23 Temmuz 2017 Pazar

AKIL VE ZEKA ÜZERİNE Akıl yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda düşünce yürütebilme ve görüş bildirme yeteneğidir. İnsan olgunlaştıkça aklı gelişir. Zeka ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yeteneğidir. Akıl, insanı hayvandan ayırt eden en önemli faktördür. Hayvanlar yalan söyleyemez ama insanlar sık sık bu yola başvurur. İşte insandaki yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda fikir yürütebilme, görüş belirtebilme yeteneği akıldır.

AKIL VE  ZEKA ÜZERİNE

Akıl yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda düşünce yürütebilme ve görüş bildirme yeteneğidir. İnsan olgunlaştıkça aklı gelişir. Zeka ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yeteneğidir.
Akıl, insanı hayvandan ayırt eden en önemli faktördür. Hayvanlar yalan söyleyemez ama insanlar sık sık bu yola başvurur. İşte insandaki yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda fikir yürütebilme, görüş belirtebilme yeteneği akıldır.
Zeka beyin gücünü, kavramları kavramada ki ustalık ve çevikliği ifade eder. zekayı iyiye ya da kötüye kullanabilirsiniz; nötr bir kavramdır. akıl ise sağduyuyu, isabetli karar verebilme yetisini çağrıştırır; doğru ve mantıklı, vicdana uygun hareketler sergilemeyi öngörür. zeki olup da mal gibi yaşayan, ortalıkta gezinen bir sürü insan vardır. akıl, zekayı kullanmak ve yönlendirmek demektir.

Zeka arabanın teknik olarak gücüdür. sıfırdan yüz km hıza kaç saniyede çıktığınızdır. akıl ise direksiyondur, sizin o arabayı kullanabilme yeteneğinizdir. örneğin zeki ama akılsız insan modeli, ferrariyi kullanan üç yaşındaki bir çocuktur. o araba gitmez, gitse de kaza yapar.

Akıl aslında bir kabiliyettir, zeka da öyle. ikisi arasındaki en önemli fark, bir başkasından akıl alabilirsiniz ama zekayı asla. o, her insanın kendisine mahsustur.

Zeka ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yeteneğidir. Genel olarak zekanın 12 yaşına kadar hızla geliştiği sonra gelişme hızının yavaşlayarak 20 yaşına kadar sürdüğü, orta yaşlarda ise zeka seviyesinin sabit kaldığı kabul edilir. 

Zeka, ruhsal olaylara, algı ve hafıza yeteneğine, tutkulara, eğilimlere, iradeye ve bilgi edinme isteğine göre farklılıklar gösterebiliyor. Akıl somut olarak ölçülemez ama zeka pek sağlıklı olmasa da IQ denilen bir testle ölçülmeye çalışılıyor.

Akıl insan için hayati önem taşıyan ve bir anlamda insanı insan yapan en önemli özelliklerinden birisidir. Akıl insan hayatının her alanında kendini belli eden bir ayrıcalık ve üstünlüktür. Akıl sayesinde doğru ile yanlısı yalan ile gerçeği iyi ile kötüyü birbirinden ayırt edebiliriz. Ayrıca aklımızı kullanarak bir konuda düşünce yürütebilir fikir beyan edebiliriz. Kendi davranışlarımızı bilir ve kontrol ederiz. Derin düşünmek incelikleri kavrayabilmek hikmetli konuşabilmek ancak akıl sayesinde mümkün olabilir. 

Akıl biz insanlara bir yol göstericidir. Akılla ilgili beyinde bir bölge yoktur Bir hastalık olmadığı surece herkesin aklı vardır.

Akıl insanın kendi başına hayatını devam ettirebilmesi kendini dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı koruyabilmesi kendisi için neyin faydalı neyin faydasız olduğunu algılayabilmesi hep akıl sayesindedir. Örnek verecek olursak ateşe elimizi tutarsak elimizin yanacağını biliriz elektriğe tutarsak çarpılacağımızı biliriz ve bunları aklımız sayesinde biliriz aklı olmayan birisi bunların bizim için tehlikeli olduğunu bilmeyebilir. Ateşi tuttuğumuzda elimizin yanacağını bilmek için zekâya ihtiyaç yoktur aklı olan herkes bunu bilir Zekâ ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama, açıklayarak çözme, düşünme, gerçekleri algılama. Sonuç çıkarma yeteneklerin tamamıdır 

İlk kez karşılaşılan ya da aniden gelişen olaylara uyum sağlayabilme, anlama, öğrenme, öğrenme hızı analiz yeteneği, beş duyunun. Dikkatin ve düşüncenin yoğunlaştırılması, ayrıntılara dikkat edilmesi, iki veya daha fazla olay hakkında bağlantı kurulması, hiç kimsenin göremediği çok ufak fakat can alıcı noktaları görebilme hep zekâ sayesinde gerçekleşir
Zekâ bir insanın her turlu olay karsısında aynı yeteneği göstereceği anlamına gelmez. Bir müzik bestecisi kendi duygusal yapısının içerisinde en karışık eserleri aklıyla değil zekâsı sayesinde oluşturur. Biz bu kişilere müzik dehası diyoruz. Ancak bu müzik dehaları en basit bir matematik problemini bile çözemeyebilir,

Akıl aslında bir kabiliyettir zekâda öyle ikisi arasındaki en önemli fark bir başkasından akıl alabilirsiniz ama zekâ asla alamazsınız. O insanın kendisine mahsustur. 

Zekâ, yeni doğmuş bir çocukta potansiyel olarak vardır, zamanla olgunlaşır. Fikrî gelişimin en hızlı olduğu zaman onuncu yaşa kadar olan dönemdir. Zekânın gelişmesi, beynin ve sinir sisteminin olgunlaşmasına dayanır.Bir aslanın zekâsı, insan zekâsı kadar kuvvetli olsaydı, bu aslan öteki aslanlardan, on bin kat daha çok korkunç olurdu.:
Akıl bilgiyi, Zeka sonucu doğurur.
 Her bilge zeki olmak zorunda değildir ancak her bilge zeki olmalıdır.
“Akıl sorunu gerçekleştirmeden çözer, zeka ise gerçekleştirdikten sonra. (Albert Einstein)
Aklın sahip olduğu her şey zekayı üstün kılar.
Akıl pratik zeka tekniktir. Akıllı insan zamanının çoğunu kitap okumaya ayırırken, zeki insan kitabı yazmaya ayırır.
Akıl zekanın bittiği yerde başlar.
Zeka aklı en doğru şekilde  kullanabilme yoludur.
AKIL HEPİMİZDE MEVCUTTUR VE GÜNLÜK TECRÜBELERİMİZLE GELİŞİR VE SERPİLİR, ANCAK ZEKA, ÇOK ZOR GELİŞİR, O BİR YETENEK, BİR HEDİYEDİR:
Akıl önündekini çok net görür. Zeka önündekini o kadar net göremez, çünkü onun arkasındakine de odaklanmıştır.
AKLIN ANAHTARI ZEKADIR.
Her kişinin dostu aklıdır; düşmanı da cehaletidir..İnsanlar içinde aklen en olgun olanı, ahlaken en güzel olanıdır

 Şimdide dini bakımdan ele alalım:

Peygamber Efendimiz (s.av ) derki
“Şu üç sınıftan kalem (hüküm-sorumluluk) kaldırılmıştır: 1-Uyanıncaya kadar uyuyandan, 2-Delikanlı oluncaya kadar çocuktan, 3-Akıllanıncaya kadar ma’tuhtan (deliden veya her hangi bir nedenle aklî melekesini kaybedenden).” (Tirmizî, Hudud, 1;) buyurmuştur. Kur’ân da, herkese sorumluluğun ve teklifin gücünün yettiği kadar yüklendiğini kaydeder. (Bakara Sûresi, 2/286)

Allah’ın adâletinde “güç yetirildiği kadar” teklif vardır. Normal akıl ile ileri akıl arasında namaz ve oruç gibi temel yükümlülüklerde fark olmasa da; her birisini Cenâb-ı Hakk’ın “aklının bastığı kadar” sorumlu tuttuğu açıktır. Temel ibâdetlerden sonra herkes akıl erdirdiği kadar sorumludur, yükümlüdür, mükelleftir. Allah kalbe ve niyete nazar eder. Meselâ yolda gördüğü her hangi bir engelin başka birisine zarar vereceğini her nasılsa akıl edemeyen bir Müslüman, bu davranışında eğer niyeti sahih, kalbi sâfî ve art niyet taşımıyor ise muâfiyete uğrayabilir. Ama bunu akıl ettiği halde yolda bırakan birisi, aklının gereği ile amel etmediği için mes’ûldür ve sorumludur.Akıl, insanları diğer canlılardan ayıran ·ve onu sorumlu kılan: temyiz gücü; düşünme ve aniama melekesidir.( Ebu'l-Bekal, el Hasbini el küfi, Küllüyat-ı Ebi'l-Beka, İstanbul, 1287, s.450; Cürcani, Seyyid şerit; el· Ta'rifat, İstanbul, 1253, s. 91; Çankı, Mustafa Namık, Büyük Felsefe Lügatı, İstanbul, 1954, C.III,s . . 23.)

İslam öncesi zamanlarda akıl kelimesi, insanın değişen durumİarda  gösterdiği "pratik zeka" yı ifade ederdi. Akıllı adam, en beklenmedik olaylar karşısında dahi bir çözüm yolunu bulup tehlikeden kendisini kurtaran. kişiydi. Bu çeşit pratik zeka, islam· öncesi araplar arasında takdir ve hayranlık görülürdü. (izitsu, Toshihiko, Kur'’anda  Allah ve Insan, Çev. Süleyman Ateş, Ankara, trs., s. 61. ) Zaten çöl şartları içinde başka türlü güvenle yaşamak mümkün olmasa gerekti.

Dini  boyuta girdiğimizde aklın 2 çeşidi vardır şimdi onlara bakalım:

1.Matbu' akıI : Bi'l-kuvve akıl, ğarizi akıl, doğuştan akıl, saklı akıl gibi·adlar da verilen bu akıl çeşidi, insanda potansiyel güç olarak. bulunan, doğrudan doğruya fıtratta var olan ve insanın diğer canlılardan . ayrılmasını sağlayan asıi akıldır. insanda ta baştan beri aklı geliştirme potansiyeli ve aklen kavranacak şeyleri kavrama eğilimi· .vardır. Bu potansiyel yahut hazır olma haline bu ad .·.verilmiştir. Allah ·vergisi' olduğu için buna "mevhilb" da denir. Bunda kişisel-özel çaba ve kazanımların hiçbir payı yoktur. Yine bunda artma ve eksilme söz konusu değildir.

2. Mesmu' akıI .: Bi'l-fıil akıl, kazanılmış (mükteseb) akıl, müstefad akıl gibi adlar da verilin bu akıl çeşidi, insanda potansiyel halde bulunan (matbu') gücünün geliştirilmiş, eğitilmiş olanıdır. Sezgi, deney, düşünme . ve özel çabalarla sonradan elde edilip kazanıldığı için buna "tecrübi akıl" da denir. Bu, kişiyi . · kötülük .· alıkoyan, iyiye,doğruya sevkeden akıldır. Mesmu akıl gelişmesinde, zekanın yanısıra, sezgi, deney, öğrenim, ve. kişisel edinimler büyük rol oynadığı · ·için bu tür aldın verdiği hükümler farklıdır. insanlar arasındaki farklı düşünceler de çoğunlukla bu akıldan çıkar. Bu akıl, heva ve şehvete uymadan düzenli bir şekilde enine-boyuna düşündükçe, tecrübeler edindikçe, egzersizler yaptıkça, kısacası kullanıldıkça · gelişir.

İslam, her ne kadar insanın yeryüzüne düşüşünden sonra sapmış olan iradeden çok insanın asli (primordial) tabiatı ve aklın esas alıyorsa da, mutlak olarak bir vahyin zaruretine inanır. Çünkü insan teomorfık bir varlık olmasına rağmen yaratılışından unutkan, kaygısız ve yetersizdir. Bu sebepten kendisine bunun hatırlatılmasına muhtaçtır. (Nasr, Seyyid Hüseyin, İslamdaridealler ve Gerçekler, Çev. Ahmet Özel, İstanbul, 1985, s. 24.

“Akıl, zâtıyla maddeden mücerret, fiiliyle maddeyle alâkadar bir cevherdir.”
Hem maddeden mücerret hem de maddeyle alâkadar olmak nasıl olur? Şu misal konuya açıklık getirebilir.
Çalışan bir buzdolabına yahut çamaşır makinesine elimizi rahatlıkla dokundurabiliyoruz ve bizi elektrik çarpmıyor. Demek ki, elektrik, zâtı ile o cihazda yok. Ama fiiliyle onunla alâkadar. Akıl ile beyin arasında da aynen olmasa bile, benzer bir ilgi vardır.
“Akıl anlama âletidir.”
Akıl âlet olunca, bir de onu kullanan olacaktır. Herhalde, gözü kullanıp bakan, dili kullanıp tadan kim ise, aklı kullanıp anlayan da o olmalı. Bu da ruhtan başkası değil. Nitekim, yanlış iş gören birisini ikaz ederken, “Aklını kullan!..” demiyor muyuz? Bu sözü herhalde o adamın eline, koluna yahut iç organlarına söylemiyoruz.
İşte, aklını kullanmasını istediğimiz o ruh, aklı tarif edemiyor. Nasıl etsin ki, daha kendi mahiyetinden habersiz, onun da cahili.
Kur’an Aklımızı Kullanmamızı İster

Kur’an-ı Kerim; pek çok ayette, aklınızı kullanmıyor musunuz, düşünmüyor musunuz, hiç düşünmez misiniz?” gibi ifadelerle insanları düşünmeye teşvik etmiştir. Kur’an’da yüzlerce ayette aklı kullanmanın ve ilmin önemine vurgu yapılır. Kur’an’ın, “Ey akıl sahipleri!” diye seslenmesi de insanları aklını kullanmaya teşvik etmek içindir.

Kısacası:
AKIL HEPİMİZDE MEVCUTTUR VE GÜNLÜK TECRÜBELERİMİZLE GELİŞİR VE SERPİLİR, ANCAK ZEKA, ÇOK ZOR GELİŞİR, O BİR YETENEK, BİR HEDİYEDİR:
Buradan aklını kullanıp deha zekalarını kullanarak Yurdumuza katkıda bulunanları rahmetle anıyorum


MUSTAFA KEMAL BEKTAŞ

19 Temmuz 2017 Çarşamba

MUTLUYUM VE GURURLUYUM Sayın Cumhurbaşkanım: Sizin vatandaşın başvurularına baktığınızı biliyorum. Siz 80 milyonun Cumhurbaşkanısınız. . Anayasadan doğan hakkım gereği rahatsız olduğum ve bizzat zatıalinize suç duyurusunda bulunuyorum. Son zamanlarda Atatürk'e hakaret moda oldu. Siz basını takip ediyorsunuz . "Hasan AKAR: Atatürk'ün annesi selanikte genelevde çalışıyordu" "TVNet'te yayımlanan "Derin Tarih" isimli programda skandal ifadelere imza atıldı. Programa katılan Süleyman Yeşilyurt, Atatürk'ün manevi kızı Afet İnan'ı sevgilisi olarak tanıtıyor ve daha nice açıklamalar. Sayın Cumhurbaşkanım hayatta olmayan birisi (ATATÜRK) kendisini savunamıayacak durumda .birisi için siz bu açıklamaları kabul ediyormusunuz? O zaman Cuma namazında Kur'an-ı Kerimle meclisi açtırdı siz açıkladınız? Yarın birgün sizde rahmete kavuşacaksınız? Sizin içinde söylerseler kabul edermisiniz? Bu söylemler toplumda ayrışmaya neden olur. Parçalanmaya yol açar.Zatı alinizin el atmasını ve gerekli işlemin yapılmasını arz eder Cumhurbaşkanlığı Halkla İlişkiler Başkanlığı Ve aldığı ceza : Bakırköy 18. Asliye Ceza Mahkemesi'nce "Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret ile halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik" suçlarından yargılanan Hasan Akar, toplam 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Mutluyum ve gururluyum !!!
İşte suç duyurum...
Sayın Cumhurbaşkanımıza yazdığım suç duyurusu aşağıdadır.
Cumhurbaşkanlığına yaptığınız başvuru hakkında.
cumhurbaskanligi@tccb.gov.tr
Yanıtla|
Bugün, 19:38
Siz
Sayın MUSTAFA KEMAL BEKTAŞ ,
Cumhurbaşkanlığına göndermiş olduğunuz başvurunuz alınmıştır.Göstermiş olduğunuz duyarlılık için teşekkür ederiz.
Başvurunuz yasal sürede ilgili Kurum/Kuruluş tarafından değerlendirilip, sonucu e-posta/posta aracılığıyla tarafınıza bildirilecektir.
İyi günler dileriz.
Başvuru Numaranız :1240469
Başvuru Metni:
Sayın Cumhurbaşkanım: Sizin vatandaşın başvurularına baktığınızı biliyorum. Siz 80 milyonun Cumhurbaşkanısınız. . Anayasadan doğan hakkım gereği rahatsız olduğum ve bizzat zatıalinize suç duyurusunda bulunuyorum. Son zamanlarda Atatürk'e hakaret moda oldu. Siz basını takip ediyorsunuz
. "Hasan AKAR: Atatürk'ün annesi selanikte genelevde çalışıyordu" "TVNet'te yayımlanan "Derin Tarih" isimli programda skandal ifadelere imza atıldı. Programa katılan Süleyman Yeşilyurt, Atatürk'ün manevi kızı Afet İnan'ı sevgilisi olarak tanıtıyor ve daha nice açıklamalar. Sayın Cumhurbaşkanım hayatta olmayan birisi (ATATÜRK) kendisini savunamıayacak durumda .birisi için siz bu açıklamaları kabul ediyormusunuz? O zaman Cuma namazında Kur'an-ı Kerimle meclisi açtırdı siz açıkladınız? Yarın birgün sizde rahmete kavuşacaksınız? Sizin içinde söylerseler kabul edermisiniz? Bu söylemler toplumda ayrışmaya neden olur. Parçalanmaya yol açar.Zatı alinizin el atmasını ve gerekli işlemin yapılmasını arz eder
Cumhurbaşkanlığı Halkla İlişkiler Başkanlığı
Ve aldığı ceza :
Bakırköy 18. Asliye Ceza Mahkemesi'nce "Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret ile halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik" suçlarından yargılanan Hasan Akar, toplam 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Bu cezayı almasında benim de katkım olduğu için mutluyum.
Son zamanda ATATÜRK'e çirkin bir şekilde saldırmak moda olmuştu!!!!
ATATÜRK size ne yapmıştı ki Annesinin Selanik genelevinde çalıştığını, Manevi kızı Afet İNAN'ın sevgilisi olduğunu söyleyecek kadar alçaklaştınız. ATATÜRK o zamanın şartlarında liderlik yapmıştı.
Atatürk bu toplumun lideridir. Yedi düvel onun liderliğini kabul etmiş, Osmanlı imparatorluğunun küllerinden bir devletin oluşmasına liderlik etmiştir.
ATATÜRK bu vatandaşın neresine batmıştı ! ? İşi Osmanlı ATATÜRK meselesine getirilirse bu toplumda ayrışma ve çatışma olur dedim. Osmanlı Padişahlarından da kusurlu olanları var, evlatlarını boğduranlar var, ama İçinde muzaffer komutanlarda var dedisuç duyurusunda bulunmuştum.
Yetmez ama az diyorum. Öyle bir ceza verilsin ki hiç bir milli lider hakkında ulu orta ağza alınmayacak küfür ve hareketi kimse yapamasın diyorum ve yine de Türk adaletinden bu sonucun çıktığı için mutluyum deyip teşekkür ediyorum.

15 Temmuz 2017 Cumartesi

AL BENDEN DE O KADAR.. BEN TÜRK ASKERİYİM Ben Türk askeri olarak doğdum, övünerek söylüyorum ki ben ölünceye kadar Türk askeriyim. Hangi çılgın bana ya da şerefli Türk askerine hakaret edecek şaşarım. Gazi Mustafa Kemal'in her bir kelimesi bugün için de geçerli olan Türk askeri hakkındaki sözlerinden bazılarını da sizlere önemle hatırlatayım:


AL BENDEN DE O KADAR..
BEN TÜRK ASKERİYİM
Ben Türk askeri olarak doğdum,
övünerek söylüyorum ki ben ölünceye kadar Türk askeriyim.
Hangi çılgın bana ya da şerefli Türk askerine hakaret edecek şaşarım.
Gazi Mustafa Kemal'in her bir kelimesi bugün için de geçerli olan Türk askeri hakkındaki sözlerinden bazılarını da sizlere önemle hatırlatayım:
* Askeri harekat, siyasi faaliyetlerin ümitsiz olduğu noktada başlar. Ümidin güvenli bir surette geri dönüşü, orduların hareketinden daha seri hedeflere ulaşmayı temin edebilir. (1922-İzmir)
* Ordunun esenliğini yürekten düşünen namuslu ve ahlaklı insanlar ikiyüzlülükten uzaktır. (1918-İstanbul)
* Sizin gibi komutanları, subayları, er ve erbaşları olan bir milletin yabancı eller altında köle olması mümkün değildir. (1921-Ankara)
* Bütün millete hiç tereddütsüz ve gönül rahatlığıyla arz edebilirim ki, Cumhuriyet Orduları, Cumhuriyeti ve kutsal topraklarını güvenle koruma ve savunma kudretindedir ve hazırdır. (1925-İzmir)
* Ordumuz babalarına ve atalarına layık evlatlardan meydana geldiğini göstermiştir. (1923-İzmir)
* Böyle evlatlara ve böyle evlatlardan oluşan ordulara sahip bir millet elbette hakkını ve bağımsızlığını bütün anlamıyla korumayı başaracaktır. Böyle bir milleti bağımsızlığından mahrum etmeye kalkışmak boş bir hayaldir. (1921-Ankara)
* Bu ordular tarihte benzeri görülmemiş kahramanlıklar, fedakarlıklar göstermiştir. Şanlı zaferler kazanmıştır. Millet ve memleketin gerçekten minnet ve teşekkürüne hak kazanmıştır.
* Türkiye Cumhuriyeti sadece iki şeye güvenir. Biri millet kararı, diğeri en elim ve güç şartlar içinde dünyanın takdirlerine hakkıyla layık olma niteliğini kazanan ordumuzun kahramanlığı.
* Dünyanın hiç bir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir.
* Tarihte bütün bir vatanı, çok üstün düşman kuvvetleri karşısında son bir avuç toprağına kadar karış karış kahramanca ve namusluca savunmuş ve yine varlığını koruyabilmiş ordular görülmüştür. Türk Ordusu o cevherde bir ordudur. Yeter ki ona komuta edenler, komuta edebilme vasıflarına sahip olabilsinler.
İşte ben bu vasıfları taşıyan şerefli Türk askeriyim.
Ben Mustafa Kemal'in askeriyim.
Kahraman Türk askerinin başına çuval geçirenlerin, afişlerde ve söylemlerde kahraman Mehmetçiği küçük düşürenlerin, asker kıyafeti giymiş ve ruhlarını satmış FETÖ'cü vatan hainlerinin ve başta kahpe kalleş PKK olmak üzere tüm terör örgütlerinin yılmaz düşmanıyım.
Ben Mustafa Kemal'in Türk askeriyim.
Ve Atatürk'ün şu muhteşem sözüne de tüm benliğimle inanıyorum:
- Bir Türk komutanının, ordusunu kullanmaksızın, herhangi bir kötü tesadüf ve kötü şans eseri bile olsa, düşmana esir düşmesini biz mazur görsek de, tarih bunu asla affetmez ve affetmemelidir.
Ben Mustafa Kemal'in askeriyim vatan için şehit olurum ama asla esir düşmem...
Kalemine sağlık büyük yazar.....
(Orhan UĞUROĞLU
14 Temmuz 2017 Cuma 00:00)
Şanlı Türk Ordumuza bu 15 Temmuz kaderini yaşatanlara lanet ediyorum. Bu Vatan uğrunda canlarını yitirenleride rahmetle anıyorum.


SANKİ HİLAFET YAŞASAYMIŞ BUNLAR OLMAZMIŞ? İLGİNÇ !

Kaç gündür iş gezisinde olduğum için doğru dürüst basını izleyememiştim. Bu gün göz gezdirirken gazetelerin birinde ilginç bir köşe yazısını okudum.
Biliyorsunuz bu gün 15 Temmuz.. Ülkemizde 1 yıl önce Fetö ve devşirdikleri bir Devletimizi ele geçirmek için birkalkışmaya çalıştılar. Ve top yekün halkımızın duyarlılığı sonucu ters tepti.
Şimdi paylaşacağım bu yazının günümüzle alakası ne diyebilirsiniz!
Buyurun birlikte okuyalım :
Hâlâ aynı kafadalar. Hâlâ aynı zihniyetteler. İnsan ders almaz mı?
Almaz.
Diyor ki: "Hiç kusura bakılmasın..
"Niye bakılmayacakmış?
"Bugün Hilafet Kurumu aktif olsaydı, İslam dünyasının başındaki sorunların çoğu yaşanmazdı.
"Ne yapacaktı İslam dünyasına hilafet kurumu?
Üfürecek miydi?
Sihirli bir değnek sanıyor hilafeti. Dokununca her şey düzelecek..
Beyefendi!
Geçmişine bak..
Tarihe bak.Orada hilafetin İslam dünyasına neler yaptığını bir gör de öyle konuş..
Hilafet, Hz. Ali'nin kökünü kazıdı..
Şanlı İslam Peygamberi Hz. Muhammed'in kutsiyetini bile dinlemedi. Torunlarını, kanını, canını kılıçtan geçirdi.İslam dünyasını,
Şii ve Sünni diye karpuz gibi ikiye böldü..
Hilafetmiş..
Ali'den önce Ömer'i, Osman'ı katletti.
Hilafet iktidar demekti.
İktidar da güç demek.
İslam dünyasında halifelik hiçbir zaman (dört halife hariç) gerçek anlamda dini bir kurum, Hz. Peygambere vasilik gibi algılanmadı. Onun kutsallığı, her zaman, siyasi otorite ile dini otoritenin tek merkezde toplanması ve insanlara oradan hükmederek, iktidar sahiplerinin gücünü sağlamlaştırması olarak algılandı.
Bu sebeple halifelik bir çeşit taht kavgası olarak başladı ve sürüp geldi. Söyler misiniz? İslam dünyasında halifelik üzerinden yürütülen iktidar kavgalarından dolayı kan ne zaman durdu?
Hangi halife, hangi dönemde kutsal değneğini İslam toplumlarının üzerine doğrulttu da bütün İslam âlemi süt dökmüş kediye döndü?
Hiçbir zaman!
Halifelik, sadece Hz. Ali gibi bir sahabeyi ve aynı zamanda halifeyi öldürmedi. Sünni mezheplerinden Hanefiliğin kurucusu büyük İmam Ebu Hanife'yi 70 yaşında zindanlarda gene halifelik öldürdü.
Hilafet dursaymış bugünkü manzara çıkmazmış..
Masal aleminde yaşıyor olmalı..
Eğer bir tür rüya görmüyorsanız, çok uzağa değil en yakına gelin. Osmanlı hilafet ordularını, Arap çöllerinde İngiliz altınlarıyla şehit edenler hangi dinin mensuplarıydı?
Suudi Arabistan'ı kimler nasıl kurdu?
Ya Ürdün?
Hilafet merkezi İstanbul'un valisi Şerif Hüseyin kaç Mehmetçiğin kanına girdi söyle bakalım?
Yemen çöllerine soralım mı?..
Abdülvahhab'a sorsak söyler mi?.
Ya Şerif Hüseyin'e sorsak?..
Bugün kan ağlayan Orta Doğu'da, dün, bizzat Halife'nin İstanbul merkezden gönderdiği emirler buharlaşmaktaydı.
Neymiş?
Kimse kusura bakmamalıymış..
Halifelik olsaymış İslam dünyası bu halde olmazmış..
Sanırsın ki İslam dünyası halifelikle peri masallarına benzer bir dünyada yaşadı. Sonra bir canavar geldi onu yok etti ve her şey eskisi gibi olmamaya başladı. Kardeş kardeş yaşayan İslam dünyası birbirine girdi..
İslam dünyası kaç halifenin, sahabenin, tabiin, kafasını kesti söyle de bilelim. Halen daha kesmeye devam ediyor.
Bak..
IŞİD gene kesiyor.
El Nusra gene boğazlıyor.
El Kaide gene kaidelerini koyup yakıp yıkıyor..
Dün de öyleydiler.Kardeşim..
İnsan birini öldürüp öldürmeyeceğini, halife söylemeden bilemez mi? Kadınları, kızları eve kapatıp cariye yapmaması gerektiğini, din kardeşine iman tayin edemeyeceğini illa halife bulup ondan mı öğrenecek?
Allah'ım, bu toptancı, sihir üreten zihniyetten ne zaman kurtulacağız da akıl çağına geçeceğiz?
(Kaynak: Hilafet yaşasaymış... - Ahmet GÜRSOY)
Okudunuz... 15 Temmuz dolayısıyla ülkemizde yaşananların kökünde bu hayal yatmaktadır. Bu sözde müttefikimiz olan Amerika olmak üzere dış mihrakların ve içerimizde ki hainlerin rüyalarını gerçekleştirme kalkışmasından başka bir şey değil di!
Düşüncemde haksızmıyım sizce?

14 Temmuz 2017 Cuma

Diyanet İşleri ve Kur'an Kurslarına yeniden yapılanması için yaptığım başvurular.

Cumhurbaşkanlığına göndermiş olduğunuz başvurunuz alınmıştır.Göstermiş olduğunuz duyarlılık için teşekkür ederiz.
Başvurunuz yasal sürede ilgili Kurum/Kuruluş tarafından değerlendirilip, sonucu e-posta/posta aracılığıyla tarafınıza bildirilecektir.
İyi günler dileriz.
Başvuru Numaranız :1408396
Başvuru Metni:
Sayın Cumhurbaşkanım; BİMER'e 1701002333 sayılı başvurum. Bu gün basında Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı yaz Kuran kurslarında değerlerin karşılıklı şiddet ile öğretildiği bildirilmektedir. Yaklaşık 3 milyon çocuğun aileleri tarafından yaz döneminde dini eğitim almaları için Diyanet’e teslim edilmesine karşın Ağrı Müftülüğü tarafından hazırlanan Kuran kursu sunumunda “Öğretici güven vermelidir” başlığı altında çocukların birbirlerine karşı şiddetinin önü açılmış. Sunum yapılmış, sunumda ; din görevlilerine “Öğretici kursa geç gelen öğrencilere karşılıklı olarak birbirlerine tokat atmalarını ister ve uygulatır” denilerek çocukların şiddet ile eğitim verilmesi tavsiye ediliyor. Mümkünse Kur'an Kurslarında öğretmenlik yapanların eğitim durumu İlahiyat Fakültesi mezununun yanında öğretmenlik vasfı taşıyanlardan yapılsın. En azından psikoloji ve sosyolojik bir imtihana tutulsun. Din, Allah, Peygamber böyle sevdirilmez. Gerekli düzenleme için emirlerinize arz ederim.
Cumhurbaşkanlığı Halkla İlişkiler Başkanlığı
#1701002333 Başvuru Detayı
Başvuru Tarihi:
14.07.2017
Başvuru Yolu:
İnternet
Başvuru Tipi:Şikayet
Sayın Başbakanım;
Bir yerlerde bir eksiklikler var.. Peki sizce kimde bu eksiklik !!
Bakın Allah c.c. kur'anda ne emrediyor!!!
"Dinde zorlama yoktur. (Bakara, 2/256)
Senin görevin öğüt verip hatırlatmaktır. (Gaşiye suresi 21)
Allah dileseydi hepinizi bir ümmet kılardı (Maide-48)
Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin tümü topluca iman ederdi. Öyleyse onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın? (Yunus Suresi-99)
Peygamberimiz ne diyor :
“Allah’ı kullarına sevdirin ki, Allah da sizi sevsin”(bk. Suyutî, el-Camiu’s-Sağîr,1/251; Kenzu’l-Ummal, 15/1186; Fevzu’l-kadir, 3/371)
"“Müjdeleyin korkutmayın, zorlaştırmayın kolaylaştırın.”
Sayın bBaşbakanım buyurun şimdide şu habere bakın Ağrı müftülüğü'nün uygulamasına bakın !!!
Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı yaz Kuran kurslarında değerlerin karşılıklı şiddet ile öğretildiği ortaya çıktı. Yaklaşık 3 milyon çocuğun aileleri tarafından yaz döneminde dini eğitim almaları için Diyanet’e teslim edilmesine karşın Ağrı Müftülüğü tarafından hazırlanan Kuran kursu sunumunda “Öğretici güven vermelidir” başlığı altında çocukların birbirlerine karşı şiddetinin önü açılmış. Sunum yapılmış, sunumda ; din görevlilerine “Öğretici kursa geç gelen öğrencilere karşılıklı olarak birbirlerine tokat atmalarını ister ve uygulatır” denilerek çocukların şiddet ile eğitim verilmesi tavsiye ediliyor.
Sayın Başbakanım; ne biçim anlayış bu !!!
İslam'ın temel prensibi “Müjdeleyin korkutmayın, zorlaştırmayın kolaylaştırın.” esasıdır. Din anlatılırken bu prensipten yola çıkılmalı, özellikle çocuklara din anlatılırken daha hassas davranılmalısı gerekmez mi !. Sürekli korkunun anlatılması, çocukların psikolojisini bozmaz mı?. Bu davranış Allah'ı, dini sevdirmek varken yanlış bilgi ve yöntemle insanı dinden soğutmaya neden olmaz mı !. Korkutarak dini anlatmak insanı dine yaklaştırmaz.
Allah'ı böyle mi sevdirmemiz gerekir. Bu nasıl bir anlayıştır anlamadım. Tazecik beyinleri niye korkutuyorlar. Allah'ı Peygamberimizi, Dinimizi, Kur'an-ı mızı kalpten sevdirmek varken tokat atarak din sevdirilir mi?
Sayın Başbakanım;
Mümkünse Kur'an Kurslarında öğretmenlik yapanların eğitim durumu İlahiyat Fakültesi mezununun yanında öğretmenlik vasfı taşıyanlardan yapılsın. En azından psikoloji ve sosyolojik bir imtihana tutulsun.
Din, Allah, Peygamber böyle sevdirilmez. Her defasında Allah c.c çarpar. Allah c.c şöyle yapar diye hem camilerde vaaz hem Kur'an kurslarında böyle telkin ediliyor. Durup dururken Allah c.c neden çarpsın. Korkutarak din sevdirilmez.
Sayın Başbakanım mümkünse bu konularda düzenleme yaptırın. Böyle yetkisiz ehliyetsiz kişiler yüzünden millet dininden soğuyacaktır.
Gereğinin yapılmasını arz ederim.

28 Haziran 2017 Çarşamba

DİKKAT DAR PANTOLONLAR ERKEKLERDE KISIRLIĞA YOK AÇIYOR !!!!

DİKKAT DAR BEDENLİ PANTOLONLAR ERKEKLERDE KISIRLIĞA YOK AÇIYOR !!!!



Doç. Dr. Kemal Karakaya, reflüye karşı dar elbiseler giyilmemesi ve kemerin sıkılmaması gerektiğini söylüyor:

Batı tipi yaşam sürenlerde reflüye daha sık rastlandığına dikkat çeken Karakaya, mideyle yemek borusu arasındaki önleyici mekanizmanın bozulmasıyla mide içindeki sıvı ve asitin yemek borusuna kaçtığını belirtiyor.
Toplumun yüzde 5’inde reflü şikâyeti görüldüğünü kaydeden Karakaya, “Özellikle pantolonların kemer kısımları sıkı olmasın. Kemerle karnı sıkıştırdığınızda mideye baskı oluşturacak ve mide içeriğinin yemek borusuna doğru çıkmasına sebep olacaktır. Bu da başlı başına reflü sebebidir.” diyor.
Uzun süreli reflünün yemek borusu kanserine neden olduğunu belirten Karakaya, şunları söylüyor: “Reflü geliştiğinde ilk olarak yemek borusu mukozasında yangı ortaya çıkar. Ağza acı su gelmesi, yanma, göğüs kemiği arkasında sıkışma hissi ve buna benzer şikâyetlerde mutlaka hekime başvurulmalıdır. Uzun süreçte bu alanda ülserleşme, darlıklar, kanayan alanlar ortaya çıkabilmektedir. Tedavi edilmeyen olgularda uzun dönemde yemek borusunun alt kısmında kanserler gelişebilmektedir.”
·        
DAR YIKAFETLER SPERMLERİ ÖLDÜRÜR
Özellikle erkeklerin dar kıyafetler giymesi spermlere zarar verdiği biliniyor. Sentetik ve sar kıyafetlerin vücudun ısısını artırması nedeniyle spermler ölüyor. Nano teknoloji ve sentetik tekstil ürünleri cilt sorunlarına yol açabildiğinden yüzde yüz yün veya yüzde yüz pamuk tercih edilmesi ve bol kıyafetler giyilmesi öneriliyor. Erkeklerde testislerin yapısında bulunan musculus cremaster isimli kaslar her erkekte ikişer tane bulunmaktadır. bu kas ile ilgili ilginç bir ayrıntı ise şudur: çizgili bir kas olmasına rağmen istemli kontrol altında çalışmaz. 
Kas-iskelet sistemi sorunlarına maruz kalmamak için ayakkabı topuklarının da 5 cm’den daha yüksek olmaması, gömlek yakasının ise boynu sıkmayacak nitelikte olması gerekiyor. 


İşte bu kurallara uyulmaması durumunda gelişebilecek sağlık sorunları :

• Sıkı pantolon ve korse kullanımı bağırsaklara baskı yaparak hazımsızlığa ve karın ağrısına neden olabilir. 
• Boynu sıkan dar gömlek ve kıyafetler, boynun ön yüzünde yer alan şah damarına baskı yaparak baş ağrısı, görme bulanıklığı ve çınlamaya yol açabilir. 
• Yüksek topuklu ayakkabı, aşil tendonunda kısalık, dizde bükülme, bel çukurluğu ve sırt kamburluğunda artmaya neden olabilir. Baldır arkasında bulunan aşil tendonunda kısalık sıkça görülür. Bu sorunlar topuk yükselmesi ile daha belirgin hale gelir. Dizde artan bükülmeye bağlı diz kapağı sorunları artar. Yüksek topuk kullanımına bağlı, ön ayaktaki basınç artar ve tarak kemikleri altında nasırlar, sinirsel belirginleşmeler (morton nörinom) ve parmaklarda sorunlar artar. Parmaklarda çekiç parmak, başparmak eğriliği (halluks valgus) ortaya çıkabilir. Ayrıca denge sorunu, ayak bileği burkulmaları sıkça ortaya çıkabilir. Buna karşın 7 santimetreye kadar olan ayakkabıların pelvik kasları olumlu etkilediğini söyleyen çalışmalarda da mevcuttur. 

Testis Torbası, bir diğer adı skrotum olan erkek memelilerde penis ile birleşik olan üreme organıdır. Temel amacı testislerde sıcaklık dengesini korumaktır. Cinsel istek olduğu zamanlarda ve soğukta testis torbalarının kasları kasılır ve büzüşür, bu haldeyken daha yukarıda dururlar. Fakat tam tersi olan sıcakta ve cinsel isteğin olmadığı durumlarda testis torbası daha sarkık olur. Sperm dediğimiz erkek üreme hücreleri normal insanın vücut ısısında barınamazlar.
Testisler bu boşluklarda bulunurlar. Testisler, testosteron hormonu ile erkek üreme hücresi olan sperm üretiminden sorumludurlar. 

Testis Torbası sperm hücrelerine gereken sıcaklığı sağlar ve sağlıklı bir şekilde yaşamalarına ev sahipliği yapar. Testis torbasındaki 1-2 derecelik bir artış  spermlerin sayısının azalmasına neden olabilir. Sperm sayısının az olduğu durumlarda çocuk sahibi olmak zorlaşır. Testis torbası, sadece spermleri değil testisleri de korur. Testisler anne karnında karın boşluğunda oluşup doğumdan önce testis torbasına inerler.
Spermatik kordonlari bulunduran ve testislere uzanan  bu kasların en önemli görevi  soğuk havalarda vücut dışına konuşlandırılmış testisleri vücut içine doğru çekme, sıcak havalarda da uzayarak vücut ısısının dışında tutmaktır. Dolayısıyla her dakika her saniye spermler faaliyetten uzak tutulmaktadır. İşte dar pantolonlar erkeklerde kısırlığa sebebiyet vermektedir.

DİŞ MACUNLARI VE GÜNLÜK TEMİZLİK ÜRÜNLERİNE EKLENEN SODYUM FLORİD TEHLİKE SAÇIYOR !!!! İŞTE FLORÜRLÜ DİŞ MACUNU GERÇEKLERİ

DİŞ MACUNLARI VE GÜNLÜK TEMİZLİK ÜRÜNLERİNE EKLENEN SODYUM FLORİD TEHLİKE SAÇIYOR !!!! İŞTE FLORÜRLÜ DİŞ MACUNU GERÇEKLERİ


Diş macunları ve günlük temizlik ürünlerine eklenen sodyum florid nükleer atıklardan elde ediliyor. İddiaların aksine dişleri korumadığı gibi kansere yol açıyor. Bilim adamları yatıştırıcı etkisi nedeniyle de insanları pasifleştirip düşünce meleklerini yok eden sodyum floridden uzak durulması çağışı yapıyor.



NÜKLEER ATIK RESMEN AĞIZLARDA

Diş macunları, gargaralar, bazı endüstriyel gıdalar, antibiyotikler, antidepresanlar gibi pek çok üründe kullanılan florür ya da fluoride alüminyum imalat ve nükleer sanayinin atık ürünü olan ‘sodyum florür'den başka bir şey değil. Suda çözülen, renksiz, kokusuz ve tatsız olması sebebiyle fare ve haşere zehrinde kullanılan ve hatta panzehiri olmayan bir zehir.


FLORİDİN ADI: ŞEYTAN ZEHRİ

'Şeytan zehri' olarak bilinen fluoride, birçok endüstri dalının depolanması güç bir atığı. 20'nci yüzyılın ikinci yarısında kapitalizm, bu zehirli atığın depolanma maliyetinden kurtulmak için 'florürlü diş macunları' masalını ortaya atarak her ağza sokmayı başardı. 40 bin çocuk üzerinde yapılan incelemeler, fluoridin çürümeye karşı dişleri korumadığı aksine kanser riskini artırdığını ortaya koydu.


SULARIMIZA BİLE ZEHİR EKLETTİLER

Dünyadaki pek çok üniversitenin diş hekimliği ve halk sağlığı bölümlerine, florürün diş sağlığı için faydalı bir şey olduğunu anlatmaları için büyük fonlar sağlandı. Doktorlar reklamlarda oynatıldı. Endüstri baronları, halkın sağlığını korumak için paranın musluklarını açarak hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor, bazı ülkelerde sulara bile Hitlerin savaş silahı florürü eklettiler.


FLORİD GERÇEKTEN ÇÜRÜKLERİ ÖNLÜYOR MU?

Günümüzde florid en çok diş macunları içerisinde rastlıyoruz ve çürükleri önlemek için kullanıldığı söyleniyor. Peki, gerçekten çürükleri önlüyor mu?
Tabii ki hayır! Flor da klor, brom ve iyot gibi son derece zehirli bir kimyasal. Herkes için özellikle çocuklar için sakıncalı. Geçtiğimiz yıllarda Harvard Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, florürün çocukların nörolojik gelişimlerini negatif yönde etkilediğini bir kez daha ortaya koydu. Lakin kimin umurunda.


FLORİD MAALESEF KANSERİ ARTIRDI

1977'de ABD Ulusal Kanser Enstitüsü Baş Kimyageri Dr. Dean Burk ve Güvenli Su Derneği (Safe Water Foundation) başkanı Dr. J. Yiamouyiannis yaptıkları araştırmada 40 bin çocuktan iki senede toplanan ham verileri inceledi ve sodyum Dün diş çürümelerine karşı bir başarı sağlamadığı aksine kanser riskini artırdığını ispat ettiler.


FLORÜR KAYNAĞI OLABİLECEK BAZI ÜRÜN VE GIDALAR

Kullandığımız ürünlerin birçoğu aslında ihtiyacımız olmayan ürünler. Fakat uluslararası firmaların birçok üretimi, depolama alanı maliyetinden kurtulmak için kimyasal atıklar üzerinden para kazanabilme amacına dayalı olarak yaratılmış suni ihtiyaçları besliyor. Hem de sağlığımızı yok pahasına.
İşte büyük fonlar sağlanarak  içeren bazı ürünler: Floridli diş macunu, bebek maması, hazır çorba, tavuk bulyon, teflon tava veya tencerede pişmiş gıdalar, gazlı içecekler, hazır meyve suları, paketli veya işlenmiş gıdalar, anestezi kimyasalları, endüstriyel tütün/sigara.


FLORİD MAALESEF DÜŞÜNME MELEKELERİNİ YOK EDİYOR: SORGULAMA KULLAN

Floridin yatıştırıcı etkisi var ve bireyleri düşünemeyen pasif insanlar hâline getiriyor. Kimyagerlerin ifade ettiğine göre düzenli florür kullanımıyla beyin bir süre sonra yeteneğini kaybetmeye başlıyor ve düşünemeyen sürülere dönüştürüyor insanları. Liberal kapitalistlerin en büyük amaçlardan biri de bu değil mi?


FLORÜR KULLANMAYI DURDURAN BAZI ÜLKELER

Japonya 1970′lerde sulara eklenmesini yasakladı. Diş macunlarında ise oranı en düşük seviyeye çekti. Ülkede artan şeker tüketimlerine rağmen diş çürüklerinde azalma görüldü.
Küba' da 1990'dan beri şebeke suyuna florür eklenmesi yasak. 1997 Mart'ında yapılan ölçüme göre diş çürükleri ciddi oranda görüldü.
Hollanda'nın Tiel şehrinde 1973′de sulara sodyum florür eklenmesi durduruldu ve 1993′de yapılan araştırma diş çürüklerinde azalma gözlendi.


ABD'NİN ÇİFTE STANDARTI

Diş macunlarının üzerindeki uyarıcı bilgiler ülkeden ülkeye değişiyor. Mesela ABD'de satılan Colg… marka macunlarda şu uyarı notu yer alıyor: “Eğer çocuğunuzun diş macunundan yemiş olduğunu fark ederseniz, derhal yakınınızdaki zehirlenme istasyonuna götürün ve doktorunuz ile temasa geçin.”

Bu uyarı notu diğer ülkelerde 'Çocuğunuzun dişini fırçalarken macunu yutmamasına özen gösterin ve 7 yaşın altındaki çocuklara çok az miktarda diş macunu verin' olarak değişiyor.



HİTLER, KİLESEL İMHA ARACI OLARAK KULLANDI

Yapılan deneyler sonucunda, sularında sodyum florür (NaF) bulunan farelerin Alzheimer benzeri hafıza rahatsızlıklarına yakalanması Alman kimya fabrikası I.G.Farben'i harekete geçirir. Bunu çıkarları için fırsata çevirmek isteyen şirket, sodyum florürden sinir gazı üretimi teknolojisini 1939 yılında ALCOA adlı Amerikan Alüminyum Şirketi'nden satın alır. Ardından Nazi bilim insanları florürün içme suyuna karıştırılması için ilk deneylerini gerçekleştirir. Bu deneylerde içme suyundaki florürün beynin belli bir bölgesini uyuşturduğunu ve bireyin direnme gücünü kırdığını tespit eder. Bu keşiften sonra florür Nazi toplama kamplarındaki içme sularına karıştırılır. Sinir hücrelerini tahrip eden ve IQ'yu azaltan florür, beynin belli bir bölgesine tahribat yaparak, kişileri mücadele anında daha az aktif hâle getirdiği tespit edilir.Bunun üzerine dünyanın en büyük florür üreticisi olan Alcoa, Dow Chemical, Dupont ve Kellogg şirketleri bütün olayın başını çeken Farben'la bir anlaşma imzalayarak, florürün yaygınlaşması için çalışmalar başlattı. Dahası da II. Dünya Savaşı sırasında florür, nükleer silah yapımı için kullanıldı.

DOĞA, DENGE VE DÖNGÜ ÜZERİNE KURULUDUR. DÖNGÜ ZENGİN BİR OMEGA-3 KAYNAĞI OLAN OTLARLA BAŞLAR... İŞTE YAPISAL TEMEL TAŞIMIZ OMEGA-3 DEDİKLERİ .......

DOĞA, DENGE VE DÖNGÜ ÜZERİNE KURULUDUR. DÖNGÜ ZENGİN BİR OMEGA-3 KAYNAĞI OLAN OTLARLA BAŞLAR... İŞTE YAPISAL TEMEL TAŞIMIZ OMEGA-3 DEDİKLERİ .......


Doğa, denge ve döngü üzerine kuruludur. Döngü zengin bir Omega-3 kaynağı olan otlarla başlar. Bu değerli besin zincirleme bir şekilde, önce otları yiyen böceklere, ardından böcekleri yiyen kuş ve diğer hayvanlara aktarılır. Bu döngüyü devam ettirmek ve doğadaki Omega-3 kaynaklarını korumak için elimizden geleni yapmalıyız.

Doğa, denge ve döngü üzerine kuruludur. İnsan vücudunu oluşturan moleküllerin bileşenleri, kuşlar ya da karıncalardaki bileşenlerle aynıdır.
Hepimizde kalsiyum, magnezyum, selenyum, bitkisel ve hayvansal proteinler bulunur. Döngü zengin bir Omega-3 kaynağı olan otlarla başlar. Bu değerli besin zincirleme bir şekilde, önce otları yiyen böceklere, ardından böcekleri yiyen kuş ve diğer hayvanlara aktarılır.
Denizlerde ise zincirin ilk halkası yosunlardır. Yosunları yiyen küçük balıklar, küçük balıkları yiyen büyük balıklarla döngü devam eder. Bu döngüyü devam ettirmek ve doğadaki Omega-3 kaynaklarını korumak için elimizden geleni yapmalıyız. Günümüzde kırlarda özgürce dolaşan, böcek, solucan, ot, tohum yiyerek beslenen tavuk kalmadı. Zavallı tavukları Omega-6 zengini suni yemlerle besliyorlar. Haliyle tavuğun etinde de, yumurtasında da Omega-3 kalmıyor.
Aynı şekilde, çayırda otlamayan ineğin eti ve sütü de Omega-3 bakımından fakirleşiyor. Eski insanlarda Omega-3 / Omega-6 oranı en kötü olasılıkla dörte biriyken, bugün 50’de bire düştü. Yani sadece bir Omega-3 yağ asidi molekülüne karşılık tam 50 adet Omega-6 molekülü var.


BALIK EN ZENGİN OMEGA-3 KAYNAĞIDIR

Güvenilir ve güçlü Omega-3 kaynağı olarak bize sadece balıklar kaldı. Ama çiftlik balıklarını tüketmenizi önermiyorum. Çünkü bu balıklara mısır özlü yemler veriliyor. Plankton ya da yosunlarla beslenen deniz balığından şaşmayın derim.
Doğal ortamları içinde yaşayan bu balıklar, yosunlardaki bitkisel Omega-3’ü alarak, karaciğerlerinde metabolize ederek hayvansal Omega-3’e çeviriyor ve depoluyorlar. Özellikle soğuk deniz balıkları tüketmeye çalışın. Örneğin somon balığı Omega-3 açısından çok değerli bir balıktır.
Bizde balık ekmek olarak satılan Norveç uskumruları, yerel balıklarımızdan da hamsi ve sardalye zengin Omega-3 kaynaklarıdır. Balığı ızgara ya da buğulama olarak tüketin. Mısır ununa batırıp yağda kızartmak yok! Çünkü böyle pişirdiğinizde o çok değerli Omega-3, Omega-6 ile doluyor ve çok önemli olduğunu anlattığım denge yine sizin aleyhinize dönüyor.
Çocukken, bizim evimizde balık yapılırken üzerine ceviz sosu da eklenirdi. Hem bitkisel hem de hayvansal Omega-3’ü bir arada alırdık. Çok faydalı bir kombinasyon! Bol bol konserve balık yiyorsanız, kötü bir haberim var; maalesef bunlar Omega-3 bakımından hiç zengin değiller. Hele konserve balıkların diyet versiyonlarında bu değerli yağ asidinden eser bile yok. Aklınızda olsun. Omega-3 kazanımınızı artırmak istiyorsanız cevizden, keten tohumu ve yeşil yapraklı sebzelerden -özellikle semizotundan- de faydalanın, omega-3 içeriğini koruyabilen doğal ortamda büyüyüp gelişen hayvanların etlerini, süt-süt ürünlerini, yumurtalarını da tüketin ama balığın elimizdeki en güçlü omega-3 kaynağı olduğunu aklınızdan çıkarmayın.


OMEGA-3’ÜN MARİFETLERİ


Diyetinize Omega-3 eklemeniz için birkaç neden daha: 
* Güçlü bir bağışıklık sistemi, daha az grip ve nezle olmak için.
* Sağlıklı saçlar ve parlak bir cilt için.
* Yaşlanmaya bağlı görme bozukluklarını geciktirmek için.
* İyi kolesterolü artırmak, trigliserid dediğimiz çok tehlikeli bir yağın değerini düşürme için.
* Kanın akışkanlığını artırarak kan pıhtılaşmasını ve dolayısıyla kalp krizi, inme ve felç riskini azaltmak için.
* Kanserli hücrelerin üreme potansiyelini azaltarak kansere karşı koruma sağladığı için.
* Yaşlanmanın en önemli nedeni olan mikropsuz iltihapları önlemeye, en azından geciktirmeye yardımcı olduğu için. 

* Daha geç yaşlanmak, daha uzun ve sağlıklı bir ömür sürmek için.



Prof Osman Müftüoğlu'ndan alıntıdır.

FAST FOOD REKLAMLARINDAN ÇOCUKLARIMIZI UZAK TUTALIM.!!!! ÇOCUKLARIMIZ TELEVİZYONLAR DA BU REKLAMLARI İZLEDİKÇE OBEZİTE OLMADA ARTIŞ GÖRÜLÜYOR !!!

Fast food restoranların çocukları hedef alan reklâmlarının aileler üzerine önemli etkisi olduğu belirlendi. 3-7 yaş arası 100 çocuk ile bunların ebeveynleri üzerinde gerçekleştirilen araştırmaya göre, çocukların televizyon seyretme süreleri arttıkça fast food restoranlara gitme oranı da o nispette artıyor.


Menülerinde oyuncak hediye eden restoranlar çocuklar tarafından daha çok tercih ediliyor. Çocuğun yatak odasında televizyon olması da bu tür restoranlara gitme oranını etkiliyor. The Journal of Pediatrics' te yayınlanan araştırmanın yazarlarından J. Edmond “Anne ve babalara çocuklara reklâmların olmadığı kanalları seyrettirmelerini tavsiye ediyoruz” diyor. Obezitenin sebebi çevresel etkiler ve hükümetlerin politikalarıdır. Çocukluk çağı obezitesindeki artışta hazır gıdaların ve fast food restoranların çok önemli yeri var.

DSÖ Başkanı Chan' ın özellikle şu tespitleri çok önemli:

BİR: Obezite çocuklukta yaşam tarzından değil çevresel etkiler ve hükümetlerin politikalarından kaynaklanıyor.
İKİ: Sağlıksız gıda ve içeceklerin pazarlaması sınırlandırılmalıdır.
ÜÇ: Gıda endüstrisinin halk sağlığı politikalarının oluşturulmasında yer alması sakıncalıdır.
DÖRT: En büyük zarar, aşırı şekerli içecekler, fazla işlenmiş, yoğun enerjili ve besin değeri düşük gıdaların pazarlanmasından geliyor.


Her türlü gıda reklâmı yasaklanmalıdır

Ben de Chan' ın bu doğru tespitlere şunları ilave etmiştim:
BİR: Yiyecek ve içecek reklâmları sonlandırılmalıdır.
İKİ: Hazır gıdaların üzerine sigarada olduğu gibi “sağlığa zararlı olabilir” ibaresi konmalıdır.
ÜÇ: Hazır gıdalar “janjanlı paketlerde” değil “renksiz, resimsiz ambalajlarda” satılmalıdır.
DÖRT: Hazır gıdalardan “ek vergi” alınmalıdır.
BEŞ: Okul kantinlerinde hazır gıda satışı yapılmamalıdır.
ALTI: Çocukların marketlere girmesi yasaklanmalıdır.
YEDİ: Devlet küçük üreticiye destek olmalı, sağlıklı gıdalara sübvansiyon uygulamalıdır.


Gelelim neticeye

BİR: Araştırmanın uzmanının “çocuklara televizyon seyrettirmeyin” uyarısı yeterli değil.
Her türlü yiyecek-içecek reklâmı yasaklanmadan obezite önlenemez.
İKİ: Çocukluk çağı obezitesindeki artışı önlemenin olmazsa olmaz şartı çocukları hazır gıdalardan uzak tutmaktır.
ÜÇ: Gıda endüstrisine tek bir laf edemediği gibi onlardan menfaat temin eden metabolizma ve endokrinoloji uzmanlarıyla bu işin halledilmesi mümkün değil



Prof Ahmet R Küçükusta

LÜTFEN DİKKAT BU PLASTİK MALZEMELER ERKEKLERDE KISIRLIĞA YOL AÇIYOR

Pet şişeler, kanser riskinin yanı sıra, üreme, hipofiz, tiroid ve meme gibi organ ve dokuları da etkiliyor.
Bu ambalajlar içerdiği fatalatın örtrojen hormonu gbi davranması nedeniyle erkekliğe zarar verdiği Obama'ya sunulan akademik bir raporla ispat edilmişti.

Pet şişe ve damacana, plastik bardak, kaşık, çatal, pipet, biberon, emzik gibi ürünlerin, kanser riskinin yanı sıra, üreme, hipofiz, tiroid, meme gibi organ ve dokuları da etkilediği açıklandı.  CHP’li milletvekilleri, bu konuda Meclis Araştırması açılmasını istedi.
Bzı milletvekillerinin verdiği önerge ile  ‘’Plastikte bulunan BPA (Bisphenol A) gibi kimyasal maddeler sıcak ve soğuktan etkilenerek, içinde muhafaza ettiği yiyecek ve içeceklere geçmekte, bu da kanser yapma riskine yol açmaktadır’’ denildi. 

Önergede şu görüşler savunuldu:

‘’Plastiklerin içindeki bu kimyasal maddeler endokrin sistemini bozmakta, üreme, hipofiz, tiroid, meme dokusu gibi çeşitli organ ve dokulara etki etmektedir. Büyüme, gelişme ve bağışıklık sistemine zarar vermekte, kanseri tetiklemektedir. Plastikteki BPA maddesi, obezite, diyabet, astım, kalp-damar hastalıkları ve karaciğer hasarına yol açmakta, kadınlarda meme, erkeklerde ise prostat kanseri riskini arttırmaktadır.  BPA ihtiva eden plastik biberon, şişe ve kaplara sıcak sıvı veya yiyecek konulduğunda BPA maddesi kaptaki sıvı ya da yiyeceğe geçmektedir. Halkımızın  cam şişe kullanımına özendirilmesi gerekmektedir. Başta biberonlar olmak üzere yiyecek ve içecek kapları ile diğer plastiklerin kullanımı yasaklanmalıdır.’’ (Milliyet)


Çay ve kahve keyfiniz kabusa dönüşmesin. Prof. Dr. Selma Çivi, kahve ve çay gibi sıcak içecekler için kullanılan plastikten üretilen bardakların, kanserojen bir madde olarak bilinen benzenden üretildiğini ve bu bardakların özellikle erkeklerdeki testosteron hormonunu etkileyerek, erkeklerde kısırlık ve güçsüzlüğe neden olduğunu söyledi.


Konya Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı Başkanı ve Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Selma Çivi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ABD'de yapılan bir araştırmada, plastik ürünlerini fazla kullananlarda, özellikle karaciğer enzimlerinin yükseldiğinin, karın yağlanmasının arttığının tespit edildiğini söyledi.

Plastik ürünlerinde bisfenol A ve flalein isimli maddelerin kullanıldığını ifade eden Çivi, “Çevresel kirleticiler olarak vasıflandırdığımız plastikler, boğazımızdan başlayarak tiroit bezini, karın bölgesinde yer alan pankreas bezini, kadınlarda yumurtalıkları, erkeklerde de testisleri temel olarak etkilemekte ve kısırlığa neden olmaktadır” dedi.

Çivi, bebek biberonlarında da bu maddelerin kullanılabildiğine dikkati çekerek, biberonların ısıtılmasıyla çocukların küçük yaşlarda, plastik ürünlerdeki zararlı maddelere maruz kaldığını dile getirdi.

"CAM VE ÇELİK TERCİH EDİLMELİ"

Bu maddelerin, çocuklarda davranış bozukluklarına sebep olduğunu vurgulayan Çivi, “Bu zararlı maddeler, çocukların bütün genetik yapılarını değiştirebilmekte. Bu nedenle plastikleri, günlük yaşamımızdan mümkün olduğunca uzaklaştırıp, plastik ürünler yerine içindeki sıvıya zararlı maddelerini bırakmayan cam ve çelik gibi ürünleri tercih etmeliyiz” diye konuştu.

Çivi, plastiklerde üçgen biçimindeki bir kutunun içerisinde numaralar olduğunu belirterek, bu numaralardan en tehlikeli olanların 3-6-7 numaralı maddeler olduğunu bildirdi.

Bu numaralardan 3, V ya da PVC yazan plastiğin, gıdalarda kullanılmaması gerektiğini anlatan Çivi, şunları kaydetti:

“7 işareti bulunan veya numarasız olan cam gibi parlak ve sert plastik, en tehlikeli olan plastiktir ve 'güvenli değildir' demektir. İçindeki zararlı maddeleri gıdalara sızdıran bu plastikler yiyecek ve içeceklerde kullanılmamalıdır. 6 numaralı plastik ise kahve ve çay gibi sıcak içecekler için kullanılan köpük bardakların plastik olduğunu çoğumuz bilmeyiz. Bu malzeme benzenden üretilir. Kanserojen bir madde olarak bilinen bu maddenin mutfaktan kesinlikle uzak tutulması gerekir.”

PLASTİKTEN KORUNMAK İÇİN PRATİK ÖNLEMLER


Günlük hayatta tamamen vazgeçilemeyecek olan plastiklerin zararlarını en aza indirgemek için pratik önlemlerin alınabileceğini anlatan Çivi, “Konserve yerine daha çok taze sebze ve meyveleri tercih ederek bunlardan büyük ölçüde korunabiliriz. Ayrıca biberon kullanmak yerine annelerin bebeklerini emzirmeleri veya toz şeklindeki mamaları tercih etmeleri daha uygun olur” diye konuştu.

3-6-7 ve numarasız plastik ürünlerinin gıdalardan uzak tutulması gerektiğinin dile getiren Çivi, şu tavsiyelerde bulundu:

“Plastiklerin içerisinde herhangi bir sıvıyı dondurmamak ve ısıtmamak gerekiyor. Aynı şekilde asitli ve tuzlu yiyecekler, plastiğin yapısını bozarak Bisfonel maddesinin gıdaya geçmesine neden oluyor. Konserve veya salamura gibi yiyecekler için plastik kaplar kullanmamalıyız. Plastik ürünlerinde bulunan flalein maddesi, özellikle erkeklerdeki testosteron hormonunu etkileyerek, erkeklerde kısırlık ve güçsüzlüğe neden olmaktadır.” (aa)