TÜRK TOPLUMUN KÜLTÜREL YAPISI NASIL BOZULDU!
Bir ülkenin kültürel
yapısını bozmak istiyorsanız o ülkenin genç kuşak yapısının eğitim metotları
ile oynayıp yazılı ve görsel basın, yayın, dergi ve neşriyatlar la oynamalar
yaptığınızda bu emelinize kavuşabilirsiniz. Bu nedenle en büyük görev Milli
Eğitim Bakanlığına ve biz ailelere düşmektedir.
1908’de İkinci
Meşrutiyet’in ilanından sonra Kırklareli Milletvekili olan Emrullah Efendi, 1910’da Maarif Nazırlığı’na yani
Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilir. Büyük âlimlerden olan Maarif Nazırı
Emrullah Efendi “Şu mektepler olmasa
maarifi ne güzel idare ederdim” esprisi ile literatürümüze girdi.
Gerçektende Milli Eğitim
bir ülkenin, toplumunun eğitimi için çok önemli kurumlardandır. Bir ülkenin
olmazsa olmazıdır. Espri de olsa gerçek olan odur.
1970 li yıllarda daha birçok köylerimizde
elektrik yoktu. Gaz lambaları ile idare eder gece isli paslı camının verdiği
ışığında ders çalışırdık. Radyo sadece bir köyde bir ya da iki kişi de vardı.
Yılbaşında, haberlerde radyosu olanın misafirlerinde artış olurdu. Televizyon
ile 1980’lerde tanıştık. Hatta hiç unutmam o yıllarda Babam Mustafa Bektaş
İstiklal İlkokulunda öğretmen iken Dört yolda Hoşgörün kahvehanesine televizyon
seyretmeye giderdik. Sonra evlere tek tek girmeye başladı. İlk renkli
televizyonu da siyah beyaz televizyon ekranının önüne üstü mavi ortası
kahverengi, altı yeşil renkli cam ile ilk renkli televizyonumuz olmuştu! Tabi 1990’lara geldiğimizde renkli
televizyonlarda evlerimize ancak tek tek
girmişti. Her akşam televizyonu olan komşularımızda “akşam size annemlerle televizyon seyretmeye geleceğiz” derdik.
Teyp de o zamanlar Almanya’ya giden
vatandaşlarımızın izine gelirken yanlarında getirmesiyle tanıştık. Hatta teybi pazarlarda
destan kağıdı basıp teypde ağıt yakarışları içerisinde yaşlı amcaların
boyunlarında asılı gördük.
Ütümüz 3 kilo pik demirden içine köz kömür
yanıp konardı. O da birkaç evde vardı. Genelde çoğunluk pratik çözüm olan
katlayıp yatağın altına koyardık.
Bakır kalaylı kazanlarda, bakır kalaylı
kaplarda yemek yedik. Sonraları melamin daha sonra 1980- 1990’larda porselen
tabaklarla tanıştık
Ders kitaplarını üç kişi paylaşırdık.
Defterimiz bittiğinde silip tekrar kullanırdık. Şeker çuvalından pantolon yapar
giyerlerdi çoğumuz. Ayakkabılarımız ise kara lastik sonra naylon çıktı. Sonra
Epa kösele ayakkabı çıktı. Apartman topuk derken Kösele ile 1978’lerde
tanıştık.
Ulaşım aracımız uzun burunlu Magirus otobüslerimiz,
Dodge kamyon ve jeepler vardı hayatımızda birde çuf çuf yapan keskin düdüğü ile
buharlı kara trenimiz. Ben üç ay öğretmenleri götüren jeep ile Ilıca kasabasına
sırf İngilizceye geçmek için Metin Aysan ile beraber gittim.
Yazları Kur’an kurslarına giderdik. Onun
adı o zamanlar “Hocaya gitmekti”.
Rahlenin gerisinde o zaman Aksu caminin arkasında Rahmetli Selahattin Hafız
elinde uzun bir kiren çubuğu vardı.
Lise hayatımı da Hayvan Sağlığı Memurları
Meslek Lisesi‘nde (Yeni adı ile Veteriner Tarım Meslek Lisesi)okudum. Orada
rahmetli müdürüm Veteriner Hekim Dursun PULUR ve Veteriner Hekim Mustafa
Mayadağlı ile birkaç fidan dikmiştik. Kendilerini buradan rahmetle anıyor mekânları
cennet olsun diyorum. Maalesef Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya
Yılmaz onları söktürmüş yerinde yeller esiyor. Sırf o iki güzide öğretmenimiz
uğruna okul mücadelesini yapıyorum.
Tabi İstiklal İlkokulu mavi okul önlüğü
beyaz yaka, sonra siyah, bazısı kırmızı önlük giyerdik. Kantinlerimizde şekerli
toz nohut vardı. Yerken nerdeyse boğulurduk.
Ders saatlerinin bittiğini Hadememiz Nuriye ve Ahmet YETER’in zil
sesleriyle bilirdik.
O zaman babamın maaşı ile 70 kilo et
alınırdı. Halkımız bahçesinde, tarlasında üretir tüketirdi. Biz çocuklar kendi
oyuncağımızı kendimiz yapardık. Bilyeli araba, çember, Araba lastiği, Patates,
çamur, gazoz kapağı, sek sek, kibrit kutusu resimli yüzü, oyunlarımızın
arasındaydı. Böyle oyuncak sektörü fazla gelişmiş değildi. Şimdilerde üretmeden
tüketiyoruz.
Teksas, Tommiks, Zagor, teks, Swimg, Mister
No gibi çizgi kitaplar Havza’da Yükselin sinemasının orada, yada yanan hamamlar
Bölgesinin oradaki sinemada elden ele değişirdi. Şevket Koçak amcada elinde
lamba yanan sinemada yer gösterirdi. Kantinden gazoz alır içerdik. O zamanlar
sinemalar dolardı. Cüneyt sahneye çıkınca alkış kopardı.
Teknoloji ileri seviyede olmadığı gibi
ekonomik durumu iyi olan aileler azınlıktaydı. Rahmetli Servet Atilla’nın Cadillak
arabası ilk gördüğümüz arabalardandı. Sonraları Belcür Şavroleyi gördük
tanıdık.
Sinemalara ailecek giderdik hiç unutmam sinemacı
Yüksel parkın yanında yazlık sinemayı açtığında
“Rabia” diye bir film vardı
ailecek gitmiştik.
El ele tutuşup gezen çiftler azınlıktaydı.
Nişanlılar yolun karşı iki tarafında giderdi. Yâda beraberinde oğlan ve ya
büyük kız kardeşi giderdi. Sevmek, aşık olmayı ben fazla duymadım. Oğlana
sorulur hatta bazen sorulmazdı bile. Sana şunu uygun gördük dedim mi gidip
hemen istenir! Bir de “baş bağlama”
vardı nasıl bir bağlamaysa. Derken bir “mini
etek” modası çıktı. Bir iki bayan giydiğinde Havza’nın boşta gezen kalfası
peşinden giderdi. O güzelim yerlerini seks filmleri aldı. Biz afişlerin
yanından bile geçemezdik. Ne travesti ne hayat kadını hiç bilmezdik. Yıllar
sonra Samsun’un ortasında yıkılıp yerine cami yapıldığında randevu evi ismini
duyduk. Yıkıldı yıkılmasına da şimdide Samsun’un her tarafına apartmanlara
kadar dağıldılar. Hemen hemen çoğu apartmanlarda düzeni bozduklarından
binalarından atmak için hukuksal mücadele veren ailelerimiz var. Haklılarda!
Kız çocukları olanlarımız var ve iyi örnek olmuyorlar. Şiddetle bu tür şeylere
karşı olduğum halde Devletin “aile
düzenini ve çocukları koruması açısından” bu hayat kadınlarına bir yer
göstermesi gerek diye düşünüyorum.
Neyse
konumuza devam edelim:
Bunları
ben neden anlatıyorum dostlarım eskiyi neden deştim biliyor musunuz?
Bizim kültürümüzü sistematik bir şekilde
sistem mühendisleri bozdu. Milli Eğitim Bakanları görevlerini layıki ile
yapmadılar. Partizanca davrandılar. Meydanı sistem mühendislerine bıraktılar.
Elinden Tommiksi, Teksası, Zagoru eksik etmeyene sorsanız “İngiliz ve Amerika tarihini anlatırken kendi tarihimizi sorsanız “
aynen “Gümüşhacıköylülerin trene baktığı
gibi bakarlar”. Ne kurtuluş savaşından haberleri vardır, ne AtATÜRK’ün
milli liderliğinden, ne Yavuzdan, Ne
Fatihten, ne Göktürk kağanı Bilge KAĞAN’dan,
nede 1071 deki Malazgirt muharebesini yapan Alparslan’dan tam düz kontak giden
ve yaşayan bir neslimiz var.
Okuma alışkanlığı en az seviyede sürünmekte,
evine kitap giren hane sayısı ise çok azınlıkta. Şimdilerde ise çocuklarımızda
bir cep telefonu alışkanlığı başladı. Biz gençliğimizde telefon nedir
bilmezdik. Postaneye gider yazdırırdık. Üç gün sonra haber gelir gider
konuşurduk. Ama şimdilerde çocuklarımız telefonun en son modeline kadar takip
ediyor ve üstelik beğenmiyorlar milyarlarca dövizimiz teknoloji çöplüğüne
atılıyor. Bizlerde buna çanak tutuyoruz..
Bizim zamanımızda sevgi vardı, saygı vardı.
Büyüklere hürmet edilirdi. Yolculuklarda onlara yer verilirdi. Şimdilerde uyur
numarası ile ya da cep telefonu meşguliyeti yapan dünkü bebeler yarınımızın
öğüneceğimiz neslimizin devamı olacak! Nasıl iyi mi memnun musunuz bu
gelişmelerden!
Fuar zamanı fuara gider alış veriş yapar
çarşıda ızgara köfte yerdik. Yolcu dolu vapurlar gelirdi şehrimize. Bunlar bu
günlerde mazide kaldı maalesef. Belediyemiz neden bu turizm sektörünü
canlandırmaz hala anlamış değilim!
Biz böyle devlet olduk. Şimdilerde nasıl
bir ülke olduk biz. “Geçmişini bilmeyen
nesil geleceğine yön verebilir mi?” Bodoslama bir hayat yaşıyoruz maalesef.
İşte şu anlarda bir nevi kıyametimizi yaşıyoruz. Bir gün bu hayatın gerçekleri
ile bu neslimiz yüzleşecek ama belki o zaman bizler toprak olmuş olacağız. “Ferdi eğitmek Devletin Anayasal asli
görevidir. Aileyi ve bütünlüğünü sağlamakta Devletin asli görevidir.” Bizim
zamanımızda okullar azınlıktaydı. Kimimiz maddiyatsızlıktan okuyamadık.
Şimdilerde de okul çok, bitirenler iş bulamıyor. Diplomalı işsizler ordusu etrafımızı
türedi.
İşte bunlar hep Devletin görevini layıki
ile yapmamasından ileri geliyor.
Siz siz olun “geleceğimizin çiçekleri olan çocuklarımıza geldiğimiz noktayı iyi
öğretin iyi anlatın ki neslimizi dış güçlerin bozmasına müsaade etmeyin” !.
Bu kitlesel iletişim araçlarında Türk toplumunun kültürel yapısını bozan basılı
ve görsel yayınlara gerekli tepkiyi vermekten asla kaçınmayın.
Ülkücü olabilirim ancak “Milliyetçilik bir ideol değildir. Bir siyasi partininde tekelinde
değildir. Milliyetçilik Devletimizin kıt kanaat birikimlerine sahip çıkmak,
Devletin her tuğlasına sahip çıkmak, akli hür, vicdanı hür bir nesil
yetiştirmektir. Evlatlarımızı bilimsel ve kültürel en üst seviyeye ulaşacak
şekilde yetiştirelim.”
Saygılarımla
Mustafa Kemal Bektaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder