12 Haziran 2017 Pazartesi

Kadınlarımız ve Cariyelik .Şimdi size kadınlarımız ve cariyelik hakkında ve kadın hakları hakkında bilgi vereyim. İşin fantazisine kaçmadan. Bu konu önemli bir konu Biraz uzun olacak. Kusura bakmayın. Bunu tüm kadınlarımızın dikkatle okumasını istiyorum, arzu ediyorum

Şimdi size kadınlarımız ve cariyelik hakkında ve kadın hakları hakkında bilgi vereyim. İşin fantazisine kaçmadan. Bu konu önemli bir konu Biraz uzun olacak. Kusura bakmayın. Bunu tüm kadınlarımızın dikkatle okumasını istiyorum, arzu ediyorum. .::
Şimdi Cariye nedir onun anlamına bakalım: yabancı ülkelerden kaçırılıp özgürlükten yoksun edilerek alınıp satılan ve her konuda efendilerinin isteklerine uymak zorunda olan genç kadın, kadın köle. Cariyeyi bir çoğu diğer anlamıyla Genelev kadını?
Bazı programlarda ve haberlerden takip ettiğim kadarıyla genelevde çalışıpda akşam evine gidenlerde var deniyor? Ben bilmem nerelerde ne evler var. Bilenler yazıyor. Ben daha yolunu bilmem. Şimdi burada anlatılmak istenen nedir onu iyi algılamak lazım. Günümüzde yok mu? Cariyenin şimdiki ona yakın meslek haline gelmişi modern adı hizmetçiliktir. Evin her tarafını toplar temizler siler çocuklara bakar yemek yapar. Bulaşık yıkar çamaşırları yıkar ütüler. gider. Ha karşılığında ücret alır. O dönemdeki cariyeler ücret alır mıydı onu bilemem. Kösem sultanda bir cariyeydi. Sonra çocukları tahta oturdu.:
Kadın Cumhuriyet dönemine kadar met'a olarak görülürdü. Arap gelenekleriyle iç içeydi Osmanlı İmparatorluğu. zamanında Evet Sultan Abdülmecit zamanında son buldu. İlk nüfus sayımı 1831 yılında yapıldı. Ancak, bu nüfus sayımı,yalnız erkekleri kapladı ve Anadolu ile Rumeli sancakları, sayımın dışında tutuldu. Kadınlar ise ilk kez 1844'te yapılan sayım ile adamdan sayıldı. Osmanlı imparatorluğunda haklar ilk defa 3 Kasım 1839 tarihli Gülhane Hatt-ı Hümayunu kanunu ile benimsenmeye başlandı.
Gülhane Hattı ile Islâhat Fermanı ve 1875 tarihli Ferman-ı Adalet birlikte ele alındığında, genel olarak cinsiyet bakımından aşağılamanın terk edileceğinin ve can, ırz, namus ve mal bakımlarından eşit hukuka sahip olacaklarının bu belgelerde kabul edilmiş bulunduğunu görmekteyiz.
Böyle olmakla beraber Gülhane Hattı bu eşitliğe (hükmü şer’î iktizasınca) çekincesini koyarak istisna getirmiştir. Yani eşitlik din kurallarına göre olacaktır. Bu durumda kadının o zamana kadar uygulana gelen medenî haklarında bir değişiklik olmamakta, eşitlik tamamen teorik alanda kalmaktadır.
Çünkü medenî haklar bakımından şer’î hukuka göre kadın:
— Evlenme hakkındaki rızasını, kendisi değil erkek vekili bildirir.
— Kocasının çok evliliğine karşı çıkamaz.
— Çocukları üzerinde velayet hakkına sahip değildir.
— Boşanma hakkı yoktur.
— İki kadının tanıklığı, bir erkeğin tanıklığına eşittir.
— Mirastan erkeğe oranla daha az pay alır
Ancak Tanzimat döneminde Arazi Kanunnamesi ile kadının durumu, kısmen düzeltilmiştir.1854 yılında cariyelik ve kölelik kaldırılmış, bu suretle kadın, satılıp alınan mal olmaktan çıkmıştır.
1911 de kızlar için idadî ve kız liseleri, 1914 de Yüksek Kız Öğretmen Okulu açılmış, 1920 de üniversitede okumalarına, 1921 de de erkeklerle birlikte derslere girmelerine izin verilmiştir
Çalışma hayatı bakımından ilginç bir örnek ise 1916 tarihli bir nizamnameye göre, “Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslâmiyesi” adını taşıyan bir derneğin kurulmasıdır. Bu derneğin amacı; kadınlara iş bulup kendilerini, namuskârane geçimlerini sağlamaya alıştırarak korumaktır.
Siyasî haklar bakımından ise durum daha farklıdır. Çünkü monarşik idarenin hüküm sürdüğü Osmanlı döneminde Birinci Meşrutiyete kadar, yalnız kadının değil, erkeğin de seçme ve seçilme hakkı yoktu.Siyasî haklar ilk defa 1876 Anayasasında yer aldı. İki meclisten oluşan bir sistem getirildi ve (Heyet-i Mebusan) in, yani milletvekillerinin üye sayısı her ellibin erkek nüfus için bir milletvekili olmak üzere hesap edildi
Görüldüğü gibi kadın nüfus hiç yokmuşçasına bir düzenleme ile karşı karşıyayız. Halbuki aynı anayasanın 68. maddesi milletvekilliğine seçilmesi caiz olmayanları on şıkta toplamış ve bunlar arasında kadınları saymamıştır
Kadınlar Osmanlı İmparatorluğu’nda 1877 yılında yapılan ilk seçimlere seçmen olarak katılmadıkları gibi, yine 1877 deki ikinci seçim ile İkinci Meşrutiyet döneminde yapılan 1908, 1912, 1914, 1919 ve Türkiye Büyük Millet Meclisi için yapılan 1920 ve 1923 seçimlerinde, Cumhuriyetin ilânından sonra da 1927 ve 1931 seçimlerinde de seçimlere katılmadıkları gibi milletvekillerini seçecek nüfusun hesabında da dikkate alınmamışlar, yalnızca Türk erkeği seçmek-seçilmek hakkına sahip olmuştur. 20 Ocak 1921 Anayasası ise yalnızca anayasal kurumları düzenlemekte ve haklarla ilgili herhangi bir hükmü içermemektedir. Cumhuriyetin ilânından sonra ilk Anayasamız 20 Nisan 1924 tarihli anayasadır.
Bu anayasada medenî haklar bakımından kadın ve erkekler görünürde eşittir. Fakat henüz mecelle yürürlükte olduğu için şer’î hükümler uygulanmakta ve eşitlik anayasa metninde kalmaktadır.Atatürk Türk kadınına erkeklerle eşit kanunî haklar tanınmasını hedef almış olmasına rağmen, bu hedefi birdenbire gerçekleştirememiştir. Çünkü toplumdaki kadın-erkek ayırımı zihniyetinin silinmesi, çağdaşlaşma fikrinin benimsetilmesi gerekiyordu. Atatürk bu amaçla, toplumda yeterli kamuoyu oluşturabilmek için çeşitli konuşmalar yapmıştır.
1923 yılında İzmir’de, Türk kadınlarına gösterilen ilgisizliğin toplumumuzun başarısızlığının sebebi olduğunu vurguladıktan sonra “Bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken diğer bir organı işlemezse, bu sosyal toplum felçlidir” der.
21 Mart 1923 de Konya’da “Büyük Türk kadınını çalışmamıza ortak kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmî, ahlâkî, sosyal ve ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve destekleyicisi yapmak” gerekir diyerek kadın hakları alanındaki inkılâbın temelinde yatan gerçek düşüncelerini ortaya koyar
Atatürk bu görüşleri doğrultusunda sosyal alanda büyük bir inkılâp olan 17 Şubat 1926 tarihli Türk Medenî Kanunu’nun kabulünü sağlamakla, kadınlarımıza ileri düzeyde medenî haklar tanımıştır.
— Tek kadınla evlenme ilkesi getirilmiştir.
— Evlenebilmek için yaş sınırı konulmuştur.
— Evlenmede medenî nikâh asıldır, imam nikâhı resmî nikâh sayılmamaktadır.
— Evlenecek kadın, evlenmeye ait rızasını bizzat kendisi evlenme memuruna açıklamaktadır.
— Velayet hakkı kadına da tanınmıştır.
— Erkeğin kadını serbestçe boşama hakkı kaldırılmış, erkek ve kadın, eşit şekilde ve ancak dava açarak belli sebeplerin varlığı halinde mahkeme kararı ile boşanmak hakkına sahip olmuştur.
— Kadınla erkek aynı oranda miras almaktadırlar.
— Mahkemede tanıklık yapabilmek bakımından kadınla erkek arasında bir fark yoktur.
1924 Anayasasında siyasî haklar açısından yine kadınla erkek eşit değildir .Milletvekili seçimine katılabilmek hakkı, 18 yaşını dolduran erkeklere ve milletvekili seçilmek hakkı 30 yaşını bitiren erkeklere tanınmıştır.
1924 Anayasasında yer alan bu hükümler Atatürk’ün gerçek görüşleri değildir. O günkü şartlarda henüz kadınlara siyasî haklar tanınmasına elverişli bir ortam yoktur. Bir süre sonra kadınlarımız siyasî haklarını kazanmak için isteklerde bulunarak Atatürk’e yardımcı olmuşlardır.
Nitekim 1926 yılında Trabzon Türk Ocağı’nda Süreyya Hulusi Hanım bir konuşmasında, Türk kadınının tarihte siyasî rol oynadığını belirterek, “Kadın ekonomik hayatta etki sahibi olursa neden memleket işlerinde geri kalsın?” demiş ve (Herkes kadından vatan dersi alır da niçin o, vatanın idaresi ve mukadderatı sözkonusu olduğu zaman ihmal edilir?) diye sormuştur.
1927 de İstanbul’da Kadınlar Birliği, tüzüğünde değişiklik yaparak kadınlar için siyasî haklar sağlamağa çalışılacağını gösteren bir madde eklemiştir.
O zaman basında yankılar uyandıran bu istek ve davranışlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de tartışılmış ve nihayet 3 Nisan 1930 da kabul edilen Belediye Kanunu’nda evvelce yalnız erkeklere ait olan seçmek ve seçilmek hakkı kadınlara da tanınmıştır.
Bu suretle Türk kadınına yasal biçimde siyasî hayata ilk adımını atması sağlandıktan sonra, Atatürk asıl amacına ulaşmak için manevî kızı öğretmen Afet İnan’a Türk Ocağı’nda bir konferans verdirerek zemin hazırladı. ( Afet İnan ATATÜRK'ün manevi kızıdır. Melunlar ona bile aşkı diyerek dil uzattılar.)
Ardından 1934 yılında bir gün aydın bir kadın topluluğu Türkiye Büyük Millet Meclisine kadar bir gösteri yürüyüşü yaparak bütün siyasî hakların kendilerine tanınmasını isterler. O sırada çalışma odasında bulunan Atatürk “Arkadaşlar, kadınlarımız Meclisten görev isteğinde haklıdırlar. Hemen kanun tasarısı için çalışmalara başlayınız.” direktifini verir. Bu direktif üzerine anayasada gerekli değişiklik yapılır ve 5 Aralık 1934 de kadınlarımıza milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınır , 1 Mart 1935 tarihinde de ilk kadın milletvekillerimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girerler.
Atatürk döneminden itibaren anayasal açıdan her alanda kadınlar erkeklerle eşit haklara sahip kılınmış olduktan halde, pozitif hukukta eşitlik ilkesine aykırı olan bazı hükümler kaldırılamayarak kadın erkek ayırımını bugün de sürdürmektedirler. Önemli gördüklerimizi şöyle sıralayabiliriz:
Türk Ceza Kanunundaki Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı hükümler:
— Zina suçu, kadın ve erkek için farklı düzenlenmiştir. Erkeğin fiilinin zina suçu sayılabilmesi için kocanın karısı ile birlikte ikamet ettiği evde veya herkesçe bilinecek şekilde karı koca gibi yaşaması şartı arandığı halde kadının herhangi bir yerde, herhangi bir erkekle bir kez ilişki kurması yeterli sayılmaktadır
— Erkek kaçırdığı kız veya kadınla evlenirse, cezası Ertelendiği halde, kadının bir erkeği kaçırması halinde evlenseler de yasada hüküm olmadığından cezası ertelenmemektedir
— Irzına geçilen veya kaçırılan kadın, fahişe olduğu takdirde, failin cezası indirilmektedir.
Türk Medenî Kanunundaki Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı hükümler:
— Koca birliğin reisidir, evin seçilmesi kocaya aittir
— Aile birliğini koca temsil eder, kadın ancak evin daimî ihtiyaçları bakımından birliği temsil hakkına sahip olmakla beraber koca bu hakkı elinden alabilir
— Kocanın ikametgâhı, karının ikametgâhı sayılır
— Karı kocasının soyadını taşır, evlenmeden önceki soyadını birlikte kullanamaz. Soyadı seçme vazifesi de kocaya aittir
— Karı, kocasının izni olmadan bir iş veya sanat ile uğraşamaz. Koca izin vermezse, karı, kendisinin bir iş veya bir sanat ile uğraşmasının birliğin veya bütün ailenin çıkarı gereği olduğunu kanıtlarsa hâkim tarafından çalışma izni verilebilir
— Mal birliği rejiminde kadın, bir mirası ancak kocasının rızası ile red edebilir.
Kadının mal edinme hakkı varmıydı? Yoktu. Kadının maL edilme hakkı bile ATATÜRK'ün talimatı ile çıkarılan kanunlarla sağlandı.
Siyasî haklar bakımından kadın ve erkek arasında 1934 yılından bu yana mevzuat bakımından tam bir eşitlik olmasına rağmen, kadınlar seçme ve seçilme konularında erkekler kadar siyasî haklarıyla ilgili değildirler.
Meşrutiyet döneminde kadınlarımızın yeterli eğitim düzeyine henüz gelmemiş olmaları ve geleneklerin baskısı nedeniyle bu hak kadınlarımız tarafından kullanılamamıştır.
Ancak Cumhuriyet dönemindedir ki, Atatürk’ün önderliğinde Türk kadını, erkeğin girdiği her kamu hizmetinde başarı ile görev yapmıştır Bugün Türkiye’de her çeşit kamu hizmeti gören kadına, kaymakamlık mesleğine girme hakkı tanınmamış ve danıştay, idarenin bu tasarrufunu haklı bularak Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı görmemiştir.
Yapılan araştırmalara göre kamu yönetiminde üst kademelerde kadınlara az rastlanmaktadır. Nedeni de geleneksel toplum yargısıdır.Kadınlar genellikle yaratıcı olmaktan çok yardımcı nitelik taşıyan ve idarî hiyerarşinin alt düzeylerinde yer alan uğraşlarda çalıştırılmaktadırlar. Yine kadınlara idarî hiyerarşide en üst konumlar ile en aşağı düzeyler kapalı sayılır
Müslüman ülkeler içinde, kadın haklarının ilk önce ve en geniş şekilde Türkiye tarafından tanınmasında, kadınlarımızın İslâmiyetten önceki Türk toplumunda oynadığı rolün, işgal ettiği mevkinin ve sahip olduğu hakların büyük etkisi vardır.
İslâmiyetten önce tek kadınla evlilik vardır. Kadın aile hayatında erkekle eşit durumdadır ve aynı haklara sahiptir. Hakanın eşi, devlet işlerinde söz sahibidir .O günlerden zamanımıza kadar gelen Türk Devletleri, varolan gücünü ve dinamizmini sağlam aile yapısından alır. Ailenin temeli ise Türk kadınıdır.
Ancak bugün kadınlarımız anayasa ile kendilerine tanınan siyasî ve sosyal haklarla yeterince ilgilenmedikleri gibi pozitif hukukta mevcut, özellikle medenî haklar alanındaki eşitsizlikler üzerinde de pek durmamaktadırlar.Kanaatimce bunun en başta gelen nedeni, eğitimsizlik veya eğitim eksikliğidir. Bir hakkın kullanılabilmesi için, o hakkın var olduğunu bilmek lâzımdır. Bu da ancak eğitimle olur. O halde her şeyden önce kadınlarımızın eğitimine önem vermemiz gerekmektedir.
İşte size cariyeliğin tarihi. İşi hemen genelevlere,cariyeliğe getiriyorsunuz Bu şekilde kadınlarımız aşağılanıyor.
Bunlar kimin sayesinde olmuştur. Cumhuriyetle birlikte ATATÜRK'ün ısrarıyla olmuştur.
Ama günümüzdeki bazı kendini bilmez adiler ATATÜRK'ün annesini Genelev kadını Manevi Kızı Afet İNAN'ı da aşkı diyecek kadar soysuzlaşmışlardır. Neredeyse ATATÜRK'e Piç demeye getiriyorlar.
Eğer ATATÜRK bir erkeğe 3-4 kadını uygun gören kanun çıkartsaydı Kadını haklarından mahrum bırakacak kanun çıkartsaydı; şimdi baş üstünde tutarlardı. Hep de bunları Din iman Kur'an Allah aldatmacasıyla suistimal edenler yapmaktadır. Onun için Okuyan kadını , kızı o kafalar istemez. O zaman söz geçiremez. Çocukları yetiştiren annedir. Anne eğitimli olursa toplumda eğitimli olur. Öyle eli uçkurunda gezenler kadını gündelik zevki sefa süren mahlük olarak görmektedirler. Bunun için kadınlar ATATÜRK' e çok şey borçludur.
Uzun oldu ama Artık kadınlarımız neyin ne olduğunu öğrensin istedim. Bilsin ki erkek kız çocuğu demeden okutsun. Kureyş kafalılar artık son bulsun.
Sizlerden ricam madem beğeni ve paylaşı yapıyorsunuz işin fantazisine kaçmayın. Şurada gerçekleri konuşalım. Herkes bilinçlensin. Yorumunuzu ona göre yapın.
Saygılarımla


Mustafa Kemal Bektaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder