocuğun ölmemesi, çocuğu olmayan kadının çocuk sahibi olması ve dileklerin yerine gelmesi için yapılırdı.
Birde dilek için suya para atılır, türbenin penceresine para konurdu.
Bütün bunların hiçbir faydası olmadığı gibi insana zarar veren ve insanı küçülten şeylerdir.
Bu tür davranışlar olmayanı var edemez. Var olanı yok edemez. Hastalığı gidermez, rızık vermez, çocuk vermez, kısmet açmaz, borçtan dertten kurtarmaz. İnsanı başarıya götürmez. Fakirliği yok etmez.
Türbelere, yatırlara ve dikili taşlara gösterilen aşırı ilgi, puta tapmak derecesinde günahtır.
Mehmet Akif:
“ Evet bütün beşerin hakkıdır bekâ emeli,
Fakat bu hakkı ne taştan, ne leşten beklemeli” diyerek taştan, mezardan medet beklemenin yanlış olduğunu ifade etmiştir.
Peygamber (as) der ki:
- Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey şirktir. Ümmetim tekrar güneşe, aya ve putlara tapacaklar demiyorum. Beni korkutan, Allah’tan başkası için yapacakları amellerdir. Allah’tan başkası maksatla ön plana çıkan gizli arzularıdır.” Prof. Dr. İ. Canan, Hadis ANS:17/619

 i.Türbelerle İlgili Hurafeler:
Firavun mezarları gibi mezarlar yapmak, buralara aşırı ilgi göstermek, dua yeri, namaz yeri, yardım istenilen yerler yapmak, içinde yatana ezadan başka bir şey değildir.
Türbe ziyaretleri sanki dini bir vecibeymiş gibi düşünülmemelidir. Unutulmamalıdır ki türbelerde yatanlar beşer üstü bir varlık değildir. Onları Cenab-ı Allah ile arada bir aracı olarak kabul etmek, büyük hata olur.
Derdi olan, isteği olan türbelere koşuyor; dua edecek soluğu türbede alıyor. Hasta olan geçimi bozulan, işini kaybeden, çocuk isteyen, evlenmek isteyen türbeye gidiyor.
Türbeleri dolduran insanların hepsinin isteği var. Kadınlar Zilli Baba’nın etrafında dolaşıyor: “al sana bir göbek, ver bana bir bebek” diyor, çocuk istiyor.
O türbede yatan Fatiha bekler, hayır dua bekler. Ondan bir şey beklemek İslâm inancı ile bağdaşmaz. Türbede yatanların dünya ile tasarrufu bitmiştir. Fayda da veremezler, zamanda veremezler. Yunus’un dediği gibi: “ Ne söylerler, ne bir haber verirler.”
Kişinin makamı, ünvanı ne olursa olsun onun için Gavs (sığınak), Gavs-ı Azam (Büyük sığınak) Ekber, Âzam gibi sıfatlar kullanılamaz. Çünkü Cenab-ı Allah’ın sıfatlarını başkasına yakıştırmak şirktir.
Türbeler tapınılır gibi ziyaret edilmez. Türbenin eşiği, kapısı, pencereleri öpülmez. Dua etmek için türbeye gitmeye gerek yoktur. Türbedeki, Allah ile arada vasıta olamaz. Veya türbede yatandan bir şey istenmez.
Bir insan: “Yatıra gittim, dua ettim, duam kabul oldu.” derse, bu küfre götürecek bir davranıştır.
Türbeler dua yeri değildir. Dua ibadettir, dua Allah’tan başkasına yapılmaz. Dua ibadet olunca bu ibadetin türbede yatana yapılması şirk olmaz mı?
Kur’an’da: “Allah’la birlikte kimseye yalvarmayın.” Cin:18
-Rasûlüm! De ki: Allah’ı bırakıp da başkalarına yalvarmayın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne giderebilir, ne de değiştirebilir. İsra:56
-“Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine hangisi daha yakın olacak diye vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı sakınılacak bir azaptır.” –İsra:57 buyrulur.
Türbelerde namaz kılınmaz. Ancak ayrı bölüm varsa, orada kılınır. Peygamber (as): “Allah’ım! Kabrimi tapınılan yer yapma.” diye dua etmiştir.-R.Salihın:1799
Türbeler yardım isteme yerleri de değildir. “Yardım Allah’tandır.” –Al-i İmran:126 Türbede seslenmek, çağırmak, imdat demek, yetiş demek, bir şey istemek şirke götüren davranışlardır. “ Ey falan benim şu işim var hallet” denmez. “Falan türbeye gittim işim oldu, duam kabul oldu. Falana adak adadım, adağım oldu.” demek bir Müslümanın yapabileceği bir iş olamaz. Hatta bana yardım eder mi, etmez mi? diye düşünmek bile “Falan türbenin yardımı oluyor.” demek bile şirk kokan sözlerdir.
Kur’an’da:
-“ Dikkat et, halis din yalnız Allah’ın. O’nu bırakıp kendilerine birtakım dostlar edinenler: Onlara bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez.” –Zümer:3
-“Allah’ı bırakıp da kıyamete kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapık kim olabilir? Oysa onlar bunların tapmalarından habersizdirler.”-Ahkaf:5
Peygamber (as)da şöyle buyuruyor:
-“Kim Allah’tan başka birine tutunursa, kendisi ona bırakılır.” (O versin, ona git, o kurtarsın... denir.) - (Ramuz el-Ehadis: 413/3)

Şair: “Güvenirsen Allah’a güven,
Murat almaz yüz çeviren” der.

Kabir, ölümü düşünmek, ölümden ders almak, ahrete hazırlık yapmak için ziyaret edilir. Topraktan geldik toprağa döneceğiz denir. Ölenlerden ders alınır. Peygamber (sav): “ Kabirleri ziyaret edin. Size ahreti hatırlatır, sizi gafletten uyandırır.” buyurmuştur.-Tirmizi Cenaiz:60

Türbelerde yapılan taşkınlıklar ve İslâm dışı davranışlar bolca yapılmaktadır. Bazı kabirler ağlama duvarı haline getirilmiş, şikayet yerleri olmuştur.
Piyangodan yüksek ikramiyenin kendilerine çıkmasını isteyenler türbelere koşup dua etmektedir. İkramiye bileti, toto kuponları türbelerin duvarlarına, eşiğine sürülmektedir.
Sınava girecek öğrenciler türbelere akın etmektedir.
Meryem Ana evinin bahçesi dilek kağıtları, bez parçaları ile dolmaktadır.
Türkiye’de mum yakanlar, türbelere çaput bağlayanlar, türbelerde dua edip istekte bulunanlar, türbenin kovuklarına kalem, anahtar sokanlar, istek kağıdı koyanlar, türbelerde diz çökenler, türbe eşiğine yüz sürenler, türbeden geri geri ayrılanlar… bu davranışların hurafe olduğunu bilmelidir. 


Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından uyarı levhaları asılmıştır. Bu levhalarda şunlar yazılıdır:
- Para atılmaz.
- Adak adanmaz.
- Mum yakılmaz.
- Kurban kesilmez.
- El-yüz sürülmez.
- Bez, çaput bağlanmaz.
- Taş, para yapıştırılmaz.
- Türbelerin içinde yatılmaz.
- Yiyecek şeyler bırakılmaz.
- Eğilerek, emekleyerek girilmez.
- Türbe ve yatır etrafında dönülmez.
- Türbe ve yatırlardan medet (şifa) umulmaz.

* Ölüler için işlenen bazı bid’at ve hurafelere bakalım:
Son anlarında üzerinde kul hakkı var mı, yok mu? Sorulmuyor. İbadet borçları, vasiyeti olup olmadığı sorulmuyor, bid’at ve hurafeler başlıyor.
- Yüzünü kıbleye çevirin deniyor. Hayatında kıbleye dönmediyse ne fayda?
- O gelsin, bu gelsin cenaze bekletiliyor.
- Üzerine bıçak, ekmek, demir konuyor.
- Fotoğraflar, çelenkler, bandolar, konvoy oluşturularak arabalar hazırlanıyor.
- Nutuklar atılıyor, sloganlar, tekbirler, el çırpmalarla cenaze taşınıyor.
- Sela verilirken “….eşrafından” diye veriliyor.
- Ağlamalar, sızlamalar, taşkınlıklar isyan derecesine varıyor.
- Ölüden saçından, sakalından hatıra alınıyor.
- Kabre cenazesi ile beraber bir şeyler konulmak isteniyor.
- Kabre “ Yanın boş kalsın” denirse yakın zamanda bir yakını ölmezmiş.
- Evde köpek ulur veya baykuş öterse o evden yakında cenaze çıkarmış.
- Ölü için su ısıtılan kazan iş bitince ters çevrilirse o evden yakın zamanda ölü çıkmazmış.
- Kabrin üzerine bulgur, pirinç, buğday koymak.
- Dişi ağrıyan mezar taşını ısırırsa ağrının geçeceğine inanmak.
- Hasta mezarlıkta veya türbede yatarsa, şifa bulacağına inanmak.
- Hastanın çamaşırları türbeye konursa, şifa bulacağı inancını taşımak.
- Sınava girecek öğrencinin özel eşyaları bir gece türbede kalırsa, başarılı olacağına inanmak.
- Türbe duvarına, kapısına sahip olmak istediği ev, araba, çocuk gibi şeylerin resmini çizmek.
- Türbeye yiyecek konursa bereket olacağına inanmak.
- İsteğin olması için türbede hayvan, horoz kesmek.
İnanıyorum bu yanlışlıklar mezarda yatanların kemiklerini sızlatıyordur.

TARİKAT ÇEVRESİNDE HURAFE
Tarikatlar, Peygamber (sav)dan nice sonra ortaya çıkmıştır.
Tarikat, yol demektir.
Dinde tarikate girmek ne farzdır ne vaciptir ne de sünnettir. Tarikat, iman ve itikad düzgünlüğü varsa, dini bilmeyenler için dinin öğrenilmesinde , yaşanmasında yardımcı olur. Nasıl insan kendi kendine ense tıraşı yapamıyorsa, kendi kendine din öğrenilmez. İnsan, nefsini tek başına terbiye edemez.
Bazıları: “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.”, “Yat rüyaya gör şeyhini.” diyerek tarikatına adam toplamaya çalışıyor. İnsan böyle şeyh ararsa, karşısında şeytanı bulur. Şartlı yatınca aç tavuğun düşünde darı gördüğü gibi o da aklında olanı görür.
Bazı öne geçenlerde: “Şeyhi olmayan cennete giremez. Mahşer yerinde ortada kalır.”, “Beni gören cehennemde yanmaz.”, “Kabrimi ziyaret eden cennete girer.” gibi sözlerle adam toplama yoluna gidiyor.
Tarikattan ayrılmak isteyende tehdit edilip, korkutuluyor. Şeyhin gazabına uğrayacağı söyleniyor.
Tarikata girenler şeyhin her an imdadına yetişeceği, ölürken imanlı gitmesini sağlayacağı, sıratta koltuğunun altına alıp geçireceği ve mahşer günü şefaat edip hesaptan kurtaracağı telkin ediliyor.
Kur’an’ı rehber edinen, sünnete uygun hareket eden ve halka güzel hizmetler sunan tarikat liderlerini, mensuplarını tenzih ederim ve Cenab-ı Allah’tan muvaffakiyetler dilerim.
İtikad düzgünlüğü olmayan gruplar için Rabbimiz Kur’an’da şöyle buyuruyor:
-“ Dinleri parça parça edip gruplara ayıranlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (En’am:159)
-“ Dinleri parçalayanlardan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka kendilerinden olan ile böbürlenmektedir.” (Rum:32)
Peygamber (sav) kimseden özel ilgi istememiş, kendisi için ayağa kalkılmasına razı olmamış, yükünü kimseye taşıtmamış, “ Benden önce krallara yapılanı bana yapmayın.” demiştir.
Hani efendiniz? Diyen Bizans elçisine, ashabına ikramda bulunan Allah Rasûlü: “Efendi hizmet edendir.” Cevabını vermiştir.
“Ey Allah’ın elçisi sen otur biz yemeği hazırlayalım.” diyen ashabına: “ Bende odun toplayayım.” demiştir.
Karşısında titreyen kimseye: “Niye titriyorsun, ben kuru ekmek yiyen Kureyşli bir kadının oğluyum.” diyerek rahatlamasını istemiştir.
Dört halife de insanlar üzerinde saltanat sürmemiştir.

Osmanlı padişahları: “Senden büyük Allah var, mağrur olma padişahım” diye halkın bağırmasını istemiş kendine hakim değil hâdim denmesini istemişlerdir.
Dinde ilimde ileri olan hiçbir Allah’ın kulu kendilerine iltifat edenlerden hoşlanmamışlardır.
Atalarımız: “ Duvara dayanma yıkılır, insana dayanma ölür.” demişlerdir.
Bazı tarikatlere bakıyorsunuz şeyh efendi uçmasa da uçuruluyor. Yere göğe sığdırılamıyor.
Bid’at ve hurafelerle meşgul olanlar şeytanın oyuncağı oluyor. Meselâ: Cenab-ı Allah anılıyor. Peygamber (as) anılıyor, kılı kıpramıyor, şeyhten bahsedilince titreniyor, hoplayıp, zıplanıyor.
Bazı hareketler var ki, asla İslâm’ın ruhu ile bağdaşmıyor. Konuşurken falan şöyle demiş, şöyle yapmış, hep onun sözleri, İslâmi yaşayış onlarda, onlarla tarif ediliyor. Kur’an ne diyor, peygamber (as) ne diyor ona bakılmıyor. “ Sen Kur’an ve sünnetten bahsetmiyorsun.” Denilince: “Bize lazım olan ayet ve hadisleri efendimiz kitabında zikretmiştir.” deniliyor.
- Ölmüş veya diri birine: “Nefsimizin, şeytanın şerrinden bizi koru”
- “ Bize kıyamet günü şefaat et”
- “ Yetiş ey falan!”
- “ Son anda imanla gitmemizi sağla ey falan!”
- “ Falan bizi görüyor, halimize vakıftır”
- “ Bizim hocamız bizi kurtarır” demek ve buna benzer laflar etmek, Allah korusun insanı küfre götürür.

Bir hocamıza biri elini öpüp: “Yarın bize yardım edersiniz değil mi efendim?” demişti. Hocamız çok kızmıştı ve: “ Defol! Beni de günaha sokma” dedi.
Bir kutsi hadiste şöyle bildiriliyor. Dünyada Allah’tan başkasından yardım bekleyene, ahirette; “ Falana git o seni kurtarsın.”, başkasından bir şey isteyene; “Git o versin.” denilir. Hz. Peygamber Ebu Bekir (ra)’a; “Falan olmasaydı, falan beni öldürecekti demek şirktir.” demiştir. Bunun için rızk ve ecel onun bunun elinde aranmaz. Bir hususa daha dikkat çekmek istiyorum: “Efendimiz, şeyhimiz bize yardım etti, işimiz oldu. Kazasız belasız atlattık.” demek şirktir.
“ Yetiş ey şeyh!” denmez.
“ Hocamız bizi korur, imanlı gitmemizi sağlar, kabirde yardım eder, sıratta kolumuzdan tutup geçiriverir, kıyamet günü şefaat eder.” deniliyor. Böyle diyen ve dedirten sapıktır, şirke düşmüştür.
“Sen halini şeyhe arz et, o Allah’a arz eder.” ifadesi şirk kokan bir ifadedir. Allah kimseyi vekil tayin etmemiştir. Allah adına kimse iş göremez.
Bir gün bir telefon geldi, bir arkadaşım bana şöyle soruyordu: “Bizim şeyhimiz bizim için dua ediyor, dervişlerim ölürken yanlarında olayım, imanlı gitmelerini sağlayayım diyor. Sen de bize gel. Sana da yardım etsin.” Ne dersiniz?
Hiçbir din büyüğü böyle yapmamış ve kimseye bir vaade bulunmamıştır. Bunlar yanlış şeylerdir.
Bir hususta rabıtanın kulla yapılmasıdır. Bu bidattir. Sünnette böyle bir şey yoktur. Rabıta, ölümle, cennet cehennemle, Cenab-ı Allah’la peygamber (as)la yapılır. Şöyle bir yanlışta yapılıyor: şeyhin resmi konuyor, o yanındaymış gibi hissediliyor ve ondan yardım isteniyor.
Şeyhe teslimiyetinin ölçüsü iyi ayarlanamıyor. Deniliyor ki “Cenazenin yıkayıcısına teslim olduğu gibi şeyhe teslim olacaksın.” Her şeyin ölçüsü şeyh oluyor. Kur’an sünnet unutuluyor, hoca efendinin bir kitabı varsa, o elden düşmüyor.
Bazı kitaplarda öyle şeyler var ki; ne Kur’an’a ne de sünnete uyuyor. Onlara asla itibar etmemek lazım.
Şeyhe kayıtsız, şartsız teslimiyet olmaz. Masum insan yoktur. Kusursuzluk Cenab-ı Allah’a mahsustur.
Risale-i Kuşeyri’de şöyle denmiştir: “Kişinin havada uçacak kadar kerametlerle donatıldığını görseniz dahi, buna kanmayın. Siz onun, Allah’ın emirleri, yasakları karşısındaki tavrına, hududu koruyup korumadığına, şeriatı uygulayıp uygulamadığına bakın.” (Risale el Kuşeyri:1/103)
Şeyhin yazdığı kitap kusursuz kabul edilemez. Şeyhin günahsız, kitabının kusursuz kabul edilmesi İslâm inancına uymaz.
Şeyhin bir şey yapmasında keramet aranmaz, hikmet aranmaz. En büyük keramet itikad düzgünlüğüdür.
“Şeyhimiz bizi görür, halimizi bilir.” demek şirktir. Gaybı ancak Cenab-ı Allah bilir. (Bakara:255 + Neml: 65 + A’raf:88)
Halil Günenç Hoca Efendi: “Bir kimse falan gaybı biliyor. Kalbimizden geçenleri bilir. Veya falanın ruhun hazır olup, halimize vâkıftır derse küfre girer.” der. (Günümüz Meselelerine Fetvalar:1/43-99)
Peygamber (sav) şöyle buyurur: “Gelecekten haber veren kimseye varıp bir şeyler soran ve onun dediğini tasdik eden kimsenin kırk gün namazı kabul olmaz.” –Riyazü’s Salihın:1701
Şeyhle yakınlıktan, beraberlikten kaçınılmalıdır. Şeyhe yakın olarak feyz alınmaz. Hele bir kadın mesafeyi ayarlamalıdır.
Beraber olmak, ancak nikah düşmeyen belirli kimselerle olabilir. Değilse haramdır. Şeyh olunca haramlık asla kalkmaz.
Peygamberimiz (sav) kör olan Ümmü Mektum’un oğlu için hanımına:
- “O kör bizi görmüyor” deyince, Peygamberimiz (sav):

- “Sizde mi körsünüz?” demiştir.
Kan kardeşi, manevi ağabeylik, ihvan, şeyh gibi samimiyet ne ölçüde olursa olsun, beraber olmayı İslâm dini yasaklamıştır.
Bir kadının kayın biraderi ile beraberliğini Peygamber, “Ölümdür” demiştir.(Riyazüs Salihın:3/1659)
“Bizim şeyhimiz temizdir. Kalbinden kötülük geçmez. Kaç göçe gerek yok, onunla baş başa görüşebiliriz” diyerek, bir kadın mahremiyeti kaldıramaz.
Peygamberimiz (sav)ın kalbi temiz değil miydi?
Şeyh olunca haramlık kalkmaz. Peygamberimiz (sav): “Bir erkekle bir kadın baş başa kalmasın. Manevi babalık, manevi ağabeylik gibi sözler, yabancılığı kaldırmaz. Hem babalığın, ağabeyliğin maneviliği olmaz.
Ayrıca yüz yüze, göz göze irşat olmaz. “ Müslümanım diyen bir kimsenin, dini ikazları dinlememeye, bazı şeyleri istisna etmeye, dini değiştirmeye, ne hakkı vardır ne de selahiyeti.
Peygamber Efendimiz (sav)ın gözleri görmeyen biri için hanımına vermediği izni, kimse kimseye veremez. Güven meselesi ise Peygamber (sav) hanımına güvenemiyor muydu?
Kadın erkek aynı yerde irşat olmaz, ibadet olmaz, zikir olmaz yani iş, İslam’ca olmaz.
Fercin zinası olduğu gibi, elin ve gözün de zinası vardır.
Her şeyin sahtesi olduğu gibi şeyhinde sahtesi vardır. Kur’an’a, sünnete uymuyorsa, sahtedir. Kurtulduğu, kurtarıcı olduğu söyleniyorsa sahtedir.
2011 yılında Bursa’da dergah açıp kendisine uyanlara cennet vaad eden U.K.
Taciz ve tecavüzden tutuklanmıştı. Yakın zamanda Kur’an okumasını bile bilmeyen biri çıkmış, şeyhliğini ilan etmiş, daha da ileri giderek Nebiliğini, Rasûllüğünü iddia etmişti. Kendisine “Risalet Nurları” diye kitap indiğini bile söylemişti.
Kim olursa olsun kişiye saygıda, sevgide, övgüde ölçülü olunmalıdır.
İslâm büyüğü aşırı ilgi ve övgüden rahatsız olur. Peygamber (as) “Beni övmeyin. Ben ancak bir kulum. Bana sadece Allah’ın kulu ve Rasûlü deyin.” buyurmuştur.(Buhari Enbiya:48) peygamberimiz kendisi için ayağa kalkılsın, eli ayağı öpülsün, karşısında eller bağlı divan durulsun, kendisine hizmet edilsin, ayrılırken geri geri gidilsin istememiştir. Çünkü her bir Müslüman İslam’ı temsil eder. Mahmud Sami Efendi: “İhvana söyleyin halk içinde elimi öpmesinler. O zaman daha çok istiğfar etmek zorunda kalıyorum.” demiştir.
Şeyh için söylenen bazı sözlere dikkat etmek gerekir. Meselâ:
Gavs: Sığınılan
Gavs-ı Azam: Büyük Sığınak
Gavs-ı Ekber: Büyük Sığınak
Ekber : Büyük
Şeyh-i Ekber: Büyük Şeyh demek yanlıştır.
İnancımızda ancak Allah’a sığınılır. Büyüklerimiz hep Allah’a sığınmışlardır. Büyüklük Allah’a mahsustur. Ekber, Azam sıfatları Allah’a mahsustur. Biz “Allah’ü Ekber” diyerek “Ekber” kelimesini ancak Allah için kullanırız. Bu konuda Halil Günenç Hoca Efendi’nin görüşü şudur:
“Salih bir zatın dersini dinleyip, terbiyesini almak güzel bir şeydir. Ancak kişilerin derece ve makamlarını bilen Allahü Teâla olduğu için mensup olduğu zatın makamını tayin etmek için “Falan zat kutb-ı zamandır veya gavstır.” demek doğru değildir.
Bir de kurban kesme âdeti var. Buna dikkat edilmelidir.
Allah’tan başkasına kurban kesmek şirktir. O hayvan leş hükmündedir, eti de yenmez.
Mâide Suresinin 3. ayetinde Allah’tan başkasına kurban kesilmesinin haram olduğu bildirilmiştir.
Hayatta olan kişiye de, ölmüş olan kişiye de kurban kesilmez. Kesilen hayvanın kanı oraya buraya sürülmez.
Allah için kurban, bir ibadettir. Kurban kişi için kesilirse, ibadet kula yapılmış olur ki şirktir.
Hacdan dönene, doğan çocuğa, gelen siyasi veya bir Salih kula kurban kesilmez. Yani kişinin zatı için kurban kesilmez, ancak Allah için, Allah rızası için kesilir.
Hem kişi hem Allah için de kesilmez. Allah için yapılan, kula da yapılırsa, işte ortak koşma bu olur.
Şeyhin resmini mürid koynunda taşır, resimle rabıta kurarsa, şeyhinden feyz alır. Şeyhin resmi eve asılırsa, o eve nur yağarmış. Nur mu yağar, nâr (ateş) mı yağar bilemem. İslâm’a uygun bir davranış değil.
Peygamberimizin bildirdiğine göre içinde resim bulunan eve melek girmez. Resim secde mahalline konur ve namaz kılınırsa, namaz bozulur. Bunun putperestlikle bir farkı yoktur.
Peygamberimizin evinde resimli bir örtü yüzünden Cebrail (as) gelmemiştir.
Bir kadına bir erkeğin resmi de haramdır. Şeyhin resmi olunca haramlık gitmez. Resim ancak zaruri ihtiyaç halinde caizdir.
Bu konudaki hüküm şudur:
“Bir âlim, bir şeyhin resmini tazim için, himmet bekleyerek taşımak, öpmek caiz değildir. Yardım Allah’tan beklenir. Böyle yapmak batıl dinlerdeki resim ve heykele tapmaya benzer. Eğer resim, sadece bir hatıra için taşınabilir.” (Doç.Dr. Ahmet Gürtaş-Günümüzün Meselelerine Fetvalar. S. 116)
Ne için olursa olsun şeyhin elini öpmek dini bir davranış değildir. Nikah düşen kimseler birbirinin elini öpemez. Peygamber (as) elini öptürmemiştir. Biat alırken kadınların elini tutmamıştır. “Bizim elimizi tutmadın.” diyen bir kadına “ Ben kadınların elini tutmam.” demiştir. (Prof.Dr. Faruk Beşer, Hanımlara Özel Fetvalar 1/77-83)
“ Şeyhin elini öp günahsız olursun.” sözü günahtan kurtulma yolu değil, günaha sokan bir yoldur.
İslâm fıkhına göre bakılması helal olmayana dokunulması da helal değildir.
Her organın bir zinası vardır. Din öğretme iddiasında olanların daha hassas olmaları gerekir. El öpülmesinde sakınca görmeyende itikad noksanlığı vardır. El öpülmesini günah saymamanın boyutu ise çok farklıdır.
Prof.Dr.Faruk Beşer:” El öpme dinin emri değildir. Mahremiyet varsa cinsler birbirinin elini öpemez. Erkek ne kadar yaşlı olursa olsun, onun elini bir kadın sıkamaz, öpemez. (Çünkü erkekte hiçbir yaşta erkeklik duygusu ölmez.) –Age:1/77-78
İnançlarından dolayı el tutmayan da kınanamaz. Prof. Dr. Tayyip Okiç: (İslâm’da Kadın Hakları Antolojisi:60) şöyle der: “Ahirette istedikleri nimetlere kavuşmak isteyen Müslüman erkek ve kadınların el tutma, el öpme gibi geleneklerden uzak kalmaları ve İslâm’ın özüne dönmeleri gerekir.”
Sonuç; bir kadın müridin, mürşidin elini öpmesi, İslâmi değildir. Öpende günaha girer, öptürende. El öptürmek, bazılarının hoşuna gidebilir, ama Allah’ın ve Peygamber’in hoşuna gitmez.
Şeyhin kendisinden veya ruhaniyetinden yardım beklenmez. Beklenirse şirk olur. “ Falanın ruhu bizi görür.”, “ Bize yardım eder.”, “İmdat ey falan”, “Ey falan bize yardım et.” denmez. İnsan ölünce dünya ile tasarrufu kalmaz, ruh dönüp gelmez. (Yasin:31)
Bunun aksini yapar, Allah’tan beklenileni kuldan beklemeye kalkarsak, bu, tevhid inancına aykırı olur. Zira namaz kılan herkes, Fatiha Suresi’ni okur, Allah’a ibadet eder, beklediğini de Allah’tan beklediğini söyler.
İbrahim Peygamber (as) ateşe atılınca, Cebrail Aleyhisselam O’na:
-“Benden bir isteğin var mı, yardım ister misin?” demiş, İbrahim Peygamber de:
-“Hayır! Ben istediğimi Allah’tan isterim, Allah bana yardım eder.” cevabını vermiştir.
Ulema eğer İbrahim Aleyhisselam’ın Cebrail’den bir beklentisi olsaydı, ateş onu yakardı.” denmiştir.
Bir kutsi hadiste şöyle buyrulmuştur: “Allah’tan başkasından yardım isteyene, kıyamet günü: - Git! O seni bağışlasın, Git! O seni kurtarsın” denileceği bildirilmiştir.
Yardım ancak ve ancak Cenab-ı Allah’tandır. (Âl-i İmran:126)
İmam-ı Bürgüvi Hazretlerine göre “ Medet Ya Rasûlullah!” demek bile tehlikelidir. Çünkü Allah Rasûlü ancak Allah’ın izniyle şefaat edecektir.
Kurtuluş ve hidayet Âlemlerin Rabbi olan Allah’tandır. Papanın kendisinde gördüğü vaftiz ve aforoz yetkisi İslâm‘da kimsede yoktur.
İnancımıza göre salih kimseler insanın hidayetine vesile olur. Kula iltica olmaz. Peygamber (as)dan başkasından şefaat beklenmez. Kıyamet gününde peygamberler bile Peygamberimizin şefaatini bekleyecek ve “nefsî, nefsî” diyecektir.
Peygamberimize şefaat hakkı verilmiştir.
Peygamberimiz Allah’ın izin verdiği kimselere şefaat edecektir. (Taha:109) çünkü şefaat Allah’tandır.(Zümer:44) “Onun izni olmadan kim şefaat edebilir?” (Bakara:255 + Sebe:23 + Enbiya:28 + Yunus:3)
Peygamberimiz: “Kıyamet günü bana şefaat hakkı verilir.” demiştir. (Buhari:2/2224)
Bir husus da Allah’tan başkasından şifa beklenmez. Şifa Allah’tandır.
Şeyhten, şeyhin artığından şifa umulmaz. Bir kaptan şeyh içecek, aynı kaptan bir oda dolusu insan sıradan içecek, bundan şifa beklenmez. Beklense beklense hastalık beklenir. Kendimize soralım: Peygamberimiz böyle bir şey yapmış mıdır?
Şöyle bir hatırlatma yapmak istiyorum:
Zaman zaman dışarıdan birileri geliyor. Bunlar Maon Tarikatı temsilcileri oluyor veya Hintli Mataji gibi kimseler oluyor. Veya Seyyid adı ile dolaştırılan kimseler oluyor. Veya şifa dağıttığı söylenen kimseler oluyor. Böyle kişilere inanmak ve onlardan şifa beklemek, İslâm inancıyla asla bağdaşmaz.
24.04.2002 tarihinde İstanbul’a Hintli Mataji geldi. Gazetelerden öğrendiğimize göre; salon ağzına kadar dolu. Ne istiyorlar?
- Rahatlamak, şifa bulmak,
- Ondan çıkan ilahi enerji ile buluşmak,
- Ona secde edip boşalmak,
- Ayağını yıkadığı su ile şifa bulmak,
- İlahi aydınlanma, bu beklentilerin her biri şirke götüren davranışlardır.
Vesile kılmakta da yanlış anlamalar oluyor. Kur’an’da: “Allah’a yaklaşmak için vasıta arayın.” (Mâide:35) buyruluyor. Kişi aracı olarak görülmez.
Araplar, Allah’a yaklaşmak için putları vesile kıldıkları için müşrik durumuna düşmüşlerdir.
Kur’an’da şöyle buyrulmuştur:
-“Rasûlüm! De ki: Allah’ı bırakıp da ilah olduklarını ileri sürdüklerinize yalvarın. Ne var ki onlar, sizin sıkıntınızı ne uzaklaştırabilir ne de değiştirebilirler.” (İsrâ:56)
-“Onların yalvardıkları bu varlıklar Rablerine hangisi daha yakın olacak diye vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü rabbinin azabı sakınılacak bir azaptır.” (İsrâ:57)
Adem (as) hata edip cezalandırıldığı zaman şöyle dua edip Peygamber (as)ı vesile kılmıştı.
-“Ya Rab! Muhammed’in hakkı için beni bağışla!” ona:
-“Sen O’nu nereden biliyorsun? Denilince Adem (as):
-Ben yaratılınca başımı kaldırdım gökte “Lâ İlâhe İllallah Muhammedün Rasûlullah” yazılı idi, cevabını verir.
“Ya Rabbi! Sevgili kullarının hatırı için, diye dua edilirse yanlış olmaz.
Meselâ hastalık için: “Doktor iyileştirdi.” denmez . Doktor vasıtadır, ilaç iyileşmek için bir vasıtadır. İyileştiren Cenab-ı Allah’tır.
Kurtulmak, cennete girmek, Cenab-ı Allah’a yaklaşmak için şeyhe “ Kurtar.” denmez. “Bizim cennete girmemizi sağla, bizi Allah’a yaklaştır.” denmez. Denirse Kur’an’da kınanan Arapların durumuna düşülür.
Müslüman sözlerinde, hareketlerinde şirke düşmemeye ve imanını korumaya dikkat etmelidir.
Bakın şu davranışlar tamamen Kur'an-ın özüne ters düşmektedir.
"Biz hepimiz de Gavs’ın evlatlarına kölelik yapacayız. Yapmamızda farzdır, vaciptir. Gavs’ın evlatlarına boyun eğmeye, hizmet etmeye.
       Onun için Gavs’ın torunları isterse, hiçbir zaman ister erkek, ister kadın tarafı hiçbir zaman yüz çevirmeyiz.
       Bunlar ne biçim sözler Yüce Allah Kur'an-ı kerimin birçok yerinde “En la tabüduu illellah” (Allah’tan başkasına kulluk yapmayın) diye emrediyor. Gavs denen kişiye kulluk yapmak hem fazdır ve hem vaciptir” diyor !!  Ne dediğinden haberi yok !!
Yine  Cübbeli konuşuyor:   Allah bildirirse, evliya gaybı bilir. Peygambere bildirirse bilir. Veliye de bildirirse bilir. Peygamberin kine mucize denir, velinin kine ise keramet denir. Ali Haydar Efendi hazretleri bildirirdi. Keşfi açıktı. Evde gece yaptıklarını sabaha müritlerine söylerdi. Adamın biri ters ilişki mi yaptı, hayız halinde mi yaklaştı? Hepsini haber verirdi. (Bakınız http://www.sivasbulteni.com/cubbeli-evliyanin-evlerin-icini-seyretmesi-keramettir-90yy.htm) Bunlar nasıl kelimeler Bu kerametli şeyh efendinin işi gücü müritlerini röntgenlemek mi?
Daha ne zırvalar ne zırvalar? Bunlar İslam Dininin, Kur'an-ı Kerimin neresinde var?

IRKÇILIK
Kardeşliğe, birliğe zarar veren ırkçılık körükleniyor. Cahiliye devrinin ırkçı düşüncesi günümüzde hala sürüp gidiyor.
Irk üstünlük değildir. Başkaları hakir görülemez. Üstünlük için ahlak, insanlık önemlidir.
Irkçılık, ayrımcılık ve fitne sebebi yapılıyor. Kimsenin kimseye üstünlüğü olamaz.
Peygamber (as): “Irkçılık uğruna ölen de öldürende bizden değildir. “ buyurur. (Ebu Davut Edep:121)
Üstünlük ölçüsü, soy sop değil takvadır.
Veda Hutbesi’nde peygamber (as): “Arabın Arap olmayana bir üstünlüğü yoktur.” demiştir.
Irkçılık cahiliye âdetidir. İslâm dini ırkçılığı yasaklamış, ırkçılık damarlarını kabartacak her övünmeyi yasaklamıştır. Çünkü ırk, insanın kendi tercihi değildir. İslam nazarında insanın hangi ırktan olduğu önemli değildir. Nasıl yaşadığı, ne yaptığı ve neye inandığı önemlidir. Cenab-ı Allah insanlara “Hangi ırktansın?” diye sormayacaktır. “Nasıl bir hayat yaşadın?” , “Neler getirdin?” diye soracaktır.
Her insanın aslı topraktır. Sonu da topraktır. Peygamber (as) : “ İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydalı olandır.” Buyurarak üstünlük ölçüsünü koymuştur.

HAYVANLARLA İLGİLİ HURAFELER
Hayvanlarla ilgili bid’at ve hurafeler insanlık tarihinde çok etkili olmuş, günümüzde de etkili olmaya devam etmektedir.
Son yıllarda Avustralya’da seçim sonuçlarını timsaha sormuşlardır. Adayların resimlerinin altına tavuk eti bağlamışlar, timsah yardımı ile seçim sonuçlarını öğrenmeye çalışmışlardır.
Almanya’da dünya kupasını kimin alacağını ahtapota sormuşlar, önceden sonuç almaya çalışmışlardır. -21 Ağustos 2010, Yeni Şafak
Hurafelere daha çok konu olan hayvanlar baykuş, kedi, köpek, at, inek, keçi, koyun, öküz, yarasa, yılan, tilki, çakal, horoz, leylek gibi hayvanlardır.
Hayvanlar bilgi vermez, hayvanlarda uğur ya da uğursuzluk aranmaz. İnsanlara fayda da veremezler zarar da. hayvanların duruşundan, ötüşünden hüküm çıkarma da yoktur. Cenab-ı Allah hayvanların her birini insanların yararına yaratmıştır.
Hayvanlarla ilgili bazı hurafeler şunlardır:
- Uçan kartal, zafer ve başarı müjdeler.
- Leyleği havada gören, o yıl hep seyahat eder. Yerde gören evinde oturur.
- Horoz gece öterse uğursuzluk getirir.
- Gece köpek havlarsa melekler kaçar.
- Karga öterse, misafir geleceğinin habercisidir.
- Üzerinde hayvan dişi veya kemiği taşıyana hayvanlar zarar vermez.
- Baykuşun eve yuva yapması, ötmesi o evden cenaze çıkacağının habercisidir.
- Gece horoz sürekli öterse savaş olacağına işarettir.
- Sabah önden kedi, tavşan, tilki geçerse uğursuzluk sayılır.
- Saksağan bir evde öterse, o evde iyi şeyler olur.
- Kurbağaların ötüşü, yağmur yağacağına işarettir.
- Arabanın önünde kara kedi, tavşan geçerse kaza olacağına yorulur.

AY, GÜNEŞ VE GÜNLERLE İLGİLİ HURAFELER
İşe başlamak, yola çıkmak, nişan, nikâh için gün seçme alışkanlığı önceki devirlerden kalmadır. Günlerde uğur-uğursuzluk aramak Yahudilerden ve Hristiyanlardan geçmedir. Yahudiler cumartesi iş yapmaz. Hristiyanlarda Pazar günü iş yapmazlar.
Günlerle ilgili bizde de şu inançlar vardır:
- Salı işe başlanmaz, başlanırsa sallanır kalır.
- Cuma günü iş yapılmaz, temizlik yapılmaz, tırnak kesilmez günahtır.
- Cumartesi temizlik yapılmaz, çamaşır yıkanmaz uğursuzluktur.
- Pazar günü yapılan işten hayır gelmez.
- Salı günü yeni elbise giyilmez.
- Perşembe uğurlu gündür, o gün işe başlamak uğur getirir.
- Arefe günü iş yapılmaz.
- İki bayram arası nikâh yapılmaz.
- Ay veya güneşin tutulmasını, kıyamet alametlerinden sayılmıştır.
- Ay, güneş tutulması kıtlığa, felakete ve ölüme yorumlayanlar olur.
- Ay, güneş tutulduğu zaman teneke çalmak, davul çalmak, silah atmak başta gelen anlamsız hurafelerdir.

Peygamber (as)in oğlu İbrahim vefat ettiği gün güneş tutulmuştu. Bu olayı İbrahim’in ölümü ile bağdaştıranlar oldu. Peygamber (as) bunun üzerine şöyle buyurdu: “Güneş ve ay kimsenin doğumu veya ölümü üzerine tutulmazlar. Güneş, ay tutulmasını görürseniz namaz kılın, dua edin.” –Müslim, Kusûf:10
Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Güneş kendisi için belirlenen yerde döner. İşte bu aziz ve alim olan Allah’ın takdiridir.
Ay içinde yörüngeler tayin etti. O eğri hurma dalı gibi olur da geri döner.

Ne güneş aya yetişebilir. Ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede döner.”- Yasin:38-40

SAĞLIKLA İLGİLİ HURAFELER
İslâm dini sağlığın korunmasına, hastalıklar için derman aranıp tedavi olunmasına büyük önem vermiştir.
Yüce Allah: “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.” (Bakara:195) diye emrediyor.
Peygamber (as): “ Allah ihtiyarlığın dışında her hastalığın şifasını da yaratmıştır. Ey Allah’ın kulları, tedavi olunuz.” buyurur. –Buhari Tıb:1
Bir gün uyuz devesine okuyup üfleyen birine, ne yaptığını sormuş oda:
-“ Hasta devemi tedavi ediyorum.” deyince,
- Üfürüğüne birazda katran karıştır.” demiştir.
Yanındaki Müslümanlara şöyle buyurmuştur:
“Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz. Allah hiçbir dert vermemiş ki dermanını yaratmamış olsun.” –Buhari Tıb:1
Her hastalığın bir sebebi bir de tedavi yöntemi vardır. Tılsımlı muskalardan medet beklemek yanlıştır. İnanımız açısından da muska yazdırmak ve yazmak büyük günahtır.
Maddi hastalıklar için mutlaka doktora gidilmesi, ilaç kullanılması gerekir. Ruhi olan hastalıklar içinde Kur’an’ın bize rahmet ve şifa kaynağı olduğu unutulmamalıdır. (Bak.:Buhari:1664, Müslim:2186)
“Denize düşen yılana sarılır.” hesabı yanlış yollarla tedavi arama, sağlık arama yoluna gidenler oluyor.
20 Mayıs 2009 tarihinde Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu son dönemlerde Türkiye’de popüler hale gelen transandantal meditasyon, reiki, yoga gibi gizemli oluşumların temelinde Uzak Doğu dinlerinin yattığını söyleyip, bu yöntemlerin bizi uç noktalara götürebileceği uyarısında bulunmuştur.
Bugün Hindistan’da inek idrarı insanların üzerine serpilerek tedavi aranıyor Ayrıca şifa için fare atıkları aranıyor.
Kekeme olanlar, kral, padişah sofra artıklarını yağmalıyordu.
Kırıkçılık için sığır pisliği sarma âdetini Anadolu’nun birçok yerinde görmek mümkün. Öğrenci iken Kayseri’de ev sahibinin kırılan ayağına sardığı hayvan pisliği yüzünden ayağını kaybetmişti.
İslâm inancında haramla, necasetle pis şeylerle tedavi yoktur.
Çare arayan insanların önlerine yanlış tedavi yolları gösteren istismarılar oluyor veya önüne gelen bir şeyler tavsiye edenler eksik olmuyor.

Hayvan pisliği, kan, domuz yağı, alkol, hayız kanı, yırtıcı hayvan etleri deva değil derttir.
- Sarılık olan çocuğa idrarını tavsiye edenler olur.
- Şişmeler için sığır gübresi sarılmasını öneriyorlar.
- Geçimi bozulan kadının eşine hayız kanını içirmesi söyleniyor.

Peygamber (sav): “Haramdan şifa olmaz.” buyurmuşlardır.(Müslim, Eşribe:12) haram derdi artırır, hastalığı azdırır.
Bu konuda bazı hurafeleri şöyle zikredebiliriz:
- Gece tırnak kesilmez, aynaya bakılmaz ömür kısalır.
- Gece ev süpürülürse yoksulluk olur.
- Cuma günü temizlik yapılırsa meleklerin kanadı kırılır.
- Ayak altına sabun sürülürse sıratta kayar.
- Akşamdan sonra sirke, acı biber, turşu sokulmaz, ölüme sebep olur.
- İçkiyi bırakmak isteyen için camiye bir cumadan diğer cumaya bir şişe su konur, içilirse bırakılır.
- Dişi ağrıyan mezar taşını ısırırsa ağrısı geçer.
- Sabun elden ele alınıp verilirse düşmanlık olur.
- İçilen su bardağına su ilave edilirse rızık azalır. Bunun gibi nice mantıksız şeyler.

Hurafeler daha çok İslâm dinini hedef alan dinlerden ve İslâm düşmanları tarafından dindenmiş gibi gösterilmektedir. Meselâ:
- Salı işe başlama sallanır. İstanbul Salı günü fethedilmiştir.
- Pazar iş yapılmaz. Pazar günü Hristiyanların ibadet günüdür.
- Cumartesi iş yapılmaz, cumartesi Yahudiler hiçbir iş yapmaz. İşlerini başkalarına gördürürler.
- Yemin ederken ayağını kaldır, yalan olmaz. Ahlaksızlığa teşviktir.
- Kısmetinin açılmasını isteyen, gece çeşmeyi açık bırakmalı. İsrafa yöneliktir.
- Karnına tabak koy, dışarıya çık, senden konuşsunlar, günahını alsınlar. Bu insanı günaha sokma yöntemidir.
- İki bayram arası nikah olmaz. Peygamber (as) Hz. Âişe ile iki bayram arası nikahlanmıştır.

Bir kötülükten korunmak için duvara tahtaya vurmak, kulak çekmek, şeytan kulağına kurşun demek. Bu itikad bozukluğuna neden olur. Başka bir işe yaramaz. Bazı kitaplar yanlış yazılmış ya da yazdırılmıştır. Meselâ; bir kitapta: 1231 defa “Ya Muğnî” denirse seccadenin altı para ile dolar deniliyor. Bu ifade çalışmaya, rızık aramaya mani bir söz. Tembelliğe teşviktir.
Allah (cc) ne diyor:
- Namazdan sonar yeryüzüne dağılın. Allah’ın lütfundan isteyin…- Cuma:10
- Bilin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. –Necm:39

- Müslüman, önce Kur’an’a sonra sünnete kulak vermelidir. Yardım sadece Allah’tandır. Dilek, istek yalnızca Cenab-ı Allah’a olur. Trabzon’da ucu görülen bir kaya dilek taşı olarak ilan edilmiş. Geçen yıl vapurla etrafında dolanıp dilek ve istekte bulunan 33 kişi için dilek taşı, ölüm taşı olmuştur.
Akif’in ifadesiyle, Taştan, leşten beklenmez. Şu bir gerçektir ki hurafeler kendisine inananlara hep zarar vermiştir. Zarar vermeye de devam edecektir.

KULAK ÇINLAMASI-RÜYA YORUMLARI
Kulak çınlaması uğursuzluğa veya kötülüğe alamet değildir. Herkesin kulağı çınlar, bazılarının daha çok çınlar. Bazılarının kulağının çınlaması ise çok güzeldir.
Kulak çınlamasına çeşitli yorumlar getirmek, oraya buraya çekmek doğru değildir.
Peygamberimiz:”Kulağı çınlayan beni hatırlasın, bana Salavat-ı şerife getirsin. Beni hayırla anana Allah rahmet etsin.” desin. (Ramuz el-Ehadis:53/13) buyurmuştur.
Bazı insanlar rüyalara çok önem veriyor. Rüyaya göre iş yapıyor. Rüyasını ona buna anlatıyor. Yorum yapılmasını istiyor.
Dinde rüya delil olmaz, rüya ile amel edilmez. Rüyaya bakıp iyi şeyler terk edilmez.
Rüya değişik sebeplerle görülür. Rüya gören mutlaka yorumlamaya kalkıyor. Rüyasını anlatıyor: “Bu ne demek?” diyor. Ayrıca kendisi manalar çıkarıyor. Kendisini meşgul eden şeylerin uykuda yansıması olduğunu düşünemiyor.
Rüyanın niçin görüldüğü, şeytani mi Rahmani mi olduğunu en iyi rüyayı gören bilir. Derler ki: Rüyanın bazen içi güzel, dışı çirkin, olur.
Rüyayı hayra yormak esastır. Bir hadiste: “Rüya nasıl tabir olursa, öyle vaki olur. Onun için rüyaları âlimlere söyleyin.” buyrulur. (Age:98/4)
Rüyayı yorumlayanda rüyayı hayatın içine sokmamalıdır. Allah’tan mesajmış gibi yorumlamamalıdır. Eğer rüyalarla yaşanırsa hayat alt üst olur. Rüyada ölmüş biri görülebilir. O zaman değişik yorumlar yapmak doğru olmaz. Çünkü ölen kişinin dünya ve dünyadakilerle ilişkisi artık kesilmiştir

UĞUR – UĞURSUZLUK ARAMAK
Birçok insan bazı şeylerin uğruna koşarken, bazı şeylerinde uğursuzluğundan kaçıyor. Akla gelmeyecek şeylerde uğur-uğursuzluk arıyor.
Cenab-ı Allah’ın yarattığı şeylerde uğur-uğursuzluk olmaz. Uğursuzluk insanın kendisindendir. (Yasin:18) İnsanın tedbir alıp almamasına, doğru karar verip vermemesine, çaba sarf edip etmemesine bağlıdır.
Her sabah bazı esnafımız birilerinden uğur parası almaktadır. İlk alışverişinde aldığı parayı yere atıp sonra kasasına koymaktadır.
Uğur getirsin diye üzerinde bir şeyler taşıyanlar oluyor. İlkel insanlarda boyunlarına, bileklerine kemik, hayvan dişi gibi şeyler takarlardı. Bu tür şeylerin kaynağı Romalılar ve Putperest Arapların davranışlarıdır.
İnsanda, hayvanda, günde, sayıda, renkte, parada, boncukta, uğur-uğursuzluk aramak günlük işleri ya aksatıyor veya mani oluyor. Hatta başarı, başarısızlığın sonucu bile uğur-uğursuzluk sayılan şeyde aranıyor.
İnancımızda uğur-uğursuzluk aranmaz. Hayra yorulur.
Kur’an’da Yasin Suresi 18.-19. ayetlerinde uğur-uğursuzluğun olmadığı, Neml: 47. ayette uğursuzluk Allah katında yazılı olduğu, Enbiya: 35. ayette Cenab-ı Allah’ın hayırla şerle insanları imtihan ettiği bildirilmiştir.
Peygamber (as) buyuruyor ki: “Sayılardan renklerden hüküm çıkaran bizden değildir.”
- Uğursuzluk inancı bir Müslümanı yolundan alıkoymasın yaptığınız işlerden hoşlanmadığınız bir şey görecek olursanız şu duayı okuyunuz; “Allah’ım hayrı ancak sen verebilirsin, şeri de ancak sen def edebilirsin. Güç ve kuvvet ancak sendedir.” buyurmuştur. (Ebr Davut Tıp:24/3923)
Peygamberimiz uğursuzluğu reddederdi. Hiçbir şeyi kötü ve uğursuz görmezdi. Herhangi bir şeyden uğursuzluk çıkarmayı sevmezdi. Her şeyi iyiye yorardı, herkesin iyiliğine dua ederdi. Peygamberimize göre uğursuzluk yoktur. Güzel söz vardır, güzele yormak vardır. “Uğursuzluk inancı, sizi yolunuzdan alıkoymasın.” derdi. (Prof.Dr.İ.Canan Hadis Ans. 11/208)
-“Uğursuzluk çıkarmak şirktir.” (Tirmizi Siyer 47) (B.Hadis Kül.4/200)
-“Ne sirayet (bulaşma) ne de uğursuzluk vardır. Benim güzel söz hoşuma gider.” buyurmuştur. (Buhari Tıbb:44)
-“Kim uğursuzluk sayıp işinden kalırsa, Allah’a şirk koşmuş olur.” (B.Hadis Kül:4/200)
Bir gün de Peygamber Efendimiz (sav) bileğine sıra halka geçirmiş birini gördü. Ona:
-“Bu nedir?” diye sordu. Adam:
-“Uğurumdur. Bana cesaret verir. Kuvvetimi arttırır.” dedi. Peygamberimiz ona:
-Çıkart onu at! O senin ancak aczini arttırır. O üzerinde iken ölürsen iflah etmezsin.” demiştir.
13 sayısı uğursuz kabul ediliyor. 13 sayısının diğer sayılardan ne farkı var?
Bazı otellerde, binalarda 13. oda yoktur, 13. daire yoktur. Uçakta 13 nolu koltuk yoktur.
Misyonerlik kafa karıştırmak için dağıttıkları ve dağıtılmasını istedikleri yazılarda kız, 13 yaşındadır. 13 gün sonra zengin olur. Ceza gören 13 gün sonra ceza görür. 13 gün sonra işini kaybeder. Yazı 13 kişiye gönderilecektir. Değilse 13 gün sonra felakete uğranacaktır.
Ölenin ardından 7. 40. 52. günün takip edilmesinin hiçbir önemi yoktur.
Son zamanlarda evde 7 biblo ve 7 filin şans getirdiğine, mutluluk verdiğine inanılıyor, evler puthaneye çevriliyor. Bunun putperest Araplardan ne farkı var. Onlar da evlerinde put bulunduruyor, onarlın şans getirdiğine ve koruduğuna inanıyorlardı.
Bir hurafe de evde ayna kırılırsa, 7 yıl kısmetin bağlanağına inanılmasıdır.
Peygamber (as): “Renklerden, sayılardan, hüküm çıkaran bizden değildir.” buyuruyor. İnancımızda sayıların, renklerin, hayvanların birbirinden hiç farkı yoktur. Orada burada uğur-uğursuzluk aramak İslâm’la bağdaşmaz
Peygamberimi(sav):
“Kuşun ötmesinden uçmasından bir şeyler çıkarmak, taşlarla fal açmak, kuma çizgiler çizmek bunlardan geleceğe ait bilgiler çıkarmak sihir, kehanet nevindedir.” (Riyazüs Salihın:1702) diyerek bu tür davranışları yasaklamıştır.
Bugün halk arasında yaşanan bid’at ve hurafelerin kökü dışarıdadır. Meselâ baykuşun ötmesi ölüm, felaket habercisi, uğursuzluk sayılır. Baykuşlarla ilgili bu düşüncenin kaynağına indiğimiz zaman, Romalılarda baykuşu ölüm, felaket ve uğursuzluk habercisi kabul ettiği görülür. Baykuş ne fayda verir ne de zarar. Onun diğer kuşlardan ne farkı vardır?
İlkel insanlarda uğur-uğursuzluk aramış, bazı şeylerin uğruna koşmuş, onlara ait ne varsa takmış takıştırmıştır.
Baykuş ötmesinde, horozun ötüşünde, kedide, tavşanda, kargada, leyleğin görülmesinde, köpeğin ulumasında, örümcekte, ölüm, uğur-uğursuzluk arayan ilkel insanların bu inançları aynen günümüzde de yaşatılmaktadır.
Hayır, şer, ölüm hayvanların elinde olabilir mi? kuş, hayvan bela ve musibetin habercisi, davetçisi olabilir mi?
Uğur-uğursuzluk olduğuna inanılan bazı hurafe ve inançlar şunlardır:
- Paslı çivi bulmak, uğursuzluk getirir.

- Merdiven altından geçmek,
- Tuzun dökülmesi,
- Terliğin ters dönmesi,
- Süpürgenin çiğnenmesi,
- Kara kedi görmek,
- Evde örümcek görmek,
- Bacadan dumanın eğri çıkması,
- İki bayram arası nikah,
- Gece dikiş dikmek, tırnak kesmek, aynaya bakmak,
- Gece sakız çiğnemek, temizlik yapmak,
- Elden ele bıçak, sabun vermek,
- Bardak, tabak kırılması,
- Cuma çamaşır yıkanması, Salı günü işe başlanması,
- Akşamdan eve acı, turşu sokmak,
- Sırtta iken düğme, sökük dikilmesi,
- Gece vakti horozun ötmesi,
- Ezan okunurken köpeğin uluması,
- Sol gözün seyirmesi, sol kulağın çınlaması… vb.
İnanç ve düşünceler Müslümanları asla meşgul etmemelidir.

NAZAR VE NAZARLIK
Tam olarak ilmi açıklaması yapılmamış olan nazar bazı insanların dikkatli bakışlarının bir şey, bir hayvan ya da bir insan üzerinde yoğunlaşması sonucu meydana gelen olumsuz etkiye denir.
Beden ve ruh yapısı zayıf çocuk ve kadınlara etkisi daha fazla olur. Ayrıca her insanın nazarı değmez.
Sıradan şeylere göz değmez. Bir farklılığı, bir ayrıcalığı bir güzelliği olan her şeye, gözü değenin kıskanç bakışı etki yapar. Demek ki bakış kıskançlık, hased, ve hayranlık sonucu etki yapar.
Nazarı değen kimse, dikkatli olmaz, nazarının bile bile değmesine neden olursa günaha girer. Çünkü organların işledikleri yüzünden insan hesaba çekilecektir.
“Nazar haktır.” (Kalem Suresi:51-52) Peygamber Efendimize nazar değmiştir.
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:
-“Nazardan Allah’a sığının, nazar haktır.” (İbn-i Mâce:1159)
-“Nazar deveyi kazana, insanı mezara götürür.” (Ramuz el-Ehadis:224/6)
-“Göz değmesi haktır. Eğer kaderi delip geçecek bir şey olsaydı, bu göz değmesi olurdu.” (Müslim, Selâm:42)
Nazarı değen ne yapmalıdır?
İnsan güzel bir şey gördüğü zaman, beğenilen, hoşa giden bir şeyle karşılaştığı zaman “Maaşallah”, “Bârek Allah” veya “Allah nazardan saklasın” demelidir.
Nazarı değenin güzellik karşısında “Maaşallah” dememesi günahtır. Çünkü; insanlara zarar vermek günahtır. Göz zinası, dilin gıybeti nasıl haramsa, nazarının değeceğini bildiği halde “Maaşallah” dememesi de öyle günahtır.
Nazarı değen hasetle, kıskançlıkla bakmamalıdır.
Nazar değene abdest aldırılması, duş aldırılması faydalıdır.
Nazarı değenin abdest suyu, nazar değenin üzerine serpilirse, nazar nötrleşir. (Tıbb-ı Nebevi Ans:284)
Nazardan Cenab-ı Allah’a sığınılmalıdır. Çünkü Cenab-ı Allah’ın izni olmadan ağaçtan yaprak bile düşmez.
- Kalem Suresinin 51. ve 52. ayetleri okunur.

- Maaşallah, Lâ Havle velâ kuvvete illâ billâh” denir
- Allahümme Bârik fihi, denirse nazarın etkisi olmaz.
Ümmü Seleme (ra) şöyle anlatır:
-“Evimize vücudunda benekler oluşan bir çocuk gelmişti. Peygamber (sav): “Bu çocuğa okuyun, buna göz değmiş.” dedi. –(Age:283)
Hz. Âişe (ra) şöyle der:
-“Rasûlullah (sav) ailesinden biri hastalandığı zaman ona ihlas, felak, nas surelerini okurdu.” –(Buhari Meğazi:83)
- Çocuklara “MAAŞALLAH” takılabilir.
- Büyüklerimiz nazarın etkisini azaltmak için Fatiha, Ayet’el Kürsî, İhlas, Felâk, Nâs surelerini okumuşlardır.
Nazarlıktan veya başka şeylerden medet ummayı Peygamberimiz hoş görmemiştir. Bir gün Peygamberimize on kişi gelmiş, Müslüman olup biat almış, birinin kolunda nazarlık olduğunu görünce onun elini tutmamıştır.
Nazarla ilgili tespit ettiğim hurafeler şöyle: nazardan korunmak için yapılan şeyler pek çok. Bir çok rahatsızlık nazara bağlanıyor. “Ben kötü oldum.”, “Bana nazar değdi, bana oku.”, “Kurşun döküver.” deniliyor.
- Nazarlık takılıyor.
- Dövme yapılıyor.
- Mavi boncuk taşınıyor.
- Göz yapıştırılıyor.
- Kaplumbağa kabuğu, geyik boynuzu, kafa tası kemiği, at nalı asılıyor.
- Nazarı değenin ayakkabısı kesiliyor.
- Cepte muska, sarımsak taşınıyor.
- “Kem göz çatlasın, nazar eden patlasın” yazılıyor.
- Kurşun döktürülüyor.
- Nazar değenin başında tuz gezdiriliyor.
- Okuyup eller duvara sürülüyor.
- Nazar değenin üzerine tükürülüyor.
- Kurban kesilip, kanı arabaya sürülüyor, çocuğun alnına sürülüyor.
- Üzerlik otu tütsüleniyor.
- Küçük çocuklara nazar değmemesi için yanına ekmek konuyor, üzerinde
yumurta kırılıyor.
İslâm Âlimleri, nazar için bir şeyler takmanın haram olduğu ve bir sapıklık olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir. (Y. El Kardavi, İslâm’da Helal ve Haram s:252-253)

MUSKA YAZMAK – MUSKA TAŞIMAK
Muskanın kaynağı çok eskilere dayanır. Muska ve tılsımların kaynağı putperestliğin en eski şekli olan “FETİŞ”tir.
Eski Mısır ve ilkel kavimlerde muska ve tılsımlar hayatın bir parçasıdır.
Meselâ; Romalılar kötü ruhlardan, kötülüklerden, hastalıklardan korunmak için tılsımlarla muska yaparlar ve onları taşırlardı.
Geçmişin bu hurafeleri ne yazık ki, günümüzde de istismarcılar tarafından yaşatılmaktadır.
Bakıyorsunuz evlenemeyen, hasta olan, korkuları olan, şifa bulmak isteyenler muskacıya koşuyor, muska taşıyor. Hayvanlara bile muska yaptırıp takanlar oluyor. Nazardan korunmak isteyen, arabasına muska takıyor. Doğumun kolay geçmesi için doğum muskası yazdırılıyor.
Her şeyin kaderini tayin ve takdir eden Cenab-ı Allah’tır. Rızık, ecel, evlilik, hastalık, şifa Âlemlerin Rabbinin takdiri ile olur.
Bazı bölgelerde kırık çıkık için bile muskacı aranmakta, efsuncu ve muskacıya koşulmaktadır.
Muskanın psikolojik etkisinden başak hiçbir etkisi olamaz. Muskada telkin vardır. Aslında bu, inançla sağlanabilecekken muskaya başvuruluyor. Maddi manevi zarar görülüyor.
Peygamberimiz (sav) kendisine başvuran hastalara bitkilerden ilaç yapan sahabeyi tavsiye etmiştir. Bir hadislerinde: “Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz. Allah hiçbir dert vermemiştir ki dermanını da yaratmamış olsun.” (Buhari Tıb:1) buyurmuştur.
Her hastalığın bir sebebi ve tedavi yöntemi vardır. Tılsımdan, muskadan medet beklemek yanlıştır.
Maddi hastalıklar için doktora gidilmesi ve ilaç kullanılması gerekir. Ruhi ve manevi hastalıklar için Kur’an ve ibadetler şifa kaynağıdır.
Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
-“Kur’an’ı şifa ve rahmet için indirdik.” –İsra:82
-“Kur’an gönüllere şifadır.”-Fussılat: 44
İslâm inancında muska yok, okuma vardır. Peygamberimize Lebid büyü yaptığında peygamberimiz (sav) okumuş ve Hz. Ali’ye de okutmuştur.
Musibetlere, hastalıklara karşı Kur’an okunmasının dua okumanın sakıncası yoktur.
Kur’an’da şöyle buyrulur:
-“Dua edin, icabet edeyim.” –Mü’minun:60
-“Duanız olmasa Allah nazarında ne kıymetiniz olurdu?”-Furkan:77
Ayrıca Kur’an’da şifa ayetleri vardır. Bunlar muska için değil okumak içindir.
Muskalar sadece iyi niyetle yazılmamaktadır. Kötü niyetle yazdırılmakta ve yazılmaktadır. Bu çok veballi bir iştir. Çünkü İslâm’da zarar verme, acı, üzüntü çektirme yoktur. Zarar vermek zulümdür.
Kısmet bağlamak, hasta etmek, bir şeyden mahrum etmek, hatta ölümüne muska yazılmaktadır. Bunu yapanında, yaptıranında Allah korusun İslâm ile alakası kalmaz.
Sevgi için, nefret için, korunma için, şifa için, başarı için, düşmanlık için ne maksatla olursa olsun muska yazmanın İslâm’da yeri yoktur.
İnsanın okumasında veya Salih kimselere okutmasında, onların dualarını almasında herhangi bir sakınca yoktur.
Peygamber (as) hastalara okumuş:”Allah’ım buna şifa ver, şifa senden. Senin vereceğin şifadan başka şifa yoktur. Bu hastalığı yok edecek bir şifa ver.” diye dua etmiştir. –(İbn-i Mâce:, Tıb:35)
Şikayeti olana olur olmaz kişiler:”Şunu, şu kadar oku” diyor. Okumalar dağıtılıyor. Bu yanlıştır. Dua okumanın şartları vardır. İnanmayana okunur, gavli dua fiili duanın önüne geçirilirse, bu okumanın faydası olmayacağı gibi zararı olur, bazılarını dinden soğutur.
Peygamber (sav) bir gün uyuz devesine okuyup üfleyen birine ne yaptığını sormuş, o da:
“Hasta devemi tedavi ediyorum.” deyince:
“Üfürüğüne biraz da katran karıştır.” demiştir.
Birde Peygamber (as) ile ilgili bir olay var:
Savaşın kızıştığı bir anda zırhın Peygamber (as)a sıkıntı verdiği bir anda Cebrail (as) ona gelmiş:” Rabbinin selamı var, zırhı çıkar, şu duayı oku.” demiş ve “Bundan sonra sana ve ümmetine zırhtan daha koruyucu bu duadır.” diye ilave etmiş. Bu duayı okuyan, üzerinde taşıyan her türlü beladan, afetten, hastalıktan, yangından, soygundan korunduğu gibi Allah ile arasında perde kalmaz. Bunu taşıyana Bedir şehitleri derecesinde 900.000 şehit sevabı verilir. Bu duayı taşıyan, azap görmez. Onu okuyan kutsal kitapları okumuş olur. Her harfi için cennette iki ev, iki zevce verilir. O asla cehenneme girmez.“ (İslâm Ans. Cevşen Maddesi)
Bu dua cevşendir. Cevşen zırh demektir.
Bu rivayet, hadis kitaplarında yer almamıştır.
Böyle bir duayı okumakla veya üzerinde taşımakla ucuz kurtuluş, İslâm inancına pek uygun olmasa gerek
Her şey Allah’tan. Başkasına güvenip dayanmak, medet beklemek, kurtuluşun sırf bir harekete bağlanması uygun olmaz. Peygamber (as)ın mücadele anlayışına da uymaz. Ancak insanların ucuz hayat yaşamasına sebep olur.
Kur’an’da ancak Cenab-ı Allah’a güvenip, dayanmamız emrediliyor. (Âli İmran: 160)
İnancımızda sebeplere sarılma, kaçınma, korunma, çaba sarf etme emredilir.
Peygamber (as) muskanın her türlüsüne olumlu bakmamıştır. Şöyle buyurur:
-“Kim vücudunu dağlatır veya muska yaptırırsa, tevekkülü terk etmiş olur.” (Tirmizi, Tıp:14)
Muskayı İslâm Âlimleri de caiz görmemiştir.
Muskada Kur’an ayetleri kötülük için, zarar vermek için yazılabilir veya para ile yazıldığı zaman ayetler ticarette, kazanca alet edilmiş olur.
Muskadan medet beklenmiş olur.
Kötü niyetle, para kazanma niyetiyle muska yazanlar, manevi cezaya çarptırılacaklardır.
İtikadı düzgün hiçbir Müslümanın böyle şeylerle uğraştığını görmedim. Uğraşanlarında sonlarının iyi olmadığını gördüm. Hayatlarının sonu yoksulluk, acı ve perişanlık oldu. Allah bilir belki imanlarını kurtaramadılar.

HURAFELERİN YAŞATILMASI
Din dışı olan hurafeler, dinden sayılıyor. Dinin emriymiş gibi yaşatılıyor.
Bazı hurafeler var ki imanı zedeleyecek durumdadır. İman bir Kelime-i Tevhid ile kazanıldığı gibi bir sözle, bir hareketle de kaybedilebiliyor. Bakıyorsun tevbe istiğfar edip, iman tazelemeyi gerektiren hatalar yapılıyor.
Bunun sebebi de geçmişten gelen hurafelerdir. 1930’lu, 1940’lı yıllarda din öğrenmek, Kur’an öğrenmek ve ibadet etmek yasak. Ezanın aslını okumak suç. Çeşmelerdeki besmelelere tahammül edilmiyor. Kur’an gizli öğreniliyor, öğretmek suç.
Daha sonraki dönemlerde, inanabilirsin ama inancını yaşayamazsın. İnanıyorsan, eşin, anan, baban dindarsa çağdaş değilsin vazife bile yok.
28 Şubat süreci “Bin yıl sürecek” denilerek İslâm tehdit olarak gösterildi. Bazı kurumlarda dindar görevli kalmadı. On binlerce genç Hristiyan oldu. 28 Şubatçılardan bir albayın oğlu kucağındaki İncil ile intihar etti.
Dine, dindara, dinin öğretildiği kurs ve okullara baskı sonucu birtakım insanlar kilise hurafeleriyle uyutuldu, uyuşturuldu. Kilisede mum yakmak, papaza gidip derdini anlatmak, haç takmak moda oldu.
Kıbrıs’ta Rauf Denktaş Kur’an kursuna, imam-hatip okullarına ve ilahiyat fakültelerine izin vermedi. Gençler Türklükten, Müslümanlıktan ayrılıp haç takmaya başlayınca oğlu: “ Babam kaktüs yetiştirdi.” dedi. Daha sonra reisi cumhurluk yapan Mehmet Ali Talat: “Cenazelerimizi yıkayacak kimse bulamıyoruz.” diye itirafta bulundu.
Görülüyor ki din öğretilmez, öğrenilmez ise insanlar hurafe kuyruklarına giriyor. Kendini inkar ediyor. Dinini bilmediği için misyoner mantığı ile düşünmeye başlıyor. İslâm düşmanı kesiliyor. Ona göre İslâm çağdaş din değil, reform yapmak gerekir. İslâm’ın çağlar üstü din olduğunu bilmiyor. Diğer dinler gibi İslâm’da reform olmamıştır ki reforma ihtiyacı olsun, bilmiyor.
Neden kendi dilimizde ibadet etmiyoruz? Diyor. Bazı ibadetlerin gereği olmadığına inanıyor.
Dindeki geriliğimize bakmadan İslâm’ın bizi geri bıraktığını söylüyor.
Cenab-ı Allah’ı tanımadığı için tabiatı yaratıcı kabul edecek kadar ilkel düşünüyor. Bazı kişileri ve tabiatı tanrılaştırıyor. Evlerde kitapların yerini, heykeller aldı. Sıra sıra uğur getiren fiiller aldı.
Allah demiyor, “tanrı” diyor. İnanıyorsa da şirk koşarak inanıyor. (Yunus:106) Yunan Tanrıları, Roma Tanrıları, cahiliye tanrıları gibi tanrı inancına sahip.
İman esasları, İslâm’ın şartları tam bilinmeyince ibadet edenlerin bile büyük hatalar yaptığı oluyor.
“Allah rızası için” denilerek başlayan ibadetler Allah rızası için olmuyor. Niyetlere başka şeyler karışıyor. İbadet Allah’ın emri olmaktan çıkıyor.
Beş vakit namazda: “Allah’ım, ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.” Diyen insanlarımız, yardımı, kurtuluşu kendi eserlerinde arıyor.
Zikir yaptığını söyleyen, bağırıyor, çağırıyor, yaka paça yırtıyor kendini, yerden yere vuruyor, saçını başını yoluyor, Cenab-ı Allah’ı sağır sanıyor, uzaklarda sanıyor.
Dua eden, kavli dua yapıyor, fiili duayı unutuyor. Tevbe edenin gözyaşı akmıyor, pişmanım dediği şeyden kendini alamıyor.
Kadere alın yazısı diyor, kendi sorumluluğunu unutuyor. Kendi yapıyor, kendi karar veriyor, suçu kadere atıyor. Suçlu kader mahkumu oluyor.
Tevekkül anlaşılmıyor “Tevekkel Allah” deyip yatılıyor. Çalışma yok, tedbir yok, işlerini Allah’a havale ediyor. “Bana bir şey olmaz” diyerek tehlikenin kucağına atlanıyor.
Namaz kılan bazıları değişmiyor. Oruç tutan açlık susuzluk çekiyor. Hac ibadeti hayata yansımıyor. Sadece isme isim ekleniyor. Kendisine “Hacı” demeyene kızılıyor.
Kur’an ne diyor?
-“…Dini Allah’a has kılarak (ihlas ile) kulluk et.”(Zümer:2)
-“Allah’a ibadet edin ve ona hiç bir şeyi ortak koşmayın…” (Nisa:36)
Biz ne yapıyoruz? Yapılan duadan, okunan Kur’an’dan, kılınan namazdan sonra okuduğumuz “FATİHA”yı, şunun için, şunun için, şunun için, hassaten Allah rızası için… deyip taksim ediveriyoruz. Bir şey ya Allah içindir ya da başkası içindir. Hem Allah için hem de başka şey için olmaz. Başkası içinse Allah için olmaz.
Mehmet Zaid Korkut Hazretleri ana baba hakkı adlı kitabının önsözünde şöyle der: “ Sıralayıp da Allah rızasını da ekleyivermek şirktir.”
Bir Sahab’i bir gün Peygamber (as)’a şöyle der:
-“Ya Rasûlallah, bana öyle bir amel söyle ki, bana faydası olsun, başkalarına da faydası olsun, aynı zamanda Allah da razı olsun.”
Peygamber (as) şöyle cevap verir:
-“Bir şey ancak Allah için olur.” demiş ve Zümer suresinin 2. ayetini okumuştur.
İmanda, amelde, günlük işlerde imanını korumak isteyen şirke düşmekten kaçınmalıdır.

RUHLA İLGİLİ İNANÇ VE DÜŞÜNCELER
İlkel insanlarda olduğu gibi günümüzde de görülmeyen şeylere karşı merak fazla. Ruhla ilgili olan merak, tarih boyunca ölümsüzlük arzusu taşıyan insanı daha da etkiliyor. İlkel insanlar, kötü ruhların kötülüğünden korunmak için çok şey yapmışlardır. Mısır’da Firavunlar öldükten sonra ruhun tekrar gelmesini beklemek için bedenlerini mumyalatmışlar ve hazineleri ile gömülmüşlerdir.
Eski çağlarda dolaşan kötü ruhların zararından korunmak için davul çalınır, iyi ruhların yardımını görebilmek için mezarlarda mum yakılırdı.
Ruhların geri geldiğine inanıldığı için cenaze çıkan evdeki çocuklar bağlanır, gelen ruhun alıp gitmesinden korkulurdu. Kötü ruhlara zarar vermesin diye kurbanlar kesilirdi.
Hint toplumunda ruh bedenden bedene geçer, Nirvana’ya ulaşırdı. Ahirete, cennete, cehenneme, sorguya inanılmazdı.
İnsan beden ve ruhtan ibarettir. Ruh bedenden ayrılınca ölüm olayı olur.
Bir zaman ruh var mı, yok mu tartışmaları yapıldı.
Bir gün inançsız bir doktor şöyle der: “Ömrüm boyunca binlerce kadavra üzerinde otopsi yaptım. Kadavraların her noktasını kesip biçtim, fakat hiç birinde “RUH” diye bir şeye rastlamadım.”
Buna merhum N.F.Kısakürek şu cevabı veriyor; “Ömrüm boyunca yediğim yemekleri çatal ve bıçakla karıştırıp durdum, ama ‘lezzet’ diye bir şeye rastlamadım.”
Bir zaman sonra ruh çağırma, ruhun bedenden bedene geçtiği iddia edildi. Ruhun varlığı da kabul edilmiş oldu.
Ruh çağırma olayları aldatmacadır. Ruh bedenden ayrılınca ortalıkta dolaşmaz. Çağırıldığı zaman gelmez. Başka varlığa geçmez. Ruh bedenden ayrılınca ruhun dünya ile ilişkisi kesilir, tasarrufu da biter. (Yasin:31) Ruh ahret alemini görünce geri dönmek ister ama gönderilmezler. (Mü’minun:99-100)
Eğer ruh çağırılabilseydi, çağırıldığı zaman gelseydi ve yaşayanlarla konuşabilseydi. Faili meçhul kalır mıydı? Çok sevdiği yavrularını bırakıp gidenler geri gelip hasret gidermez miydi?
Peygamber (as): “Ölüler duyar fakat cevap veremezler.” buyurmuş. (Müslim Cenaiz:26) Mezarlığa gittiğinde onlara selam vermiştir. Ruh, bedenden ayrıldıktan sonra Berzah alemine gider. Gidilme vakti gelince yaşadığı bedenle buluşur ve hesaba çekilir. (Vakıa:47 + Yasin:12-51-52 + Rum:50)
Falanın ruhu bizi görür, bilir, bize yardım eder demek, yardım beklemek, imdat! yetiş falan demek şirktir. Ruhlar kimseye fayda da zarar da veremez. Yardım bekleme ilkel insanlardan kalma bir âdettir. (Yasin:31)
İnsanlardan bir Fatiha bekleyen kabir ehlinden yardım beklemek, İslâm inancıyla asla bağdaşmaz.
İlk devirlerde sevilen kişilerin ölümlerinden sonra onlardan yardım görebilmek için törenler düzenlenir, gösteriler yapılırdı. Onların ruhları çağrılırdı. Ölenlerden yardım beklemek ilkel bir hurafedir. Çünkü ölenin mezar taşına “Fatiha” yazılmıştır. Okunacak bir Fatiha beklemektedir. Adına yapılacak bir hayır beklemektedir.
Ölenin ruhunun bir bedenden başka bir bedene geçtiği inancı da doğru değildir. Bedenden ayrılan ruh, ruhlar alemine gider ve orada kıyameti bekler. Dirilişten sonra bedeni ile buluşup kendi bedeninde hesap verecektir.
İnançsız bazı kimseler tekrar dirilip hesap vermeyi kabul etmedikleri için bedenin çürüyüp toprak olduğunu, ruhun ise başka bir bedene geçtiğini ileri sürüyorlar. (Yasin:77-78-79 + Vakıa:49-50 + Kıyamet:40)
Reenkarnasyon (Ruh gücü) saçma bir düşüncedir. İslâm, bu düşünceyi ilkel bulup reddeder.
Reenkarnasyonu reddeden ayetler şunlardır: En’am:27-28 + A’raf:553 + Fatır:37 + Mü’minun:99-100-101-104
Osmanlı alimlerinden Ömer Nesefi, “ Akadid” adlı eserinde şöyle der:
-“Ölülerin ruhunun başka birine geçtiğini iddia ve buna inanmak küfürdür.”
(s.211)


BÜYÜ YAPMAK-YAPTIRMAK
Sihir (büyü), üstü kapalı şey demektir. Bir şeyi olduğundan başka bir şeye çevirmek, bir şeye tesir etmek ve göz boyamak demektir.
Büyü ile bazı güçlerden yardım alarak canlı cansız varlıklara etki yapılır.
Sihirbaz, büyücü, batılı hak gören kimsedir.
Çok eski devirlerde ortaya çıkan büyücülük, günümüzde de canlılığından bir şey kaybetmemiştir. Geçmişte ve günümüzde en yaygın hurafedir. Büyük korku oluşturduğundan, büyücü bu durumdan istifade etmektedir.
Atalarımız: “Denize düşen yılana sarılır.” diyerek aciz ve çaresiz kalanların tehlikeyi göze aldıklarını ifade etmişlerdir.
Bir şey mi arzu ediliyor, bir şey mi oldu, sıkıntı mı var, baş ağrısı mı var, hafif geçimsizlik mi var, işler mi yolunda gitmedi, evlilik mi gecikti, düşmanlık mı isteniyor, muhabbet mi arzu ediliyor, hemen büyücü aranıyor, büyü yaptırılıyor veya büyü çözdürülüyor.
Kimse kendine, yaptığı hatalara bakmıyor. Cenab-ı Allah: “Başınıza gelenler yaptıklarınız yüzündendir.” diye uyardığı halde başka sebepler aranıyor.
İnancımıza göre Cenab-ı Allah’ın izni olmadan bir yaprak dalından düşmez. Kimse kimseye bir şey yapamaz, veremez alamaz, rızkını kesemez, kısmeti açıp kısmet bağlayamaz. (En’am:59)
Büyücüler göz boyayıcı insanlardır, yalan söylerler, aldatırlar, kandırırlar.
Bazı büyücüler gizli kuvvetlerle iş yapar. Bilhassa cinleri kullananlar. Bunlara cinci denir. Cinlerden aldıkları haberleri kullanırlar. Cinler her şeyi bilemez. Görürlerse onu bildirirler.
Büyücü çoğu zaman gerçek dışı konuşur. Atıp da tutturanlar veya topladıkları bilgileri değerlendirenler vardır. Bunarlın şerrinden Fatiha, Ayet’el Kürsi, Felak ve Nas sureleri okuyarak Allah’a sığınmamız tavsiye edilmiştir.
Büyücülerin, cincilerin bazı şeyleri bilmesi, insanların tuzağa kolay düşmesine neden oluyor. Kendini büyücüye kaptıran madden, mânen büyük zarar görüyor.
1980’de Filipinlerde büyücü papaz “Büyü yaptıklarıma kurşun geçmez.” der. bir grup isyancı genci kandırır. Büyü yapar, gençler polisle çatışmaya girer, tabi sonuç belli hepsi ölür.
Büyüye inanan, büyücüye kanan, “Falan yaptı, falan yaptırdı.” diye suçlu aramaya koyulur. Büyücüye inandığı için günaha girer, kendi büyü yaptırmış olsa büyük günah işlemiş olur. Kötü zanda bulunup; iftira atmış, gıybet etmiş olur.
Müslümanın büyü ile büyücü ile cinci ile ilgisi olmamalıdır. Müslümanın Kur’an, sünnet ölçüsü olmalıdır. Mezhepsizlere değil, hak mezhebe göre hareket etmelidir. Bilgi kaynağı yanlış olursa, o bilgi küflü çiviye benzer, kolayca sökülüp atılamaz.
Büyü malzemeleri nelerdir?
- Domuz yağı
- Ölü toprağı
- Bazı rakam ve tılsımlar
- Düğüm yapılan ipler
- İnsana ait saç veya bir eşyasının parçası
- Kemik, boynuz ve bazı bitkiler
- Sabun gibi şeylerdir.
- Kurt ağzı bağlamak isteyenler; tencereye kor ateş koyup kapağını bağlarlar veya makas iple bağlanır, böylece kurdun hayvanlara zarar vermeyeceğine inanırlar.
Daha çok ne maksatla büyü yapılıyor?
-İnsanlara zarar vermek, acı çektirmek, sağlığını bozmak, işini, geçimini bozmak, insanın bazı organlarını bağlamak için, akli dengesini bozmak, hasta etmek, hatta öldürmek için yapılır.
-Yapılan büyüye karşı büyü yapılır. İflas eden, hasta olan, evlenemeyen, işi aşı bozulan, geçimi bozulan büyü yaptırır.
Büyü bozdurmak isteyenler, akıl almaz şeyler yapar ve yaptırırlar. Meselâ;
- Zeytin, iğde çekirdeği tütsüsü,
- Leylek pisliği, kirpi kanı içilmesi,
- Pişmiş yumurtanın üzerine yazılar yazmak,
- Demir tozlu su ile yıkanmak,
- Tuvalete ters oturmak,
- Büyü malzemesini mezarın üzerine koymak veya akarsuya atmak,
- Eşiğe, kapıya, domuz yağı sürmek.

İslâm Âlimlerine göre sihrin caiz olduğu iki husus vardır:
1. Sihir olup olmadığını öğrenmek için
2. Sihrin zararını gidermek için. Bu iki husus için birilerine başvurmanın mahsuru yoktur. Ayrıca bu iki maksat için büyücülük öğrenmenin de sakıncası yoktur.
Başvurulan kişinin ücret almaması ve bir menfaat temin etmemesi gerekir.
Peygamber (as):” Sizden biri kardeşine yardımcı olabiliyorsa, o yardımı yapsın.” buyurur.
Bugün bir insan menfaat karşılığı büyü yapıyorsa, hocalıkla asla ilişkisi yoktur. Dinden çıkaran bir işle uğraşan nasıl hoca olur?
Sıkıntısı olan birinin diyar diyar dolaşıp büyücü aramasına gerek yoktur. Büyü yapmak kadar büyücüye inanmak ve büyü yaptırmakta aynı derecede günahtır.
Dinimizin yasakladığı işlerden biri de büyücülüktür. Büyü insana zarar verir. Büyücülerin çoğu sapıktır. Geçimi bozulan kadının veya evlenemeyen kadının göğüslerine, karnına yazılar yazan sapıklardan uzak kalınmalıdır.

Büyüden, büyücünün şerrinden nasıl korunulmalıdır?
Sihrin çok çeşitleri vardır. Kötü niyetle yapılırsa, kendisine büyü yapılan çok acı çeker ve zarar görür, iradesi dışında işler yapar.
Adnan Adıvar’ın Tarih Boyunca İlim ve Din adlı eserinde şöyle anlatılıyor: ”Sümer ve Babiller’de sihir ilim sayılırdı canlı cansız eşyaya tabiat üstü kuvvet izafe ederdi. Halk yardım beklerdi. Yırtıcı hayvandan korunmak için onarlın dişlerinden, pençelerinden, gerdanlık takar ve korunmaya çalışırlardı. Yağmur yağması için kurbağa şekline girip, öterlerdi…” (s.47)
Bugünde büyüden korunmak için akıl almaz şeyler yapılmaktadır. Bunlar geçmişten gelen âdetlerdir.
Sihir ve büyüye karşı Cenab-ı Allah bize iki sûre indirmiştir. Bu sûreler indikten sonra peygamber Felâk ve Nâs sureleri ile Allah’a sığınmıştır. Ve: “Kimse iki sığınma duası gibi tesirli bir dua ile sığınamaz.” buyurmuştur. (Tirmizi, Tıb:16)
Yahudi olan Lebid b. Asam, Hz. Peygambere büyü yapmıştı. Peygamberimiz rahatsızlandı, bazı değişik haller oldu. Meleklerin konuşmaları ve göstermeleri ile büyü malzemeleri kuyudan çıkarıldı. Peygamberimiz büyüye karşı nâzil olan Felak ve Nas surelerini okudu. Atılan düğümler tek tek çözüldü. Peygamberimiz hem kendisinin hem de Hz. Ali’nin okuması ile şif buldu. (Buhari tıb:47)
İslâm’da büyücülük kesin olarak yasaktır. Büyü yapmakta, yaptırmakta günahtır.
Allah büyü ile uğraşmayı küfür olarak nitelendirmiştir. (Bakara:102) Sihirbazların yalancı olduklarını ve asla kurtulamayacaklarını bildirmiştir. (Taha:69)
Peygamber (as)da büyücülerin Allah’a şirk koştuğunu, büyücülüğün helak edici yedi büyük günahtan olduğunu bildirmiş, büyü ile uğraşmayı yasaklamıştır.
Peygamber (as): “Yedi şeyden kaçının: şirk, sihir, katil, faiz, yetim malı, cihattan geri durmak ve iffetli kadına iftira.” (Riyazüs Salihın:1614) demiştir.
Bütün peygamberler büyücülerle mücadele etmişlerdir. Peygamber (as) kendisine büyü yapan Lebid’i çağırdı. Ona ne için yaptığını sordu, Lebid:
-Verilen altınlara zaafımdan, deyince Ashab:
-Öldürelim mi? dediler. Peygamberimiz:
-Hayır onun göreceği İlâhi azap daha şiddetlidir, buyurarak sihir ve büyü yapanların uğrayacakları azabı haber vermiştir.
Büyücüden, büyücünün şerrinden tek sığınak Allah’tır. Korunmak için Ayet’el Kürsi, Kâfirun, Fatiha, İhlas, Nas surelerini okumamız tavsiye edilmiştir.
Kim bir kahine gider, bir şeyler sorar ve ona inanırsa, onu tasdik ederse, kırk gün namazı kabul olmaz.” (Müslim Selam:125)
-“Büyücünün cezası, onu kılıçla vurmaktır.” (Ramuz el-Ehadis:273/12)
-“Kim bir düğüm atar ve ona üfürürse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa, şirke düşer. Cahiliye âdetlerinden nazarlık asan, astığı şeye havale edilir. Allah’ın yardımından mahrum olur.” (Ona git, ondan iste denir.) (Nesâi:4076)
İslâm alimlerine göre gücünü şerre alet eden, insanlara zarar veren, büyü yapan, yaptıran küfre girer. Büyü ile zarar verene kısas gerekir. Büyü için verilen alınan paralar helal değildir.
Hz. Ömer (ra) büyücünün öldürülmesini emretmiştir.
Ebu Hanife sihirbazın öldürülmesinin caiz olduğunu söylemiştir.
İmam-ı Malik “Büyücü tevbeye davet edilmez, öldürülür. Çünkü küfre girmiştir.” der.
İmam-ı Rabbani’ye göre büyü yapmak küfre en yakın ve en kötü haramdır.
Hamdi Yazır:”İnançsızlık, ahlaksızlık, sihrin (büyünün) köküdür. Büyük haram ve küfürdür.” der. (Hak Dini Kur’an Dili:447)

FALA BAKMAK-FALA BAKTIRMAK
Halkımız arasında yaygın olan hurafelerden biri de fala baktırmak, fal açmaktır. Çoğu, işi şakaya vurup hurafenin yaşanmasına neden oluyor.
Fal ve falcılık gelecekten, gayb (bilinmeyen alemden), haber vermektir. Falcılık bize cahiliye devri mirasıdır. Cahiliye devrinde “ezlam” denilen fal okları vardı. Araplar ok çeker, onların üzerindeki yazılara göre iş yaparlardı. Fala bakmadan iş yapmazlardı.
Bilinmeyene, gizliliğe karşı bilme, öğrenme merakı her insanda oluyor. Söylenen birçok şeye inanma zaafı da hepimizde var.
“Fala inanma, falsız da kalma” diyerek falcıyı ve ona sormayı ihmal etmiyoruz. Ele, fincana baktırıyoruz. Dergi, gazete falını kaçırmıyoruz, güvercine, tavşana kağıt çektiriyoruz. Ondan sonra falcı içimi okudu, dediği çıktı diyoruz. Aynı falı binlerce insan, benim falım diyerek okuyor.
Aslı çıkmayan birçok şeye bakmayız, biri tutarsa ona inanırız.
Bazı şeylerin şakası olmaz. Falcıya inanmıyorum ama deyip falcıya bir şeyler sormak, kağıt çektirmek, suya baktırmak, avuç içi okutmak, kahve fincanı kapamak, falcıya yitik sormak, eğlence olsun diye bunları yapmak asla doğru değildir. Kur’an’da falın her çeşidinin şeytanın pis işlerinden olduğu belirtilmiştir.
Falcı için “bildi”,”içimi okudu” diyenler oluyor. Falcının haberlerinin çoğu yalandır, bir kısmı tahmindir. Bir kısmı herkese hitap eden şeylerdir. Bazıları da cinlerden elde ettiği bilgilerdir.
Eğer falcı gizlilikleri bilseydi; definelerin yerini bulur, faili meçhul cinayetlerin katilini bildirirdi. İkramiye biletinin büyüğünü kendi alırdı. İnsanların ne zaman, nerede, nasıl öleceğini bilirdi.
İnsanların falcıya yönelmesinin sebepleri vardır. Falcı bazılarının zaafından yararlanır, inanç noksanlığı olanlara kendini çabuk kabul ettirir.
“Fala inanma, falsızda kalma” dediği halde geleceğe ve gizliliğe ilgi, falcılığı ayakta tutar. Sabah falcıya danışmadan, müneccime sormadan iş yapmayanlar vardır.
Gazete falına bakma merakı fazladır. Binlerce insan “Benim falım” diyerek gazete ve dergide aynı atıp tutmaları okur.
Hz. Âişe (ra) şöyle anlatır:
-“ Bir topluluk Allah Resulünden kahinler hakkında bilgi istedi. Peygamber onlara:
-doğru değil, dedi. Oradakiler:
-Onlar bazen doğru şeyler söylüyorlar, dediler. Bunun üzerine Peygamber onlara şöyle dedi:
-Onların bazı haberleri cinlerin meleklerden edindikleri haberlerdir. Yalanlar karıştırarak kahinin kulağına fısıldarlar. (Riyazüs Salihın:1700)
Tarih boyunca falcıya müneccime danışmadan iş yapmayan insanlar ve yöneticiler olmuştur. Geçmişte hayatı falcılar, büyücüler ve müneccimler düzenliyordu. Neyi nasıl yapacaklar onlara danışılırdı.
Meselâ; Fransız Kralı II.Luis, çok fazla inanan ve inandığına değer veren bir insandır. Yanında müneccim taşır, hep ona sorar, onun söylediği gibi hareket ederdi.
Fransa ile İspanya arasında çıkacak savaşın neticesini müneccime sormuştu. Sabaha kadar müsaade isteyen müneccim:
-“Efendimiz, her şey istediğiniz gibi neticelenecek, savaşı siz kazanacaksınız.” demiştir.
Savaş başlamış ve Fransa’nın yenilgisi ile neticelenmişti. Canını zor kurtaran kral müneccimi çağırarak:
- Sen her şeyi daha önceden biliyorsun, şimdi de ne zaman öleceğini bil bakalım, deyine müneccim:
- Efendim şu anda bilemem, müsaade edin sabah haber vereyim, der. Sabah:

- Efendim, yıldızlara baktım, benim ölümüm, sizin ölümünüzden tam üç gün evvel olacak, deyince kral biraz düşünür ve:
- Derhal git. Gözüme de görünme, sıhhatine de dikkat et, der. biraz altın verir. Her şeye rağmen kendisini acaba endişesinden kurtaramaz.
Eski Troyalılarda da kahinlere acayip rağbet vardı. Bir iş yapılacağı zaman onlara danışılır, bir çocuk doğunca ileri de iyi mi kötü mü olacağı kahinlere sorulurdu. Kaynaklara göre Troya Kralı Priamos’un Alexandros adlı bir oğlu olduğu zaman annesi bir rüya görür. Bu rüya üzerine derhal kahine başvurulur. Kahinin bu çocuğun Troya şehrine felaket getireceğini bildirmesi üzerine çocuk annesi tarafından Kaz Dağı’na bırakılır, ölüme terk edilir.
Bir zamanlar padişah ava çıkar. Gök bulutludur. Sürülerini otlatmakta olan çobana:
-Bugün yağmur yağacak mı? diye sorar.
Bir bulutlara bir keçinin kuyruğuna baktıktan sonra çoban:
- Hayır efendim yağmayacak! der.

Bir müddet sonra bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başlar. Bir o yana bir bu yana koşan padişah sığınacak bir yer bulamaz ve ellerini kaldırıp şöyle der:
-Yağ yağmur yağ! Akıl hocası çoban, barometresi keçinin kuyruğu olana bu az bile…
Ders alınacak bir olayda şudur:
Hunlar 91 yıllarında mallarını yağmalayan Çinlilerden mallarını geri istedikleri zaman, Çin yetkilileri verip vermeme konusunu falcılara sormuş. Onlarda “Vermeyelim, Hunlar yenilecek” demiştir. Çıkan savaşta Çinliler yenilmiş, yetkililer falcıları toplayıp öldürmüşlerdir.
III. Mustafa müneccimleri saraya çağırır. Müneccim ve falcılarda kuvvet arardı. Hatta Prusya Kralı II. Frederik’in savaşları müneccim ve falcılar sayesinde kazandığına inanırdı. Elçi göndererek ondan müneccim istedi.
Dinimizde falcılık, cahiliye âdeti sayılmış ve büyük günahlardan olduğu bildirilmiştir.
Kur’an’da:
-“Şeytan işi pisliktir. Ondan kaçının.” (Mâide:90)
-“Fal okları ile kısmet aramamız haramdır.” (Mâida:3) diye emredilmiştir.
Peygamber (as) falcının kazandığı paranın fuhuş parası ile aynı olduğunu bildirmiştir. (R.Salihın:1705)
-“Falcıya gidip bir şeyler soranın kırk gün namazı kabul olmaz.” buyurur. (R.Salihın:1701)
“Her kim falcıya, gaipten haber verene ve sihirbaza giderek onlardan bir şey sorar, söylediklerine inanır ve tasdik ederse kafir olur.” (Tirmizi, Tahare, 102; İbn Mace, Tahare, 122)
İslâm Alimlerine göre fala bakmak, baktırmak, onun dediklerine inanılsa da, inanılmasa de küfre götüren bir haldir.
Falcı yalancının ta kendisidir. Bugün yer altı hazineleri elde edebilmek için falcılara soranlar oluyor. Hiç düşünmüyorlar ki falcı bilmiş olsaydı herkesten önce o kazıp almaz mıydı?
Bir okuyucum yıldız nameye bakan birine gider, ölmüş kardeşinin adını verip bir şeyler sorar. Falcı atar tutar onun ölmüş biri olduğunu bilemez.
Cincilere gitmek de caiz değildir. Ona çalınan bir şeyi, kaybolan bir şeyi, sormak ve inanmak da imana zarar veren bir harekettir.
“Ben gaybı biliyorum. Cinler bana söylüyor.“ derse o da imanından olur. Çünkü gaybı cinde cinci de bilemez.
Cinler bazı gördükleri şeyleri söylerse de çoğu zaman yalan söyler, yanıltır.
Cenab-ı Allah :” Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. Yere yıkılınca anlaşıldı ki, cinler gaybı bilselerdi o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.” buyurarak cinlerin gaybı bilmediğini haber vermiştir. (Sebe:14)
Cinle, şeytanla uğraşmak insanın zarar görmesine neden olur. Bunlarla dostluk cehenneme kadardır. İnsanı aldatırlar ama suyunu ısıtıvermezler. Şeytan sapıklık içinde olanı aldatır. (Kaf:27)
Cin, şeytan istediğine istediği gibi zarar veremez. Bunlara fırsat verilmeden, kapı aralanmadan insana yaklaşamazlar.
Sapan, sapıtan, “Beni şeytan aldattı.” diyor. Şeytana uydum demiyor, suçu şeytana atıyor. (Yasin:60)
Cin, şeytan insana istediğini yaptırır anlayışı yanlıştır. Şeytanın insana zorlayıcı gücü yoktur. (Nisa:76 + Sebe:21 + Hıcır:42 + İsra:65)
Cinle, şeytanla uğraşan zarar görür. Bir zamanlar televizyonda cinlerle ilgili program yapan Sadettin Teksoy, cin konusuna el atınca cinlerde ona el atmış, bu konuyu bırakan Teksoy şöyle demişti: “Uyku sistemim tamamen bozuldu. Ağır baş ağrıları çektim. Hayatım alt üst oldu. Bir daha cinlerle ilgili program yapmayacağım. “
Cinlerin zarar vermesinden korkanlar “Cin” demiyorlar “Üç harf” diyorlar. Şeytanın zarar vermesinden korkanlar ona kedi, köpek veya insan kurban sunuyorlar.
Eski satanistlerde bugünkü satanistlerin yaptığını yapıyorlardı. Kuru kafa ile yıldız, siyah elbise ve boynuzla, kan akıtıyorlardı. Karanlıkta mum yakar, “Karanlığın Efendisi” diye alevine taparlardı.
Libya Çölü’nde yaşayan Gıalu Kabilesi kadınlarının uzun etekleri yerlerde sürünür, kadınlar böylece şeytanın kendi izlerini takip edemeyeceğini ve kendilerini yoldan sapıtamayacağına inanırlardı.
Gaybın bilgisi cincide, falcıda ve müneccimde değildir. Gaybın bilgisi Âlemlerin Rabbine aittir.
Tarih boyunca insanlık, merakı yüzünden, cehaleti sebebiyle yakasını falcıdan, büyücüden kurtaramamıştır.
Ben bilirim, gelecekten haber veririm diyen biri kendi hakkındaki şeyleri bile bilemez. Başına neler gelecek bilemez. (Lokman:34)
Kahve fincanı, avuç içi, bakla, neyi haber verebilir?
Bazıları ilgi çekmek, iltifat görmek, menfaat temin etmek için çeşitli yollara başvururlar. Bunlardan biri, girişe adamını yerleştirir, bir de verici koyar, gelenin bilgilerini alt kattan alır. Üst kata çıkan adama adını, nereden geldiğini, niçin geldiğini söyleyerek adeta teslim alır. Artık ne derse inandırıcı olur.
Hiç unutmam televizyonda Medyum Memiş ile Medyum Keto tartışıyorlardı. Medyum Memiş Medyum Keto’ya bir tokat attı ve: “Sen medyum olamazsın. Medyum olsaydın sana tokat atacağımı bilirdin.” dedi.
Şeyh de gaybı bilemez. Müridlerini uzaktan göremez. Peygamberler bile Cenab-ı Allah’ın bildirdiğinden başka bir şey bilemezler. (Bakara:255) ancak peygamberler mucize gösterir. Onlara vahiy gelir. Evliyalarda keramet gösterir.
Kur’an’da şöyle buyrulur:
-Gaybı Allah’tan başkası bilmez. (En’am:59)
-Gökte ve yerde gaybı Allah’tan başkası bilmez. (Neml:65)
-Gaipten haber verdiğine inananın kırk gün namazı kabul olmaz. (R.Salihın:1701)
-Falın ne türlüsü olursa olsun küfre kadar götüren bir günahtır. Falcılık parası fuhuş parası ile bir tutulmuştur. (Age:1705)
-Biri falcı için “Bildi” derse Allah’ın gönderdiğine inanmamış olur. (Ramuz el-Ehadis:396/2)
“Gaybdan haber verdiğini iddia eden adamın söylediklerini tasdik etmek küfürdür.” (Ömer Nesefi, İslâm İnancının Temelleri Aksid, s:208)
“Gaybı bildiğini iddia etmek küfürdür.” (Age. S: 210)
Halil Günenç Hoca Efendi “ Bir kimse –Falan gaybı biliyor- veya –Kalbimizden geçen şeyleri bilir- veya –Şeyhlerin ruhu hazır olup, halimize vakıftır- derse kafir olur.” (Günümüz Meselelerine Fetvalar:1/43)
Günenç Hoca Efendi yine “Falan zat halimizi ya da kalbimizden geçeni biliyor demek asla caiz değildir. Bunun küfür olduğunu söyleyenler vardır. Mülteka Şerh’i “Bir kimse –Şeyhlerin ruhu hazırdır, bilir- demekle kafir olur.” Şeklinde nakletmektedir. (Age:1/99)

İSLÂM’IN BİD’AT VE HURAFELER BAKIŞI
Bid’at, Hz. Peygamber zamanında olmayan ve meşru görülmeyen bir iştir. Bid’at, sünnetin zıddıdır.
İslâm Dini, Peygamberimiz zamanında kemale ermiştir. Cenab-ı Allah: “Bugün size dininizi tamamladım.” (Mâida:3) buyurmuştur.
Bid’at dini konularda, ibadet esaslarında hoş görülmez. İslâm Dini sosyal hayattaki gelişmelere, yeniliklere karşı değildir, ona bid’at gözü ile bakmaz.
Peygamber (as) şöyle buyuruyor: “Kim bir sünnetimi ihya ederse, onunla amel edenlerin sevabı kadar sevap ona verilir. Onların sevabından da bir şey eksilmez. Kim sünnete uygun düşmeyen kötü bid’at icat ederse, onunla amel edenlerin günahı kadar da ona verilir. Bid’at işleyenlerin günahından bir şey eksilmez.” (Müslim, İlim:6)
Bir başka hadislerinde de: “Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar Kur’an okur, ibadetle meşgul olur, aynı anda bid’atla meşgul olur. Bilmedikleri cihetten dinlerinden olurlar. İlimlerine bedel rızık alırlar, dünyayı din karşılığında elde ederler. Bunlar deccalin evaneleridir.” buyurur. –(Ramuz el-Ehadis:504/3)
İslâm bid’at ve hurafelere karşı savaş açmıştır. Alparslan: “Halis Müslümanlarız, çünkü bid’at bilmeyiz.” demiştir. İslâm’da kerametten, ibadetin çokluğundan önce itikad düzgünlüğü önemlidir. İslâm bid’at ve hurafeleri sapıklık olarak görür. Dinden olmayanın, dine sonradan sokulmak istenen şeyin İslâm’da yeri yoktur.
Bu konuda Peygamber (as) şöyle buyurur:
-“Allah bid’at sahibinin amelini, bid’atı bırakıncaya kadar kabul etmez.” (Ramuz el-Ehadis:6/5)
-“Bid’at sahibi öldüğünde, İslâm’da bir fetih vuku bulmuş gibi olur.”(Age:62/14)
-“Bid’at ehli cehennem ehlinin köpekleridir.” (Age:72/5)
Cenab-ı Allah ile ilgili şu hatalardan son derece kaçınılmalıdır:
Bazı şeyler vardır. Allah’tan başkasına yapılmamalıdır:
- Kulluk, ibadet, secde,
- Kurban kesmek,
- Rızkı, eceli başkalarında aramak,
- Yardım beklemek, güvenip dayanmak,
- Gavs kelimesini başkası için kullanmak,
- Allah’tan başkasına “yaratıcı” demek,
- “Mülk benim” demek,
- “Falan olmasaydı, işim olmayacaktı.” demek,
- Allah’a şekil, mekan yakıştırmak,
- “Allah gibi” demek ,
- Teslise inanmak,
- Allah bize zulmediyor,
- Allah mallah tanımam,
- Allah bile gelse seni elimden alamaz,
- Buna Allah’ın bile gücü yetmez,
- Allah’ın eli uzundur,
- Gökteki Allah,
- Allah bunu niye yarattı ki,
- Ben Allah’tan korkmam,
- Allah beni unuttu,
- Onun hakkından Allah bile gelemez,
- Allah’ım nerdesin? Görmüyor musun? Duymuyor musun?
- Allah’tan başkasından bir şey istemek, Allah’tan başkasından yardım beklemek
- Falan olmasaydı, beni falan öldürecekti,
- Koca Allah, Allah baba, Allah dede,
- Allah işimize karışmazsa… vb. gibi ifadeler kullanmak.
Önemli hususlardan biri de; dinin aslı, özü bir tarafa bırakılıp din tartışılıyor, dindışı şeylerle uğraşılıyor. Dindarlık, şekilcilik olarak görülüyor. Sonuçta içi boş bir dindarlık kalıyor.
Din tartışılmaz. Dine müdahale olmaz. Din değişmez. (Azhab:36 + Şura:21 + Bakara:85)
Dinin ılımlısı, Türkçesi, bize göresi, bana göresi olmaz. Dinin koruyucusu Cenab-ı Allah’tır.
Türkiye’yi Daru’l Harp görmek, faizi helal saymak, “Cuma kılınmaz” demek, Allah korusun insanın imanına zarar verir.
Bid’at ve hurafelerin zararı büyüktür. Her şeyden önemlisi, bid’atçinin, batıla inananın ameli boşa gider. Kur’an’da :”Bunlar iyi şeyler yaptıklarını sandıkları halde, dünyada çabaları boşa giden kimselerdir.” buyrulur. (Kehf:104)
Bid’at sünnetin zıddı olduğu için, sünnet gitmeden bid’at gelmez. Bid’ate bağlılık ne kadar artarsa Allah’tan o ölçüde uzaklaşılmış olur.
Bu konuda Peygamberimizin şu uyarılarına kulak verelim:
- “Sünnet dairesinde yapılan az amel bid’at dairesinde yapılan çok amelden hayırlıdır.”
- “Bir kimse bid’at sahibini ağırlarsa İslâm’ın yıkılmasına yardım etmiş olur.” (Ramuz el-Ehadis:446/7)
- “Bir topluluk ne kadar bid’at işlerse, sünnetten o kadar ayrılır.” (Age:369/14)
- Bir bid’at icat eden kimse, ölmeden evvel mutlaka onun cezasını çeker.” (Age:379/4)

“Allah cc.bid’at ehlinin duasını, zekatını, haccını.namazını ve sadakasını kabul etmez. Bid’at ehli kılın hamurdan çekilişi gibi dinden çıkar.”(Age:92/1)
Bid’at ve hurafelerle mücadele her müslümanın vazgeçilmez görevidir. Müslüman imanını koruyabilmek için hurafelere karşı hem bilgili hem de dikkatli olmak zorundadır.
“Çürük baklanın kör alıcısı olur.” derler. Dinini iyi bilmeyenler bid’at ve hurafeleri ayırt edemiyor. Günlük hayatında ibadetlerde onlara yer veriyor. Hatta onlara uyarsa bol sevap kazanacağını zannediyor.
Allah Rasûlü bizi şöyle uyarıyor:
-Bid’atten sakının. Zira her bid’at sapıklıktır. Ve her sapıklıkta ateştedir. (Ramuz el- Ehadis:17/4)
-“Ümmetim arasında bid’atlar zuhur ettiğinde ve ashabım aleyhinde kötü sözler söylendiğinde, alim, ilmini açığa çıkarsın, eğer böyle yapmazsa, Allah’ın laneti onun üzerine olsun. (Age:54/9)
-“Bir kimse bid’at işleyenden yüz çevirirse, Allah onun kalbini korkudan emin kılar ve kalbini imanla doldurur. Kim bid’at sahibine tepki gösterirse, Allah onu kıyamet günü emin kılar.
Bid’at sahiplerini hakir, zelil görenin derecesini Allah yükseltir. Kimde bid’at ehline selam verir, onunla yakınlık kurarsa, onu memnun ederse, bana indirileni inkar etmiş olur.” (Age:406/11)
Bu bilgiler ışığında her Müslüman bid’at ehlinden, hurafelerden uzak durduğu ölçüde imanını koruyabileceğini bilmelidir.

HIZIR-İLYAS (HIDIRELLEZ)
Hızır – İlyas’ın halk dilinde söylenişi Hıdırellez olarak ifade edilir.
Efsaneye göre Ab-ı Hayattan içip ölümsüzleştiklerine inanılan iki kardeş olan Hızır ve İlyas mayısın 6’sında buluşmaktadırlar. O gün baharın gelişini müjdeler.
İnanışa göre Hızır (as) Velîdir. Sıkıntıda olana yardıma koşar, darda olanların imdadına yetişir, yardım eder.
Hızır insanlardan isteklerde bulunur, verenlere verir, vermeyenlerden de alır. Yani dilediğine bereket verir, zenginlik verir, dilediğini de yoksul eder.
Kur’an’a göre Hızır (as) Allah’ın lütfuna mazhar olmuş, alim bir kişidir. (Kehf:60-82)

**********

Hızır yaşıyor mu?
Bazı bölgelerde 6 mayıs günü Hızır (as)ın evleri ziyaret edeceğine inanıldığı için evler temizlenir.
Bazı bölgelerde mayasız yoğurt çalınır. Eğer yoğurt tutarsa, o evi Hızır (as)ın ziyaret ettiğine inanılır.
Bediüzzaman Hazretleri, Mektubatında Hızır (as)ın hayatta olduğunu söyler. Onun hayatı ikinci hayat olduğundan bir çok alimin bunu kabul etmediğini de belirtir.
Hızır (as) Musa peygamber zamanında yaşamıştır. Hızır’ın şu anda yaşadığına dair İslâmi kaynaklarda herhangi bir bilgi yoktur. Cenab-ı Allah bu kadar uzun ömrü kimseye vermemiştir. Ab-ı hayattan içip ölümsüzleşmesi efsanedir. Kimseye ebedi hayat verilmemiştir. (Enbiya:34-35)
Ne diyor Kur’an:
-“Habibim, biz senden önce gelip geçen hiçbir insan için ebedi hayat nasip etmedik. Şimdi sen ölürsen sanki onlar ebedi mi kalacaklar?”, “Her nefis ölümü tadacaktır.”
**********
Hızır imdada yetişir mi?
Hızır’ın dilediğini zengin, dilediğini fakir etmesi, sıkılanların imdadına yetişmesi, inancımıza göre uygun değildir. Bazı kaynaklarda anlatılan yardımları veya sefalete sürüklemeleri birer efsanedir.
Halk dilinde: “Hızır gibi yetişti.”, “Kul daralmayınca Hızır yetişmez.”, “Hızır’ın eli değmiş.”, “Hızır bereketi” gibi ifadeler vardır.
Hızır bir insandır. Peygamberlere verilmeyen şeylerin Hızır’a verilmiş olması düşünülemez.
Hızır’dan yardım istenmez, yarım etmesi beklenmez. Aksi halde şirk kokar. Yardım Allah’tandır. Rızık veren Cenab-ı Allah’tır.
Hızır ile ilgili bazı sözler:
- “Her geceyi kadir bil, her geleni de Hızır bil.”
- “Hıdırellez yağmurunun damlası altın olur.”
- “Hıdırellez’den sonra yazdır.”
- “Hıdırellez’e kadar bir tutam, Hıdırellez’den sonra tutam, tutam”
- “Hızır gibi imdada yetişti.”
- “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez.”
- “Hızır’ın eli değmiş.”
- “Hızır bereketi” gibi anlamlı sözler canlılığını korumaktadır.


Hıdırellez’le ilgili hurafeler:
- Hızır’ın Ab-ı hayattan içip ölümsüzleştiğine inanılıyor. İnsanlara bereket verdiği veya sefalete sürüklediği düşünülüyor.
- Anadolu’nun bazı bölgelerinde “Hıdırlık” denilen yerler vardır. 6 Mayısta buralarda toplanılıp istek ve dileklerde bulunulur. Hıdırellez şenlikleri düzenlenir.
- Hıdırellez günü türbeler ziyaret edilir, dualar edilir, istek ve dileklerde bulunulur, adaklar sunulur, çaputlar bağlanır.
- Hızır’la İlyas’ın buluşmalarının sahil kenarında olduğu inancı yaygın olduğundan dilek ve istekler sahil kenarında, nehir, göl ve su kaynakları kıyılarında yapılmaktadır. Dilekler kağıda yazılıp suya atılır. Kağıdın batması, yerinde durması ve akıp gitmesine göre anlamlar çıkarılır.
- Hıdırellez günü Hızır’ın beyaz elbiseler giyip dünyayı dolaştığına inanıldığından onunla karşılaşmak ve onun yardımını görebilmek için beyaz elbiseler giyilir.
- Cehennem ateşinin yakmaması için ateşler yakılıp, üzerlerinden atlanır.
- Geceleri ay ışığında gölgelere bakılıp anlamlar çıkarılır.
- Akşamları niyet tutup bir çömleğe geleceği hakkında bilgiler edinmek isteyenler, kendine ait eşyalar koyarak, çömleği gülün dibine koyarlar. Sabah maniler söyleyerek yorumlar yaparlar.
- Bereket için sabahleyin otlaklarda çiğ damlaları toplanıp yoğurt ve hamur mayalarına karıştırılır. Ayrıca çiğ damlaları sütleri kesilmesin diye inek, koyun ve keçilere serpilir.
- Akşamdan soğan yaprakları kesilip, birine kırmızı, diğerlerine yeşil ip bağlanır. Sabah yeşil ip bağlanan yaprak uzarsa o yıl sefa sürüleceğine, kırmızı ip bağlı yaprak uzamışsa cefa çekileceğine inanılır.

- Kısmeti çıkmayan veya geciken kızların o gece başları üzerinde kilit açılır. Evlilikle ilgili maniler söylenir.
- Ev sahibi olmak isteyenler, yerlere ev resmi çizerler, kağıttan, hamurdan, çamurdan ev yaparlar.
- Bereketli olsun. Hızır değsin diye yemekler akşamdan açık bırakılır.
- Akşam bırakılan hamur kabarırsa o yıl bolluk olacağına, kabarmazsa kıtlık olacağına inanırlar.
- Paranın bereketli olması için beze sarılıp gül veya dut ağacının dalına asılır. O para uğur parası olur.
- Zengin olmak isteyenler zenginlerin bahçelerinden taş, toprak alır.
- Hastaların iyileşmesi için hastaya ait çamaşır, gül dalına asılır.
- Sarılık hastalığı olanlar akşamdan parmaklarına sarı ip, gül dalına da kırmızı ip bağlarlar. Sabah bu ipler yer değiştirerek hastalığın insandan ağaca geçmesi beklenir.
- Hastalıklardan korunmak için ısırgan otu sürünülür. Yeşilliklerde yatarak, sulardan atlanarak sulardan alınan testilerin sularının içilmesiyle hastalığın geçeceğine inanırlar.
- Akşamdan çeşme açık bırakılırsa, kısmetin açılacağına inanılır.
- Akşam pişirilen yemekler açık bırakılır, yanına tahta kaşık konursa Hızır’ın yiyeceği ve bereket olacağına inanılır.
- Kırlardan toplanan çiçekler yüze sürülürse, güzellik olur, yüzde yara sivilce olmaz anlayışı vardır.
- Gece arpa tarlasından bir tutam arpa alınıp kaynatılarak çocuklara içirilirse, çocukların sağlıklı olacağına inanılır.
- Geceleyin Hızır’ın ölümsüzlüğü düşünülürse, uzun ömürlü olunacağına inanılır.
Netice olarak; işlenen bid’at ve hurafeler saymakla bitmez. Görülüyor ki, ilkel insanlardan medeni toplumlara kadar insanlık, kendini hurafelerden alıkoyamıyor.
Dini bilgisi ve dini duygular zayıf olan insanlar bid’at ve hurafeleri dinin önüne geçiriyor. Dinle asla bağdaşmayan şeyleri sanki dinin emriymiş gibi yapıyor. Hamurdan, çamurdan, sudan, havadan, mumdan, çaputtan, gülden, daldan medet bekliyor.
Fatiha suresini okurken diyoruz ki: “Ey Allah’ım! Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım bekleriz. Bizi doğru yola ilet, sapanların, gazaba uğrayanların değil…” (Fatiha 5-7)

YILBAŞI KUTLAMALARI
Yılbaşı kutlamaları için haftalar öncesi milli, dini kimliğimizle bağdaşmayan şekilde hazırlıklar yapılıyor. Hristiyanların bayramı olan yılbaşı kutlanıyor.
Her şeyden önce Kur’an’daki ve sünnetteki uyarılara kulak asmayarak Hristiyanlar gibi kutlamalar yapmak, Hristiyanlaşmaya razı olmak tır. Yılbaşı kutlamalarının bizimle uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Yılbaşı öncesi misyonerler faaliyetlerini arttırmaktadır. Kiliselere kandırılan gençleri götürmekte, Efes’e geziler düzenlemekte, ücretsiz İnciller dağıtılmakta, Noel baba kıyafetli insanlar sokaklarda dolaşmakta, okullarda bir yolu bulunarak Noel baba kıyafetleri dağıtılmaktadır.
Böylece insanımız milli ve manevi değerlerinde uzaklaştırılarak Hristiyanlaştırılmaktadır.
Yılbaşı kutlamaları yıkımı ve yozlaşmayı teşvik ediyor, maddi ve manevi kayıplara neden oluyor. O gece her şey mübah görülüyor; her iğrenç kötülüğün başlangıcı oluyor. O gece 365 günün birikimini alıp götürebiliyor.
Bakın neler yapılıyor?
- Evler, okullar, işyerleri vitrinler Noel babalarla, çamlarla ışıklandırılarak süsleniyor.
- Özel sofralar kuruluyor.
- Çam katliamı yapılıyor.
- İşyerlerinin önünde Noel baba kıyafetliler dolaşıyor.
- İçki içmek serbest “İçebildiğin kadar iç, biz seni eve götürürüz.” deniliyor.
- Eğlenceler düzenleniyor, dansözler oynatılıyor.
- Kumar masaları kuruluyor, sabah kumar zedeler evlerine cin çarpmış kimse gibi dönüyor.
- Tacizciler, tecavüzcüler, kirlenen iffet ve namuslar sergileniyor.
- “Sana da çıkabilir.” denilerek milyonlarca insanın ruh sağlığı bozuluyor. Talih kuşu depresyon dağıtıyor.
- Batıyı hasta eden şeyler benimseniyor, kokmuş batı tıpatıp taklit ediliyor. Yaptığımız benzeşme ve taklitçilik bize yakışmıyor, değerlerimize uymuyor.
- Bizim için takvim başlangıcı olmaktan başka hiçbir özelliği olmayan yılbaşı, israf gecesi, isyan gecesi ilan edilip çılgınlıklar yapılıyor.
- Dede Korkut’u, Yunus’u, Mevlana’yı, Hızır (as)ı unutturan Noel baba bizi bizden ediyor. Kapıyı bırakıp bacadan giriyor, çocuklara hediyeler veriyor ve örnek kişi olarak sunuluyor.

Noel baba bir hurafedir. Noel baba yalanına artık Batı bile inanmıyor. Bizde çocuklarımızın benliğini çalmaya devam ediyor.
Bence doğuda batıda yılbaşı gecesi yapılanlar İsa Peygambere hakarettir. İsa Peygamber niçin gönderilmiştir? İçkiyi, kumarı, zinayı ve diğer edepsizlikleri kaldırmak için gelmemiş midir? Hadi Hristiyanlık bozuldu. Onlar kutluyor. Ya biz, neyi ne için kutluyoruz? Bir peygamberin doğum günü çılgınlıklarla, günahlarla mı kutlanır? Hristiyanlar bizim peygamberimizin doğum gününü kutluyorlar mı?
Yılbaşı gecesi eğlencesi adı altında işlenen bid’at ve hurafelerin inancımızda yeri yoktur.
Kur’an’da başkalarını taklit etmeyin, uymayın. Onları dost edinmeyin, sırdaş edinmeyin. Yoksa sizde onlara benzer, onlar gibi olursunuz. Onlar sizi inançsızlığa sevk ederler ve sizi Allah yolundan sapıtırlar… diye Cenab-ı Allah bizi uyarıyor.
Peygamber (as): “Başka topluluklara benzeyenler onlardandır.” buyurarak Yahudi ve Hristiyanlara benzememek için bizi dikkatli olmaya davet etmiştir.
Sonuç olarak; yılbaşı gecesi kayıp gecesidir. Bizimde Hristiyan gibi davranmaya ihtiyacımızda yok, gerek de yok, zorunda da değiliz.
Noel babanın gayrimeşru babalığı, bir Müslüman için zuldür.
1 Ocak maddi kayıpları “Günaydın sarhoş Türkiye” başlığı ile basın haber veriyor. Maddi kayıplar bir şekilde telafi edilebilir, ya manevi kayıplar nasıl telafi edilecek?...

TARİKATLAR VE HURAFELER:
Hurafelerin çıkış kaynağı genelde sözde Tarikatlar ve Şeyhlerin menfaatperestliklerinden çıkmıştır.
Şu iki âyet de Hz. Muhammed s.a.v efendimizle ile ilgilidir:
"Senden önce hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü olacaklardır?" (Enbiya 21/34)
"Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir."(Zümer 39/30)
Hal bu şekilde açıkken tarikatlarda sürekli şeyh efendinin mucize taşıdığı vurgulanmaktadır.
Peygamber efendimiz öldükten sonra Müslümanların tefrika , parçalanma olmaması için Kur’an-ı Kerime sıkı sıkı bağlanmamızı istemiştir.
"Aranızda, sıkı sarılırsanız artık sapıtmayacağınız bir şey bıraktım, Allah'ın kitabını" (Müslim, Hac, bab 19, Hadis no 147-(1218).)
Allah c.c Kur’an da Hak olarak kendi emirlerini (Ayetlerini) referans göstermiş ve bunun dışına çıkanları sapıklık olarak belirtmiştir.Ve ısrarla araya aracı koymadan direk kendisine yönelmemizi emretmiştir.
İşte hak budur. "Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir?" (Yunus 10/31-32)
"Allah’ın yakınından kendisine kıyâmet gününe kadar cevap veremeyecek kimseyi çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısının farkında değillerdir.“ (Ahqâf 46/4-5)
Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler. ( Bakara 186 )
Cemaatlerdeki oluşumları incelediğimizde aşağıdaki belirttiğimiz ilkeler doğrultusunda birliktelik ve hareket ettikleri görülmektedir:
Cemaatlerde ki anlayış genelde ;
1) Bütün cemaatler kendi şeyhlerini (önderlerini) Peygamberimizin günümüzdeki vekili gibi görür. Bazılarının da Mehdi Aleyhisseam olduğuna inanılır.
2) Cemaatlerin hiç birinde bireysel irade ya da sorgulama yoktur. Şeyh ya da önderin sözü Allah kelamı hükmündedir ve önderin emrini tartışan küfre girip dinden çıkar.
3) Cemaatlerin hiç biri birbirini sevmez ama açıktan birbirlerine düşmanlık yapmazlar.. Pek çok cemaat kendi dışındaki cemaatlerin şirkte (küfürde) olduğuna inanır.
4) Cemaatlerin bazıları dış dinamiklerle yani yabancı istihbarat örgütleri ile irtibatlıdır.
5) Cemaatlerin geneli iktidar olanı destekler yani bunlar durakta beklemeyi sevmezler, gelen her otobüse binerler.
6) Her cemaatin kendi gettosu vardır, aralarında kız alıp verirler, alışverişleri ve arkadaşlıkları beraberdir. Buradan hareketle de bunların birbirinden kopması kolay değildir.
7) Pek çok cemaat son dönemde holdingleşmiştir.. Müritlerin yaptığı ticaret, topladığı kurban derisi ve zekatlar bu holdinglerin ana sermayesidir. Holdingin mutlak hakimi de cemaat önderleridir. Şeyh ya da önder, parayı elinde tutanın gücü elinde tuttuğunu bilir ve yönetimi çocukları dışında hiç kimse ile paylaşmaz.
8) Cemaatlerin hedef kitlesi daha ziyade 16-30 yaş arası olanlardır.. Bunlarla önce arkadaşlık edilir, akabinde kendi sosyal çevrelerine sokularak ona kişilik verilir ve dini hassasiyetleri de kullanılarak saflara alınır. Yurtlar, dershaneler, okullar temel alanlarıdır.
9) Bütün cemaatlerde şeyh ya da önderin pek çok zaman akşam namazını Kabe’de yatsıyı da Mescid-i Aksa’da kıldığına inanılır. Şeyhlerinin evliyalıklarına imanları Allah’a imanları gibidir.
10) İstisnasız bütün cemaatlerde şeyh ya da önder emreder, müritler zerre sorgulamaksızın emredilen yere eksiksiz oy verir.
11) Bürokrasideki müridin şeyhe bilgi taşıması ve istediğini yapması Uhud Gazasında cenk yapması gibidir yani bilgi getiren ve icraat yapan peşin olarak şehit ilan edilir.
12) Cemaatlerin tamamına yakınında müritler yani mensuplar cennete ancak şeyhleri ya da önderlerinin himmetiyle girebileceklerine inanırlar. Önderlerini ahiretlerinin sigortası olarak görürler.
13) Pek çok cemaatin kendine göre İslâm’a hizmet şekli vardır. Kimi Kur’an öğretmenin tek yol olduğuna inanır, kimi dış dünyaya İslâm’ı anlatan kitap gönderir, kimi tebliğ yapar, kimi bürokrasiye girer, kimi okul ya da dershane açar, kimi siyaseti etkilemeyi olmazsa olmaz görür.
14) Bazı cemaat mensuplarının yurt dışındaki bankalarda büyük paraları ve muhtelif ülkelerde gayrı menkulleri vardır.
15) Cemaat ve tarikat guruplarına mensup olanların sayıları ise çok çok abartılmaktadır. Bütün bu cemaatlere mensup olanlar kesinlikle 1 milyonun üstünde değildir ancak etkileri vakıadır.
16) Bir kaçı hariç cemaatlerin siyasi bir projesi yani Devleti ele geçirmek gibi bir gayesi yoktur.
17) Cemaatler konusunda zannedilenin aksine TSK’dan ziyade MİT daha çok bilgi sahibidir ve pek çok mensubu bu cemaatlerin içindedir.
18) Hepsi değil ama pek çok cemaatin bilinçaltında askere ve Atatürk’e karşı büyük bir kin ve öfke vardır.
İşte bu gibi nedenlerle halkın arasına nifak düşürülerek,  inançlarıyla oynayarak bilerek yada bilmeyerek inananlar şirke düşürülmektedir. Okumayan, araştırmayan cahil halk b8uunun kitapta yazılı olduğuna inanarak bilerek hurafeye düşürülmektedir. Onlar için önemli olan nam,san, makam ve menfaattir. Gece rüyasında Peygamberimizi gördüğünü söyleyen sabah kendisini şeyh ilan etmekte, kendisinde fevkelade mucize haller ve dereceler kendilerine ihdas etmektedirler. (Bakınız Mustafa Kemal Bektaş-Ülkemizde Tarikatların Durumu)
Türkiye’nin her bölgesinde mutlaka bir tarikat ve cemaat vardır. Çoğunlukla kurdukları vakıflar aracılığıyla hareket ediyorlar. kimileri de neredeyse holdingleşmiş durumdadır. Postluk bazen babadan oğla ve bazen de kardeşlere geçiyor. Cemaatlerin bazılarının siyasetle çok yakın bağları var iken, bazıları ise politikayla ilgilenmedikleri görülmektedir.
Tarikat ve dinî cemaatlerin yöneldiği bir diğer eğitim alanı da yine 1980'lerden sonra hızla yayılan "Hazırlık Dershaneleri" olmuştur. İlkokuldan üniversiteye kadar bir sınav yarışının yaşandığı günümüz Türkiye'sinde Hazırlık dershaneleri önemli bir sektör durumundadır. Bunun bilinciyle hareket eden tarikat ve dinî cemaatler 'hizmet' faktörünü de ön plana çıkarıp Anadolu'nun pek çok şehrinde dershane açmışlardır. Mesela bu sahada Fethullah Gülen Hocaefendi'nin cemaatinin, 1995 yılı itibariyle kendilerine bağlı 250 civarında dershaneyle faaliyet gösterdikleri bilinmektedir. Hazırlık Dershaneleri faaliyetlerine parelel olarak gelişen bir diğer eğitim olgusu da özel okullardır. Yine Fethullah Gülen Hocaefendi'nin cemaati yurt içinde saygın bir yere sahip özel kollejlerinin yanında çoğunluğu Orta Asya Türk devletleri ve Balkanlarda bulunan 150 civarında orta öğrenim kurumuna sahiptirler. Malumunuz üzeri M.Fethullah Gülen’in en son Türkiye Cumhuriyetine kalkışması olayı bu bilgileri açıkça doğrulamaktadır.

İSLAM DİNİNDE AKILIN ÖNEMİ :
İslam dini akla büyük önem vermekte ve onun korunması  üzerinde de önemle durmaktadır. Aklın çıktığı kaynağı kabul edilen beyni uyuşturan her türlü şeyi de yasaklamıştır. (Maide 5/90) Aklını kullanan toplumlar (İlmi) ilerlemişlerdir. Duygularını kullanan (Irkçı, fanatik, şövenist toplumlar) toplumlar geri kalmışlardır. Aklı kullanmak insana , duygusallık hayvana özgüdür. Allah insana ısrarla aklını kullanmasını, tümden duygunun esiri olmamasını istemiştir. Duygusallık cahilliğe vs, bilgisizliğe dayanmaktadır. (Bakara 2/44-73-75-76-164-170-171-179-242-269, Ali İmran 3/65-118, Maide 5/58, En’am 6/32-151, A’raf  7/169, Enfal 8/22, Yunus 10/16-100, Hud 11/51, Yusuf 12/109-111, Rad 13/4-19, İbrahim 14/52, Nahl 16/12-67, Taha 20/53-128, Enbiya 21/10-67, Hac 22/46, Mü’minün 23/80, Nur 24/58-59-61, Furkan 25/44, Şuara 26/28, Kasas 28/60, Ankebut 29/35-43-63, Sad 38/29-43, Zümer 39/9-18-43, Mü’min 40/54-67, Hadid 57/17, Talak 65/10, Mülk 67/10, Fecr 89/5) İslam dini akla büyük önem verdiği içindir ki, onun korunması üzerinde de önemle durmaktadır. Aklın çıktığın kaynağı kabul edilen beyni uyuşturucu her türlü şeyi İslam yasaklamıştır. (Maide 5/90)
İslam dini akıl ile birlikte ilime araştırmaya büyük önem vermektedir. (Bakara 2/129-151-269, Nisa 4/113, Maide 5/110, En’am 6/119, Nahl 16/43, Enbiya 21/7-59, Ahzab 33/34, Fatır 35/19-22, Zümer 39/9-10, Abese 80/2-3-4, Alak 96/4-5)
Peygamber Efendimiz (s.av ) derki
“Şu üç sınıftan kalem (hüküm-sorumluluk) kaldırılmıştır: 1-Uyanıncaya kadar uyuyandan, 2-Delikanlı oluncaya kadar çocuktan, 3-Akıllanıncaya kadar ma’tuhtan (deliden veya her hangi bir nedenle aklî melekesini kaybedenden).” (Tirmizî, Hudud, 1;) buyurmuştur. Kur’ân da, herkese sorumluluğun ve teklifin gücünün yettiği kadar yüklendiğini kaydeder. (Bakara Sûresi, 2/286)
Kur’an-ı Kerim; pek çok ayette, aklınızı kullanmıyor musunuz, düşünmüyor musunuz, hiç düşünmez misiniz?” gibi ifadelerle insanları düşünmeye teşvik etmiştir. Kur’an’da yüzlerce ayette aklı kullanmanın ve ilmin önemine vurgu yapılır. Kur’an’ın, “Ey akıl sahipleri!” diye seslenmesi de insanları aklını kullanmaya teşvik etmek içindir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki,
İslam dini o kadar kolay ve sade idi ki, çölden Bedevi (Görgüsüz çoban Arab) gelir, Peygamberimizin önünde oturur, sohbet eder, dinin örenir giderdi.İslam dini gerçekten bu kadar kolaydır. İslam Dininin kaynakları Kur’an-ı Kerim, Kainat,insan aklı ve bilimsel gerçeklerden oluşur.İslam dinine göre “bilgi”, “imandan” önce gelir. Çünkü kişinin bilmediği şeyin arkasına düşmesi ve inanması reddedilir. (İsra 17/36) Kişi bilgi sahibi olduktan  sonra inanıp inanmamakla serbest bırakılır. Yoksa kişinin cahil bırakılarak körü körüne inanması İslam’da iyi ve yeterli görülmez. İslam’da bilgi olmadan ve aklını kullanmadan hiçbir şeye niyet edilmez ve adım atılmaz. İslam dininin yasallaşması, insanlar tarafından uygulanabilir hale gelmesini temellendiren  Hz. Muhammed kanalıyla Allah’a uzanan kanıtlar (Deliller) veya kaynaklardır. Çünkü, İslam dinin indiren, bildiren Allah ve Elçisidir.İşte Allah’a gitmek isteyenlerin yollarını hükümleri karıştırarak engellemeye  kim  yeltenebilir? Buna ancak bilgisizlerle, inançsızlardan başkası yeltenebilir mi ?
 İslam dininin ne kadar mükemmel bir yapıya sahip olduğuna dair daha bir çok delilleri sayabiliriz. Bu delilleri yazmakla denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa yaz yaz  bitmez. ( Kehf 18/109) Kısacası İslam dinini Rabbimiz tüm insanlara Şeytan’ın türlü entrikalarına bulaşmamamız  ve nefsimizin de Şeytanla işbirliği yapmamamız için dünyada ve ahiretde gerçek mutluluğa kavuşmamız amacıyla Rabbimiz bize İslam dinini hediye etmiştir.

        Peki Mükemmel bir yapıya sahip İslam dinine ait ayrıntıları inceledikten sonra şimdi de Rabbimizin bize hediye ettiği Kur’an- Kerimin hikmetlerine bir bakalım :

Kur’an-ı Kerim insanların davranışlarını nasıl ayarlayacağını bazı hallede çok genel, bazı hallerde çok özel gösteren müslümanın birinci ve ilk başvuru kitabıdır. Bir davranışın Allah’ın hoşuna gidip gitmeyeceğini Kur’an-ı Kerim ile anlarız. Bizi iyiliğe, doğruluğa yönelterek salih amel işlememize vesile kılar ve  Rabbimizin sevdiği salih kul oluruz. Onunla mutmaine bir kalbe kavuşuruz, doğruluğa yönelir kötülüklerden kaçınırız.
İşte Kur’an-ı Kerim’in bize sağladığı kazançlar ;
Kur’an-ı Kerim İslam dinini açıklayan Allah ile insan arasındaki bir iletişim kitabıdır.
Vehme, hayale, kuşkulu şeylere itibar etmez. Kuşkulu olanlar için açıkça meydan okur.
Kanıtsız inanmayı değil, gözlemleyerek ve kanıtla inanmayı ve bağlanmayı amaçlar.
(Bakara 2/23, Yusuf 12/105, İsra 17/36, Zümer 39/118)
Kur’an-ı Kerim’de  insanın  özgürlüğü o kadar önemli ki yer yüzüne Allah’ın kendinden
sonra en yetkili varlık “halife (Naib-yetkili) olarak gönderildiğini açıkça belirtmektedir.
(Bakara 2/30)
Kur’an-ı Kerim bize dinde aşırılığı yasaklar ve orta bir yol tutmayı öğütler. Aşırı olanların
kendileri saptığı gibi başkalarını da saptıracağını ısrarla vurgular. (Nisa 4/71, Maide
5/77). Dinin zorla benimsetilemeyeceğini açıkça belirtir. (Enfal 8/72)
İnsanları kaynaştırıcı toplumsal örgütlenmeyi destekleyerek “ Din kardeşliği” kavramını
ortaya atmış ve bu kuruluşa özendirmiştir. ( Tevbe 9/11, Ahzab 33/5, Hucurat 49/10)
Din istimrarcılığını yermekte, toplumun dine değer vermesini göz önünde tutarak dini
dünyadaki kişisel çıkarlarına alet eden, sonuçta dini “Oyun, eğlence yada araç
edinenlerin sonlarının” kötü olacağını açıkça vurgulamaktadır. ( Maide 5/57, En’am 6/70,
A’raf 7/51)
Toplumun varlığını sürdürebilmesi için , savaş anında bile bir araştırıcı ve bilginler
grubunun gerçekleri araştırma konusundaki çalışmalarını ara vermeden sürdürmelerini
emreder. Hiçbir şeyin bilimsel çalışmaları engellememesini açıkça vurgular. (Tevbe
9/122)
Her türlü fitne ve fesadın ortadan kalkması için yani insanların arasında barışın
sağlanması için savaşmayı emreder. (Bakara 2/193-217, Enfal 8/39, Maide 5/32-33)
Fitne ve fesadın ortadan kalkması o kadar önemli ki yapılan mescid müslümanları “fesad
ve nizaya” düşürüyor diye Allah’ın emriyle M.630 yılında Hz. Muhammed tarafından
Tebük seferinden sonra yıktırılmış ve yaktırılmıştır. (Tevbe 9/107-108)Barış içinde
yaşamak isteyenler başka dinde olsalar da onlara saldırmayı  ve onlarla savaşmayı
yasaklar ve bu durumda dahi adaletle davranmayı emreder. (Mümtehine 60/8-9)
Kur’an-ı Kerim bize herkesin kazandığının kendisine ait olduğunu hiçbir günahkarın
günah yükünü bir başkasının yüklenemeyeceğini bildirerek  bizim örnek dürüst bir insan
olmamızı ve salih amel işlemeye bizi teşvik eder.
Kur’an-ı Kerim insanın zayıf olduğunu ve sınırlı bir güce sahip olduğunu vurgular (Nisa
4/28, Enbiya 21/37, Me’aric 70/19)
Kur’an-ı Kerim insanın kendisini mutlu edebilmek için “rızkını aramasını, çalışıp
çabalamasını istiyor”, ahiret yaşamını da dünya yaşamını da dünyada kazanması
gerektirdiğini bildirmektedir. (Kasas 28/77). Bu sorumluluk ve görevin insan için ağır bir
yükümlülük olduğunu da açıkça belirtmektedir. (Haşr 59/21) İnsanları haramdan uzak
durmalarını, helal rızık kazanmalarını ve yemelerini emreder. (Bakara 2/168)
Kur’an-ı Kerim’de yurt edinmeye verdiği önemin neredeyse iki katı çabayı, bu yurdu
korumaya göstermekte, yurdun önemli olduğunu açıkça sergilemektedir. Hatta yurdu
sevmenin imandan geldiğini de vurgulamaktadır. (Enfal 8/60, Bakara 2/154, Saf 61/4,
Bakara 2/190)
Kur’an-ı Kerim akla büyük önem vermekte ve onun korunması  üzerinde de ısrarla
durmaktadır.  Allah insana ısrarla aklını kullanmasını, tümden duygunun esiri
olmamasını istemiştir. Duygusallık cahilliğe vs, bilgisizliğe dayanmaktadır. (Bakara 2/44-
73-75-76-164-170-171-179-242-269, Ali İmran 3/65-118, Maide 5/58-90, En’am 6/32-
151, A’raf  7/169, Enfal 8/22, Yunus 10/16-100, Hud 11/51, Yusuf 12/109-111, Rad 13/4-
19, İbrahim 14/52, Nahl 16/12-67, Taha 20/53-128, Enbiya 21/10-67, Hac 22/46,
Mü’minün 23/80, Nur 24/58-59-61, Furkan 25/44, Şuara 26/28, Kasas 28/60, Ankebut
29/35-43-63, Sad 38/29-43, Zümer 39/9-18-43, Mü’min 40/54-67, Hadid 57/17, Talak
65/10, Mülk 67/10, Fecr 89/5). Kur’an-ı Kerim akıl ile birlikte ilime araştırmaya büyük
önem vermektedir. (Bakara 2/129-151-269, Nisa 4/113, Maide 5/110, En’am 6/119, Nahl
16/43, Enbiya 21/7-59, Ahzab 33/34, Fatır 35/19-22, Zümer 39/9-10, Abese 80/2-3-4,
Alak 96/4-5)
Kur’an-ı Kerim  İslam harici başka dinden insanlarda olsa tüm insanların barış içinde
yaşamalarını emretmektedir. (Mümtehine 60/8-9, Bakara 2/193-217, Enfal 8/39,Tevbe
9/12) Öyle ki toplum düzenini,huzuru bozanlarla kamu hizmetlerine katkıda bulunmayan
başka dinden olanları o toplum düzenine uyuncaya kadar onlarla savaşmak gerektiğini
de emredilir (Tevbe 9/29)
Kur’an-ı Kerim’ de herkesin kendi maddi ve manevi gücüne göre sorumluluk yüklendiğini
açıkça bildirmektedir. (Bakara 2/233-286, Nisa 4/84, En’am 6/152, A’raf 7/42, Mü’minün
23/62, Talak 65/7)

Kur’an-ı Kerim’in bize verdiği bu kazançları saysak buna sayfalar yetmez.

İşte size yukarıda dilimin döndüğünce günümüzde ülkemizde ve İslam ülkelerinde
çarpıklıkları belirtmeye çalıştım. Aslolan geleceğimiz çocuklarımıza pırıl pırıl bir devlet
bırakabilmek saf halis müslüman çocuk yetiştirmekdir. Kur'an-ın özüne uygun evlat
yetiştirmektir. Din istismarcılarından uzak onların oyunlarına düşmeyecek, tehlikeleri
sezen evlatlar yetiştirmektir.

Saygılarımla

Mustafa Kemal BEKTAŞ




KAYNAKLAR:
1.    Mustafa ÖSELMİŞ  Bid’at ve Hurafeler
2.    Bekir ÇÖL Tasavvuf ve Tarikatların Dinde Yeri Var mı?
3.    Bekir ÇÖL Tasavvuf da Sapıtanlar.
4.    Mustafa Kemal BEKTAŞ İslam Dininin neresindeyiz. Ne varsa İçinde
5.    Abdullah YOLCU Bid’atın Tanımı, Çeşitleri Hükümleri
6.    Doç.Dr Mehmet SOYSALDI Hurafeler ve İslamın Hurafelere Bakış Açısı
7.    Mustafa KILIÇ  Bid’at ve Hurafeler D.İ.B Yayınları
8.    Doç Dr. Ramazan ALTINTAŞ Islam Anlayışında Bid'at ve Hurafenin Çerçevesi Cumhuriyet Ünv. İlahiyat Fak.
9.    Prof. Dr. Cağfer KARATAŞ Sünnet, Bid’at ve Hurafe Kur’an Araştırmalar  Vakfı  Uludağ Ünv. İlah. Fak.
10.  Prof. Dr Cağfer KARATAŞ Dine Yabancılaşma Aracı Olarak Bid’at ve Hurafe Uludağ Ünv. İlah. Fak.
11.  Prof Dr. Saffet SANCAKLI Hadisler Bağlamında Bid’at Olgusu ve Bid’atla Mücadelenin Gerekliliği İnönü Ünv. İlah. Fak.
12.  Yard. Doç. Dr. Abdülcelil CANDAN Bid’at ve Batıl İnançlar Ansiklobedisi
13.  Muhammed OSMANOĞLU Bid’at ve Hurafeler
14.  Prof. Dr Yaşar Nuri ÖZTÜRK  Islam Nasıl Yozlaştırıldı - Vahyin Dininden Sapmalar, Hurafeler, Bid'atlar
15.  Doç. Dr. Fahri KAYADİBİ Atatürk’ün Dini Yönü ve Din Eğitimine Bakışı
16.  Abdullah ÇOBAN  Halk Arasında Yaşayan Hurafeler Araştırması (Bursa-Osmangazi Bölgesinde) Sakarya Ünv. Sosyal Bilimler Enst.
17.  Mustafa Kemal Bektaş  Ülkemizde Tarikatların Durumu