8 Mayıs 2018 Salı

TARİHLER 15-16 TEMMUZ 2106’YI GÖSTERİRKEN …… ŞU 15 TEMMUZ DEDİKLERİ NEYDİ? Tarihler 15-16 Temmuz 2016 yı gösterirken Türk tarihinin en alçak ihanet girişimlerinden birisi sahne oldu. Üzerinden bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hala bir çoğumuz olayın tam olarak ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmezken sadece Fetö efendinin avanesinin kalkışması olarak olay basite indirgendi. Bu darbe girişimi darbelere alışık olan Türk toplumunun hiç alışık olmadığı bir darbeydi. Darbeler sabaha karşı tankların paletlerinin gıcırdı sistemiyle başlardı. Siyasiler sabah ezanıyla birlikte toplanır hepsi bir yere hapsedilirdi. Bu darbede de akşam 20’ den sonra yapılmaya çalışıldı. Cumhurbaşkanının uçağı havalarda değiştirilen sivil uçuş kodlarıyla uçarken, kimi bakanlar Gürcistan sınırına yakın bölgelerde gezinirken, bu ülkenin Başbakanı da bir tünelde saatlerce saklanıyordu. Bu nasıl bir darbeydi. Meclis bombalanıyor, Polis Özel Harekatı bombalanıyor,

TARİHLER 15-16 TEMMUZ 2106’YI GÖSTERİRKEN …… ŞU 15 TEMMUZ DEDİKLERİ NEYDİ?

Tarihler 15-16 Temmuz 2016 yı gösterirken Türk tarihinin en alçak ihanet girişimlerinden birisi sahne oldu. Üzerinden bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hala bir çoğumuz olayın tam olarak ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmezken sadece Fetö efendinin avanesinin kalkışması olarak olay basite indirgendi. Bu darbe girişimi darbelere alışık olan Türk toplumunun hiç alışık olmadığı bir darbeydi. Darbeler sabaha karşı tankların paletlerinin gıcırdı sistemiyle başlardı. Siyasiler sabah ezanıyla birlikte toplanır hepsi bir yere hapsedilirdi.  Bu darbede de  akşam 20’ den sonra yapılmaya çalışıldı. Cumhurbaşkanının uçağı havalarda  değiştirilen sivil uçuş kodlarıyla uçarken, kimi bakanlar Gürcistan sınırına yakın bölgelerde gezinirken, bu ülkenin Başbakanı da bir tünelde saatlerce saklanıyordu. Bu nasıl bir darbeydi. Meclis bombalanıyor, Polis Özel Harekatı bombalanıyor, Ankara İl Emniyet bombalanıyor, Külliyenin bahçesi bombalanıyor, halka helikopter ve uçaklardan bombalar atılıyor, uçakların alçak uçuşları ile binaların camları kırılıyor, Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlıklarında ve Jandarma Genel Komutanlıklarında da garip şeyler oluyordu. Emir Subayları korudukları Komutanlarını derdest ediyordu. Anlaşılır gibi değildi. Cumhurbaşkanına karşı suikast girişiminde bulunulmuş, gece televizyonlar canlı yayın yapıyor, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar kanal kanal açıklamalar yapıyordu. Böyle bir darbe evlere şenlik ilk görülüyordu. Adını ne koyarsanız koyun ister adını kalkışma koyun, isterseniz adını darbe koyun demokrasimizde  nur topu gibi bir garabet oldu. Ağustosun sıcağında Genelkurmay Başkanı boğazlı kazakla geziyordu. Yüzlerce insanımız bu hengamede şehit oldu. Ben ve ailemde bu günlerimizi sizler gibi sokaklarda geçirdik.
Şanlı ordumuz ağır bir hakarete maruz kalmıştı. Devlet kurumları ağır bir tahribata uğramıştı. Daha önce, uydurma iddialarla devletin çok gizli savaş planlarının olduğu kozmik odaya girenler, Genelkurmay başkanını terör örgütü lideri diye mahkûm ettirenler, Ergenekon-Balyoz kumpaslarıyla zaafa uğrattıkları orduyu şimdi de içeriden parçalamaya kast etmekteydiler. Bu kalkışma, darbenin savuşturulması ile gurur gecesi mi, utanç gecesi miydi? neydi? O geceden sonra hafızalara damga vuran isim Ömer Halisdemir astsubaydı.
Aradan bir yıldan fazla zaman geçti. Yüz binlerce kamu görevlisi görevden alındı, atıldı. Binlercesi kamu görevinden men edildi. Daha sonrasında ortaya  bu kalkışanların salya sümük liderlerinin milyar dolarlarına yakın servetleri çıktı. El konuldu. Binlercesi hapse atıldı. En sonunda Cumhurbaşkanı at izi it izine karıştı dedi. Yüz binlerce insan işinden aşından olurken, binlercesi hapsedilirken birebir hoca efendi ve avenesiyle irtibat halinde kol kolayken, siyasi cenahtan hiçbir suçlunun çıkmaması, ceza almamaları bu kalkışmada cezalandırmanın toplumda adil olmadığı yönünde siyasi otoriteler görüş bildiriyordu.
Devletin gözetiminde ve kurumların teşvikiyle palazlanan ve devleti ele geçirmeye cüret edecek bir kapasiteye ulaşan bu yapının, meşru görüldüğü hatta kayırıldığı dönemlerde, şu veya bu sebeple okulları, dershaneleri, kuruluşları ve bankası ile ilişkisi olduğundan işinden-aşından edilen on binlerce insanın hepsinin darbeci-terör örgütünü tasvip ettiğini söylemek mümkün mü?
Artık bu hain darbe girişiminin üzerinden bir sene geçtiğine göre, şimdilerde de;
“Ben de oradaydım.”
Üzerimden uçak geçti.”
“Gece hiç uyumadık, sokakta yedik yemeğimizi.”
“Darbe geçse de eve girmedik, sokakta nöbet tuttuk." gibi "bir paye de bana" parlatılan varoşluklarından, hikâyelerinden sıyrılmamızın zamanının geçtiğini bilmemiz gerek, önemli adımlar atmak gerek. Mesela neler?
·         Evvela bir daha hain yetiştirmeyecek bir milli eğitim tesis etmek gerek.
·         Devlet ile tarikat ve cemaatlerin arasında vatandaşlık/devlet denkleminden öte hiçbir bağ kurmamak gerek.
·         Devlet kademelerinde sipariş ilanlar, "bilmem ne başkanının çocuğu" kontenjanı gibi liyakat dışı yerleştirmelerden uzak durmak gerek.
·         Ben değil biz dili kullanmak gerek.

Buraya bir parantez açalım. 15 Temmuz söylem ve fiil itibariyle ne yazık ki, sanki belli bir dünya görüşünün “himayesine” giriyor. “Biz önledik” cümlesindeki “biz” pek de öyle kucaklayıcı, bütün Türk vatandaşlarını ve herkesi kapsayan bir dil olmaktan öte “sen, ben, bizim oğlan” işine gidiyor. Meydanlarda cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kullanılan miting şarkıları çalınıyor. Adı sanı olmayan “bu millet” esasında belli bir seçmen kitlesini işaret etmek için kullanılıyor. Üzücü ve düşündürücü olan bu tavır ileride 15 Temmuz’un hakiki hüviyetinin, ehemmiyetinin önüne geçip, bir siyasi parti yahut siyasi fikir ile eşdeğer görülür hale gelmesine sebep olabilir ki durum şu anlarda o yöne doğru gidiyor. 15 Temmuz hükümetten, siyasi partilerden yukarı çekilmezse, ileride verilen bunca şehidi kimse anlatamaz.
Yine şehitler arasında bir ayrım yapılıyormuş izlenimi yaratan cins cins açıklamalar da ayrışmanın fitillerini ateşliyor. Bilmem kimin haberi var? Gencecik bir öğretmen şehirlerarası bir yolda PKK tarafından kaçırılıp, şehit edildi. Bu önemli ve üzerinde kafa yorulması gereken hadise.  Şehitler arasında “öncelikli” olur mu? Cevabı gönüllerde ve vicdanlarda bulunmalı…
Hamasetle, sala ile sorunlar bitmez. Gelecek yirmi yılı şekillendirecek planlar, projeler ortaya koymak, devlet aklını yeniden devletin yegâne yapı taşı olarak kullanmak gerek. Bunlar “bir daha” ile başlayan cümleler dahi kurmamamız için elzem meseleler. Artık romantizmden gerçekler boyutlara geçmeliyiz. Bu kalkışmanın kodunu tek tek araştırmalıyız. Kalkışmanın henüz birinci haftasını bulmadan yüz binleri bulan şahısların tespit edilip işten alınması, atılması, binlercesinin hapse atılması bir anda nasıl tespit edilmişti? Madem biliniyordu ne diye zamanında müdahale edilmedi. Bu soruların cevapları bulunmadığı sürece bu kalkışma kambur olarak zamanı geldiğinde hesap sorulmak üzere hükümetin üzerine patlayacağı gerçeği unutulmamalıdır.
15 Temmuz darbesini yapanların çoğu suçüstü yakalandı. Haklarında iddianameler hazırlandı. Ondan sonra ülke çapında Fetöcüler hakkında tahkikatlar başladı. KHK’ler ile birçok kimse Fetöcü olduğu gerekçesiyle açığa alındı bir kısmı da mahkemelerce tutuklandı. Fakat bugün gelinen noktada tutuklamaların bir kısmının isabetli olmadığı ortaya çıkmaktadır. Çocuğunu cemaatin dershanesi göndermiş, okulunda okutmuş, Bank Asya’ya para yatırmış vs. türünden suçlamalarla birçok kişinin mağdur edildiği anlaşılmaktadır. Bu Bank Asya durup dururken mi kurulmuştu Devletin üst kademelerince kurdele kesilerek kurulan bir bankaya para yatırdı diye vatandaşı suçlamak toplumda bir çoğuna göre saçmalık olarak görülmektedir. Bu arada asılsız ihbarlara da itibar edildiği bilinmektedir. Yargıda tutuklu için ihbarlara itibar etmek tabi ki bir tedbirdir. Ama şu anda bir cezalandırma yöntemi olarak uygulanmaktadır. Devletin en üstü kademelerine atanan, Türkiye Cumhuriyeti Ordusunun Orgeneral seviyesine kadar Fetönün aveneleri nasıl rütbe almıştı? Kalkışanların tamamına yakınının hangi yıllarda ki askeri şuralarda general rütbeleri aldıkları incelenmeyecek miydi? Hakikaten at izi it izine karışmış durumda.
Bütün bunlar Türkiye’de hukuka zarar vermekte ve toplumdaki adalet duygusunu zedelemektedir. Basından izlendiği kadarıyla açıklanan iddianamelerin bazıları hukuki dayanaktan mahrum görünmektedir. Sonuçta insan, Fetö ile mücadelenin yanlış bir mecrada sürdüğü duygusuna kapılmaktadır. Haklıyı haksızdan ayırt etmesinin beklendiği malum komisyon bir türlü faaliyete geçmemektedir. Mahkemelerin bir kısmı Bylock’u bir suç delili kabul etmekte, diğeri bunu yeterli delil saymamaktadır. Bu durumda Bylock kullanmayan birçok tutuklunun neden serbest bırakılmadığı bir muamma haline gelmektedir. Velhasıl siyasi otoritelerin ve toplumsal vicdanın kanaati Fetö ile mücadele çeşitli sebeplerle sulandırılacak gibi görünmektedir.
Ne kadar çok kişiyi cezalandırırsak Fetö ile o kadar iyi mücadele ederiz mantığı isabetli değildir. Hukuk içerisinde kalarak hareket etmek lazım gelmektedir. Demokrasiyi taçlandıran iyi işleyen bir hukuk nizamıdır. Bu konudaki özensizlik ve dikkatsizlik ülkeyi büyük sıkıntılara sokabilir ki iktidar partisini de zamanı geldiğinde sokabileceği de aşikardır. İktidar kandırıldığını beyan etse de bu sorun iktidarın ileride başını çok ağrıtacağa benziyor. Bir an önce magazinsel bölümden uzaklaşılarak köklü ve ezici tedbirler alınmadıkça bu yılanın başı tam ezilmedikçe tehlikenin geçtiği rahatlığını yaşamamalıyız. Hükümetimiz tehlikeli bu yılanın başını, kıçını, kuyruğunu mutlaka ezip yok etmelidir. Aksi takdirde bu yılan hükümetimizin de ayağına dolanacaktır. Şahsım adına direk şu ya da bu diye kimseyi suçlamak gibi bir anlayışım olmamakla birlikte bu kalkışmanın kodlarını çözmek, gerektiğinde bu ülkenin bekası açısından en büyük görev hükümetimize iş düşmekte olduğunu belirtmek istiyorum. Cemaat mensubu olanların büyük çoğunluğu basına yansıyan ifadelerinden yaptıklarından asla pişman olmadıkları gerçeğidir. Ordu, polis ve yargıda tek bir cemaatçi bile kalmamalıdır. Çünkü bu örgüt üyeleri devlete ve hükümete karşı şu anda büyük bir öfke içerisindedirler. Bu sebeple her türlü ihaneti ve provakasyonu yapabilirler. Bundan sonra onlar cemaat liderinin mesajlarına sıkı sıkı sarılacaklar, kemikleşecekler ve devlet düşmanı birer militan haline geleceklerdir.
Doğrudan 15 Temmuz darbesine karışmamış cemaatçiler hakkında açılan davaların çoğu da fos çıkacak görünmektedir. Bunlar delil yetersizliği sebebiyle bir süre sonra serbest kalacaklardır. Zira birçok kimseye sadece Bank Asya’ya para yatırması, gazete ve dergi abonesi olması, çocuğunu cemaat okullarında ve dershanelerinde okutması gibi tali dereceden delillere dayandırılarak örgüt mensubu olmak veya yardım ve yataklık etmek suçundan verilecek cezalar zaman içerisinde üst mahkemeler tarafından bozulacaktır.
15 Temmuz 2016! Kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına ve bekasına karşı içerden ve dışarıdan yapılmış en büyük saldırılardan birisinin yaşandığı geceydi. Saldırı pek şiddetliydi, bu şiddetine uyar şekilde de kan dökülmesine sebep oldu. Peki bu inanılmaz kalkışma sadece bir darbe teşebbüsü müydü, yoksa tarih yazanların uzun soluklu planları gereği bölgesel coğrafya yeniden mi şekillendirilecekti?
Olayı Türkiye’nin alışık olduğu darbeli iktidar mücadelelerinden birisi olarak değerlendirmemek gerekir. Yapılması gereken “15 Temmuz’un ötesinde nelerin olması planlanmıştı, 15 Temmuz’da darbeciler-kalkışmacılar başarılı olsaydı Türkiye’yi ve bölgesel coğrafyayı neler bekliyordu” yu duygu ve politik beklentilerden uzak, sakince irdelemek gerekmektedir. İktidarı, muhalefeti kimse bu 15 Temmuz kalkışmasını önleme adına kendilerine bir pay çıkarmasın. !5 Temmuzu bizzat bu halk kararlı olarak sokaklarda canlarını hiçe sayanlar önlemiştir.
Ne yazık ki mevcut siyasi irade bu anlayışı yakalayamıyor ve hala olayı bir iktidar devirme- iktidar kapma mücadelesi olarak algılıyor. Böyle algılamasa, samimiyetle ve ısrarla ABD’den Fetullah Gülen’i ister, Batı ülkeleriyle “bu hainleri niye saklıyorsunuz” polemiklerine girer mi?
Bilenler bilirler, Fetullah Gülen hareketi, 1970li yıllarda gelişmeye başladı. Başlangıçta öğrenci yurtları, öğrenci evleri, basın unsurları şeklinde örgütlendi, ardından ticari kuruluşlar ve okullar geldi. 1980 darbesini pek yara almadan atlatan teşkilat (cemaat), 1980 sonrası okullar, dış ülke açılımları, özel üniversiteler ve büyük şirketlere dönüşmeye başladı. Kısa sürede Başbakanlık müsteşarlığı, YÖK gibi kritik birimler ele geçirildi ve cemaat mensupları hızla bürokrasiye, askeriyeye, üniversiteye dahil oldular. Lider, sağlık sorunlarını bahane ederek ABD’ye taşındı, merkez orada kuruldu, hareketin güvenliği de garantiye alınmış olundu.
Türkiye’nin son yıllardaki hakim siyasi iradesi iş başına gelince, başlangıçta kurulan güçlü ilişkiler ile cemaat mensupları giderek Türkiye’yi bir ağ gibi sardı. Artık hiç kimse ve hiçbir mevkii bu teşkilata “hayır” diyemiyordu; teknik, bürokratik, idari, askeri ve eğitsel bütün atamalar, atama-yükseltme jürileri teşkilatın istediği şekilde oluşturuluyordu. Teşkilatın düzenlediği gecelerde, o bölgedeki bütün protokol  boy gösteriyor, cemaatle arasını iyi tutmaya çalışıyor, cemaatin il imamları illerin en güçlü iradesi haline geliyordu.
Siyasi iradenin yakınları-içten taraftarları ise seyri şaşkınlıkla izliyor, hayli kıskanıyor, biraz biraz da itiraz sesleri yükseltiyorlardı. Türkiye’nin sıradan halkı da hayretler içindeydi; sermayenin – burjuvazinin en güçlü temsilcileri cemaat lideri önünde diz vurup, el öpüyor, ihale bahşişlerini alıyorlardı.
Kısacası 2010lu yıllarda Türkiye’nin bütün kaleleri ve mevzileri neredeyse bu melun teşkilat tarafından ele geçirilmişti.
Türkiye’de, aynı zamanlarda başka şeylerde oluyordu. Bölücülük gittikçe güçlenirken, memleket evlatlarının birkaç kez yok etme noktasına getirdikleri PKK, bir şekilde tekrar diriltiliyor, bölücü Kürtler adeta dokunulmazlığa doğru ilerliyorlardı. Yakın coğrafyada da paralel nitelikli olaylar oluyordu ve bunlar belli bir istikamete doğru gelişiyordu: Kuzey Irak’ta gittikçe kurumsallaşan bağımsız Kürdistan, Kerkük bölgesinde PKK yerleşimi, Kuzey Suriye’de PKK-PYD askeri ve siyasi hakimiyeti… Onları koruyan ve destekleyen ABD ve Batılılar…
Ülkemizin içinde ve dışında, yeni dünya düzeni – yeni Orta Doğu/ Ön Asya için işler kıvamına geldiğinde, Türkiye’de birden 15 Temmuz kalkışması başlatıldı. Gazi Meclise, kendi asker ve polisine, kendi milletine acımasızca saldıran bir kalkışma… Kalkışmanın Fetöcüler tarafından yapıldığı açıktı. ABD’den ve Batıdan destek aldığı da.
Ancak, tarihi yazanların, her sonuca göre, amaçlarına ulaşacak şekilde hazırlanmış planları olur. 15 Temmuz kalkışması başarısız oldu; ama, başarısızlığa göre kurgulanmış beklentiler de hazırdı. Stratejistler, hain kalkışmanın, en azından Türkiye’nin en önemli gücü olan, 30 yıllık terör mücadelesini götürürken tecrübe ve sıkı eğitimi birleştirerek dünyanın en etkili ordularından olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin “Türkiye dışı müdahale gücünü büyük ölçüde zayıflattığı” kanaatindeler. Yani, yine ABD ve Batılıların istediği oldu. Türkiye’nin yakın çevresine müdahale etme gücü zayıflatıldı. Sonuçta, onların desteklediği kalkışma-darbe başarısız oldu, ama sonuçları, tesiri onlar için başarılı, onların istediği gibi oldu. Sadece, çizecekleri coğrafyanın hayata geçeceği tarih biraz değişti, ileriye uzadı.
ABD ve diğer Batılılar, kalkışma başarılı olursa, tarihte hiç olmadıkları ölçüde hakim olabildikleri bir Orta Doğu/Ön Asya düzeni oluşturabileceklerdi. Türkiye’de siyasi ve ekonomik düzeni ele geçiren Fetöcüler, Türk Devleti’ni Batılıların istedikleri kıvamda bir boyunduruğa alacaklardı. ABD mandasında-kontrollü- bir Türkiye… Irak ve Suriye’de Kürtler zaten tam kontrol altındaydı. Böylece Türkiye’nin güneyi ile, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde bir Türkiye-Kürdistan konfederasyonu oluşturulacaktı. Aşağıda, Körfez’de Suudi Arabistan, Küveyt, BAE gibi, ABD tarafından bütün zenginliği ile tam kontrol edilen bir coğrafya vardı. Daha yukarıda, ortalarda İsrail ve uyumlu Mısır, yukarıda, kuzeyde ABD’ci Türkiye-Kürdistan konfederasyonu ile coğrafyanın yeni şekli, tüm Orta-Doğu ve Ön Asya’da ABD – Batı çemberi tamamlanmış olacaktı. Sadece idari, siyasi ve ekonomik yönden değildi  hakimiyet hayali. Böyle bir Orta-Doğu Ön Asya siyasi yapılanması, Batı medeniyeti için en büyük tehdit algısı, müslüman coğrafyanın yegane medeniyet şansı, “yeniden Türk medeniyeti tasavvuru” da ortadan kaldırılmış olunacaktı. Aklınıza sakın komplo teorileri gelmesin! Büyük devletler, günlük taktiklerle ilerlemezler, böylesi stratejiler yaparlar.
Çok şükür  ki ülkecek  hep beraber bu darbeyi bertaraf ettik, kalkışmayı ezdik.
İşte bu ve buna benzer sebepleri iyice inceleyip geleceğimize daha iyi yön vermemiz gerekmektedir. Geleceğimizin çiçekleri çocuklarımıza güzel bir miras bırakma adına İşi sulandırmadan hangi yara deşilecekse korkmadan deşilmeli nedenleri, niçinleri sorgulanmalı, önlem ve tedbirler kimlerin canını acıtacaksa korkmadan acilen alınmalıdır. Bir emekli vaiz emrinde nasıl 200 milyon hazır nakit paralara hükmeder. Bir emekli vaiz neden devletin tüm kademelerine, kadrolarına nüfuz etmek ister nedenlerini, niceliklerini iyi etüt etmek zorundayız. Çoluğundan çocuğuna, yaşlısından gencine kafalarda ki en ufak soruların kalmaması açısından en köklü tedbirleri ve temizliğin yapılmamasından korkulmamalıdır.
 Bu coğrafyada yaşayabilmenin tek şartı güçlü olmak zorunluluğudur.
Saygılarımla

Mustafa Kemal Bektaş


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder