31 Mayıs 2018 Perşembe

YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULMAK… BİZİM MİLLİ BİR KİMLİĞE SAHİP OLMAMIZ VE SAHİP ÇIKMAMIZ GEREK.. Saddam Hüseyin El Tikriti, Irak'ı 23 yıl yönetti. ABD'nin Irak'ı işgaliyle iktidardan düşen ve yargılandığı Duceyl davasıyla ölüm cezasına çarptırılan Saddam Hüseyin kimilerine göre bir diktatör, kimilerine göre de bir halk adamıydı. ABD'nin Saddam'ı ilk devirme girişimi olan Çöl Tilkisi operasyonu, 17 Ocak 1991'de başladı. Saddam yönetimi, 12 yıl süren BM ambargosunun ardından, ABD'nin Mart 2003'te başlayan askeri müdahalesiyle 9 Nisan 2003'te devrildi. Bir süre kaçak yaşayan Saddam Hüseyin, 13 Aralık 2003'te, doğum yeri Tikrit yakınlarındaki Advar'da gizlendiği yerde yakalandı ve yargılanmak üzere hapsedildi. Sonunda 05.11.2006 da asılarak idam edildi.

YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULMAK… BİZİM MİLLİ BİR KİMLİĞE SAHİP OLMAMIZ VE SAHİP ÇIKMAMIZ GEREK..

Saddam Hüseyin El Tikriti, Irak'ı 23 yıl yönetti. ABD'nin Irak'ı işgaliyle iktidardan düşen ve yargılandığı Duceyl davasıyla ölüm cezasına çarptırılan Saddam Hüseyin kimilerine göre bir diktatör, kimilerine göre de bir halk adamıydı.
ABD'nin Saddam'ı ilk devirme girişimi olan Çöl Tilkisi operasyonu, 17 Ocak
1991'de başladı. Saddam yönetimi, 12 yıl süren BM ambargosunun ardından, ABD'nin Mart 2003'te başlayan askeri müdahalesiyle 9 Nisan 2003'te devrildi. Bir süre kaçak yaşayan Saddam Hüseyin, 13 Aralık 2003'te, doğum yeri Tikrit yakınlarındaki Advar'da gizlendiği yerde yakalandı ve yargılanmak üzere hapsedildi. Sonunda 05.11.2006 da asılarak idam edildi. 
Kimyasal silah deposuna sahip olduğu söylendi ama ölümünden yıllar geçse de kimyasal silah izine asla rastlanılmadı. 25.11.2003 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi devrik Irak lideri Saddam Hüseyin’e ait mal varlığını denetim altında tutmak amacıyla yeni bir komisyon oluşturmayı kararlaştırsa da öldüğünden beridir hala mal varlıkları ne oldu asla basına yansımadı. Bilinen sadece Saddam’a ait milyonlarca bir milyon doların piyasaya sürüldüğü ve servetinin ne olduğu hala belli değil.
Muammer Kaddafi. O da kimilerine göre ülkeyi yıllarca diktatörlükle yönetmiş kanlı bir lider. Kimilerine göre de Libya’daki refah seviyesini arttırmak için uğraşmış bir devrimcidir. Oda tıpki Saddam Hüseyin gibi Vladimir LeninJosef StalinAdolf Hitler gibi tartışmalı liderlerdendir. Yirminci yüzyılın en çok konuşulan siyasi kişiliklerinden biri olan Muammer El Kaddafi, Libya’yı 42 yıl boyunca demir yumrukla yönetti. Onun da akibeti Saddam gibi oldu.
Ölümlerinden sonrada isimlerinin anılması bitmedi.
Belçika merkezli Le Vif dergisinin haberine göre Libya'nın devrik lideri Muammer Kaddafi yönetimine ait Belçika'da dondurulan banka hesaplarından 10 milyar euro kayboldu. Belçika Dışişleri Bakanı ise haberin doğru olmadığını öne sürdü.
Usame Bin Muhammed Bin Avad Bin Ladin.
Usame bin Ladin, 10 Mart 1957 tarihinde Suudi Arabistan'ın Riyad şehrinde doğdu. Babası Muhammed Bin Ladin Cidde'de inşaat işleriyle uğraşarak milyarder olan ve günümüzde Saudi Binladin Group adıyla faaliyet gösteren şirketin kurucusu olup, 2 Mayıs 2011 tarihinde Amerika birlikleri tarafından yapılan bir operasyon sonucu öldürülmüştür.
Dünya tarihinde bu ve bunun gibi irili ufaklı yüzlerce diktatörü, emperyalist devşirmesi örnekleri vardır. Ben sadece üç tanesini örnek verdim. Bunlardan üç tanesini seçtim. Hepsinin ortak özelliği hayatlarının bir bölümünde Amerika ile çakıştığıdır. Önce Amerika tarafından nemalanan bu zatlar daha sonra da iktidar hırsının da etkisiyle Amerika’ya kafa tutmaları sonucu ile akıbetleri hemen hemen aynı olmuştur. Kullan işi bitince darağacına gönder.

Oysa Amerikalılar onların yaptığını kat ve kat mislisini her zaman aşikara yapmaktadırlar. Onlar diktatör ise Amerikalılar tescillenmişidir.
Ortadoğu’nun bölücü bir İngiliz ajanı olan  Arabistanlı Lawrence görevini:
“Türkiye’ye karşı bir Arap isyanı tahrik etmektir ve onun için de batılı olan dış görünüşümü gizlemek ve az da olsa Araplara benzemek zorundayım.” diyordu Lawrence.

Osmanlı imparatorluğunun küllerinden doğan bu bölgenin devşirme milletlerinin sınırları Arabistanlı Lawrence lakaplı İngiliz ajanının kırık cetveli ile çizilmiş hepsinin de akıbetleri hemen hemen aynı olmuştur.
Ben burada diktatörleri övmek gibi bir işim asla olamaz. Günümüzde diktatörleri yetiştiren, devşirten, büyüten, besleyen Amerika ve İngiltere gibi emperyalist güçlerdir. Bir diğeri de S.S.C.B (Rusya) ve Çin’dir. Türk Cumhuriyetlerinde etnik kıyım yapan, dinini dahi yaşatmayan Rusya ve Çin değil midir? Benim ismim Rusya S.S.C.B. yıkıldı deyip işin içinden sıyrılamazlar.
S.S.C.B’nin (Rusya) uydusu Bulgaristan, Todor Jivkov liderliğindeki rejimin Türk ve Müslüman azınlığa yönelik 1984 ve 1989 yılları arasında uygulanan asimilasyon politikalarını 22 yıl sonra kabul etse de Bulgar Parlamentosu 1989 yılında sona eren komünist rejimin, Müslüman ve Türklere karşı uyguladığı asimilasyon sırasında yürüttüğü isim değiştirme, ibadet yasağı, anadilde konuşma ve zorunlu göç gibi etnik temizlik kampanyalarını unutmuş değiliz
Tibet ve Uygur bölgeleri Çin'deki 55 azınlık grubu içinde en büyükleri ve Pekin'in en fazla başını ağrıtanlar Tibetliler ve Uygurlardı. Geniş bir bölgede dağınık bir şekilde yaşayan iki azınlık grubunun da tarih boyunca bağımsız oldukları dönemler mevcuttu. Tibetliler ve Uygurlar, Çin'in toplam nüfusunun % 1'inden az olsa da, bu iki bölgenin bağımsızlığı Çin'in topraklarının yüzde 30'unu kaybetmesi anlamına gelmekteydi. Bu yüzden de Pekin makamları, daha fazla özerklik ya da bağımsızlık taleplerine sert tepki vererek yıllardır Han grubundan Çinlileri bölgeye yerleştirerek nüfus yapısını değiştirmeye çalışmakta ve etnik temizlik yapmaktadır.
Sevgili dostlar bunları ben size neden anlatıyorum. Eğer bu emperyalist güçlerin maşası ayağı olmak istemiyorsanız bunun adımları güçlü bir ekonomi ve güçlü bir sanayi ve teknolojiye sahip olmaktan geçer. Eğer olamazsanız önce tarım ve hayvancılığınızı çökertirler ki nüfusunuzu beslemekte kendilerine bağımlı yapsınlar, genleri değişmiş ürünlerle tank, top, silahla ele geçirilemeyen topraklarınızı zahmetsizce altınızdan çekip alsınlar, gelecek nesillerinizi hasta ve sağlıksız kılsınlar. Sonrasında bankalarınızı çökertirler ki ekonominizi ellerinde tutsunlar. Sonra sanayi ve teknolojiyi çökertirler ki teknolojide kendilerine bağımlı kılsınlar. Eğitim sisteminizi çökertirler ki eğitimsiz bir nüfusu daha kolay ele geçirsinler.
Bu nedenle;
Çocuklarımızı bilinçli bir şekilde Türk kimliğine uygun yetiştirmeliyiz.
Çocuklarımıza emperyalist ülkelerin uşaklığını yapmamaları için akli bilim, ilim eğitimli, kılmalıyız.
Çocuklarımıza tarihten örnekler vererek dostumuzu düşmanımızı öğretmeliyiz.
Muhasır medeniyet seviyesine ulaşmalıyız.
Bölgemizden bir milim sınırı bile olmayan milletleri uzaklaştırmalıyız.
Bu da  ekonomik güç ve tam bağımsızlıkla mümkündür.
Onlara bağımlılıktan kurtulmalıyız.
Bağımsızlığın temeli eğitimden geçer.
Yoksa salyalı kuduz köpekler gibi bu emperyalist ülkelerin  her an paçamızdan  tutmaları mümkündür.

Saygılarımla


Mustafa Kemal Bektaş

https://www.kapsamhaber.com/dunyanin-hic-bir-ulkesinde-boyle-multeci-yok-makale,1769.html

https://www.kapsamhaber.com/dunyanin-hic-bir-ulkesinde-boyle-multeci-yok-makale,1769.html

30 Mayıs 2018 Çarşamba

KENDİMİ SÖMÜRGE ÜLKESİNDE ZANNEDİYORUM. REKLAM TABELALARI TAMAMEN DEĞİŞSİN. T.R.T.BİZE YABANCILARI ÖĞÜCÜ PROGRAMLAR, SİNEMA FİLMİ İZLETTİRMESİN. Nihayet Türk Standartları Enstitüsü, kurum ve kuruluşlarda kullanılan tabelalar için kurallar standardını yayınladı. Buna göre tabelada yabancı ifade, Türkçe kelimenin yüzde 25’i büyüklüğüne olacak.

KENDİMİ SÖMÜRGE ÜLKESİNDE ZANNEDİYORUM. REKLAM TABELALARI TAMAMEN DEĞİŞSİN.
T.R.T.BİZE YABANCILARI ÖĞÜCÜ PROGRAMLAR, SİNEMA FİLMİ İZLETTİRMESİN.


Nihayet Türk Standartları Enstitüsü, kurum ve kuruluşlarda kullanılan tabelalar için kurallar standardını yayınladı. Buna göre tabelada yabancı ifade, Türkçe kelimenin yüzde 25’i büyüklüğüne olacak.
Çok şükür  nihayet bir yıldır yazmadığımız söylemediğimiz yer kalmadı.
Yabancı isimlerle işyeri açma ve tabelalarda yabancı kelimeler kullanma konusunda dilin ve kültürün yozlaşması adına büyük erozyonlar yaşandığı bu dönemlerde tabelalarımız, isimlerimiz, dilimiz resmen işgal altına alındı.
Sadece büyük işyerleri ve alışveriş merkezleri değil, kasabından dükkânına, berberinden manavına kadar her yerde yabancı isimler kullanılmakta. Sanki sömürge devletindeyiz gibi
Tabelalardaki yabancı isim çılgınlığı tüm yurdumuzu sararken her kesimden ülkemiz insanı, her gün kelime dağarcığına yenilerini ekliyor ve bu kelimeleri büyük bir istek ve gayretle öğrendiği için, bir süre sonra o kelimelerin Türkçe karşılıklarını unutuluyordu. Derken dildeki bu dönüşüm tabelalara da yansıyor. Tabelalar yabancılaştıkça, insanlarda daha fazla yabancı hayranlığı oluşuyordu!
Burasının Türkiye Cumhuriyeti olduğunu bir kez daha hatırlatırız sayın iş yeri sahipleri...
Çarşı, pazar sokaklarımız sayenizde sömürge ülkesi görünümündeydi...
Peki, bir Türk neden iş yerine Fransızca, İspanyolca, İngilizce isim koyar?
Türkçemiz mi yetersiz?
Bu diller ana dilimiz mi?
Siz hiç bir Alman'ın , İngiliz'in, Fransız'ın, Amerika’lıların, İtalya'nın iş yerine Türkçe tabela astığını gördünüz mü?
İş yerine Yabancı isim verenler iş yeri sahipleri acaba çocuklarınıza da yabancı bir isim verecek misiniz?
Henüz hiçbir şey vatan toprağından kaybetmedik. Ne ülkemiz gitti elimizden ne de Türkçemiz. Kendinize gelin. İçine düştüğünüz özenti hastalığından lütfen artık kurtulalım.
Öyle ülkemizi sevme hamasi nutukları atmayın. Şu tabelalarınızı tamamen Türkçeleştirmekten bir başlayın. Sadece dolar bozdurarak vatana sahip çıkılmıyor. Sayın devlet yetkilileri, tabelalarını Türkçeleştirmeyenlerin gerekirse iş yeri açma ruhsatlarını bile iptal etmekten çekinmeyin,
Yerel yöneticilerimiz; Ülkemize yakışır, Türkçe'mize yakışır tabelaları düzenletirseniz size buradan kocaman bir teşekkürü borç bilirim.
Diğer bir hususta televizyonlarda ne hikmetse yabancı hayranlığı uyandıran sinema filmleri koyması. Özellikle de T.R.T. Her Pazar günü öğle saatlerinde Kızılderili filmleri koyarak boy boy Amerika bayrağı ve Amerikan rangers askerlerini göstermesi.
Her pazar günü Amerikan askerleri Kızılderili öldürür Amerikan bayrağı kaleye dikerler. Hedefi 12 den vururlar.
Birileri mahsus mu yapıyor nedir! Bizim vergilerimizle gözümüzün içine baka baka Amerikalıları öven filmleri yayınlamalarından artık sıkıldım.
Bakın son zamanlarda özel televizyonlarda Söz, İsimsizler, Savaşçı gibi diziler var ne güzel. Sayelerinde çoluk çocuğumuz artık Türk askerini konuşur oldular. Onca bütçeye rağmen T.R.T böyle diziler yapamıyor mu?
Mecbur muyuz her Pazar günü Amerikalıların kızıl derili öldürmelerini ve bayraklarını seyretmeye…
Yetkililer inşallah duyarsınız bu çağrımı… Gerekirse her platformda bunu dile getirteceğiz.
Biz Türk çocuğuyuz. Bize yabancı ülke ve askerlerini öğücü programları seyrettirmekten vazgeçin. Ya da bu filmleri gidin kiralayın kendi evinizde seyredin!..

Saygılarımla

Mustafa Kemal Bektaş


http://www.samsunhaber.com.tr/kendimi-somurge-ulkesinde-zannediyorum-reklam-tabelalari-tamamen-degissin-trtbize-yabancilari-ogucu-programlar-sinema-filmi-izlettirmesin-makale,152.html

http://www.samsunhaber.com.tr/kendimi-somurge-ulkesinde-zannediyorum-reklam-tabelalari-tamamen-degissin-trtbize-yabancilari-ogucu-programlar-sinema-filmi-izlettirmesin-makale,152.html

29 Mayıs 2018 Salı

http://www.samsunhaber.com.tr/bu-gun-ku-kose-yazimi-gelecegimizin-cicegi-cocuklarimiza-ayirdim-makale,151.html

http://www.samsunhaber.com.tr/bu-gun-ku-kose-yazimi-gelecegimizin-cicegi-cocuklarimiza-ayirdim-makale,151.html

BU GÜN KÜ KÖŞE YAZIMI GELECEĞİMİZİN ÇİÇEĞİ ÇOCUKLARIMIZA AYIRDIM.. Prof Dr.Fahri KAYADİBİ'NE ait " ÇOCUKLARIN HAYKIRIŞI" parçasını anlamlı bulduğumdan köşemde sizlerle paylaşma ihtiyacı hissettim. Hocamın kalemine sağlık. Çocuklarımız için herşeye değer... Saygılarımla Mustafa Kemal Bektaş

BU GÜN KÜ KÖŞE YAZIMI GELECEĞİMİZİN ÇİÇEĞİ ÇOCUKLARIMIZA AYIRDIM.. 

Prof Dr.Fahri KAYADİBİ'NE ait " ÇOCUKLARIN HAYKIRIŞI" parçasını anlamlı bulduğumdan köşemde sizlerle paylaşma ihtiyacı hissettim. Hocamın kalemine sağlık. Çocuklarımız için herşeye değer... 

Saygılarımla 

Mustafa Kemal Bektaş 



ÇOCUKLARIN HAYKIRIŞI 

Öldürmeyin büyüklerimiz, öldürmeyin bizi  
Toplarla, tüfeklerle vurmayın bizi  
Bombalarla yıkmayın başımıza evimizi  
Savaşa karar veren sizlersiniz  
Ama ölenler bizleriz 
Çiçekler beklerken kurşunlar gönderiyorsunuz bizlere  
Yakışır mı bu vahşet hiç sizlere 

*** 

Öldürmeyin büyüklerimiz, öldürmeyin bizi  
Aç, susuz, ilaçsız, giysisiz bırakıp  
Soldurmayın bizi  
Ağır işlerde çalıştırarak  
Ezdirmeyin bizi 
Yoksa ahımızı taşıyan nefesimiz  
İstemesek de boğar sizi 

*** 

Dövmeyin büyüklerimiz, dövmeyin bizi  
Durduğumuz yerde üzmeyin bizi  
İyi örneklerle hep görelim sizi  
Tatlı söz, güler yüz ve sevginizi  
Başarılı olduğumuzda övgünüzü esirgemezsiniz bizden  
Mutlu edersiniz hepimizi 


Prof Dr.Fahri KAYADİBİ

28 Mayıs 2018 Pazartesi

https://www.kapsamhaber.com/yagmurdan-kacarken-doluya-tutulmak-makale,1766.html


https://www.kapsamhaber.com/yagmurdan-kacarken-doluya-tutulmak-makale,1766.html

YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULMAK… BİZİM MİLLİ BİR KİMLİĞE SAHİP OLMAMIZ VE SAHİP ÇIKMAMIZ GEREK.. Saddam Hüseyin El Tikriti, Irak'ı 23 yıl yönetti. ABD'nin Irak'ı işgaliyle iktidardan düşen ve yargılandığı Duceyl davasıyla ölüm cezasına çarptırılan Saddam Hüseyin kimilerine göre bir diktatör, kimilerine göre de bir halk adamıydı. ABD'nin Saddam'ı ilk devirme girişimi olan Çöl Tilkisi operasyonu, 17 Ocak 1991'de başladı. Saddam yönetimi, 12 yıl süren BM ambargosunun ardından, ABD'nin Mart 2003'te başlayan askeri müdahalesiyle 9 Nisan 2003'te devrildi. Bir süre kaçak yaşayan Saddam Hüseyin, 13 Aralık 2003'te, doğum yeri Tikrit yakınlarındaki Advar'da gizlendiği yerde yakalandı ve yargılanmak üzere hapsedildi. Sonunda 05.11.2006 da asılarak idam edildi.

YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULMAK… BİZİM MİLLİ BİR KİMLİĞE SAHİP OLMAMIZ VE SAHİP ÇIKMAMIZ GEREK..

Saddam Hüseyin El Tikriti, Irak'ı 23 yıl yönetti. ABD'nin Irak'ı işgaliyle iktidardan düşen ve yargılandığı Duceyl davasıyla ölüm cezasına çarptırılan Saddam Hüseyin kimilerine göre bir diktatör, kimilerine göre de bir halk adamıydı.
ABD'nin Saddam'ı ilk devirme girişimi olan Çöl Tilkisi operasyonu, 17 Ocak
1991'de başladı. Saddam yönetimi, 12 yıl süren BM ambargosunun ardından, ABD'nin Mart 2003'te başlayan askeri müdahalesiyle 9 Nisan 2003'te devrildi. Bir süre kaçak yaşayan Saddam Hüseyin, 13 Aralık 2003'te, doğum yeri Tikrit yakınlarındaki Advar'da gizlendiği yerde yakalandı ve yargılanmak üzere hapsedildi. Sonunda 05.11.2006 da asılarak idam edildi. 
Kimyasal silah deposuna sahip olduğu söylendi ama ölümünden yıllar geçse de kimyasal silah izine asla rastlanılmadı. 25.11.2003 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi devrik Irak lideri Saddam Hüseyin’e ait mal varlığını denetim altında tutmak amacıyla yeni bir komisyon oluşturmayı kararlaştırsa da öldüğünden beridir hala mal varlıkları ne oldu asla basına yansımadı. Bilinen sadece Saddam’a ait milyonlarca bir milyon doların piyasaya sürüldüğü ve servetinin ne olduğu hala belli değil.
Muammer Kaddafi. O da kimilerine göre ülkeyi yıllarca diktatörlükle yönetmiş kanlı bir lider. Kimilerine göre de Libya’daki refah seviyesini arttırmak için uğraşmış bir devrimcidir. Oda tıpki Saddam Hüseyin gibi Vladimir LeninJosef StalinAdolf Hitler gibi tartışmalı liderlerdendir. Yirminci yüzyılın en çok konuşulan siyasi kişiliklerinden biri olan Muammer El Kaddafi, Libya’yı 42 yıl boyunca demir yumrukla yönetti. Onun da akibeti Saddam gibi oldu.
Ölümlerinden sonrada isimlerinin anılması bitmedi.
Belçika merkezli Le Vif dergisinin haberine göre Libya'nın devrik lideri Muammer Kaddafi yönetimine ait Belçika'da dondurulan banka hesaplarından 10 milyar euro kayboldu. Belçika Dışişleri Bakanı ise haberin doğru olmadığını öne sürdü.
Usame Bin Muhammed Bin Avad Bin Ladin.
Usame bin Ladin, 10 Mart 1957 tarihinde Suudi Arabistan'ın Riyad şehrinde doğdu. Babası Muhammed Bin Ladin Cidde'de inşaat işleriyle uğraşarak milyarder olan ve günümüzde Saudi Binladin Group adıyla faaliyet gösteren şirketin kurucusu olup, 2 Mayıs 2011 tarihinde Amerika birlikleri tarafından yapılan bir operasyon sonucu öldürülmüştür.
Dünya tarihinde bu ve bunun gibi irili ufaklı yüzlerce diktatörü, emperyalist devşirmesi örnekleri vardır. Ben sadece üç tanesini örnek verdim. Bunlardan üç tanesini seçtim. Hepsinin ortak özelliği hayatlarının bir bölümünde Amerika ile çakıştığıdır. Önce Amerika tarafından nemalanan bu zatlar daha sonra da iktidar hırsının da etkisiyle Amerika’ya kafa tutmaları sonucu ile akıbetleri hemen hemen aynı olmuştur. Kullan işi bitince darağacına gönder.

Oysa Amerikalılar onların yaptığını kat ve kat mislisini her zaman aşikara yapmaktadırlar. Onlar diktatör ise Amerikalılar tescillenmişidir.
Ortadoğu’nun bölücü bir İngiliz ajanı olan  Arabistanlı Lawrence görevini:
“Türkiye’ye karşı bir Arap isyanı tahrik etmektir ve onun için de batılı olan dış görünüşümü gizlemek ve az da olsa Araplara benzemek zorundayım.” diyordu Lawrence.

Osmanlı imparatorluğunun küllerinden doğan bu bölgenin devşirme milletlerinin sınırları Arabistanlı Lawrence lakaplı İngiliz ajanının kırık cetveli ile çizilmiş hepsinin de akıbetleri hemen hemen aynı olmuştur.
Ben burada diktatörleri övmek gibi bir işim asla olamaz. Günümüzde diktatörleri yetiştiren, devşirten, büyüten, besleyen Amerika ve İngiltere gibi emperyalist güçlerdir. Bir diğeri de S.S.C.B (Rusya) ve Çin’dir. Türk Cumhuriyetlerinde etnik kıyım yapan, dinini dahi yaşatmayan Rusya ve Çin değil midir? Benim ismim Rusya S.S.C.B. yıkıldı deyip işin içinden sıyrılamazlar.
S.S.C.B’nin (Rusya) uydusu Bulgaristan, Todor Jivkov liderliğindeki rejimin Türk ve Müslüman azınlığa yönelik 1984 ve 1989 yılları arasında uygulanan asimilasyon politikalarını 22 yıl sonra kabul etse de Bulgar Parlamentosu 1989 yılında sona eren komünist rejimin, Müslüman ve Türklere karşı uyguladığı asimilasyon sırasında yürüttüğü isim değiştirme, ibadet yasağı, anadilde konuşma ve zorunlu göç gibi etnik temizlik kampanyalarını unutmuş değiliz
Tibet ve Uygur bölgeleri Çin'deki 55 azınlık grubu içinde en büyükleri ve Pekin'in en fazla başını ağrıtanlar Tibetliler ve Uygurlardı. Geniş bir bölgede dağınık bir şekilde yaşayan iki azınlık grubunun da tarih boyunca bağımsız oldukları dönemler mevcuttu. Tibetliler ve Uygurlar, Çin'in toplam nüfusunun % 1'inden az olsa da, bu iki bölgenin bağımsızlığı Çin'in topraklarının yüzde 30'unu kaybetmesi anlamına gelmekteydi. Bu yüzden de Pekin makamları, daha fazla özerklik ya da bağımsızlık taleplerine sert tepki vererek yıllardır Han grubundan Çinlileri bölgeye yerleştirerek nüfus yapısını değiştirmeye çalışmakta ve etnik temizlik yapmaktadır.
Sevgili dostlar bunları ben size neden anlatıyorum. Eğer bu emperyalist güçlerin maşası ayağı olmak istemiyorsanız bunun adımları güçlü bir ekonomi ve güçlü bir sanayi ve teknolojiye sahip olmaktan geçer. Eğer olamazsanız önce tarım ve hayvancılığınızı çökertirler ki nüfusunuzu beslemekte kendilerine bağımlı yapsınlar, genleri değişmiş ürünlerle tank, top, silahla ele geçirilemeyen topraklarınızı zahmetsizce altınızdan çekip alsınlar, gelecek nesillerinizi hasta ve sağlıksız kılsınlar. Sonrasında bankalarınızı çökertirler ki ekonominizi ellerinde tutsunlar. Sonra sanayi ve teknolojiyi çökertirler ki teknolojide kendilerine bağımlı kılsınlar. Eğitim sisteminizi çökertirler ki eğitimsiz bir nüfusu daha kolay ele geçirsinler.
Bu nedenle;
Çocuklarımızı bilinçli bir şekilde Türk kimliğine uygun yetiştirmeliyiz.
Çocuklarımıza emperyalist ülkelerin uşaklığını yapmamaları için akli bilim, ilim eğitimli, kılmalıyız.
Çocuklarımıza tarihten örnekler vererek dostumuzu düşmanımızı öğretmeliyiz.
Muhasır medeniyet seviyesine ulaşmalıyız.
Bölgemizden bir milim sınırı bile olmayan milletleri uzaklaştırmalıyız.
Bu da  ekonomik güç ve tam bağımsızlıkla mümkündür.
Onlara bağımlılıktan kurtulmalıyız.
Bağımsızlığın temeli eğitimden geçer.
Yoksa salyalı kuduz köpekler gibi bu emperyalist ülkelerin  her an paçamızdan  tutmaları mümkündür.

Saygılarımla


Mustafa Kemal Bektaş

27 Mayıs 2018 Pazar

DİNİ KONULARDA BİZİM ASIL SIKINTIMIZ OKUMUYORUZ… OKUMADIĞIMIZ İÇİNDE CAHİL CÜHELA TAKIMINA GÜN DOĞUYOR. BOŞLUĞU ONLAR DOLDURUYOR.. ONLARA DEĞİL KENDİMİZE KIZALIM !...

DİNİ KONULARDA BİZİM ASIL SIKINTIMIZ OKUMUYORUZ… OKUMADIĞIMIZ İÇİNDE CAHİL CÜHELA TAKIMINA GÜN DOĞUYOR. BOŞLUĞU ONLAR DOLDURUYOR.. ONLARA DEĞİL KENDİMİZE KIZALIM !...

Yeni emekli olduğum 2003 yıllarıydı. Bir tanıdığın bİr konuda  bilgisine başvurdum.  O da bana beni dinlemeden, kendisine göre  bana cevap hakkı tanımadan uzun uzun anlattı.
Sonunda dedim ki: Bittimi? Bitti dedi.
Nihayet bana sıra geldi yani dedim ve Ona Cum’a suresinin 5 ayeti kerimesinin mealini söyledim:
“Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gibidir.“ dedim.
Oda bana “Ne yani bana eşek mi demek istedin?” dedi. Bende ona “Estağfurullah ne haddime Allah c.c diyor” dedim.
Bu örneği de Ramazan münasebetiyle verdim. Malum Ramazan ayındayız. Toplumumuzun % 80’ni ramazan ayı geldiğinde yeniden Müslüman olmuş gibi mukabelelere koştururlar, iftar düzenlerler yada iftara giderler. Televizyonlar derseniz her sene aynı yüzler, aynı tür programlar. Kimisi ağlamaklı, kimisi ilginç konu ve sorularla yine gündemimizde Ama hepsi öncelik cebinin derdinde. Bir yıl boyunca haram helal gözetmeden yenilen içilenler unutulur bir ay boyunca saf bir Müslüman olur çıkarız. Sonra çarkı devran sürüle sefa devam..
Bazı zatlarda zurnanın zırt  dediği yerden çıkar gibi "Yatak, yorgan, battaniye cinsel dürtüleri, asansörde halvet" fantezisi gibi sözleri de gündeme getirip lök diye birden oturtuverir.
Ancak bu mesele, bugün “asansörde halvet, yorgan ve yastıkta şehvet arayan” din uleması geçinen tiplerden ibaret değildir. Asıl sıkıntı eğitimsizlikten, cehaletten kaynaklanmaktadır. Biz okumazsak, adam gibi ilmi yetkililerden çoluğumuza çocuğumuza eğitim vermezsek, cahil cühela bir başkası gelir o boşluğu doldurur ve garip bir nesil ile karşı karşıya kalırız. Kan bağı bizde tasması başkasında.. Aynı Fetönün devşirmeleri gibi..Niye kızıyoruz ki? Kızmamız gereken aslında kendimizdir.
Günümüzde yaşananlar büyük ölçüde menkıbelere dayanan klasik İslam kültürünün hiçbir eleştirel düşünce süzgecinden geçirilmeden, Kur’an ve Sünnete vakıf İslam bilim insanları tarafından tartışılmadan modern zamanlarda gerçek dinmiş gibi sunulması, ne yazık ki İslam toplumlarında tarifi imkansız yaralara yol açmaktadır.
Peki bu bataklıktan nasıl kurtulacağız? Bunu tartışmak zorundayız!.
Bunun çözümü özgür bir düşünce ortamında İslam bilim insanlarının menkıbelere, hurafelere itibar etmeden Kur’an ve Sünnetin getirdiği bilgiyi modern zamanlarda yorumlayarak dinle hayat arasındaki bağı yeniden kurmaktan geçer. Bu tartışmaların özgürce yapılabilmesi için de, kesinlikle daha çok demokrasiye ve daha çok özgürlüğe ihtiyaç bulunmaktadır.
Ülkemizde demokrasi ve özgürlük kelimelerini görür görmez bazıları fena halde tedirgin oluyorlar. Hemen savunma ortamına geçip direk zındıklıkla itham ediyorlar. Ama özgürlük ortamı olmadan derinlikli ilmi çalışmalar ve tartışmalar yapılamaz ki... Düşünün ki, Kur’an ve Sünnet ilmine vakıf bilim insanları daha ağızlarını açar açmaz kendilerini dinimizin tek yetkili ağzı edasıyla, ilmine, bilimine, tahsiline bakmadan kafirlikle itham ederek susturmaya çalışıyorlar.
Unutmayalım, bugün Diyanet’in, İmam-Hatiplerin, ilahiyat fakültelerinin öğrettiği din, ile kendilerini şeyh, hoca derviş diye adlandırılanların anlattığı dinden farklı değildir.
Allah gibi sahibimiz ve yaratıcımız, Kur’an-ı Kerim gibi rehberimiz, Hz. Muhammed Mustafa s.a.v gibi önderimiz olacak; üstelik Allah’ın en muteber, en sevgili ve duası en çok kabul olan kullarının da biz olduğuna inanacağız, bir taraftan da Dünya’nın en geri, en kan dökücü, en problemli, en nefret edilen, en perişan ve açlıktan en çok ölen, binlerce yıllık yurtları cehennem haline gelen insanlar olacağız.! Bu nasıl bir ikilemdir nasıl bir Müslümanlıktır anlamış değilim.
Allah aşkına hangi siyaset dinden, Allah kelamından daha büyük olabilir? Din adamları siyaset adamlarına göre daha dikkatli, daha mutedil olması gerekmez mi? Siyasetçinin bile söylemeye cesaret edemediği şeyleri din adına söylemek hem dinimizi hem de bu toplumu hırpalar, parçalar. Bu nedenle her seviyedeki insan konuşmalarına dikkat etmelidir. Zira Kur’an-ı inceleyiniz Allah c.c. her 10-20 ayette bir aklımızı kullanmayı, haddimizi bilmeyi emreder. İmamlık, hatiplik 1000 sene önceki yazılmış eseri tercüme yapmak değildir. İmam hatiplik Kur'an-ın özüne aykırı olan söylemlere çıt çıkarmamak değildir.  Gönülden Kur’an da emredileni sünnetullahla birlikte canı gönülden yaşamak ve çevresindekilere örnek olmak, Allah'ın daim gördüğü şekilde hareket etmektir. . Hala günümüzde televizyon haram derken akıllı cep telefonu elinden düşmeyen,  ya da gâvur icadı diyenlerin en son model arabalara binen kafa yapısına sahip bir çevre var!
Ülkemizde, İslâm dini hakkında doğru bilgi sahibi olmayı sağlayacak çok yönlü bir bilgilendirme seferberliği başlatılmalıdır. Böylece dindar insanın, dinden çıkma korkusuyla, ya da bilinçsizce cenneti garantileme sevdasıyla fanatik eğilimlere, şiddete açık hale gelmesi, temiz dinî duyguların istismarı önlenmiş olur. İşte bu olmadığı için bunlardan bir tanesi de Fetöş efendiydi. Dini kullandı o da geldi tepemize kendi seçtiği ayak takımını kullanarak ordumuzun silahlarıyla bombaları yağdırdı.
Bir imam efendide yüz milyonlarca dolar ne arar? Devletin en mahrem yerlerinde yıllarca emek sarf edilen seferberlik belgelerini devşirdiği savcılarla girip belgeleri alıp Amerika’ya neden götürür! Atatürk boşuna demedi Din işi ayrı devlet işi ayrı…
Din ve dindar insan, hiçbir şekilde potansiyel suçlu olarak görülmemelidir. Din alanında ortaya çıkan, bilgisizlikten, cehaletten kaynaklanan olumsuzluklar fırsat bilinerek "din düşmanlığına" meydan verilmemelidir. Takiyyelik davranışlardan da kaçınılmalıdır. Toplumu derinden etkileyen değerlerin, istismarı, kesinlikle önlenmelidir. Dinin en azından "sosyal bir realite" olduğu bilinmeli, dini dışlayarak, ya da görmezlikten gelerek hiçbir şey yapmanın mümkün olmayacağı da bilinmelidir.
Dinin devleti olmaz. Olsaydı Yüce Allah cc Hz. Peygamber s.a.v efendimize emrini verirdi. Devletin içinde her tür inanışa sahip halk bulunabilir. Mekke’de Medine’de Müslüman halkın yanında yahudisi de, hristiyanı da, ateisti de vardı. Allah c.c Bakara suresi 256 ayette “Dinde zorlama yoktur; artık doğru ile eğri birbirinden ayrılmıştır. Artık kim tâğutu reddedip Allah'a iman ederse, kopmaz ve kırılmaz, sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah ise her şeyi işiten, herşeyi bilendir.” Emretmektedir. Hal böyle iken zorla din dikte etmeye kalkanların makamı Allah’dan c.c daha mı yüksektir. Bu bir kalp, gönül sevgi işidir.  Sözde Müslüman çoğunluğu olan ülkeyiz. Ama namaz kılma oranı % 15-20 lerde, suç oranı patlamış, çek- senet sahtekârlığı almış başını gitmiş, 100 binin üzerinde cami 300 bine yakın Diyanet personeli var? Bunun bir izahı olmalıdır! Nereye gidiyoruz böyle doludizgin. Cumadan cumaya namaz kılan, Cenazeden cenazeye Allah’ı aklına getiren, ramazandan ramazana Müslüman olduğu aklına gelen bir toplum…
Maalesef din ile gelenek arasındaki farkın yeterince anlaşılmadığını söyleyebilirim. Çünkü geleneksel yaşam dini yaşam olarak kabul ediliyor. Din gelenek üzerinden ele alınıyor. Gelenek üzerinden yaşanıyor. Sorunlarda buradan çıkıyor. İnsanın hakikat karşısında en önemli engeli, perdesi gelenek denilen beşeri üretimlerdir.
İnsanı insan yapan akıl ve düşüncedir. Allah’ın yarattığı en şerefli varlık akıldır. Allah akıldan daha değerli, üst bir varlık yaratmamıştır. Akıl, bilgiye götürür, bilgi hürriyete. Hür olmayanlar acınacak hale düşerler. Kendi olmayan insan kendini gerçekleştiremez. Akıl ve irade ile kendi hayatını  yaşamayan insan hayatını başkalarının peşinden giderek köleleştirir.
Tıpkı 15 Temmuzda fetöş efendinin peşinden koşanlar gibi….
Saygılarımla


Mustafa Kemal Bektaş


https://www.kapsamhaber.com/asil-sikintimiz-okumuyoruz-makale,1764.html

https://www.kapsamhaber.com/asil-sikintimiz-okumuyoruz-makale,1764.html

http://www.samsunhaber.com.tr/devletlerde-olur-once-sscb-sonra-yugoslavya-simdi-de-sira-abdde-bu-yazi-dizisini-iyi-okuyun-5-makale,149.html

http://www.samsunhaber.com.tr/devletlerde-olur-once-sscb-sonra-yugoslavya-simdi-de-sira-abdde-bu-yazi-dizisini-iyi-okuyun-5-makale,149.html

DEVLETLERDE ÖLÜR ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -5- ABD yönetimi bu çatırdamanın, etkisizleşmenin ve bulundukları durumun farkında. Geçtiğimiz günlerde “Önce ABD” başlıklı yeni bir güvenlik stratejisi açıklandı. Trump açıkladığı ulusal güvenlik stratejisini şu dört temele dayandırdı:

DEVLETLERDE ÖLÜR  ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE  (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -5-

ABD yönetimi bu çatırdamanın, etkisizleşmenin ve bulundukları durumun farkında. Geçtiğimiz günlerde “Önce ABD” başlıklı yeni bir güvenlik stratejisi açıklandı. Trump açıkladığı ulusal güvenlik stratejisini şu dört temele dayandırdı:
1.    Yeni strateji belgemiz önceliği sınırlarımızın güvenliğine verecek.
2.    Stratejimizde ikinci temel prensip Amerika’nın refahını korumak ve güçlendirmek olacak.
3.    Stratejimizin üçüncü temel noktası barışı güçle korumak.
4.    Stratejimizin bir diğer ayağı da tüm dünyada Amerika’nın etkinliğini, gücünü arttırmak.

Bu dört temelin Amerikan emperyalizminin bir yansıması olduğuna kuşku yok. Ancak, belgede asıl dikkat çeken, ABD’nin Rusya ve Çin’in yükselişini kabullenmiş olması ve bu ülkeyi “Amerikan etkisine, değerlerine ve zenginliğine meydan okuyan rakipler” olarak işaret ediyor olması. Söz konusu belgede mezkûr iki ülke için şöyle deniliyor:
“ABD’nin güvenliğini ve gelişimini sarsmaya çalışıyorlar. Askeri güçlerini artırıyorlar, bilgi ve dataları kontrol altına alarak kendi halklarını baskı altında tutuyor, etkilerini artırıyorlar. Rusya elde ettiği bilgileri dünyanın farklı birçok bölgesindeki toplumların görüşlerini etkilemek amacıyla siber saldırılara dönüştürüyor. Rusya’nın bu etki çabaları korkak istihbaratı operasyonlara dönüşüyor ve devlet destekli medya ile sahte online karakterler, üçüncü parti arabulucular, paralı sosyal medya kullanıcıları ya da troller oluşturuyorlar.”
Bu tespitler bir bakıma, ABD yönetiminin de “çöküşü ya da gerileyişi” kabullendiğine işarettir.
ABD, sadece askeri ve ekonomik açıdan değil, entelektüel bakımdan da geriliyor. OECD gibi kuruluşların 15 yaş üzerinde yaptığı araştırmalara göre Şanghay öğrencileri matematik, fen ve okur-yazarlık alanlarında bir numara oldular. Bu gençler 15 yıl sonra 30’lu yaşlarına gelecekler ve geleceğin en değerli bilim insanları ve mühendisleri olacaklar. 2030’larda Şanghay’ın ekonomik gücüyle bu entelektüel altyapısı birleşecek, askeri teknolojisi de birleşecek… İşte o zaman, ABD’nin korktuğu yegâne şey Kuzey Kore’nin binlerce kilometre menzile sahip füzeleri olmayacak, çok daha büyük bir güçle, çok daha büyük bir belayla, çok daha süper güçlü düşmanıyla yüzleşmek zorunda kalacak. ABD’nin besin zincirinin en üstünde yer aldığı dönemler geride kalmak üzere… Sonuç olarak ABD ya bir zamanların Britanya İmparatorluğu gibi sessiz sedasız yerini bu güçlere devredecek ya da çarpışarak ölecek!
Geleceğin dünyası Amerika’nın gölgesinden korkanların değil, gölge etme başka ihsan istemem diye cesurca karşı koyanların dünyası olacak. Yeni Cesur Dünya geliyor. Yeni bir dünya doğuyor; güç dengeleri değişiyor, ABD tarih sahnesinden çekiliyor.  Ne zaman? Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın
Türkiye- Amerika ile ilişkilerinde hakim gücün borusu ötüyordu. Türkiye’nin yönetimi, siyaseti üzerinde ABD’nin görünür bir tesiri vardı. Bu sadece sağcı iktidarlar döneminde değil, kendini solcu ilan eden Ecevit’in döneminde de bariz olarak hissedilebiliyordu. 
Türkiye’nin ABD’ye mahkumiyeti, Kıbrıs meselesi dolayısıyla apaçık ortaya çıkmıştır. İşe bakın ki, Türkiye’nin bağımsızlığını Lozan’da sağladığı iddia edilen İsmet Paşa da Başbakan’dır. ABD Başkanı Kıbrıs’a müdahaleye hazırlanan Türkiye’ye “benim silahlarımı kullanarak böyle bir harekat yapamazsınız” mesajı İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de bu dünyada yerini alır” sözünü sarfetmesine yol açmıştı. 
Amerika’nın bu hasmane hal ve hareketi ile Türkiye bütün ordusunu NATO emrine vermenin ne anlama geldiğini öğrendi, kendi silah ve malzemeleriyle Ege Ordusu’nu kurdu. Kıbrıs meselesinin Türkiye’ye birçok yararından biri de bu olmuştur. 
Bizim ABD’ye nasıl baktığımız elbette önemli, fakat ABD’nin Türkiye’ye nasıl baktığı daha da önemli. ABD’nin Türkiye’ye bakışının yalın bir bakış olmadığı şüphesizdir. İsrail faktörünün bu bakışı en fazla etkileyen unsur olduğunu söyleyebiliriz.
Türk-ABD dayanışması her zaman siyasetin gündemindedir. İşe bakın ki, Amerika, bu dayanışmayı, “Muavenet” zırhlımızı bombalayarak anlamsızlaştırmıştır, hem de 1990’larda… Bu arada şimdi bilinmeyen bir kelime olan muavenetin bugünkü karşılığının “Dayanışma” olduğunu açıklayalım! 
Ege’de yapılan NATO tatbikatı sırasında “dost ve müttefik” ABD uçak gemisinden yollanan iki güdümlü mermi donanmamızın en önemli gemilerinden birini, Muavenet’i batırıyor. Yıl 1994... Amerikan savaş gemisi Saratoga’dan iki güdümlü füze atılmak suretiyle Muavenet gemisi bombalanmış ve gemi komutanı ile 4 rütbeli denizci şehit edilmiştir…
Kaza olması mümkün değil! Tesadüf olması mümkün değil!
Mermiler güdümlü; nereye gideceği hesaplanabilen mermiler. Gelip Muavenet’i batırıyorlar. Amerikalılar “pardon!” diyorlar! Türkiye’nin yetkilileri “dost ve müttefik” ABD’den gelen bu darbeyi mecburen “kaza” olarak ilan ediyorlar… 
Büyük güçlerle yapılan tatbikatlarda bile böylesine kazalar oluyor!
Tatbikatta bu olursa, gerçekte ne olur?
ABD, Türkiye ile “muavenet” içinde olmadığını, olmayacağını son zamanlarda her fırsatta ortaya koyuyor. ABD’nin Suriye siyaseti, Türkiye’yi oyun dışı bırakmak üzerine kurulmuş. Bunu Türkiye’ye gelir gelmez sivil toplum adı altında her türlü Türkiye karşıtı unsurla bir araya gelen ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden açıkça “Biz ABD’nin çıkarına olanı biliyoruz da, bizim çıkarımıza olanın Türkiye’nin menfatine olup olmadığını bilmiyoruz!” diyebilmiştir.
Biz de şunu biliyoruz: Türkiye’nin menfaatine olanı bilmeyen böyle bir söz sarfetmez! 
Şu sıralar Türkiye’nin varlığı Amerika’nın menfatine aykırı!
Bizimde bu bölgede Amerika ve Rusya da dahil bölge ülkelerinin menfaatine aykırı.
Ve Amerika son günlerini yaşamaktadır. Günü geldiğinde Devletler mezarlığına diğerleri gibi defnedilecektir..


Saygılarımla


Mustafa Kemal Bektaş

ÜLKEMİZDE SAĞLIK KURUMLARINDA YAPILANMA VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM…… -7- Sevgili dostlar nihayet yedinci bölümde Ülkemizdeki sağlık kurumlarındaki yapılanma ve sağlıkta dönüşüm projelerini bitireceğiz inşallah. Gördünüz bu projelerin çıkış noktalarını ve karmaşıklığını. Cumhuriyet hükümetleri disiplinli bir şekilde kamu maliyesini yönetselerdi ülkemiz bu yaptırımlarla karşı karşıya kalmayacaktı.

ÜLKEMİZDE SAĞLIK KURUMLARINDA YAPILANMA VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM…… -7-

Sevgili dostlar nihayet yedinci bölümde Ülkemizdeki sağlık kurumlarındaki yapılanma ve sağlıkta dönüşüm projelerini bitireceğiz inşallah. Gördünüz bu projelerin çıkış noktalarını ve karmaşıklığını. Cumhuriyet hükümetleri disiplinli bir şekilde kamu maliyesini yönetselerdi ülkemiz bu yaptırımlarla karşı karşıya kalmayacaktı.

Tekrar kaldığımız yerden devam edip bu bölümde bu yapılandırma projelerini kapatıp yapısal sorunları analiz etmeye devam edelim:

Türkiye’de sağlık alanında piyasa odaklı yapılan bu düzenlemeler sermaye yatırımları için büyük bir fırsat ortamı sunmuştur. Önümüzdeki günlerde yurt içi pazardaki potansiyel paralelinde pazardaki paylarını artırmak isteyen özel hastane zincirlerinin yatırımlarının artması muhtemeldir.


Sağlık sektöründe faaliyet gösteren firmalar hastane sayısı yatak kapasitesi faaliyet bölgeleri aşağıdadır:

Acıbadem Sağlık Grubu 17 Hastane, 11 Tıp Merkezi, 4 Laboratuvar, 1 Genetik Tanı Merkezi. 1500 + Adana, Ankara, Bodrum, Bursa, Eskişehir, Gemlik, İstanbul, Kapadokya, Kayseri, Kocaeli, Makedonya
Medical Park Hastaneler Grubu 15 Hastane, 2 Hastane Kompleksi, 1 Tıp Merkezi 1500 + Ankara, Antalya, Batman, Bursa, Elazığ, Gaziantep, Gebze, İstanbul, İzmir, Ordu, Samsun, Tarsus, Tokat, Uşak
Medicana Sağlık Grubu 9 Hastane, 2 Diş Polikliniği 1170 + Ankara, İstanbul, Konya, Samsun
Memorial Sağlık Grubu 7 Hastane, 3 Tıp Merkezi 750 Ankara, Antalya, Diyarbakır, İstanbul, Kayseri, Şanlıurfa
Florence Nightingale 4 Hastane, 1 Tıp Merkezi 550 İstanbul
Bahat Sağlık Grubu 4 Hastane, 2 Tıp Merkezi 500 + İstanbul
Başkent 6 Hastane, 4 Diyaliz Merkezi, 1 500 + Adana, Alanya, Ankara, İstanbul, İzmir,
Üniversitesi Hastaneleri Poliklinik, 2 Rehabilitasyon Merkezi, 1 Kadın Konya, Zonguldak
Medipol Mega Hastaneler Kompleksi 1 Hastane 470 İstanbul
Liv Hospital 2 Hastane 350 Ankara, İstanbul, Samsun
Bayındır Sağlık Grubu 3 Hastane, 1 Tıp Merkezi, 5 Klinik 308 Ankara, İstanbul
(Kaynak: Zengin, Aslı Şat (2015), Özel Hastaneler Sektörü, İş Bankası Yayınları )

Ayrıca yabancı sermayeli yatırımların alanda faaliyet göstermesi de ayrı bir önem
taşımaktadır. Çünkü küçük ve orta ölçekli yerli sermayeli hastanelerin büyük ölçekli yabancı sermayeli yatırımlarla rekabet etmesi oldukça zordur. Böyle bir durumda sağlık alanındaki düzenlemelerin önümüzdeki günlerde yabancı sermayenin istekleri doğrultusunda olması ihtimali oldukça yüksektir. Böyle bir durum vatandaşlar için sağlık alanında sunulan hizmetlerin daha çok özelleşmesi ve daha fazla fiyatlandırılması anlamına gelmektedir.
Son yıllarda sektörde gerçekleştirilen önemli yatırımlar ile 2014 yılında öne çıkanlar aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.


Sağlık sektöründe gerçekleştirilen önemli yatırımlar yıl yatırımcı ülke yatırımı alan firma hisse oranları (%)

2011 Mid Europa İngiltere İzmir Kent Hastanesi 65
2011 Newcon ABD Anadolu Hastaneler Grubu 50
2012 Khazanah&Integrated Healthcare Holding Malezya Acıbadem Sağlık Grubu 75
2013 Turkven Türkiye Medical Park 65
2014 Euromedic Hollanda American Shared Services Hospital 100
2014 Nesma Holding; Reaya Holding S.ArabistanAvrupa Göz 50
2014 Pine Bridge Investments ABD Romatem 50
2014 Polski Bank Komorek Polonya Yaşam Bankası 85
(Kaynak: Zengin, Aslı Şat (2015). Özel Hastaneler Sektörü, İş Bankası Yayınları)

Türkiye’de 1980 sonrası uygulanan sağlık politikası, başta sağlık çalışanları ve sağlık hizmetlerinin diğer tarafında yer alan vatandaşlar olmak üzere tüm toplumu etkileyeceği için, “makro nitelikli” bir politikadır. Sağlık politikası, aynı zamanda toplum üzerindeki etkileri bakımından, kazananları/kaybedenleri olan “düzenleyici politikalar” niteliğindedir.

Bu politikanın kazananı piyasa aktörleri, kaybedeni ise başta sağlık çalışanları ve dar gelirli vatandaşlar olmak üzere toplumun çoğunluğudur.

Diğer yandan, 1980’li yıllarla birlikte tohumları atılıp 2002 yılında kapsamlı bir şekilde
uygulamaya konulan sağlıkta liberalleşme politikası Türkiye’nin iç dinamiklerinden çok DTÖ, IMF ve DB’nın politika transferleri şeklinde gündeme girmiştir. Bu politika transferinin temel amacı da piyasa aktörleri için sermaye birikime katkı sağlayacak yeni karlı alanlar yaratabilmektir. Denilebilir ki; Türkiye’nin son otuz beş yıllık sağlık politikası IMF,DB, DTÖ gibi uluslararası örgütlerin yönlendirmeleri doğrultusunda politika transferi şeklinde gerçekleşmiştir. Kısacası Cumhuriyet hükümetlerinin 1960 yıllarda dahil olmak üzere sağlık politikalarının iflası demektir.
Diğer yandan, sağlık politikasına yön veren sağlık kurumlarının işletmeye dönüştürülmesi, GSS’nin kurulması, Aile Hekimliği’ne geçiş, sağlık hizmetlerinin verilmesinde desentralizasyon gibi unsurlar 1980’den beri neredeyse her hükümet programında ve kalkınma planlarında ifade edilmiştir.
Ülkemizde kalkışılan 15 Temmuz sonrasında Türk silahlı Kuvvetlerinin sağlık teşkilatı ve hastanelerinin de lağvedilmesi nedeniyle sorunlar daha da içinden çıkılmaz derecede katmerleşmiştir.
Başka bir deyişle hükümetler ve kişiler değişse de politikada bir devamlılık söz konusudur. Bu açıdan Türkiye’de uygulanan sağlık politikasının karar verme modelleri açısından değerlendirildiğinde “ilaveci karar verme” modelinin izlenmiş olduğu söylenebilir.
Bu çalışma ile Türkiye’de sağlık hizmetlerinin piyasaya açılma politikası süreç analizi yöntemi ile analiz edilerek incelenmiştir. Türkiye’de sağlık sektörünün piyasaya açılma politikası süreç analizinin aşamalarına uygun olarak işlemiştir. Siyasi, ekonomik ve toplumsal sonuçları açısından çok önemli olan bu politikanın “politika ağları” yaklaşımı ile analiz edilmesi alana büyük katkı sağlayacaktır. Böylesi bir çalışma sağlık alanında hükümet ve çıkar grupları arasındaki ilişkileri açıklaması bakımından önem taşıyacaktır.
Ve nihayet “Ülkemizdeki sağlık kurumlarındaki yapılanma ve sağlıkta dönüşüm projelerini” bitirdik. Bundan sonrakilerde de personel yapılandırması ve görev tanımı sorunlarını irdeleyip sağlık sektörü ile ilgili sorunları bitirip bir sonraki yazılarımda ülkemizde ki tarım ve hayvancılık sorunlarını, gıda kontrol hizmetlerini ve veterinerlik hizmetlerini A’sından Z’sine kadar sorunları inceleyeceğiz.



Saygılarımla..

Mustafa Kemal Bektaş

KAYNAKLAR:
Deloitte Sağlık Çözümleri Merkezi - Sağlık ve İlaç Sektörü 2020 Öngörüleri
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Türkiye’de sağlık sisteminin temel sorunları
Harun KIRILMAZ Sağlık Bakanlığı, Ankara - Sağlık Sisteminin Sorunları ve Bilgi Teknolojileri
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Türkiye’nin sağlık sorunları ne tür bir sağlık bakanını gerekli kılıyor?
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Sağlık sisteminin temel sorunları sürüyor
Dr.İlhan Korkmaz. Ataevler A.S.M Nilüfer-BURSA – Aile hekimlerinin Sorunları
Dr. Nuri Seha Yüksel – Aile Hekimliği 2016
Yrd. Doç. Dr.Yasemin Mamur Işıkçı – Bir Kamu Politikası: Sağlık Politikasında Dönüşüm
Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) – Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları
Havva Öztürk Acıbadem Hastanesi -  Hastanelerde İşe Yeni Başlayan Hemşirelerin Sorunları
Murat Tuzcu - Net Gazetesi Hastanelerdeki sorunlar ve çözümleri
Dr. Ensar DURMUŞ - Acil Sağlık Sisteminin Sorunları

Öğrt. Gör. Aysun Yılmaztürk - Türkiye’de Sağlık Reformlarının Tarihsel Gelişimi ve Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın Küresel Niteliğinin Değerlendirilmesi