6 Haziran 2018 Çarşamba

Büyükşehirimize bağlı Mert Plajının yanındaki Mert kafe'de hayvan sahiplerince bazı gıda hijyenini ve insan sağlığını tehdit eden hal ve hareketlerini gördüm. Durumu İlgi c : d ile Valiliğe ve Büyükşehir Belediye Başkanlığına e posta ile bildirdim.

1800975663 Başvuru Detayı
Başvuru Tarihi:
Başvuru Yolu:
Başvuru Tipi:
Sayın Başbakanım;

İLGİ a. 3285 Sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanunu Kabul Tarihi: 8/5/1986,Yayımlandığı R.Gazete : 16/5/1986 Sayı: 19109
b. 17 Aralık 2011 tarih ve 28145 sayılı Gıda Hijyeni Yönetmeliği
c. Samsun Valiliğine 26.05 tarihli yazım.
d. Samsun Büyükşehir Belediyesine 26.05 tarihli yazım.

1. Büyükşehirimize bağlı Mert Plajının yanındaki Mert kafe'de hayvan sahiplerince bazı gıda hijyenini ve insan sağlığını tehdit eden hal ve hareketlerini gördüm. Durumu İlgi c : d ile Valiliğe ve Büyükşehir Belediye Başkanlığına e posta ile bildirdim.
Büyükşehir Belediyemizce Doğu park Mert Plajı karşısında köpek sahiplerini de düşünülerek yapılmış Mert kafede Belediyemizce evcil hayvanlarını kapalı tel örgülü alana koyarak dinlenebileceği güzel bir mekan yapılmıştır. Bu mekana zaman zaman bende gidip dinlenmekte, hayvanları geriden de olsa sevebilme imkanı bulabilmekteyim.

2. Söz konusu kafede 25 Mayıs 2018 tarihinde saat:15.28’de insan sağlığını tehdit eden orada ki barınakta istifade eden köpek sahiplerince bazı uygulamalar ve eksiklikler gördüm. Söz konusu bu eksiklikler ile ilgili olarak:

a. Defalarca gördüğüm halde durumu Valiliğe ve Belediyemize bildirdiğimi bildikleri halde umursamaz bir tavır ile hala aynı alışkanlıkları devam ettirerek, gelişi güzel kafenin etrafında birbirilerinin köpeklerinin malzemelerini (Tarağını v.s.) kullanarak rüzgarında etkisi ile kafenin içine ve etrafına doğru kılların, toz v.s gittiğini, bu kılları toplamadıklarını, çevreye dağıldığını,

b. Köpeklerini bağlayabilecekleri kapalı alan olduğu halde yemek yenen masaların etrafına ya bağlayarak yada tasmasız bıraktıklarını, köpeklerin gaitalarının etrafa gelişi güzel yaptıklarını, çevredeki kirlettikleri alanı temizleme görevinin de oradaki görevli personele kaldığını, dolayısıyla gıdalara her hangi hijyen dışı bir bulaşımının olabileceğini,

c. Evcil hayvanlarının kullandıkları tarak v.s bakım malzemelerini yemek masa üstlerine koyarak gayri sıhhi hijyen kurallarına aykırı hareket ettiklerini,
gördüm ve hala da hal ve hareketlerine devam etmektedirler. orada ki görevli personelin sık sık bu yüzden sıkıntıya girdiklerine de şahit oldum, bu nedenle oradaki köpek sahibinin yaptığı hijyen aykırı davranışları nedeniyle görevlilerin muhatap olmaması ve sıkıntı yaşamamaları için bizzat kendim kendisini kibarca “Ben emekli askeri veteriner astsubayı ve köpek eğiticisiyim diye tanıtıp, hayvanlardan geçen hastalıklar” konusunda kendisini uyardım “masanın üzerinden kıl yumağı içindeki tarağı almasını” rica ettim ise de “burası bize ait istemiyorsan gelmezsin” şeklinde biraz tehditkar bir şekilde cevabı ile karşılaştım.

3. Belediyelerin tüm halka eşit oranda hizmet sağlamak amacıyla yapılmış olan tüm kamuya ait, tüm kamunun hizmetten yararlanması için açılmış olan bu tür sosyal hizmetler, kafeler; bir kimseye, bir zümreye ait değildir. Kimsenin de babasının çiftliği değildir. Hem sağlığını tehdit edecek ve hem de ”ben temizlerim, istemiyorsan gelmeyeceksin burası bize ait” diye kimse diyemez. Aynı zamanda da orada ki görevliler sık sık düzensizlikten dolayı sıkıntılar yaşamaktadır.

4. Bu tür tesisler ve gıda ile haşır neşir olan tesisler ile ilgili ve de hayvan ve insan sağlığı ile ilgili tedbirler ile ilgili ilgi a’da tedbir alınması emredilmiş, İLG b yönetmeliğin;

a. 8 nci Madde, b alt maddesi gereği; “Zoonozların ve zoonotik etkenlerin kontrolü ve izlenmesini içeren programlar dahil olmak üzere, insan sağlığına etkisi olan hayvan sağlığı, hayvan refahı ile bitki sağlığına ilişkin tedbirleri almak.”,

b. 8 nci Madde,e alt bendi maddesi gereği, “Bulaşmaya sebep olacak hayvanların ve haşerelerin önlenmesi”,

c. 10. Madde 1 bendi gereği “Gıda işletmelerinin temiz, iyi durumda olması, bakım ve onarımının düzenli olarak yapılması sağlanır.”.

d. 10 Madde 2 nci bendi, c alt bendi gereği “Bulaşmaya karşı ve özellikle zararlı kontrolü dahil, iyi gıda hijyeni uygulamalarına izin verir”.

e. 11 Madde 1 nci bendi, e alt bendinde “Gıdanın muameleye tabi tutulduğu alanlardaki yüzeylerin ve özellikle ekipman yüzeyleri dahil gıda ile temas eden tüm yüzeylerin sağlam, kolay temizlenebilir ve gerekli durumlarda dezenfekte edilebilir olması gerekir. Yüzeylerin pürüzsüz, yıkanabilir, korozyona dayanıklı ve toksik olmayan maddelerden üretilmiş olması gerekir.” emretmektedir.

5. Bilhassa evcil kedi ve köpeklerden insanlara geçen ve insan sağlığını tehdit eden hastalıklar mevcut olup;

a. Köpeğin içinde veya üstünde yaşayan virüsler, bakteriler, mantarlar, birhücreliler (protozoon), kurtçuklar, böcekler ya da akarlar bu hastalıklara neden olabilir. Köpeklerin üstünde yaşayan birçok asalak, örneğin köpeğin kürkünün okşanması yoluyla insanlara geçebilir.

b. Başta kuduz, Kist hidatik, Toksokariazis, Kancalı kurt, Leptospiroz, Pasteurella, Campylobacter, Giardiyaz, Kriptosporidyoz, gibi hastalık ve parazitler insanlara tüyleri, dışkıları yoluyla gıda üretilen yada servis edilen alanlarda hijyen kurallarına uyulmadığı takdirde ciddi bir şekilde insan sağlığını ölümcül olarak tehdit edebilmektedir. Bu bulaşmalar öyle su ve bezle temizlenmesi mümkün olmayıp iyi bir dezenfeksiyon ile ancak mümkündür. Aynı zamanda gıda işlerinde çalışanlarında Sağlık bakanlığı ve tarım bakanlığınca sıkı bir portör olarak izlenip, hijyen denetimleri de yapılmalıdır.

Bunların hepsini sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışanların tümü zaten bilmektedir.

6. Kamunun yararına hizmet alınması amacıyla yapılmış bu tür sosyal kafeler yerinde bir hizmettir. Buradaki personelleriin sık sık buradan hizmet alan hayvan sahipleri ile problem yaşamadan tedbirlerin alınmasını, buralara gelen biz halkımızın da sağlığını tehdit eden bazı gayri ihtiyari uygulamaların denetlenmesini ve gerekli tedbirlerin alınmasını arz ederim.

Mustafa Kemal Bektaş
 Başvuru hareketleri için tıklayınız.
 06.06.2018 20:09 tarihinde internet üzerinden başvuru alındı.

ASKERİMİZ KIŞLASINDA KALMALIDIR

ASKER KIŞLASINDA KALMALIDIR…

Askerin görevi devleti yürütmek değil iç ve dış düşmanlara karşı devleti koruyup kollamaktır. Ne zaman bu siyasilerimiz işi çıkmazlara getirdiyse sonu müdahale olmuş ve ülkemiz demokrasimizden çok kayıplar vermiştir. Askerde bir insan olup bu halkın öz ve öz çocuklarıdır. Akşama kadar kışlasında kalan askerlerimiz akşam olduğunda evinde ve çevresindekilerle birlikte aynı havayı solumaktadırlar. Ne zaman ordumuz bir şekilde müdahale etse bundan inanın en fazla rahatsız olacak olanın yinede askerler olacağından kuşkum yok.
Emekli bir asker olmamdan dolayı şahsım ve ülkem adına ben bu müdahalelerden rahatsız olmaktaydım. Ve bu gün nihayetinde sivilim. Asker kışlasında kalmalıdır. Ülkeyi yöneten sivil yönetimler birbiriyle uzlaşmalı, halkını düşünerek hareket etmeli, askeri kendi emellerine kullanmamalıdır.

Bu müdahalelerden az yad a çok 12 Mart 1971 olmak üzere bu günümüze kadar olanını yaşadım ve gördüm. Askerin 27 Nisan 2007 bir gece yarısı basın yazısı ele alması nasıl yanlışsa, 28 Şubat sürecinde yaşananlarda yanlıştır. Bir taraftan 28 Şubatta yanlışa sebebiyet verildi diye o dönemde ki askeri görevlileri yargılamaya çalışılırken diğer taraftan Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce hakkında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendisini eleştiren sözlerini 2. Ordu Komutanı İsmail Metin Temel'in alkışlaması da yanlıştır. Aynı zamanda Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin meydanlarda “apoletlerini sökeceğim” demesi de yanlıştır. Ordu siyasetçilerin hedefinden dışarı çıkarılmalı artık ordu daha fazla hırpalanmamalıdır.

Aslında yapılacak en doğru şey 2. Ordu Komutanı İsmail Metin Temel'in bu hareketinden dolayı istifa etmesi ya da özür dilemesidir. Sayın Komutan siyaseti seviyor ve yapmak istiyorsa istifa edip milletvekilliğine adaylığını koymalıdır. Emrindeki her asker her siyasi oluşumlara katılır ve her siyasiye alkış tutarsa bu doğru olan bir şey mi olur? Geçmişte de örnekleri oldu. Siyasete merak edenler istifa etti, boylarının ölçülerini aldılar.
Yakın zamanda biliyorsunuz 15 Temmuz 2016’da Fetöş tabanlı bir kalkışma yapıldı. Ordunun en üst tabakası emrindeki emir subayları ve ast rütbeli generallerince derdest edildi. Bu millet Silahlı Kuvvetlerin başındaki generali boğazlandığından dolayı ağustos ayında boğazlı kazak giydiğini de gördü, yerlerde boğuşulduğunu da okudu. Kuvvet komutanlarının kaçırıldığını da öğrendi.
Yurt dışına da gittim ne ordu mensuplarını şehir içinde gördüm ne de şimdiye kadar basınlarında ordu mensubu resim gördüm. Bizim ülkemizde “siviller demokrasinin içine eder, ordu gelir müdahale eder”, sonrada “askeri vesayet yönetimi” diye sızlanırlar. Askerde ikide bir müdahale eder. Öbür tarafta “kendisini yerde yatırtan albayları kendileri general yaparlar, gider siyasi bir toplantıda safını belli eder alkış tutar.” Pes doğrusu “rahatlık bize batıyor” demekten kendimi alamıyorum.
Şu hale bakın tek tek müdahaleleri yazıyorum:
1913 Bab-ı Ali Baskını: Olayın yaşandığı tarihlerde Balkan Savaşları'nda alınan hezimetler bütün halkın ve muhaliflerin sinirlerini gerdiğinden 23 Ocak 1913 günü o zamanlar binbaşı olan Enver Bey önderliğinde Bab-ı Ali'ye girildi. Dönemin Harbiye Nazırı Nâzım Paşa silahla vurularak öldürüldü. Sadrazam Kamil Paşa'ya ise zorla istifa mektubu imzalatıldı. 

27 Mayıs 1960 İhtilalı: 1946 yılında çok partili hayata geçen Türkiye, 1950'de yüksek bir oyla iktidara gelen Demokrat Parti yönetimindeydi. Demokrat Parti iktidarının ikinci döneminden sonra, temelde insanların hoşuna gitmeyen şey, uygulanan baskı ve sansür politikalarının yanında, Atatürk ilke ve inkılâplarından uzaklaşılması idi. Nitekim askeri müdahale, 27 Mayıs 1960 gecesi patlak verdi.

Orgeneral Cemal Gürsel hareketin başına geçti. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes tutuklandılar. 1961 yılında yeni anayasa kabul edildi, Yassı ada'da yargılanan Adnan Menderes ve birçok siyasi idama mahkum edildi. Celal Bayar yaşı sebebiyle müebbet hapis cezasına çarptırıldı. 

22 Şubat 1962 Ayaklanması: Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir'in, o yıl Harp Okulu’nu bitirme döneminde bulunan 600 kadar asteğmeni toplayarak 20 Şubat günü Hükümet ve Genelkurmay, belirli birlik kumandanları için süratle atama ve gözaltına alma işlemleri başlatmıştır. Netice olarak Talat Aydemir'in atamaların durdurulması yönündeki ısrarını İsmet İnönü kabul etmez ve Aydemir gözaltına alınır, öğrenciler ise memleketlerine gönderilir.

12 Mart 1971 Muhtırası: Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur tarafından Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a bir muhtıra verildi. Mektupta hükümetin istifası isteniyordu. Bunun üzerine Başbakan Süleyman Demirel istifasını sundu. CHP Kocaeli Milletvekili Nihat Erim, Başbakan seçildi. 26 Mart günü CHP'ye istifasını sunarak bağımsız bir başbakan sıfatıyla partiler üstü kabineyi kurdu.

12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi: Artan terör olayları sonucunda 12 Eylül 1980 gecesinde, düzenli bir biçimde Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından devlet yönetimine el koyuldu. 1961 anayasası uygulamadan kaldırıldı ve bütün siyasi partiler kapatıldı. 1982 yılında Türkiye Cumhuriyeti tarihini değiştirecek yeni bir anayasa tasarlandı. İşin tuhaf yanı her gün yüzlerce terör olayı olurken bıçak gibi olayların tamamı kesilmiştir !

28 Şubat 1997 Süreci: Necmettin Erbakan'ın başbakan, Tansu Çiller'in ise dışişleri bakanı olduğu 28 Şubat 1997 tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu'nun irticaya karşı başlattığı ordu ve bürokrasi merkezli bu süreç, post-modern darbe olarak da adlandırılmıştır.  "İrticayla mücadele eylem planı" ile anılan bu süreçte verilen kararların ve yaptırımların uygulanıp uygulanmadığı denetlemek için Çevik Bir öncülüğünde Batı Çalışma Grubu kurulmuş, 28 Şubat sürecinin yargılamaları için daha sonra Ergenekon davaları süreci başlamış, Ordu genel yönetimine Fetö ekibince kumpas kurulmuş, ordumuz büyük yara almıştır.

27 Nisan 2007 e-muhtırası: Gece saat 23:20'de Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt tarafından yapılan basın açıklaması ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerinin aşındırılmakta olduğu belirtilmiştir. Kamuoyunda hakim olan görüş, basın açıklamasının bir muhtıra mahiyetinde olduğu yönündedir ve internet aracılığıyla yapıldığı için açıklamaya "e-muhtıra" adı verilmiştir.

15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi: Her zaman sabahın alaca karanlığında darbe başlatılırken bu kerede tersinden başladı. Akşam yaşanılan bu olay, saat 22.00 sularında İstanbul'daki boğaz köprülerinin askerler tarafından kapatılmasıyla patlak verdi. Başkent Ankara'da F16 uçakların alçak uçuşları ve helikopter seslerinin duyulmasıyla gerilim arttı. İstanbul ve Ankara başta olmak üzere birçok şehirde tanklar sokaklara indi. Bu ülkenin ordusu Fetö avenesi tarafından ele geçirilmiş ve halkının başına bombalar atmaya başlamıştır. Başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, Başbakan Binalı Yıldırım, Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve mevcut Bakanlar, canlı yayınlara telefonla bağlanarak halkı sokağa çıkmaya davet etti. Gerisini de siz biliyorsunuz zaten. Biz bu kadarını biliyoruz. Bilmediklerimiz var ise zamanla hepsi ortaya çıkacaktır.

Bakın ülke olarak bu kadar badireler atlatmışken hala asker siyasetin içine sokulmak isteniyor neden? Askerin görevi devleti iç ve dış düşmanlara karşı koruyup kollamaktır. Siyasilere de düşen devleti demokrasi kurallarına, anayasada belirtilen eşitlik ilkesine göre halkın refah seviyesini yükselterek yürütmektir. Ordumuz yeterince 15 Temmuz ve öncesinde yıpranmıştır. Artık ordu kışlasında rahat bırakılmalıdır. Ne zaman asker müdahalede bulunduğunda ülkemiz her sahada kaybediyor. (ekonomi, demokrasi, uluslar arası ilişkiler v.s)

Tekrar diyorum bu vatan bizim başka gidecek bir yerimiz yok. Ordu bizim göz bebeğimizdir. Lütfen artık askeri rahat bırakın.

Saygılarımla

 


Mustafa Kemal Bektaş

https://www.kapsamhaber.com/asker-kislasinda-kalmalidir-makale,1780.html

https://www.kapsamhaber.com/asker-kislasinda-kalmalidir-makale,1780.html

4 Haziran 2018 Pazartesi

BU ÜLKE ÇOK ZOR ŞARTLAR İÇİNDE KURULDU. ORDUMUZA YAZIK ETMEYİN..

BU ÜLKE ÇOK ZOR ŞARTLAR İÇİNDE KURULDU. ORDUMUZA YAZIK ETMEYİN..

Büyük Komutan Alparslan 26 Ağustos 1071 Cuma günü Bizans ordusunu planlamış olduğu şekilde karşılamayı ve çatışmayı Cuma vaktine kadar geciktirmeyi başarır.
Bütün Camilerde “Allahım İslam’ın sancaklarını yükseltmek için hayatlarını esirgemeyen mücahitlerini yalnız bırakma. Alparslan'ı muzaffer kıl ve askerlerini meleklerinle teyit eyle” duaları yakarılırken, Alparslan da askerlerinin önünde atından inip, üzerinde kendisine kefen olmasını dilediği beyaz bir elbise ile secdeye varmış Şahadete hazırlanmıştır.
Ünlü Komutan Alparslan Ok ve yayını atmış ön safta vuruşmak için kılıç ve topuz kuşanmıştır. Birlikte kılınan namazda Alparslan'ın duası şudur. “Ya Rabbi seni kendime vekil yapıyorum. Azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ey Tanrım, niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret.”
Ve askerlerine şöyle hitap eder “Burada Allahtan başka sultan yoktur; emir ve kader onun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte savaşmakta veya benden ayrılmakta serbestsiniz” der.
Ebedi Türkiye'nin temelleri böyle atılmıştır. Cihan Sultanı, Ebu'l Peth (Fetihler babası, Sultanül Adi Sultanül azam. Adud'ad devlet) lakaplarını Burhan'u Erniril müminin unvanını taşıyan Alparslan 25 Kasım 1072'de vefat eder. Mezarı Merv'dedir. (Ebedi Türkiye'nin kurucusu)
Alparslan'dan sonra Büyük Selçuk tahtına oğlu veliaht Melik şah geçecektir. Devlet hudutlarını Gaşgardan Boğaziçine, Akdenize, Kafkaslar kuzeyinden Aral gölünden, Hint Denizi ve Yemene kadar genişletmeği başaran dünyanın en büyük imparatorluklarından biri haline getirdiği Selçuk Devletine Mısır ve Kuzey Afrika'yı da katarak İslam birliğini ve Türk Dünya hakimiyetini gerçekleştirmeği emel edinen Melik şah, Türklerin hakanı, Arapların Meliki, Farsların Şahı ve Cihan padişahı mevkiindedir.
18 yaşında iktidar mevkiine gelen Melik şahın Selçuklu Ordularının Antakya'da Denize eriştiği noktada atını dalgaların içine sürmesi, Türk hakimiyetini karaların sonuna kadar eriştirme mutluluğuna eriştirdiği için şükran secdesine kapanması, bu sahilden aldığı kumları Merv'de babası gazi ve şehit Sultan Alparslan'ın mezarına serperek onun muazzez ruhuna hitap etmesi dikkate değer bir olaydır.
Anadolu’nun fethi Sultan Melik şahın zamanında tamamlanacaktır. 1074'te Alaşehir’i alan Türkmen boyları Adalar Denizi (Ege sahillerinde Milet’e erişirler.  6 Nisan 1078'de İzmit ve Kocaeli bölgesi Türk hâkimiyetine geçer. Anadolu hükümdarlığına getirilen Süleyman Şah emrindeki askeri kuvvetlerin başında İznik’e girerek (1078) merkez edindiği bu şehirden Üsküdar'a kadar ilerler ve Boğaziçi’ni kontrol etmeğe başlar.
Telaşa kapılan Bizans Türklüğe karşı Çin'le ittifak etmek için Çin'e sefaret heyeti gönderir. 1082 yılında Bizans - Selçuk hududu, Kartal - Maltepe mevkiindeki Dragos Çayı olarak belirlenir. Bizans Anadolu’ya veda etmiştir. Daha sonrasında da 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu devamını getirdi. Akabinde de Türkiye Cumhuriyeti kuruldu ve bu günlere geldik.
Bunları neden yazdım. Bu ülke böyle kurulmuştur. Temeli sağlam zemin üzerindedir. Atalarımızın bize hediye ettiği bu vatana yedi düvel zaman zaman göz koymuş işgal etmeye çalışmıştır.  Hala da işgalin yollarını aramaktadırlar.
Balkan savaşı sonrasında Bulgar, Yunan, Sırp çetelerine karşı Avcı Taburları’yla başarılı bir mücadele veren Osmanlı, Avrupa ülkelerini karşısına almamak için Balkan topraklarını birer birer masada kaybetti.
Balkan Savaşları’nda Osmanlı’nın bozguna uğraması, ülke içindeki dengeleri de değiştirdi. İttihatçılar darbe yaparak iktidarı aldı. Ve kısa zamanda darmadağın olan orduyu savaşacak hale getirdi.
Osmanlı Ordusu 30 Haziran 1913’te Batı Trakya’ya doğru harekete geçti. Keşan, İpsala, Uzunköprü ve Edirne bir hafta içinde geri alındı. Ama ne yazık ki ordu hemen durduruldu. Cephede değil masada durduruldu.
Düvel-i muazzama elçileri Sadrazam Said Halim Paşa’ya koşmuşlar; Osmanlı’nın Londra Antlaşması’nın tek taraflı bozduğunu ve hemen "işgal" ettiği topraklardan çıkmasını söyleyerek, sözlü nota vermişlerdi.
İstanbul Hükümeti, Bulgar cephesindeki Enver Paşa’ya birliklerin çekilmesi emrini verdi.
Enver Paşa emri dinlemedi. Kuşçubaşı Eşref’in yanına Süleyman Askeri Bey komutasında bir birlik daha gönderdi. Kuşçubaşı Eşref ve Süleyman Askeri güçlerini birleştirip Gümülcüne ile İskeçe’yi aldılar. Meriç boyunu Bulgarlardan tamamen temizlediler.
Başta Rusya olmak üzere düvel-i muazzama, eğer bağımsız Türk devleti kendini lağvetmezse Osmanlı’nın doğusunda bağımsız Ermenistan kurdurulacağı tehdidini savurmaya başladı. Bu günde yine aynı oyunlar sergilenmektedir.
Sonuçta, Osmanlı Hükümeti zorla masaya oturtuldu ve İstanbul Antlaşması,"Garbi Trakya Müstakil Hükümeti"nin sonu oldu.
Bu millet bir siyaset uğruna çok toprak kaybetti. Gündem sıcak. Siyaseti ordunun içine soktuğumuz an kaybediyoruz. Geçmişte yukarıda okudunuz Trakya buna benzer oluşumlar yüzünden kaybedildi. Bende emekli askerim. Ülkücü kimliğimi de gizlemiyorum. Bu gün konumum farklı ve sivilim. Emekli de olsam asker kökenliyim. Bu Orduya yazık etmeyin. Gidecek başka vatanımız yok. Bakın ne şartlar altında bu günümüze geldik. Bizim birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var. Silahlı Kuvvetlerde maalesef siyaset gitmiyor. Herkesim itidalli olmalıdır. Sayın Ordu Komutanımız elbette ki bazı etkinliklere katılabilir. Ama bunun dozunu iyi ayarlamak gerekir. O zaman şöyle bir soru yönelteyim: Silahlı Kuvvetler mensuplarının İç hizmet Kanunu gereği siyasi oluşumlara girmeleri yasaklanmıştır. Buna rağmen tüm Silahlı Kuvvetler mensupları siyasi toplantılara katılsınlar herkes istediğini alkışlasın! Bu olur mu?
Siyaset yapmak isteyen çıkarır elbisesini, giyer sivilini ne yaparsa yapsın. Geçmişte bunun örnekleri var.
Ya hep ya hiç! Haksız mıyım?
.Saygılarımla


Mustafa Kemal Bektaş

https://www.kapsamhaber.com/bu-orduya-yazik-etmeyin-makale,1775.html

https://www.kapsamhaber.com/bu-orduya-yazik-etmeyin-makale,1775.html

TAKİYYE VE MÜNAFIKLIK BELİRTİLERİ ÜZERİNE

TAKİYYECİLİK VE MÜNAFIKLIK BELİRTİLERİ ÜZERİNE

İslâm Dinine göre Hz. Peygamber’den s.a.v. başka, “masum ve tartışılmaz” bir otorite ve rehber kabul edilemez, kendisini dinin mutlak temsilcisi olarak da göremez. Ve insanları kendisine kayıtsız şartsız itaat ve bağlılığa da çağıramaz.
İslam’da davet, Allah’a c.c. ve Hz. Peygamber’in s.a.v yoluna yapılır. Hiç kimse aklını, iradesini ve kişiliğini başka birisine teslim edemez.
Mehdici-Mesihçi ve Hurufi-Batıni karakter arz eden pek çok fitne ve fesat hareketleri, sır, gizem, adanmışlık, karizmatik kişilik gösterisi ve takiyyecilik/çift şahsiyetlilik; uluslararası siyaset mühendisliklerin güdümünde İslam toplumlarının parçalanması ve sömürülmesinin birer aracı olarak kullanılmışlardır. 
İslâm’ın temel bilgi kaynaklarından çok, rüyalar, gizemli hikâyeler revaç bulmuş, bunlar aracılığıyla masum kitleler aldatılıp efsunlanmış, hastalıklı bir zihniyet oluşturulmuştur. Kendini gizleme, olduğundan farklı görünme, ikiyüzlü davranma, takiyye gereği helal-haram gözetmeme, kod adı kullanma, inandığından farklı yaşama, yalan söyleme, gayr-i İslâmi ve gayr-i ahlakidir. 
Kendi mensuplarını kadrolara yerleştirip devleti ele geçirmek amacıyla başta soru hırsızlığı olmak üzere her türlü yolsuzluğu ve hukuksuzluğu yapmak, kul ve kamu hakkına tecavüz etmektir.
Zekât ve kurban parasıyla televizyon kurmak, medya çalışmaları yapmak, lobi faaliyeti yürütmek, bu paraları değişik ülkelerde seçim kampanyalarına aktarmak, asla meşru görülemez.
Kuran, İslam’ın kitabıdır, iman esasıdır. Bu sapkınların İmamları ve şeyhleri, ellerindeki kendi kitapları için: “Bu kitabı ben yazmadım, vahyi indiren kaynak tarafından bana özel yazdırıldı. Kuranın indiği ağaçtan indirildi” demektedirler. Bu bir şirktir.
Bunlar, Efendilerinin kitabı varken, Allah’ın c.c. kitabı olan Kuran’ı okumuyorlar. Aslında onlar hiçbir şey okumuyorlar. Şeyhlerinin uyduruk keramet ve mucizelerini dinleyerek eğitiliyorlar, kandırılıyorlar. İslam, insanın hayatını aklı ve kişiliğiyle inşa eder.
Bu toplum ve bu devlet, Kuranın emrettiği gibi akıl devleti olmalıdır. Tarikat, Cemaat, Şeyh, Seyyid, Gavs ve Mehdi, Mesih devleti değildir. Din işi başka devlet işi başkadır. Bir imamın emrinde yüzlerce milyon doların bulunması, devletin arşivlerine yada kadrolarına sızmak istemesi izah edilir bir durum değildir.
Bakınız Selam ve barış dini olan İslam Dinimiz ne hale geldi? Artık, İslam ve terörizm aynı anda kullanılıyor. Batı; “terör olayları artıyor, barbar saldırılara zemin hazırlıyor” diye Müslüman sığınmacı istemiyor, ya da Dinimize saldırıyorlar.
Bu sapkınların birçoğu Bilimsel eğitime de karşılar. Hâlbuki bu dinin imanı bilim, bilimi imandır. Kitabımız; “Bilmiyorsanız inanmıyorsunuz (Muhammed 47/19)” der.
İnsanoğlu aklını nerede ve ne zaman kullanacaktır ki? Kuran deli diye aklı olmayana demez, aklını kullanmayana der. Ve de “aklını kullanmayanın üzerine şeytan pisliği boca eder (Yunus 10/100).”
“Kimsenin kimseye hiç bir fayda sağlamayacağı, kimseden kurtuluş bedeli kabul edilmeyeceği, şefaatin hiç bir yarar vermeyeceği ve hiç kimsenin yardım görmeyeceği günün bilincinde olun! (Bakara 2/123).”
El Hâdî; rehber, doğru yola yönelten, hidayet veren, sevk eden demektir. Bu da sadece Allah’a c.c aittir. Mehdilik; İlahlaşmak, Allah’tan c.c. rol çalmaktır.
Hidayet Allah’a c.c. giden yol değildir, Allah’ın c.c. yoludur. Allaha c.c. giden yoldan söz etmek için Allah’ın c.c. uzak olması lazımdır. Şah damarından daha yakın olana yol mu gider?
“ Unutma ki sen sadece bir uyarıcısın: ve her topluluğun bir hidayetçisi zaten bulunmaktadır (Rad 13/7).” O da Allah’tır c.c.
Hz. Muhammed s.a.v. amcası Ebu Leheb’e, Hz. Nuh a.s. oğluna ve Hz. İbrahim a.s. babası için 40 yıl dua etse bile hidayet bahşedici değildir.
Hz Peygamberin s.a.v. rüyada değil, Kuran’da görüleceğini öğretilmelidir. İslam Dinine keramet ve mucize adı altında sokulan hurafeler temizlenmelidir.
İnternetten kefen pazarlayan, cehenneme giderken zebanilere; “ Ben filan tarikatın filan kolundanım deyin, sizi bırakırlar” diye inananları kandıran yalancılar ikaz ve ifşa edilmelidir. Hiç kimse insanları kendine, tarikatına ve cemaatine çağıramaz. Din âlimi, insanları Kurana çağırandır. Âlim, Kuranın üzerine başka kitap koymayandır.
Bir yapıyı bozarsanız yapı bozukluğunda, sosyal darbeler kaçınılmaz olur. Bu durumda en kolay kullanılacak olan dindir. Yaşadığımız böyle bir süreçtir. Mesele dine bakışımız, dini yaşayışımız, esas ölçülere bakılırsa dinden uzaklaşmamızdır. Devlet hayatında ölçü senin benim dindarlığımız olamaz. İş bilmek, iyi yetişmek ve ahlâk ölçüdür. Dindarlık görüntüsü kimseye fayda vermez. Din üzerinden konuşmayı bırakmak acil bir mesele haline gelmiştir. Türkiye, bunu anlayacak bir kalkışma yaşadığı halde hala değişen bir şey yok. Din alıyor, din satıyoruz.
Camiler dolsa boşalsa, her ağzını açan inşallah maşallah dese, ayet hadisle söze başlasa ve öyle bitirse de mana kaybolunca olan oluyor.  Dindar görünüyor, din dışına düşüyoruz. Etrafınıza bakınız:  Hayatımıza bu görüntü tapıcılığı hastalığı hâkim. Devlet hayatın da da bu gösterişçilik hâkim. Sokağa, mahalleye, okula, kışlaya,  hele hele camiye bu “gibi görünmek” hâkim. Bu gösterişçilik, esası ıskalar. “Dostlar alışverişte görsünler” tipi bir din ve ahlak çürütücüdür
Bu yeni tip dindar ve din simsarı, ilk fırsatta, eline geçen imkânı kendi için kullanmaya bakar. Çalar, yer içer. Kılıfını da bulur. Çünkü din-iman ona buna gösteriş içindir. Sonra, bu halde olanlar toplu halde kılıf icat etmeye ve yaptıklarını meşrulaştırmaya bakarlar. Mesela, Allah c.c. için yapmaktadırlar. İmam Hatiplere, Kur’an Kurslarına harcayacaklardır. Sıkıysa itiraz edin. Ve nihayet, “Müslüman’a en iyi yaşama hakkı çok mu görülüyor?” dedi mi, sizde ağız açacak mecal bırakılmaz. Kafir bile ilan edilebilirsiniz. Artık çok şey ona helaldir.  Burada ip maalesef kopmuştur.
Türkiye’de dini hareketlerin ve cemaatlerin köksüzlüğü ve tarihsizliği pek konuşulmamıştır. Bunlar, bin yıllık Müslümanlık geleneğimize bağlanmazlar. Onun için yeni bir din gibidir, onun için yıkıcı ve muhtemelen din dışıdır. Devlet ve düzen düşmanıdırlar. Kinden ve nefretten beslenirler. Yetişmeleri sevgiye değil bu düşmanlığa dayanır. Yapmak için değil, yıkmak için var olmak ana prensipleridir. Bir noktadan sonra devlet içine yerleşmişler, dini anlayışlarını da gizli açık taşımışlardır.  Bir zaman sonra, devlet eliyle açılan Kur’an Kursları ve İmam Hatip Mektepleri de bir ölçüde bu düşmanlığa koşulmuştur.  Hiç konuşamadığımız bir durumdur bu durum. Bunlarda, dinin huzur ve sükûn vadeden büyük mesajı, yıkıma hizmet eden yeni bir din gibi algılanmış ve yapılandırılmıştır.
Günlük siyasetin gidişi içinde halkın kendilerini güvende hissetmemeleri, cemaatlere sıkı sıkıya yaslanmaları gereğini duyurdu. Sosyal mukaveleyi zorlaştıran, uçurumları derinleştiren gelişmeler yaşandı. Bu konu uzayıp gidiyor.
Aslolan kuldan değil Allah’ın c.c. azabından ve gazabından korkmak olmalıdır.
Son sözümüzü Yunus’umuz ile bitirelim. Yunus’umuz ne güzel demiş:
“Peygamber yerine geçen hocalar, bu halkın başına zahmetli oldu”
Saygılarımla

Mustafa Kemal Bektaş

KAYNAKLAR:
Prof. Dr. Orhan ARSLAN – Hoş geldiniz Diyanet Şükür Kendinize Geldiniz
A. Yağmur TUNALI - Son kalkışma
Ömer AĞAÇLI - Şeriat Nedir?
Ömer AĞAÇLI - İslam’da Otorite Sorunu Üzerine

Feyzullah EROĞLU – Türkiye’de Yönetici Yetersizliği ve Yenilmişlik Psikolojisi

Hilmiye KETENCİ  - Hançereden Kalbe İnmeyen Münafık İmanı: Yalancı Hamaset

Metin AKGÜN - Lafızcı/Şekilci Din Algısının Günümüzdeki Yansımaları

http://www.samsunhaber.com.tr/takiyyecilik-ve-munafiklik-belirtileri-uzerine-makale,157.html

http://www.samsunhaber.com.tr/takiyyecilik-ve-munafiklik-belirtileri-uzerine-makale,157.html

1 Haziran 2018 Cuma

http://www.samsunhaber.com.tr/gelemen-tarim-meslek-lisesinde-veteriner-mezuniyet-sevinci-ve-iftar-yemegi-makale,155.html

http://www.samsunhaber.com.tr/gelemen-tarim-meslek-lisesinde-veteriner-mezuniyet-sevinci-ve-iftar-yemegi-makale,155.html

https://www.kapsamhaber.com/akil-hepimizde-mevcuttur-ve-gunluk-tecrubelerimizle-gelisir-ve-serpilir-makale,1771.html


https://www.kapsamhaber.com/akil-hepimizde-mevcuttur-ve-gunluk-tecrubelerimizle-gelisir-ve-serpilir-makale,1771.html

AKIL HEPİMİZDE MEVCUTTUR VE GÜNLÜK TECRÜBELERİMİZLE GELİŞİR VE SERPİLİR.. ANCAK ZEKA, ÇOK ZOR GELİŞİR, O BİR YETENEK, ALLAH’IN BİR HEDİYESİDİR Akıl yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda düşünce yürütebilme ve görüş bildirme yeteneğidir. İnsan olgunlaştıkça aklı gelişir. Zekâ ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yeteneğidir. Akıl, insanı hayvandan ayırt eden en önemli faktördür. Hayvanlar yalan söyleyemez ama insanlar sık sık bu yola başvurur. İşte insandaki yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda fikir yürütebilme, görüş belirtebilme yeteneği akıldır.

AKIL HEPİMİZDE MEVCUTTUR VE GÜNLÜK TECRÜBELERİMİZLE GELİŞİR VE SERPİLİR..  ANCAK ZEKA, ÇOK ZOR GELİŞİR, O BİR YETENEK, ALLAH’IN BİR HEDİYESİDİR

Akıl yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda düşünce yürütebilme ve görüş bildirme yeteneğidir. İnsan olgunlaştıkça aklı gelişir. Zekâ ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yeteneğidir.
Akıl, insanı hayvandan ayırt eden en önemli faktördür. Hayvanlar yalan söyleyemez ama insanlar sık sık bu yola başvurur. İşte insandaki yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda fikir yürütebilme, görüş belirtebilme yeteneği akıldır.
Zekâ beyin gücünü, kavramları kavramada ki ustalık ve çevikliği ifade eder. Zekayı iyiye ya da kötüye kullanabilirsiniz; nötr bir kavramdır. Akıl ise sağduyuyu, isabetli karar verebilme yetisini çağrıştırır; doğru ve mantıklı, vicdana uygun hareketler sergilemeyi öngörür. Zeki olup da mal gibi yaşayan, ortalıkta gezinen bir sürü insan vardır. Akıl, zekâyı kullanmak ve yönlendirmek demektir.
Zekâ arabanın teknik olarak gücüdür. Sıfırdan yüz km hıza kaç saniyede çıktığınızdır. Akıl ise direksiyondur. Sizin o arabayı kullanabilme yeteneğinizdir. Örneğin zeki ama akılsız insan modeli, Ferrari’yi kullanan üç yaşındaki bir çocuktur. O araba gitmez, gitse de kaza yapar.
Akıl aslında bir kabiliyettir, zekâ da öyle. İkisi arasındaki en önemli fark, bir başkasından akıl alabilirsiniz ama zekayı asla. O, sadece her insanın kendisine mahsustur.
Zekâ ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yeteneğidir. Genel olarak zekânın 12 yaşına kadar hızla geliştiği sonra gelişme hızının yavaşlayarak 20 yaşına kadar sürdüğü, orta yaşlarda ise zeka seviyesinin sabit kaldığı kabul edilir. 
Zeka, ruhsal olaylara, algı ve hafıza yeteneğine, tutkulara, eğilimlere, iradeye ve bilgi edinme isteğine göre farklılıklar gösterebiliyor. Akıl somut olarak ölçülemez ama zekâ pek sağlıklı olmasa da IQ denilen bir testle ölçülmeye çalışılıyor.
Akıl insan için hayati önem taşıyan ve bir anlamda insanı insan yapan en önemli özelliklerinden birisidir. Akıl insan hayatının her alanında kendini belli eden bir ayrıcalık ve üstünlüktür. Akıl sayesinde doğru ile yanlısı yalan ile gerçeği iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edebiliriz. Ayrıca aklımızı kullanarak bir konuda düşünce yürütebilir fikir beyan edebiliriz. Kendi davranışlarımızı bilir ve kontrol ederiz. Derin düşünmek incelikleri kavrayabilmek hikmetli konuşabilmek ancak akıl sayesinde mümkün olabilir. 
Akıl biz insanlara bir yol göstericidir. Akılla ilgili beyinde bir bölge yoktur Bir hastalık olmadığı surece herkesin aklı vardır.
Akıl insanın kendi başına hayatını devam ettirebilmesi kendini dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı koruyabilmesi kendisi için neyin faydalı neyin faydasız olduğunu algılayabilmesi hep akıl sayesindedir. Örnek verecek olursak ateşe elimizi tutarsak elimizin yanacağını biliriz elektriğe tutarsak çarpılacağımızı biliriz ve bunları aklımız sayesinde biliriz. Aklı olmayan birisi bunların bizim için tehlikeli olduğunu bilmeyebilir. Ateşi tuttuğumuzda elimizin yanacağını bilmek için zekâya ihtiyaç yoktur aklı olan herkes bunu bilir Zekâ ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama, açıklayarak çözme, düşünme, gerçekleri algılama. Sonuç çıkarma yeteneklerin tamamıdır 
İlk kez karşılaşılan ya da aniden gelişen olaylara uyum sağlayabilme, anlama, öğrenme, öğrenme hızı analiz yeteneği, beş duyunun. Dikkatin ve düşüncenin yoğunlaştırılması, ayrıntılara dikkat edilmesi, iki veya daha fazla olay hakkında bağlantı kurulması, hiç kimsenin göremediği çok ufak fakat can alıcı noktaları görebilme hep zekâ sayesinde gerçekleşir
Zekâ bir insanın her turlu olay karsısında aynı yeteneği göstereceği anlamına gelmez. Bir müzik bestecisi kendi duygusal yapısının içerisinde en karışık eserleri aklıyla değil zekâsı sayesinde oluşturur. Biz bu kişilere müzik dehası diyoruz. Ancak bu müzik dehaları en basit bir matematik problemini bile çözemeyebilir,
Akıl aslında bir kabiliyettir, zekâda öyle. İkisi arasındaki en önemli fark bir başkasından akıl alabilirsiniz ama zekâ asla alamazsınız. O insanın kendisine mahsustur. 
Zekâ, yeni doğmuş bir çocukta potansiyel olarak vardır. Zamanla olgunlaşır. Fikrî gelişimin en hızlı olduğu zaman onuncu yaşa kadar olan dönemdir. Zekânın gelişmesi, beynin ve sinir sisteminin olgunlaşmasına dayanır.Bir aslanın zekâsı, insan zekâsı kadar kuvvetli olsaydı, bu aslan öteki aslanlardan, on bin kat daha çok korkunç olurdu.:
Akıl bilgiyi, Zekâ sonucu doğurur.
 Her bilge zeki olmak zorunda değildir. Ancak her bilge zeki olmalıdır.
Akıl sorunu gerçekleştirmeden çözer, zekâ ise gerçekleştirdikten sonra. (Albert Einstein)
Aklın sahip olduğu her şey zekâyı üstün kılar.
Akıl pratik zekâ tekniktir. Akıllı insan zamanının çoğunu kitap okumaya ayırırken, zeki insan kitabı yazmaya ayırır.
Akıl zekânın bittiği yerde başlar. Zekâ aklı en doğru şekilde  kullanabilme yoludur.
Akıl önündekini çok net görür. Zekâ önündekini o kadar net göremez, çünkü onun arkasındakine de odaklanmıştır.
Aklın anahtarı zekâdır. Her kişinin dostu aklıdır; düşmanı da cehaletidir. İnsanlar içinde aklen en olgun olanı, ahlaken en güzel olanıdır

 ŞİMDİDE DİNİ BAKIMDAN ELE ALALIM:
Peygamber Efendimiz (s.av ) derki
“Şu üç sınıftan kalem (hüküm-sorumluluk) kaldırılmıştır:
1-Uyanıncaya kadar uyuyandan,
2-Delikanlı oluncaya kadar çocuktan,
3-Akıllanıncaya kadar matuhtan (deliden veya her hangi bir nedenle akli melekesini kaybedenden).” (Tirmizi, Hudud, 1;) buyurmuştur.
Kur’ân da, herkese sorumluluğun ve teklifin gücünün yettiği kadar yüklendiğini kaydeder. (Bakara Suresi, 2/286)
Allah’ın adaletinde “güç yetirildiği kadar” teklif vardır. Normal akıl ile ileri akıl arasında namaz ve oruç gibi temel yükümlülüklerde fark olmasa da; her birisini Cenâb-ı Hakk’ın “aklının bastığı kadar” sorumlu tuttuğu açıktır. Temel ibadetlerden sonra herkes akıl erdirdiği kadar sorumludur, yükümlüdür, mükelleftir. Allah kalbe ve niyete nazar eder. Meselâ yolda gördüğü her hangi bir engelin başka birisine zarar vereceğini her nasılsa akıl edemeyen bir Müslüman, bu davranışında eğer niyeti sahih, kalbi safi ve art niyet taşımıyor ise muafiyete uğrayabilir. Ama bunu akıl ettiği halde yolda bırakan birisi, aklının gereği ile amel etmediği için mesuldür ve sorumludur. Akıl, insanları diğer canlılardan ayıran ·ve onu sorumlu kılan: temyiz gücü; düşünme ve anlama melekesidir.( Ebu'l-Bekal, el Hasbini el küfi, Küllüyat-ı Ebi'l-Beka, İstanbul, 1287, s.450; Cürcani, Seyyid şerit; el· Ta'rifat, İstanbul, 1253, s. 91; Çankı, Mustafa Namık, Büyük Felsefe Lügatı, İstanbul, 1954, C.III,s . . 23.)
İslam öncesi zamanlarda akıl kelimesi, insanın değişen durumlarda  gösterdiği "pratik zeka"yı ifade ederdi. Akıllı adam, en beklenmedik olaylar karşısında dahi bir çözüm yolunu bulup tehlikeden kendisini kurtaran. kişiydi. Bu çeşit pratik zeka, İslam· öncesi Araplar arasında takdir ve hayranlık görülürdü. (izitsu, Toshihiko, Kur'’anda  Allah ve Insan, Çev. Süleyman Ateş, Ankara, trs., s. 61. ) Zaten çöl şartları içinde başka türlü güvenle yaşamak mümkün olmasa gerekti.
“Akıl, zatıyla maddeden mücerret, fiiliyle maddeyle alâkadar bir cevherdir.”
Hem maddeden mücerret hem de maddeyle alâkadar olmak nasıl olur? Şu misal konuya açıklık getirebilir.
Çalışan bir buzdolabına yahut çamaşır makinesine elimizi rahatlıkla dokundurabiliyoruz ve bizi elektrik çarpmıyor. Demek ki, elektrik, zatı ile o cihazda yok. Ama fiiliyle onunla alakadar.  Akıl ile beyin arasında da aynen olmasa bile, benzer bir ilgi vardır.
“Akıl anlama âletidir.”
Akıl âlet olunca, bir de onu kullanan olacaktır. Herhalde, gözü kullanıp bakan, dili kullanıp tadan kim ise, aklı kullanıp anlayan da o olmalı. Bu da ruhtan başkası değil. Nitekim yanlış iş gören birisini ikaz ederken, “Aklını kullan!” demiyor muyuz? Bu sözü herhalde o adamın eline, koluna yahut iç organlarına söylemiyoruz.
İşte, aklını kullanmasını istediğimiz o ruh, aklı tarif edemiyor. Nasıl etsin ki, daha kendi mahiyetinden habersiz, onun da cahili.
Kur’an Aklımızı Kullanmamızı İster
Kur’an-ı Kerim; pek çok ayette, aklınızı kullanmıyor musunuz, düşünmüyor musunuz, hiç düşünmez misiniz?” gibi ifadelerle insanları düşünmeye teşvik etmiştir. Kur’an da yüzlerce ayette aklı kullanmanın ve ilmin önemine vurgu yapılır. Kur’an’ın, “Ey akıl sahipleri!” diye seslenmesi de insanları aklını kullanmaya teşvik etmek içindir.
Buradan aklını kullanıp deha zekâlarını kullanarak Yurdumuza şimdiye kadar katkıda bulunanları rahmetle anıyorum.


Saygılarımla…

Mustafa Kemal Bektaş