TARİHLER 15-16 TEMMUZ 2106’YI
GÖSTERİRKEN …… ŞU 15 TEMMUZ DEDİKLERİ NEYDİ?
Tarihler 15-16 Temmuz 2016 yı gösterirken Türk tarihinin en
alçak ihanet girişimlerinden birisi sahne oldu. Üzerinden bir yıldan fazla zaman
geçmesine rağmen hala bir çoğumuz olayın tam olarak ne olduğunu, nasıl olduğunu
bilmezken sadece Fetö efendinin avanesinin kalkışması olarak olay basite
indirgendi. Bu darbe girişimi darbelere alışık olan Türk toplumunun hiç alışık
olmadığı bir darbeydi. Darbeler sabaha karşı tankların paletlerinin gıcırdı
sistemiyle başlardı. Siyasiler sabah ezanıyla birlikte toplanır hepsi bir yere
hapsedilirdi. Bu darbede de akşam 20’ den sonra yapılmaya çalışıldı.
Cumhurbaşkanının uçağı havalarda değiştirilen
sivil uçuş kodlarıyla uçarken, kimi bakanlar Gürcistan sınırına yakın
bölgelerde gezinirken, bu ülkenin Başbakanı da bir tünelde saatlerce
saklanıyordu. Bu nasıl bir darbeydi. Meclis bombalanıyor, Polis Özel Harekatı
bombalanıyor, Ankara İl Emniyet bombalanıyor, Külliyenin bahçesi bombalanıyor, halka
helikopter ve uçaklardan bombalar atılıyor, uçakların alçak uçuşları ile
binaların camları kırılıyor, Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlıklarında
ve Jandarma Genel Komutanlıklarında da garip şeyler oluyordu. Emir Subayları
korudukları Komutanlarını derdest ediyordu. Anlaşılır gibi değildi. Cumhurbaşkanına
karşı suikast girişiminde bulunulmuş, gece televizyonlar canlı yayın yapıyor,
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar kanal kanal açıklamalar yapıyordu. Böyle
bir darbe evlere şenlik ilk görülüyordu. Adını ne koyarsanız koyun ister adını
kalkışma koyun, isterseniz adını darbe koyun demokrasimizde nur topu gibi bir garabet oldu. Ağustosun
sıcağında Genelkurmay Başkanı boğazlı kazakla geziyordu. Yüzlerce insanımız bu
hengamede şehit oldu. Ben ve ailemde bu günlerimizi sizler gibi sokaklarda
geçirdik.
Şanlı
ordumuz ağır bir hakarete maruz kalmıştı. Devlet kurumları ağır bir tahribata
uğramıştı. Daha önce, uydurma iddialarla devletin çok gizli savaş planlarının
olduğu kozmik odaya girenler, Genelkurmay başkanını terör örgütü lideri diye
mahkûm ettirenler, Ergenekon-Balyoz kumpaslarıyla zaafa uğrattıkları orduyu
şimdi de içeriden parçalamaya kast etmekteydiler. Bu kalkışma, darbenin
savuşturulması ile gurur gecesi mi, utanç gecesi miydi? neydi? O geceden sonra
hafızalara damga vuran isim Ömer Halisdemir astsubaydı.
Aradan bir
yıldan fazla zaman geçti. Yüz binlerce kamu görevlisi görevden alındı, atıldı. Binlercesi
kamu görevinden men edildi. Daha sonrasında ortaya bu kalkışanların salya sümük liderlerinin
milyar dolarlarına yakın servetleri çıktı. El konuldu. Binlercesi hapse atıldı.
En sonunda Cumhurbaşkanı at izi it izine karıştı dedi. Yüz binlerce insan
işinden aşından olurken, binlercesi hapsedilirken birebir hoca efendi ve avenesiyle
irtibat halinde kol kolayken, siyasi cenahtan hiçbir suçlunun çıkmaması, ceza
almamaları bu kalkışmada cezalandırmanın toplumda adil olmadığı yönünde siyasi
otoriteler görüş bildiriyordu.
Devletin
gözetiminde ve kurumların teşvikiyle palazlanan ve devleti ele geçirmeye cüret
edecek bir kapasiteye ulaşan bu yapının, meşru görüldüğü hatta kayırıldığı
dönemlerde, şu veya bu sebeple okulları, dershaneleri, kuruluşları ve bankası
ile ilişkisi olduğundan işinden-aşından edilen on binlerce insanın hepsinin
darbeci-terör örgütünü tasvip ettiğini söylemek mümkün mü?
Artık bu
hain darbe girişiminin üzerinden bir sene geçtiğine göre, şimdilerde de;
“Ben de
oradaydım.”
Üzerimden
uçak geçti.”
“Gece hiç
uyumadık, sokakta yedik yemeğimizi.”
“Darbe geçse
de eve girmedik, sokakta nöbet tuttuk." gibi "bir paye de bana" parlatılan
varoşluklarından, hikâyelerinden sıyrılmamızın zamanının geçtiğini bilmemiz
gerek, önemli adımlar atmak gerek. Mesela neler?
·
Evvela bir
daha hain yetiştirmeyecek bir milli eğitim tesis etmek gerek.
·
Devlet ile
tarikat ve cemaatlerin arasında vatandaşlık/devlet denkleminden öte hiçbir bağ
kurmamak gerek.
·
Devlet
kademelerinde sipariş ilanlar, "bilmem ne başkanının çocuğu"
kontenjanı gibi liyakat dışı yerleştirmelerden uzak durmak gerek.
·
Ben değil
biz dili kullanmak gerek.
Buraya bir
parantez açalım. 15 Temmuz söylem ve fiil itibariyle ne yazık ki, sanki belli
bir dünya görüşünün “himayesine” giriyor. “Biz önledik” cümlesindeki “biz” pek
de öyle kucaklayıcı, bütün Türk vatandaşlarını ve herkesi kapsayan bir dil
olmaktan öte “sen, ben, bizim oğlan” işine gidiyor. Meydanlarda
cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kullanılan miting şarkıları çalınıyor. Adı sanı
olmayan “bu millet” esasında belli bir seçmen kitlesini işaret etmek için
kullanılıyor. Üzücü ve düşündürücü olan bu tavır ileride 15 Temmuz’un hakiki
hüviyetinin, ehemmiyetinin önüne geçip, bir siyasi parti yahut siyasi fikir ile
eşdeğer görülür hale gelmesine sebep olabilir ki durum şu anlarda o yöne doğru
gidiyor. 15 Temmuz hükümetten, siyasi partilerden yukarı çekilmezse, ileride
verilen bunca şehidi kimse anlatamaz.
Yine
şehitler arasında bir ayrım yapılıyormuş izlenimi yaratan cins cins açıklamalar
da ayrışmanın fitillerini ateşliyor. Bilmem kimin haberi var? Gencecik bir
öğretmen şehirlerarası bir yolda PKK tarafından kaçırılıp, şehit edildi. Bu
önemli ve üzerinde kafa yorulması gereken hadise. Şehitler arasında “öncelikli” olur mu? Cevabı
gönüllerde ve vicdanlarda bulunmalı…
Hamasetle, sala
ile sorunlar bitmez. Gelecek yirmi yılı şekillendirecek planlar, projeler
ortaya koymak, devlet aklını yeniden devletin yegâne yapı taşı olarak kullanmak
gerek. Bunlar “bir daha” ile başlayan cümleler dahi kurmamamız için elzem
meseleler. Artık romantizmden gerçekler boyutlara geçmeliyiz. Bu kalkışmanın
kodunu tek tek araştırmalıyız. Kalkışmanın henüz birinci haftasını bulmadan yüz
binleri bulan şahısların tespit edilip işten alınması, atılması, binlercesinin
hapse atılması bir anda nasıl tespit edilmişti? Madem biliniyordu ne diye
zamanında müdahale edilmedi. Bu soruların cevapları bulunmadığı sürece bu
kalkışma kambur olarak zamanı geldiğinde hesap sorulmak üzere hükümetin üzerine
patlayacağı gerçeği unutulmamalıdır.
15 Temmuz
darbesini yapanların çoğu suçüstü yakalandı. Haklarında iddianameler
hazırlandı. Ondan sonra ülke çapında Fetöcüler hakkında tahkikatlar başladı.
KHK’ler ile birçok kimse Fetöcü olduğu gerekçesiyle açığa alındı bir kısmı da
mahkemelerce tutuklandı. Fakat bugün gelinen noktada tutuklamaların bir
kısmının isabetli olmadığı ortaya çıkmaktadır. Çocuğunu cemaatin dershanesi
göndermiş, okulunda okutmuş, Bank Asya’ya para yatırmış vs. türünden
suçlamalarla birçok kişinin mağdur edildiği anlaşılmaktadır. Bu Bank Asya durup
dururken mi kurulmuştu Devletin üst kademelerince kurdele kesilerek kurulan bir
bankaya para yatırdı diye vatandaşı suçlamak toplumda bir çoğuna göre saçmalık
olarak görülmektedir. Bu arada asılsız ihbarlara da itibar edildiği bilinmektedir.
Yargıda tutuklu için ihbarlara itibar etmek tabi ki bir tedbirdir. Ama şu anda
bir cezalandırma yöntemi olarak uygulanmaktadır. Devletin en üstü kademelerine
atanan, Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun Orgeneral seviyesine kadar Fetönün aveneleri
nasıl rütbe almıştı? Kalkışanların tamamına yakınının hangi yıllarda ki askeri
şuralarda general rütbeleri aldıkları incelenmeyecek miydi? Hakikaten at izi it
izine karışmış durumda.
Bütün bunlar
Türkiye’de hukuka zarar vermekte ve toplumdaki adalet duygusunu zedelemektedir.
Basından izlendiği kadarıyla açıklanan iddianamelerin bazıları hukuki
dayanaktan mahrum görünmektedir. Sonuçta insan, Fetö ile mücadelenin yanlış bir
mecrada sürdüğü duygusuna kapılmaktadır. Haklıyı haksızdan ayırt etmesinin
beklendiği malum komisyon bir türlü faaliyete geçmemektedir. Mahkemelerin bir
kısmı Bylock’u bir suç delili kabul etmekte, diğeri bunu yeterli delil
saymamaktadır. Bu durumda Bylock kullanmayan birçok tutuklunun neden serbest
bırakılmadığı bir muamma haline gelmektedir. Velhasıl siyasi otoritelerin ve
toplumsal vicdanın kanaati Fetö ile mücadele çeşitli sebeplerle sulandırılacak
gibi görünmektedir.
Ne kadar çok kişiyi cezalandırırsak Fetö ile o
kadar iyi mücadele ederiz mantığı isabetli değildir. Hukuk içerisinde kalarak
hareket etmek lazım gelmektedir. Demokrasiyi taçlandıran iyi işleyen bir hukuk
nizamıdır. Bu konudaki özensizlik ve dikkatsizlik ülkeyi büyük sıkıntılara
sokabilir ki iktidar partisini de zamanı geldiğinde sokabileceği de aşikardır.
İktidar kandırıldığını beyan etse de bu sorun iktidarın ileride başını çok
ağrıtacağa benziyor. Bir an önce magazinsel bölümden uzaklaşılarak köklü ve
ezici tedbirler alınmadıkça bu yılanın başı tam ezilmedikçe tehlikenin geçtiği
rahatlığını yaşamamalıyız. Hükümetimiz tehlikeli bu yılanın başını, kıçını,
kuyruğunu mutlaka ezip yok etmelidir. Aksi takdirde bu yılan hükümetimizin de
ayağına dolanacaktır. Şahsım adına direk şu ya da bu diye kimseyi suçlamak gibi
bir anlayışım olmamakla birlikte bu kalkışmanın kodlarını çözmek, gerektiğinde
bu ülkenin bekası açısından en büyük görev hükümetimize iş düşmekte olduğunu
belirtmek istiyorum. Cemaat
mensubu olanların büyük çoğunluğu basına yansıyan ifadelerinden yaptıklarından
asla pişman olmadıkları gerçeğidir. Ordu, polis ve yargıda tek bir cemaatçi
bile kalmamalıdır. Çünkü bu örgüt üyeleri devlete ve hükümete karşı şu anda
büyük bir öfke içerisindedirler. Bu sebeple her türlü ihaneti ve provakasyonu yapabilirler.
Bundan sonra onlar cemaat liderinin mesajlarına sıkı sıkı sarılacaklar,
kemikleşecekler ve devlet düşmanı birer militan haline geleceklerdir.
Doğrudan 15 Temmuz darbesine karışmamış cemaatçiler hakkında açılan davaların çoğu da fos çıkacak görünmektedir. Bunlar delil yetersizliği sebebiyle bir süre sonra serbest kalacaklardır. Zira birçok kimseye sadece Bank Asya’ya para yatırması, gazete ve dergi abonesi olması, çocuğunu cemaat okullarında ve dershanelerinde okutması gibi tali dereceden delillere dayandırılarak örgüt mensubu olmak veya yardım ve yataklık etmek suçundan verilecek cezalar zaman içerisinde üst mahkemeler tarafından bozulacaktır.
Doğrudan 15 Temmuz darbesine karışmamış cemaatçiler hakkında açılan davaların çoğu da fos çıkacak görünmektedir. Bunlar delil yetersizliği sebebiyle bir süre sonra serbest kalacaklardır. Zira birçok kimseye sadece Bank Asya’ya para yatırması, gazete ve dergi abonesi olması, çocuğunu cemaat okullarında ve dershanelerinde okutması gibi tali dereceden delillere dayandırılarak örgüt mensubu olmak veya yardım ve yataklık etmek suçundan verilecek cezalar zaman içerisinde üst mahkemeler tarafından bozulacaktır.
15 Temmuz
2016! Kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına ve bekasına karşı içerden ve
dışarıdan yapılmış en büyük saldırılardan birisinin yaşandığı geceydi. Saldırı
pek şiddetliydi, bu şiddetine uyar şekilde de kan dökülmesine sebep oldu. Peki
bu inanılmaz kalkışma sadece bir darbe teşebbüsü müydü, yoksa tarih yazanların
uzun soluklu planları gereği bölgesel coğrafya yeniden mi şekillendirilecekti?
Olayı
Türkiye’nin alışık olduğu darbeli iktidar mücadelelerinden birisi olarak
değerlendirmemek gerekir. Yapılması gereken “15 Temmuz’un ötesinde nelerin
olması planlanmıştı, 15 Temmuz’da darbeciler-kalkışmacılar başarılı olsaydı
Türkiye’yi ve bölgesel coğrafyayı neler bekliyordu” yu duygu ve politik
beklentilerden uzak, sakince irdelemek gerekmektedir. İktidarı, muhalefeti
kimse bu 15 Temmuz kalkışmasını önleme adına kendilerine bir pay çıkarmasın. !5
Temmuzu bizzat bu halk kararlı olarak sokaklarda canlarını hiçe sayanlar
önlemiştir.
Ne yazık ki
mevcut siyasi irade bu anlayışı yakalayamıyor ve hala olayı bir iktidar
devirme- iktidar kapma mücadelesi olarak algılıyor. Böyle algılamasa,
samimiyetle ve ısrarla ABD’den Fetullah Gülen’i ister, Batı ülkeleriyle “bu
hainleri niye saklıyorsunuz” polemiklerine girer mi?
Bilenler
bilirler, Fetullah Gülen hareketi, 1970li yıllarda gelişmeye başladı.
Başlangıçta öğrenci yurtları, öğrenci evleri, basın unsurları şeklinde
örgütlendi, ardından ticari kuruluşlar ve okullar geldi. 1980 darbesini pek
yara almadan atlatan teşkilat (cemaat), 1980 sonrası okullar, dış ülke
açılımları, özel üniversiteler ve büyük şirketlere dönüşmeye başladı. Kısa
sürede Başbakanlık müsteşarlığı, YÖK gibi kritik birimler ele geçirildi ve
cemaat mensupları hızla bürokrasiye, askeriyeye, üniversiteye dahil oldular.
Lider, sağlık sorunlarını bahane ederek ABD’ye taşındı, merkez orada kuruldu,
hareketin güvenliği de garantiye alınmış olundu.
Türkiye’nin
son yıllardaki hakim siyasi iradesi iş başına gelince, başlangıçta kurulan
güçlü ilişkiler ile cemaat mensupları giderek Türkiye’yi bir ağ gibi sardı.
Artık hiç kimse ve hiçbir mevkii bu teşkilata “hayır” diyemiyordu; teknik,
bürokratik, idari, askeri ve eğitsel bütün atamalar, atama-yükseltme jürileri
teşkilatın istediği şekilde oluşturuluyordu. Teşkilatın düzenlediği gecelerde,
o bölgedeki bütün protokol boy gösteriyor, cemaatle arasını iyi tutmaya
çalışıyor, cemaatin il imamları illerin en güçlü iradesi haline geliyordu.
Siyasi
iradenin yakınları-içten taraftarları ise seyri şaşkınlıkla izliyor, hayli
kıskanıyor, biraz biraz da itiraz sesleri yükseltiyorlardı. Türkiye’nin sıradan
halkı da hayretler içindeydi; sermayenin – burjuvazinin en güçlü temsilcileri
cemaat lideri önünde diz vurup, el öpüyor, ihale bahşişlerini alıyorlardı.
Kısacası
2010lu yıllarda Türkiye’nin bütün kaleleri ve mevzileri neredeyse bu melun
teşkilat tarafından ele geçirilmişti.
Türkiye’de,
aynı zamanlarda başka şeylerde oluyordu. Bölücülük gittikçe güçlenirken,
memleket evlatlarının birkaç kez yok etme noktasına getirdikleri PKK, bir
şekilde tekrar diriltiliyor, bölücü Kürtler adeta dokunulmazlığa doğru
ilerliyorlardı. Yakın coğrafyada da paralel nitelikli olaylar oluyordu ve
bunlar belli bir istikamete doğru gelişiyordu: Kuzey Irak’ta gittikçe
kurumsallaşan bağımsız Kürdistan, Kerkük bölgesinde PKK yerleşimi, Kuzey
Suriye’de PKK-PYD askeri ve siyasi hakimiyeti… Onları koruyan ve destekleyen
ABD ve Batılılar…
Ülkemizin
içinde ve dışında, yeni dünya düzeni – yeni Orta Doğu/ Ön Asya için işler
kıvamına geldiğinde, Türkiye’de birden 15 Temmuz kalkışması başlatıldı. Gazi
Meclise, kendi asker ve polisine, kendi milletine acımasızca saldıran bir
kalkışma… Kalkışmanın Fetöcüler tarafından yapıldığı açıktı. ABD’den ve Batıdan
destek aldığı da.
Ancak,
tarihi yazanların, her sonuca göre, amaçlarına ulaşacak şekilde hazırlanmış
planları olur. 15 Temmuz kalkışması başarısız oldu; ama, başarısızlığa göre
kurgulanmış beklentiler de hazırdı. Stratejistler, hain kalkışmanın, en azından
Türkiye’nin en önemli gücü olan, 30 yıllık terör mücadelesini götürürken
tecrübe ve sıkı eğitimi birleştirerek dünyanın en etkili ordularından olan Türk
Silahlı Kuvvetlerinin “Türkiye dışı müdahale gücünü büyük ölçüde zayıflattığı”
kanaatindeler. Yani, yine ABD ve Batılıların istediği oldu. Türkiye’nin yakın
çevresine müdahale etme gücü zayıflatıldı. Sonuçta, onların desteklediği
kalkışma-darbe başarısız oldu, ama sonuçları, tesiri onlar için başarılı,
onların istediği gibi oldu. Sadece, çizecekleri coğrafyanın hayata geçeceği
tarih biraz değişti, ileriye uzadı.
ABD ve diğer
Batılılar, kalkışma başarılı olursa, tarihte hiç olmadıkları ölçüde hakim
olabildikleri bir Orta Doğu/Ön Asya düzeni oluşturabileceklerdi. Türkiye’de
siyasi ve ekonomik düzeni ele geçiren Fetöcüler, Türk Devleti’ni Batılıların
istedikleri kıvamda bir boyunduruğa alacaklardı. ABD mandasında-kontrollü- bir
Türkiye… Irak ve Suriye’de Kürtler zaten tam kontrol altındaydı. Böylece
Türkiye’nin güneyi ile, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde bir Türkiye-Kürdistan
konfederasyonu oluşturulacaktı. Aşağıda, Körfez’de Suudi Arabistan, Küveyt, BAE
gibi, ABD tarafından bütün zenginliği ile tam kontrol edilen bir coğrafya vardı.
Daha yukarıda, ortalarda İsrail ve uyumlu Mısır, yukarıda, kuzeyde ABD’ci
Türkiye-Kürdistan konfederasyonu ile coğrafyanın yeni şekli, tüm Orta-Doğu ve
Ön Asya’da ABD – Batı çemberi tamamlanmış olacaktı. Sadece idari, siyasi ve
ekonomik yönden değildi hakimiyet hayali. Böyle bir Orta-Doğu Ön Asya
siyasi yapılanması, Batı medeniyeti için en büyük tehdit algısı, müslüman
coğrafyanın yegane medeniyet şansı, “yeniden Türk medeniyeti tasavvuru” da
ortadan kaldırılmış olunacaktı. Aklınıza sakın komplo teorileri gelmesin! Büyük
devletler, günlük taktiklerle ilerlemezler, böylesi stratejiler yaparlar.
Çok şükür ki ülkecek
hep beraber bu darbeyi bertaraf ettik, kalkışmayı ezdik.
İşte bu ve
buna benzer sebepleri iyice inceleyip geleceğimize daha iyi yön vermemiz
gerekmektedir. Geleceğimizin çiçekleri çocuklarımıza güzel bir miras bırakma
adına İşi sulandırmadan hangi yara deşilecekse korkmadan deşilmeli nedenleri,
niçinleri sorgulanmalı, önlem ve tedbirler kimlerin canını acıtacaksa korkmadan
acilen alınmalıdır. Bir emekli vaiz emrinde nasıl 200 milyon hazır nakit
paralara hükmeder. Bir emekli vaiz neden devletin tüm kademelerine, kadrolarına
nüfuz etmek ister nedenlerini, niceliklerini iyi etüt etmek zorundayız. Çoluğundan
çocuğuna, yaşlısından gencine kafalarda ki en ufak soruların kalmaması
açısından en köklü tedbirleri ve temizliğin yapılmamasından korkulmamalıdır.
Bu coğrafyada yaşayabilmenin tek şartı güçlü
olmak zorunluluğudur.
Saygılarımla
Mustafa
Kemal Bektaş