Ülkemiz ne hikmetse bir türlü gelişmekte ülkeler kabuğunu yırtamadı. Her gelen rol model benimseyip ekonomiye, yapısal sorunlara el attıkça tam tersi geriye gidip borç bataklığına saplanıyoruz. Ama kimsede bir türlü bu çarkları bozduğundan dolayı da yargı önünde hesap vermiyor. Bizim gibi demokrasisi ve yargısı tam yerli yerine oturmayan ülkelerin genel hastalığı budur: Yap boz hesap vermeye gerek yok. Oy alamayınca kenara çekilince hesap verildiğini kabul ediyorlar. Halbu ki hesabı bizzat yargı ile sormak gerek. Ama kim hesap soracak. Maalesef böyle yapbozla da kaynaklarımızı kaybedip kalkınamıyoruz.
Şimdi neden kalkınamıyoruz bir bir inceleyelim.
*İnsan sermayemiz düşük, IQ seviyesi düşük elemanlar devletin en küçük kadrolarına kadar yer alıyor. Öğretim elemanları yetersiz. Milli Eğitim Teşkilatı personelince eğitim sisteminde çok oynamalar oldu. Eğitim sistemi tam bir yaz boza dönüştü.
*Eğitim seviyesi düşük, fikir üretimi yetersiz ve beceriksizlerden oluşan bir kitle oluştu.
*Sosyal sermaye düşük, müşterek temel değerlerde inanç zayıf
*Kurumlar verimsiz ve yetersiz, liyakatsiz tayinler söz konusu, Liyakata uygun tayin yok gibi.
*Bilgiyi bilim, ezberi eğitim biliyorlar. Öğretmen yetiştiren üniversiteler yetersiz, Okullaşma oranı düşük, Okul sonrası eğitim ve sürekli eğitim yok,
* Kaynaklarımızı eğitim haricindeki yerlerde, dış göçlere yada hiç alakasız konulara yatırarak çarçur ediyoruz.
Mevcut Eğitim Sistemimize gelince :
- Genellikle öğrenmeye değil öğretmeye;
- Yapmaya değil bilmeye;
- Araştırmaya değil ezberlemeye;
- İşe, mesleğe değil şekle;
- Temel anahtar kavramları kazandırmaktan çok gereksiz ayrıntılara;
- Çocuğun yeteneğini ortaya çıkarmaktan çok verilen bilgileri ölçmeye;
- Çocuğun özünü, ruhunu, şuurunu geliştirmekten, güçlendirmekten çok çocuğun görüntüsünü değiştirmeye;
- Çocuğun kişiliğini ve karakterini geliştirmekten çok, müfredat programlarını bitirmeye;
- Çocuğun kendi kendisinin olduğunu anlamasından çok, bizim istediğimize göre, büyüklerinin istediği onun hakkındaki kararına göre yetiştirilmesi ;
- Çocuğu üreticiliğe, tutumlu olmaya ve tasarrufa değil tüketiciliğe, israfçılığa;
- Çocuğun eleştirici, bağımsız ve hür bir dimağ ve medeni cesaret sahibi olmaya değil, genellikle eleştirmemeye;
- Çocuğun Düşünmeyi geliştirmeye, özendirmeye değil mevcutla yetinmeye ve genelde halini kabullenmeye;
- Çocuğun aklı ve mantığını değil mutlak itaate zorlamaya;
- Çocuğun Mesleki ve teknik eğitimine değil, akademik ve genel eğitime;
- Çocuğun başarısını değil başarısızlığını ölçmeye;
- Çocuğun yeteneğe göre seçen, değerlendiren, yönlendiren değil, elemeye, itmeye, sistemin dışına atmaya;
- Çocuğa öncelik ve değer veren bir yaklaşımı anlayış ve uygulama içindedir. Bütün bunların sonucu davranışa değil diplomaya değer veren bir eğitim sistemimiz mevcuttur.
İşte gördünüz ana sorunları. Şimdi bunları biraz açalım:
Kurumların verimsiz ve etkisiz oluşunda liyakatsiz tayinlerin rolü vardır. İnsan sermayesinin yetersizliğinin de… İnsan sermayesi ve IQ eksikliği, şüphesiz toplum sermayesini de daraltan bir faktördür… Liyakatsiz tayinlerden kasıt "bizim adam" tayinleri, "biraz da biz yiyelim" anlayışı özünde olmasıdır.
Sosyal
sermayemiz yetersiz olup, birbirimize güvenmiyoruz. Bir milletin mensuplarında
bulunması gereken şuur, karşılıklı sevgi ve saygıdan mahrumuz. Sosyal, siyasî
birliktelikler kurup ülkemizin ve kendimizin seviyesini yükseltmek için bir
araya gelmiyoruz. Gelmemekle kalmayıp, böyle bir faaliyetin yararına da
inanmıyoruz. Bazı büyük adamlara veya o büyük adamların yakın çevremizdeki
uzantılarına yanaşmayı daha önemli addediyoruz. Kendimiz için ayrıcalık talep
ediyoruz. Bunun ahlâksızlık olduğunun bilincinde değiliz. Zaten iş hayatında ve
siyasette ahlâksızlığın aslında ahlâksızlık olmadığı, bu alanların tabiatı
icabı ahlâksız davranılması gerektiği kanaatindeyiz. Bu vahim hâle tahammül
edebilmek için kendimizi, ahlâksızlığın sadece apış arasıyla sınırlı olduğuna
inandırmışız. Din ve mukaddes anlayışımız da böyle çarpık ve sınırlıdır.
Toplumu toplum yapan, milleti millet yapan değerlerden hızla uzaklaşmaktayız.
İnsan
sermayemiz yetersizdir. Bu yetersizlik her şeyden önce toplumumuzun aptal gibi
reaksiyon vermesine sebep oluyor. Soyut kavramlar, tüme varım, tümden gelim,
sınıflandırmalar, kategorilerle düşünmek, hep eğitimle kazanılan yeteneklerdir.
Bunların yokluğu toplumun ortalama zekâ bölümünde, yani IQ’sunda kalkınmış
ülkelere göre ciddî bir düşüklüğe yol açmaktadır. Bu zihnî yetersizlikten
dolayı problemlerimizin asıl sebeplerini bulamıyoruz. Bu sebepleri bulmak için
gereken zihin cehdini gösteremiyoruz. Hatta problemlerimizi kendimizin
çözebileceğine inanmıyoruz. Sıkıntılarımızın hep gizli kuvvetler, bize oynanan
oyunlar ve komplolar yüzünden başımıza geldiği zannına, basit sebep-sonuç
aptallığına duçarız. Bizi bu komplolardan kurtaracak, düşmanlarımızı
kahredecek, oyunlarını bozacak büyük adamlar bulmak ve onların eteğine yapışmak
eğilimindeyiz. Göbek bağımız elimizde, sokacak priz arayan fetüsler gibi
davranıyoruz. Şahsiyetimiz ve kişiliğimizi yalancı ana rahimlerine teslim edip
rahatlamak istiyoruz… Yanpala yatıp büyük liderlere, mehdilere, şıhlara,
olağanüstü güç sahiplerine sığınıyoruz..…
Kanun
hâkimiyetinde eksiğimiz var. Sosyal sermaye ve insan sermayesi eksikliklerinin
de tesiri altında demokrasiye, kanun hâkimiyetine, kanunların herkes için
olduğuna inancımız tam değil. Kendimize ayrıcalık talep ettiğimiz gibi bazı
büyük adamların kanunları ihlalinin de normal olduğu kanaatindeyiz.
Demokrasinin çok da önemli bir kurum olmadığını düşünüyoruz. Zaten her yer
hainler ve düşmanlarla doluyken, herkes çalıp çırpmaya odaklanmışken
demokrasiden bahsetmek de abestir. Milletin tek tek eşit ve hür insanlardan
meydana geldiği bize göre bir anlayış değil. Zaten millet diye bir kavramdan,
kendi kimliğimizden de emin değiliz. Bu şartlar altında kanun hâkimiyeti
düşmanlarımızı ve hainleri ezmek için gereklidir ama bizim ve bizim bağlı
olduğumuz büyük otoriteler için kanun gerekmez.
Kurumlar
verimsiz ve etkisiz. Bu probleme de ilk üç problemin etkisi kolayca görülür.
Kurumlara liyakat sahiplerinin değil, büyük otorite merkezlerinin adamlarının
tayini, liyakat ve adalet gibi, kanun hâkimiyeti gibi ne idüğü belli olmayan
kavramlardan muhakkak ki daha önemlidir! (Bu arada tabi bizi de tayin
edeceklerini umarız.) Kurumlarımıza inanmadığımız gibi bunların bir geleneğinin
olduğuna, olması gerektiğine de inanmayız. Kurum dediğin, nihayet bir genel
müdürün veya başkanın çekip çevirdiği ve hâkim olduğu ve son tahlilde maaşımızı
veren yerdir. O maaşımız da tabiatıyla o baştaki adama bağlıdır. Kurum o
demektir. Onu da onun üstündeki büyük adam tayin etmiştir ve bu zincir en büyük
adama kadar gider. Bazılarımız bu zinciri beğenmeyip kendi paralel zincirlerini
kurarlar ve kurdukları yapının başarı derecesine göre kurumlara hâkim olurlar.
Kurumların ülküleri, odakları, vizyonları, misyonları gibi kavramları biz
bilmeyiz. Bunlar muhtemelen komplocuların ve bize karşı olanların kurumu ele
geçirmek için kurdukları oyunlardır. Lütfen her gün dinlediğiniz nasıl yükseldiğimiz, kalkındığımız, herkesi kıskandırdığımız konusundaki nutukları hatırlayın ve artık karar verin ki bunları söyleyenler doğru söylemiyorlar. Bu ülkeyi büyük adamlar, olağanüstü güçler değil biz kalkındıracağız. Evet siz! Kalkındıracak olan da, başarısız olup süründürmeye devam edecek olan da sizsiniz, biziz… Başka kimse değil. Bu ülkenin böyle sürünmesinin de asıl sebebi biziz. Aptallığımızla, cesaretsizliğimizle, bir kurtarıcı beklememizle, hareketsizliğimizle... Evet, biziz; sizsiniz.
Tabi rakiplerimiz var, tabi bizim kalkınmamızı istemeyenler var. Dünya bir milletler mücadelesi arenasıdır. Ama o rakiplere fırsat veren biziz. Unutmayalım ki biz başkalarının davranışlarından sorumlu değiliz. Başkalarının davranışlarını düzeltemeyiz de. Ama kendi davranışlarımızdan sorumluyuz. Kendi davranışlarımızı düzeltebiliriz. kendimizi inceleyerek işe başlayabiliriz.
Saygılarımla
Mustafa Kemal Bektaş
Kaynak:
- Prof.Dr. İskender ÖKSÜZ Niçin Kalkınamıyoruz
- Prof.Dr Cihan DURA Neden Kalkınamıyoruz.
- Esfender KORKMAZ İslam ülkeleri neden kalkınamıyor ?
- Udval BULTEN Teknolojik iktisatçılığının Başlıca meseleleri
- İstanbul Ünv İktisat Fak.Türkiye’de kamu Ekonomisi ve Mali kriz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder