24 Mayıs 2018 Perşembe

DEVLETLERDE ÖLÜR ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE .. ( BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -1- Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve tüm dünya için 1991 yılı yeni bir dönüm noktasıdır. Bu tarihten sonra Avrupa ve Asya’nın siyasi haritası değişmiştir. 1990 yılında Demokratik Alman Cumhuriyeti ve Federal Alman Cumhuriyeti'nin birleşmesiyle dünya üzerinde dengeler değişmeye başladı ve Sosyalist iktidarların birer birer düşerek bu durum SSBC'yi büyük bir krize sürükledi.

DEVLETLERDE ÖLÜR  ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE .. ( BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -1-

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve tüm dünya için 1991 yılı yeni bir dönüm noktasıdır. Bu tarihten sonra Avrupa ve Asya’nın siyasi haritası değişmiştir. 1990 yılında Demokratik Alman Cumhuriyeti ve Federal Alman Cumhuriyeti'nin birleşmesiyle dünya üzerinde dengeler değişmeye başladı ve Sosyalist iktidarların birer birer düşerek bu durum SSBC'yi büyük bir krize sürükledi. Parçalanmaz denen 1917’de temelleri atılan ve 1922’de kurulan Sovyetler Birliği parçalanıyordu

Yanlış politikalar sonucu gelen ekonomik çöküş milliyetçi taleplerin daha da artmasına sebep oldu. İlk isyan A.B.D. merkezli sivil toplum kuruluşlarının faaliyet gösterdiği ve halkı tahrik ettiği Baltık ülkelerinde oldu. Mart 1990'da Baltık ülkesi Litvanya'nın ayrılığını ilan etti. SSCB buna müdahale etti.

Eylül 1991'den itibaren birlikte bulunan ülkeler birer birer ayrılıklarını ilan etti.

Ukrayna, Azerbaycan, Kazakistan gibi birçok önemli ülkenin bağımsızlığını ilan etmesinden sonra 22.403.000 km'lik yüzölçümüyle dünyanın en geniş ülkesi dağıldı.
1.Rusya 2.Ukrayna 3.Moldova 4.Litvanya 5.Letonya 6.Kazakistan 7.Kırgızistan 8.Gürcistan 9.Özbekistan 10.Tacikistan 11.Türkmenistan 12.Estonya 13.Ermenistan 14.Azerbaycan 15.Belarus
Öte yandan Birinci Dünya Savaşı sonrası 1919 Paris Antlaş­ması gereğince Sırp, Hırvat ve Slovenlerden olu­şan Yugoslavya Krallığı kuruldu. Daha sonra da patlayan  İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yugoslavya, Al­man işgaline uğramış ve Nazi yanlısı büyük Hırva­tistan Devleti kurulmuş ancak 1945’teki seçimlerde başarılı olan General Tito, altı fe­dere devletten oluşan Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti’ni kurmuştur.
Tito’nun 1980’de ölümünden sonra Yugoslavya’yı oluşturan altı federe devlet başkanının Yugoslavya’yı dönüşümlü olarak yönetmesi belli bir süre istikrarın korunmasına yol açmıştır.
1980’de Dünya ekonomik buhranının Yugoslavya ekonomisini olumsuz etkilemesi, ülkedeki enflasyon oranının hızla yükselmesi, federe cumhuriyetler arasındaki ekonomik farklı­lıklar, aşırı milliyetçi hareketlerin yaygınlaşması nedeniyle; 1991-1995 tarihleri arasında önce Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna- Hersek Yugoslavya Federasyonu’ndan ayrılarak bağımsız olmuşlar, daha sonrasında da 27 Nisan 1992’de Sırbistan - Karadağ bir araya gelerek Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti”’ni yani küçük Yugoslavya’yı kurarak Yugoslavya fiilen parçalanmış oldu.
1 Ekim 2017’de de İspanya’da ki Katalonya’da referandum yapılarak Avrupa’da da ayrılıklar zincirinin halkalarında çatlamalar belirginleşti. İspanya'da Bask, İngiltere'de İskoçya, Belçika'da Flandra, İtalya'da Padanya, Fransa'da Korsika devamını getirecektir.
Bu parçalanmışların temelini incelersek 2008 yılında ABD'de başlayan finansal krizin ardından AB'nin borç krizine sürüklenmesi de bir diğer etken. Yaşanan krizden en fazla etkilenen ülkeler arasında İspanya da yer alıyor. İspanya, içinde bulunduğu bu krizde, ekonomik açıdan en gelişmiş bölgelerden birisi olan ve İspanya ekonomisinin %20'sini oluşturan Katalonya'ya sırtını yaslamaya çalışması, buradaki bağımsızlık referandumuna giden süreci hızlandırdı.
Avrupa'da bağımsızlık talep eden bölgelerin sayısı hayli yüksek. Bunların başında İspanya'nın bir diğer özerk bölgesi olan Bask Cumhuriyeti geliyor. İspanya'nın diğer bölgelerine göre yaşam standardının daha yüksek olduğu Bask bölgesi, gelirlerini merkezî hükümetle paylaşmak istemiyor.
Bir diğer bağımsızlık talebinde bulunan bölge İskoçya. 300 yıl boyunca Birleşik Krallığa bağlı yaşayan İskoçlar, her ne kadar yerel bir meclise sahip olsalar da bağımsız bir yönetim kurma isteklerini sık sık dile getiriyor. İngiltere'nin AB'den ayrılması ile tekrar yükselen bu sesler, 2018 yılında bağımsızlık referandumu planlıyor.
Belçika'nın üç federal bölgesinden biri olan ve bağımsızlık talebi bulunan  Flaman bölgesinde (Flandra) halk gelirlerin ülkenin diğer kesimleriyle paylaşılmasından memnun değil. Fransa ve Almanya arasında tampon bir bölge ve stratejik denge unsuru olan Flandra'nın Belçika'dan olası bir ayrılığının Fransa ve Almanya'yı savaşın eşiğine getirebileceği yorumları yapılıyor.
İtalya'nın kuzeyinde yer alan Padanya'da ayrılıkçı hareketin önderleri 1990'da bağımsızlık istemiş, 2000'lerde ılımlı bir çizgiye oturmuştu. Fakat şimdi tekrar bağımsızlığın gündeme alınmasından endişe ediliyor.
Sosyal hayat, dil ve kültür olarak Fransa'nın diğer yerlerinden farklı olan Korsika başta olmak üzere Bretonya ve Alzas gibi bölgelerin de benzer bir talepte bulunmasından endişe ediliyor.
Almanya'da ülke ekonomisinin yükünü büyük ölçüde çeken Bavyera; Danimarka'da özerk bir yönetime sahip Faroe Adaları; Doğu Ukrayna; Yunanistan'ın güneybatısında yer alan Çamerya ve Batı Trakya bağımsızlık seslerinin yükselme ihtimali olan diğer bölgeler.
 Katalonya'da gerçekleşen bağımsızlık referandumunun Balkan coğrafyasını etkileyerek bir domino taşları misali peş peşe bağımsızlıklarını ilan etmeleri her an gün yüzüne çıkabilir.
Balkan bölgesinde bağımsızlığı halen Sırbistan tarafından tanınmamış olan Kosova'nın bağımsızlık süreci devam etmektedir. Yine de Katalonya konusunda AB ile aynı tutumu sergileyeceğini açıkladı. Sırbistan ise Avrupa'nın İspanya merkezi hükümetine gösterdiği yumuşak tavrın aynısını beklemekte. 
Bu sebeple, AB'nin çifte standart uyguladığı ve Sırbistan'dan özür dilemesi gerektiğine dair bir mektup yazacağı da belirtildi. Katalonya sonrasında Bosna-Hersek'in iki etnisitesinden (siyasi birim) biri olan Sırp Cumhuriyeti'nin bağımsızlık taleplerinin artması, Sırbistan'daki Preşova Vadisi ile özerk bölge Voyvodina'nın bağımsızlık istemesi ve Makedonya'nın parçalanması ihtimal dâhilinde..
İktisadi açıdan Katalonya krizi AB'yi ekonomik bir krize götürebilir. Bu durum ticaretinin büyük bir kısmını AB ile yapan Balkanlar'ı yeni bir ekonomik durgunluğa itebilir. Ayrıca hâlihazırda AB'ye üye olmaya çalışmakta olan Batı balkan ülkelerinin üyelik süreçleri riske girecektir. Bu bağlamda AB'ye üye olmak için ülkeler tarafından gerçekleştirilen reformlar da sekteye uğrayacaktır.
Unutmayalım ki bu parçalanacak ülkelerin hepsi yüzyıllarca Osmanlı İmparatorluğunun egemenliğinde yaşamış ve parçalanan Osmanlı İmparatorluğunun küllerinden meydana gelmiş ülke ve topluluklardır.
Gelelim Amerika’ya :
Amerika'nın 1492'de keşfinden sonra İspanyollar, Portekizliler, Fransızlar ve İngilizler, bu kıtada toprak sahibi oldular. İngilizler, Amerika'daki topraklarını genişlettikten sonra İngiltere başta olmak üzere çeşitli ülkelerden göçmenler yerleştirerek koloniler kurdu. 18. yüzyıl ortalarında, bu kolonilerin sayısı 13'e yükseldi. Koloniler, ABD'nin temelini oluşturmuştur.
İngilizlere bağlı olan koloniler, İngiliz Kralı'nın tayin ettiği bir vali tarafından yönetiliyor ve bir de meclisleri bulunuyordu. Amerika'da yaşayan bu insanların İngiltere'nin özgür vatandaşlarından farkı yoktu. 1756-1763 yılları arasında İngiltere'nin Avusturya, Fransa ve Rusya ittifakıyla yaptığı savaşlar (Yedi Yıl Savaşları), İngiltere'nin maliyesinin bozulmasına neden olmuştur.
İngiltere'nin mali durumunu iyileştirmek amacıyla yeni vergiler koyması, Amerika'daki kolonilerin tepkisiyle karşılaştı. 1774'te toplanan 1. Filedelfiya Kongresi'nde İngiltere ile savaşa karar verildi. 2. Filedelfiya Kongresi'nde (1776) 13 sömürge, bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu kongrede İnsan Hakları Bildirisi kabul edilerek onaylandı.
Fransa, İspanya ve Hollanda'dan yardım alan koloniler, İngilizleri yendiler. İngilizler, barış istemek zorunda kaldı ve Versaille (Versay) Antlaşması imzalandı (1783). Bu antlaşmaya göre İngilizler, 13 sömürgenin bağımsızlığını tanıdılar.
Antillerden bazı adaları ve Senegal'i Fransa'ya verdiler. Bağımsızlıklarını ilan eden eyaletler içişlerinde serbest olmak şartıyla bir araya gelerek Amerika Birleşik Devletleri'ni kurdular (1787). İşte böylece A.B.D kurulmuş oldu.
Bu konuya ikinci bölümde devam edeceğiz. Ziira elimizde ki veriler  A.B.D’nin çatırdamaya başladığı yönünde

Saygılarımla

Mustafa Kemal Bektaş

23 Mayıs 2018 Çarşamba

https://www.kapsamhaber.com/ulkemizde-saglik-kurumlarinda-yapilanma-ve-saglikta-donusum-5-makale,1756.html

https://www.kapsamhaber.com/ulkemizde-saglik-kurumlarinda-yapilanma-ve-saglikta-donusum-5-makale,1756.html

ÜLKEMİZDE SAĞLIK KURUMLARINDA YAPILANMA VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM…… -5- Sağlıkta dönüşüm projesi kapsamında halihazırda model kapsamında yapılması hedeflenen ve toplam 43 bin yatak kapasitesine sahip olması beklenen 33 sağlık kuruluşunun 2018 yıl sonuna kadar tamamlanması planlanıyor. Projenin yapım ve tamamlanma süreci 1 yılı hazırlık, 3 yılı yatırım ve 25 yılı işletme dönemi olmak üzere toplam 29 yılı kapsamaktadır. Bu süre sonunda yapılan hastanelerin kamuya devredilmesi öngörülmektedir.

ÜLKEMİZDE SAĞLIK KURUMLARINDA YAPILANMA VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM…… -5-

Sağlıkta dönüşüm projesi kapsamında halihazırda model kapsamında yapılması hedeflenen ve toplam 43 bin yatak kapasitesine sahip olması beklenen 33 sağlık kuruluşunun 2018 yıl sonuna kadar tamamlanması planlanıyor. Projenin yapım ve tamamlanma süreci 1 yılı hazırlık, 3 yılı yatırım ve 25 yılı işletme dönemi olmak üzere toplam 29 yılı kapsamaktadır. Bu süre sonunda yapılan hastanelerin kamuya devredilmesi öngörülmektedir. Bu kapsamda projelendirilen şehir hastanelerinin önemli bir kısmının ihalesi  tamamlanmıştır. İhalesi tamamlanan projelerin durumuna bakıldığında, Ekim 2015 itibarıyla 17 şehir hastanesinin inşaatı devam etmektedir. Diğer projeler içinse hazırlıklar sürmektedir. Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre, 16 şehir hastanesinin açılması, diğer hastaneler ilr birlikte 2018 yıl sonu itibarıyla tamamlanması hedeflenmektedir.

Kamu-Özel İşbirliği Projeleri
Adana Şehir Hastanesi (1550 Yatak) İhalesi Tamamlandı
İstanbul Sancaktepe Şehir Hastanesi (3800 Yatak) Onay Bekliyor
Ankara Bilkent Entegre Sağlık Kampüsü (3660 Yatak) İhalesi Tamamlandı
İzmir Bayraklı Şehir Hastanesi (2060 Yatak) İhalesi Tamamlandı
Ankara Etlik Entegre Sağlık Kampüsü (3566 Yatak) İhalesi Tamamlandı
İzmir Yenişehir(Tepecik) Şehir Hastanesi (1200 Yatak) İhale Hazırlık Sürecinde
Antalya Şehir Hastanesi (1000 Yatak) Onay Bekliyor
Kahramanmaraş Devlet Hastanesi (500 Yatak) Onay Bekliyor
Aydın Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi (150 Yatak) İhale Hazırlık Sürecinde
Kayseri Entegre Sağlık Kampüsü (1584 Yatak) İhalesi Tamamlandı
Aydın Şehir Hastanesi (800 Yatak) Onay Bekliyor Kocaeli Sağlık Yerleşkesi (1180 Yatak) İhalesi Tamamlandı Bartın Devlet Hastanesi (400 Yatak) Onay Bekliyor
Konya Sağlık Yerleşkesi (838 Yatak) İhalesi Tamamlandı
Bursa Şehir Hastanesi (1355 Yatak) İhalesi Tamamlandı
Kütahya Devlet Hastanesi (600 Yatak) İhale sürecinde
Denizli Şehir Hastanesi (1000 Yatak) İhale Sürecinde
Manisa Sağlık Yerleşkesi (560 Yatak) İhalesi Tamamlandı
Diyarbakır Kayapınar Hastanesi (750 Yatak) Onay Bekliyor
Mersin Sağlık Yerleşkesi (1250 Yatak) İhalesi Tamamlandı
Diyarbakır Yenişehir Hastanesi (705 Yatak) Onay Bekliyor
Ordu Şehir Hastanesi (600 Yatak) Onay Bekliyor
Elazığ Sağlık Yerleşkesi (1040 Yatak) İhalesi Tamamlandı
Samsun Şehir Hastanesi (900 Yatak) İhale Sürecinde
Eskişehir Şehir Hastanesi (1081 Yatak) İhalesi Tamamlandı
Şanlıurfa Şehir Hastanesi (1700 Yatak)Sözleşme Aşamasında
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon (FTR) ve Yüksek Güvenlikli Psikiyatri (YGAP) Hastaneleri (2400 Yatak) İhalesi Tamamlandı
Tekirdağ Şehir Hastanesi (480 Yatak) Sözleşme Aşamasında
Gaziantep Sağlık Yerleşkesi (1875 Yatak) İhalesi Tamamlandı
Trabzon Şehir Hastanesi (600 Yatak) Ön Fizibilite Çalışmasında Isparta Sağlık Yerleşkesi (755 Yatak) İhalesi Tamamlandı
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Tamamlandı
İstanbul Başakşehir İkitelli Entegre Sağlık Kampüsü (2682 Yatak) İhalesi Tamamlandı Yozgat Eğitim Araştırma Hastanesi  (475 Yatak)  İhalesi Tamamlandı
Kamu Özel İşbirliği Daire Başkanlığı Projeleri adı altında yayımlanan liste, 18 Eylül 2015 tarihinde güncellenen bilgilere göre oluşturulmuştur.
(Kaynak: Zengin, Aslı Şat (2015), Özel Hastaneler Sektörü, İş Bankası Yayınları)

Diğer yandan özel sektör yatırımlarına yer açmak için de Sağlık Bakanlığı’nın hizmet
sunumundan çekilip düzenleyici ve denetleyici bir rol ile sınırlandırılması yönünde adımlar atılmıştır. Bu amaçla Sağlık Bakanlığı’nın merkezi düzeydeki operasyonel görev ve yetkilerinin olabildiğince idari ve mali yönden özerk birimlere ya da taşra birimlerine aktarılması yolu ile yerinden yönetimin hayata geçirilmesi hedeflenmiştir Bu amaçla Sağlıkta Dönüşüm Programı, 2003 yılı taslağında tüm Sağlık Bakanlığı hastanelerinin bu hastanelerde bir hizmet sunumu birliği sağlandıktan sonra Sağlık Bakanlığı denetiminde özerk kurumlar haline getirileceği ifade edilmişti.
663 Sayılı KHK ile Sağlıkta Dönüşüm Programı, 2003 yılı taslağında öngörüldüğü üzere Kamu Hastaneler Birliği’nin kurularak tüm kamu hastanelerini özerkleştirmek suretiyle yerelleştirilmesi yönünde adımlar atılmıştır. Bu düzenlemeye göre sağlık bakanlığı hastanelerin hem finansmanını sağlama, sağlık personelini temin etme ve maaşlarını ödeme, yatırım harcamalarını yapma gibi merkezi bütçe ile ilgili görevlerinin büyük bir bölümünden hem de hastanelerin yönetiminden çekilmiştir. Ama daha sonrasında tarihler 2018’i gösterdiğinde ise Kamu hastaneler birliği uygulamasından vazgeçilmiştir. Vazgeçilme nedeni dillendirilmese de bütçesinin Sağlık Bakanlığını geçmesi nedeniyle Sağlık Bakanlığı etkisiz konumuna düşmesidir.
 Diğer yandan 663 sayılı KHK ile Ulusal Tıbbi Cihaz ve İlaç Kurumu’nun kurulması ile ilaç endüstrisinin yönetimi ve denetimi de Sağlık Bakanlığı’nın görevi olmaktan tamamen çıkmıştır. Böylece Sağlık Bakanlığı’nca 1983 yılından beri yürütülmekte olan birçok hizmet, başka kurum ve kuruluşlara devredilerek bakanlığın sağlık sistemi üzerindeki yetki ve görev alanı iyice daraltılmıştır. Buraya kadar anlatılanlar bakanlığın üzerinde bulunan görev, yetki ve sorumlulukların daha yerel makamlarca yerine getirilecek durumda olmalarını işaret etmektedir.
Hastane özerkliği veya devlet hastanelerinin özelleştirilmesi birçok ülkede politik olarak en çok tartışmalı reformlar arasında yer almaktadır. Bundan dolayı, bu önemli Sağlık Sistemleri Güçlendirilmesi reformunda ülkelerin çok az ilerleme kaydetmesi bir sürpriz değildir. Yine de, kamu hastane reformu olmadan, Sağlık Sistemleri Güçlendirilmesinin önemli bir öğesi tamamlanmamış olacaktır-bu durum kalite, verimlilik ve hakkaniyet hedeflerinin  elde edilmesini etkilemektedir
Sağlık hizmetlerinin sunumuyla finansmanının birbirinden ayrılması amacı ile SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı’nın birleştirilerek sosyal güvenlikle ilgili tek bir kuruma (SGK) dönüştürülmesinin ardından 5510 sayılı “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu” (SSGSSK) ile toplumun tamamının dahil edildiği Genel Sağlık Sigortası (GSS) uygulamaya konmuştur. GSS sistemi ile toplumun tüm kesiminin sağlık hizmetlerinden yararlandırması ve sağlık harcamalarının finansmanına katılması amaçlanmıştır.
Bu sisteme göre Devlet, Genel Sağlık Sigortası ile yoksulluk sınırının üstünde gelir elde eden herkesten zorunlu olarak prim toplamaktadır. Bu uygulamada sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için öncelikle gelir testine göre belirlenecek primi ödemiş olmak gerekmektedir. Ödenen prim karşılığında alınan sağlık hizmetler ise temel sağlık paketleri şeklinde sunulmaktadır. Bu paketin kapsamı ve karşılanan oranları Sosyal Güvenlik Kurumu değiştirebilmektedir. Dolayısıyla vatandaş, Genel Sağlık Sigortası kapsamında sunulan sağlık hizmetlerinden yararlanırken muayene katılım payı, ilaç katılım payı vb. adlar altında birçok şekilde cepten ödeme yapmak durumunda kalmaktadır.




Saygılarımla..

Mustafa Kemal Bektaş

KAYNAKLAR:
Deloitte Sağlık Çözümleri Merkezi - Sağlık ve İlaç Sektörü 2020 Öngörüleri
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Türkiye’de sağlık sisteminin temel sorunları
Harun KIRILMAZ Sağlık Bakanlığı, Ankara - Sağlık Sisteminin Sorunları ve Bilgi Teknolojileri
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Türkiye’nin sağlık sorunları ne tür bir sağlık bakanını gerekli kılıyor?
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Sağlık sisteminin temel sorunları sürüyor
Dr.İlhan Korkmaz. Ataevler A.S.M Nilüfer-BURSA – Aile hekimlerinin Sorunları
Dr. Nuri Seha Yüksel – Aile Hekimliği 2016
Yrd. Doç. Dr.Yasemin Mamur Işıkçı – Bir Kamu Politikası: Sağlık Politikasında Dönüşüm
Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) – Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları
Havva Öztürk Acıbadem Hastanesi -  Hastanelerde İşe Yeni Başlayan Hemşirelerin Sorunları
Murat Tuzcu - Net Gazetesi Hastanelerdeki sorunlar ve çözümleri
Dr. Ensar DURMUŞ - Acil Sağlık Sisteminin Sorunları

Öğrt. Gör. Aysun Yılmaztürk - Türkiye’de Sağlık Reformlarının Tarihsel Gelişimi ve Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın Küresel Niteliğinin Değerlendirilmesi

22 Mayıs 2018 Salı

BİZ NEDEN KALKINAMAYIP HEP GERİ KALIYORUZ ! YILLARDIR GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER DENİYOR! ACABA DOĞRUMU ? Ülkemiz ne hikmetse bir türlü gelişmekte ülkeler kabuğunu yırtamadı. Her gelen rol model benimseyip ekonomiye, yapısal sorunlara el attıkça tam tersi geriye gidip borç bataklığına saplanıyoruz. Ama kimsede bir türlü bu çarkları bozduğundan dolayı da yargı önünde hesap vermiyor. Bizim gibi demokrasisi ve yargısı tam yerli yerine oturmayan ülkelerin genel hastalığı budur: Yap boz hesap vermeye gerek yok

BİZ NEDEN KALKINAMAYIP HEP GERİ KALIYORUZ ! YILLARDIR GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER DENİYOR! ACABA DOĞRUMU ?


Ülkemiz ne hikmetse bir türlü gelişmekte ülkeler kabuğunu yırtamadı. Her gelen rol model benimseyip ekonomiye, yapısal sorunlara  el attıkça tam tersi geriye gidip borç bataklığına saplanıyoruz. Ama kimsede bir türlü bu çarkları bozduğundan dolayı da yargı önünde hesap vermiyor. Bizim gibi demokrasisi ve yargısı tam yerli yerine oturmayan ülkelerin genel hastalığı budur: Yap boz hesap vermeye gerek yok. Oy alamayınca kenara çekilince hesap verildiğini kabul ediyorlar. Halbu ki hesabı bizzat yargı ile sormak gerek. Ama kim hesap soracak. Maalesef böyle yapbozla da kaynaklarımızı kaybedip kalkınamıyoruz.
Şimdi neden kalkınamıyoruz bir bir  inceleyelim.
*İnsan sermayemiz düşük, IQ seviyesi düşük elemanlar devletin en küçük kadrolarına kadar yer alıyor. Öğretim elemanları yetersiz. Milli Eğitim Teşkilatı personelince eğitim sisteminde çok oynamalar oldu. Eğitim sistemi tam bir yaz boza dönüştü.
*Eğitim seviyesi düşük, fikir üretimi yetersiz ve beceriksizlerden oluşan bir kitle oluştu.
*Sosyal sermaye düşük, müşterek temel değerlerde inanç zayıf
*Kurumlar verimsiz ve yetersiz, liyakatsiz tayinler söz konusu, Liyakata uygun tayin yok gibi.
*Bilgiyi bilim, ezberi eğitim biliyorlar. Öğretmen yetiştiren üniversiteler yetersiz, Okullaşma oranı düşük, Okul sonrası eğitim ve sürekli eğitim yok,
* Kaynaklarımızı eğitim haricindeki yerlerde, dış göçlere yada hiç alakasız konulara yatırarak çarçur ediyoruz.


Mevcut Eğitim Sistemimize gelince :
  • Genellikle öğrenmeye değil öğretmeye;
  • Yapmaya değil bilmeye;
  • Araştırmaya değil ezberlemeye;
  • İşe, mesleğe değil şekle;
  • Temel anahtar kavramları kazandırmaktan çok gereksiz ayrıntılara;
  • Çocuğun yeteneğini ortaya çıkarmaktan çok verilen bilgileri ölçmeye;
  • Çocuğun özünü, ruhunu, şuurunu geliştirmekten, güçlendirmekten  çok çocuğun görüntüsünü değiştirmeye;
  • Çocuğun kişiliğini ve karakterini geliştirmekten çok, müfredat programlarını bitirmeye;
  • Çocuğun kendi kendisinin olduğunu anlamasından çok, bizim istediğimize göre, büyüklerinin istediği onun hakkındaki kararına göre yetiştirilmesi ;
  • Çocuğu üreticiliğe, tutumlu olmaya ve tasarrufa değil tüketiciliğe, israfçılığa;
  • Çocuğun eleştirici, bağımsız ve hür bir dimağ ve medeni cesaret sahibi olmaya değil, genellikle eleştirmemeye;
  • Çocuğun Düşünmeyi geliştirmeye, özendirmeye değil mevcutla yetinmeye ve genelde halini kabullenmeye;
  • Çocuğun aklı ve mantığını değil mutlak itaate zorlamaya;
  • Çocuğun Mesleki ve teknik eğitimine değil, akademik ve genel eğitime;
  • Çocuğun başarısını değil başarısızlığını ölçmeye;
  • Çocuğun yeteneğe göre seçen, değerlendiren, yönlendiren değil, elemeye, itmeye, sistemin dışına atmaya;
  • Çocuğa öncelik ve değer veren bir yaklaşımı anlayış ve uygulama içindedir. Bütün bunların sonucu davranışa değil diplomaya değer veren bir eğitim sistemimiz mevcuttur.

İşte gördünüz ana sorunları. Şimdi bunları biraz  açalım:
Kurumların verimsiz ve etkisiz oluşunda liyakatsiz tayinlerin rolü vardır. İnsan sermayesinin yetersizliğinin de… İnsan sermayesi ve IQ eksikliği, şüphesiz toplum sermayesini de daraltan bir faktördür… Liyakatsiz tayinlerden kasıt "bizim adam" tayinleri, "biraz da biz yiyelim" anlayışı özünde olmasıdır.

Sosyal sermayemiz yetersiz olup, birbirimize güvenmiyoruz. Bir milletin mensuplarında bulunması gereken şuur, karşılıklı sevgi ve saygıdan mahrumuz. Sosyal, siyasî birliktelikler kurup ülkemizin ve kendimizin seviyesini yükseltmek için bir araya gelmiyoruz. Gelmemekle kalmayıp, böyle bir faaliyetin yararına da inanmıyoruz. Bazı büyük adamlara veya o büyük adamların yakın çevremizdeki uzantılarına yanaşmayı daha önemli addediyoruz. Kendimiz için ayrıcalık talep ediyoruz. Bunun ahlâksızlık olduğunun bilincinde değiliz. Zaten iş hayatında ve siyasette ahlâksızlığın aslında ahlâksızlık olmadığı, bu alanların tabiatı icabı ahlâksız davranılması gerektiği kanaatindeyiz. Bu vahim hâle tahammül edebilmek için kendimizi, ahlâksızlığın sadece apış arasıyla sınırlı olduğuna inandırmışız. Din ve mukaddes anlayışımız da böyle çarpık ve sınırlıdır. Toplumu toplum yapan, milleti millet yapan değerlerden hızla uzaklaşmaktayız.
İnsan sermayemiz yetersizdir. Bu yetersizlik her şeyden önce toplumumuzun aptal gibi reaksiyon vermesine sebep oluyor. Soyut kavramlar, tüme varım, tümden gelim, sınıflandırmalar, kategorilerle düşünmek, hep eğitimle kazanılan yeteneklerdir. Bunların yokluğu toplumun ortalama zekâ bölümünde, yani IQ’sunda kalkınmış ülkelere göre ciddî bir düşüklüğe yol açmaktadır. Bu zihnî yetersizlikten dolayı problemlerimizin asıl sebeplerini bulamıyoruz. Bu sebepleri bulmak için gereken zihin cehdini gösteremiyoruz. Hatta problemlerimizi kendimizin çözebileceğine inanmıyoruz. Sıkıntılarımızın hep gizli kuvvetler, bize oynanan oyunlar ve komplolar yüzünden başımıza geldiği zannına, basit sebep-sonuç aptallığına duçarız. Bizi bu komplolardan kurtaracak, düşmanlarımızı kahredecek, oyunlarını bozacak büyük adamlar bulmak ve onların eteğine yapışmak eğilimindeyiz. Göbek bağımız elimizde, sokacak priz arayan fetüsler gibi davranıyoruz. Şahsiyetimiz ve kişiliğimizi yalancı ana rahimlerine teslim edip rahatlamak istiyoruz… Yanpala yatıp büyük liderlere, mehdilere, şıhlara, olağanüstü güç sahiplerine sığınıyoruz..…
Kanun hâkimiyetinde eksiğimiz var. Sosyal sermaye ve insan sermayesi eksikliklerinin de tesiri altında demokrasiye, kanun hâkimiyetine, kanunların herkes için olduğuna inancımız tam değil. Kendimize ayrıcalık talep ettiğimiz gibi bazı büyük adamların kanunları ihlalinin de normal olduğu kanaatindeyiz. Demokrasinin çok da önemli bir kurum olmadığını düşünüyoruz. Zaten her yer hainler ve düşmanlarla doluyken, herkes çalıp çırpmaya odaklanmışken demokrasiden bahsetmek de abestir. Milletin tek tek eşit ve hür insanlardan meydana geldiği bize göre bir anlayış değil. Zaten millet diye bir kavramdan, kendi kimliğimizden de emin değiliz. Bu şartlar altında kanun hâkimiyeti düşmanlarımızı ve hainleri ezmek için gereklidir ama bizim ve bizim bağlı olduğumuz büyük otoriteler için kanun gerekmez.
Kurumlar verimsiz ve etkisiz. Bu probleme de ilk üç problemin etkisi kolayca görülür. Kurumlara liyakat sahiplerinin değil, büyük otorite merkezlerinin adamlarının tayini, liyakat ve adalet gibi, kanun hâkimiyeti gibi ne idüğü belli olmayan kavramlardan muhakkak ki daha önemlidir! (Bu arada tabi bizi de tayin edeceklerini umarız.) Kurumlarımıza inanmadığımız gibi bunların bir geleneğinin olduğuna, olması gerektiğine de inanmayız. Kurum dediğin, nihayet bir genel müdürün veya başkanın çekip çevirdiği ve hâkim olduğu ve son tahlilde maaşımızı veren yerdir. O maaşımız da tabiatıyla o baştaki adama bağlıdır. Kurum o demektir. Onu da onun üstündeki büyük adam tayin etmiştir ve bu zincir en büyük adama kadar gider. Bazılarımız bu zinciri beğenmeyip kendi paralel zincirlerini kurarlar ve kurdukları yapının başarı derecesine göre kurumlara hâkim olurlar. Kurumların ülküleri, odakları, vizyonları, misyonları gibi kavramları biz bilmeyiz. Bunlar muhtemelen komplocuların ve bize karşı olanların kurumu ele geçirmek için kurdukları oyunlardır.

Lütfen her gün dinlediğiniz nasıl yükseldiğimiz, kalkındığımız, herkesi kıskandırdığımız konusundaki nutukları hatırlayın ve artık karar verin ki bunları söyleyenler doğru söylemiyorlar. Bu ülkeyi büyük adamlar, olağanüstü güçler değil biz kalkındıracağız. Evet siz! Kalkındıracak olan da, başarısız olup süründürmeye devam edecek olan da sizsiniz, biziz… Başka kimse değil. Bu ülkenin böyle sürünmesinin de asıl sebebi biziz. Aptallığımızla, cesaretsizliğimizle, bir kurtarıcı beklememizle, hareketsizliğimizle... Evet, biziz; sizsiniz.
Tabi rakiplerimiz var, tabi bizim kalkınmamızı istemeyenler var. Dünya bir milletler mücadelesi arenasıdır. Ama o rakiplere fırsat veren biziz. Unutmayalım ki biz başkalarının davranışlarından sorumlu değiliz. Başkalarının davranışlarını düzeltemeyiz de. Ama kendi davranışlarımızdan sorumluyuz. Kendi davranışlarımızı düzeltebiliriz. kendimizi inceleyerek işe başlayabiliriz.


Saygılarımla

Mustafa Kemal Bektaş

Kaynak:
  1. Prof.Dr. İskender ÖKSÜZ Niçin Kalkınamıyoruz
  2. Prof.Dr Cihan DURA Neden Kalkınamıyoruz.
  3. Esfender KORKMAZ İslam ülkeleri neden kalkınamıyor ?
  4. Udval BULTEN Teknolojik iktisatçılığının Başlıca meseleleri
  5. İstanbul Ünv İktisat Fak.Türkiye’de kamu Ekonomisi ve Mali kriz


http://www.samsunhaber.com.tr/biz-neden-kalkinamayip-hep-geri-kaliyoruz-yillardir-gelismekte-olan-ulkeler-deniyor-acaba-dogrumu-makale,144.html

http://www.samsunhaber.com.tr/biz-neden-kalkinamayip-hep-geri-kaliyoruz-yillardir-gelismekte-olan-ulkeler-deniyor-acaba-dogrumu-makale,144.html

21 Mayıs 2018 Pazartesi

MALATYALI MERCEDES KADİRİN HİKAYESİ… HEM HÜZÜNLÜ HEM KOMİK… Fotoğraftaki kişinin ismi Kadir…. Mercedes Kadir. Akli dengesi yerinde değil ve bütün gün üstünde dolaştığı önünde Mercedes arması olan sopayı Mercedes'i zannederek yaşıyor.

MALATYALI MERCEDES KADİRİN HİKAYESİ… HEM HÜZÜNLÜ HEM KOMİK…

Fotoğraftaki kişinin ismi Kadir…. 
Mercedes Kadir.
Akli dengesi yerinde değil ve bütün gün üstünde dolaştığı önünde Mercedes arması olan sopayı Mercedes'i zannederek yaşıyor.
Koskoca bir şehir , Kadir'in Mercedes hayalini her şeyiyle sahiplenmiş durumda..  Kadir trafik ışıklarında duruyor, Kadir arabasını park ediyor, diğer arabalar trafikte ona yol veriyor, ona göre park ediyor. Bütün şehir o "Mercedes"in farkında!
Kadir sopasını Mercedes servisine götürüyor, ustalar bütün ciddiyetleriyle arızaları anlatıyor, bir usta sopaya teyp takıyor, diğeri aynasını, armasını yeniliyor..
Trafik polisleri yanlış yere park ettiğinde ya da 'çok hızlı gittiğinde' Kadir'e ceza yazıyorlar, zamanı geldiğinde muayeneye gönderiyorlar! Bir koca şehir, Malatya, Kadir'in hikayesini onunla birlikte yaşıyor.
Bir “deli”nin sopasına göre yaşayan şehirlerin, sopayla, sapanla, satırla birbirlerini kovalayan şehirlere dönüşmesini gördükçe bu hikaye çok hoş gelir insanın kulağına..  
Bende Malatya’ya gittiğimde görmüştüm, bir anlam verememiştim.
Bir gün Mercedes Kadir arabası (sopası) arızalandı diye sanayiye gider. Usta arızasını söyler ve 3 gün sonra gelip alabileceğini belirtir. Tabi Mercedes Kadir 3 gün sonra gelir usta daha işinin bitmediğini yarın gelmesini söyler. Mercedes Kadir bu şekilde 2 hafta boyunca gider gelir. Bir gün yine gider sanayiye ama usta işinin daha bitmediğini söyler . Tabi Mercedes Kadir sinirlenir artık ve şunu söyler “yeter artık, yap şu arabayı! 2 haftadır eve yürüyerek gidip geliyorum : ))” der.
Deli denmesine bakmayın, Malatyalılar bu kelimeyi tamamen küçümsemeden uzak, sevgi ve samimiyetle kullanıyorlar
Daha önceleri polis Kadir’i çevirip “Ehliyetin nerede?” diye sorduklarında, “ Evde kaldı” cevabını veren Kadir’e, polis ehliyet, ruhsat ve kasko da hazırlamıştır.
Malatya Emniyet Müdürlüğü Trafik Tescil Denetleme Şubesi tarafından hazırlanan ruhsatta aracın rengi odun sarısı olarak belirtilmiş, 44 MK 444 numaralı plaka verilmiştir.
Son dönemde birkaç kişi tarafından alkole alıştırılan Mercedes Kadir alkollüyken araç kullandığı için polis ehliyetine el koymuş, kaldırımda gitme yasağı vermiş.
Ehliyette ad-soyadı bölümüne Mercedes Kadir, sınıf bölümü A’dan Z’ye olarak yazılmış, kullandığı cihazlar bölümüne de 3 metre sopa, ayna, CD eklenerek kendisine verilmiştir.

İşte size bir hayat hikayesi…




20 Mayıs 2018 Pazar

http://www.samsunhaber.com.tr/turkiyenin-makus-talihini-yenmek-makale,142.html

http://www.samsunhaber.com.tr/turkiyenin-makus-talihini-yenmek-makale,142.html

TÜRKİYE’NİN MAKUS TALİHİNİ YENMEK.. Evet bütün hükümetler iş başına geldiğinde bu lafı kullanırlar. Ama gerçek öylemi! Sanırım bu kelime ile neyi telaffuz ettiğimi anladınız. İç ve dış borçlardan dolayı sıkışan hükümetlerin sık sık telaffuz ettikleri toplumu maniple eden bu söylem ! ..

TÜRKİYE’NİN MAKUS TALİHİNİ YENMEK..
Evet bütün hükümetler iş başına geldiğinde bu lafı kullanırlar. Ama gerçek öylemi! Sanırım bu kelime ile neyi telaffuz ettiğimi anladınız. İç ve dış borçlardan dolayı sıkışan hükümetlerin sık sık telaffuz ettikleri toplumu maniple eden bu söylem ! ..
”Türkiye’nin makûs talihini yendik” diye hükümetlerin böbürlenmesi, hiçbir anlam ifade etmiyor. Sonuçta içte dışta olsa bu borçlar gökten zembille inmedi. Bu borçları onlar yaptılar. Vatandaş olarak biz yapmadık. Eskiden daha fazla kamu borcu vardı, şimdi bu kamu borcunun yerini özel sektör almış durumda. Diyemezsiniz ki bu borç benim değil özel sektöründür diye.

Neden diyemezsiniz?
Çünkü tüm özel ve tüzel borçların ne varsa hepsi Hazine garantilidir. Bu gün yaşadığımız ekonomik sıkıntıların aslında özeti budur.
Bugün özel sektörde bir kriz ortamı olursa bu sefer kamunun, yani senin, benim borcum artmaya başlayacak. Herhangi bir krizin patlak vermesi durumunda, sorun bütün ekonomiye yayılacaktır. Ülkemiz yıllardır ekonomik kriz tehdidi altında.
Dolar bilindiği gibi dünyanın bütün ülkelerinin rezerv parası. Rezervlerin yarıdan fazlası dolar cinsinden tutuluyor, dış ticaretin yarısı dolar cinsinden yapılıyor. Dünyada verilen kredilerin yine yarısı dolar cinsinden.  Bu sebeple, verdiğiniz açıkları yine dolar cinsinden aldığınız dış borçlarla kapatmaya çalışıyorsunuz.
Ülkemizde çalışan kesimin alım gücü fazla olmadığından, ticaretimiz ihracata yönelmektedir. Çünkü iç talep ihtiyacı karşılamıyor. Bunları üst üste koyduğumuzda, ülkemiz ortalama 40-50 milyar dolar cari açık veriyor. Şu anda Ülkemizin 400 milyar dolar sadece dolar cinsinden borcu bulunmakla birlikte doların her artışı, borcumuzun daha fazla artması anlamına geliyor.
Son zamanlarda Dünya’da doların yükselmesinin nedeni kamu bütçelerinden, bir anlamda sistemi harekete geçirmek için piyasalara yüksek miktarda para pompalandı. Bu dolar ve Euro cinsinden borçlanmayı kolay hale getirdi. Çünkü faizler düşüktü. Böyle olunca, bu paralar dolar ve Euro cinsinden borçlanıp ülkemiz gibi ülkelerde yatırım yapmak çok kârlı hale geldi. Bir kişi, ABD’de dolar cinsinden yüzde bir faizle borçlanıp Türkiye’de yüzde 15 faizle devlet iç borçlanma senedi alır ya da bu parayı Borsa İstanbul’da yatırım yapmak için kullanırsa çok fazla kâr ediyordu. İşte buna sıcak para diyoruz.

Sıcak para başa beladır..
Sıcak para spekülatörleri Euro bölgesinde borçlanıp Asya ülkelerine yatırım yaptılar. Bu spekülatörler, Asya ülkelerinde artık yolun sonuna gelindiği anlayınca, örneğin daha önce yatırım yaptıkları ellerindeki Çin Yuanı’nı satmaya başlıyorlar. Dünya’da altta kalanın canının yanacağı, sonda kalanın dona kalacağı bir sürece giriliyor.
Satılan yerel para birimlerine karşılık alınan Euro da piyasalarda Euro’nun artmasına neden olmakta. Bu geçici bir durum olabilir..Çünkü yabancıların Türkiye piyasalarında 150 milyar dolara yakın yatırımları bulunmaktadır. Zaman içinde bir para değer kaybederse, dolar cinsinden yatırımlar da değer kaybetmeye başlar. Bunun sonucunda borsada satışa başlıyorlar, satış başlayınca da borsa düşüyor ve dolar yükseliyor. Bir anda yüksek bir para çıkışının görülmesinin nedeni budur.
Ülkemiz 2006 yılında ciddi bir yavaşlama sürecine girdi. 2008 krizi sonrası, ülkemize sıcak para girişi hızlandı, yabancıların yatırımlarında artış gözlendi. Bir ülkede yapılan yatırım, ülkedeki birikimden daha düşükse açık verirsiniz. Türkiye bir üretim ekonomisine geçmek istiyorsa hem yatırım, hem tasarruf gücünün fazla olması gerekmektedir. Ülkemizdeki gelir dağılımının bozuk olmasından dolayı bu dengeyi sağlamak zordur. Ülkemizde 2000’li yıllarda bireysel kredi fırsatlarının artmasıyla halkımız gelirinin çok üstünde harcamaya başladılar. Böylelikle halkımız, olmayan tasarruflarını da harcamaya başladılar. Yani eksiye düştüler. Krediler, gerçek anlamda değer yaratılmayan bir ortamda, bir talep artışına neden oldu ve halkımızı borçlandırdı. 
Evet, ülkemizde hızlı büyüme süreci sona erdi. Diğer yandan Türkiye, benzer ülkeler arasında en fazla işsizliğe sahip olan ülke konumundadır. Yüzde 10 gibi yüksek bir işsizlik oranında bir tahmin olmasına karşın bu işsizlik oranı, aslına bakarsanız tam olarak gerçeği de yansıtmamaktadır. Son zamanlardaki büyümelerde gerçeği yansıtmamaktadır. İç politikaya oynanan manipülasyon hareketi görünümündedir. Muhafazakâr bir toplum yapısına hâkim olduğumuz için kadınlarımız iş gücüne çok fazla katılamamaktadır. Kadınların sadece üçte biri iş gücüne katılabilmektedir. Geçtiğimiz dönemlerde Yunanistan’ın ne kadar ciddi bir ekonomik krizden geçtiğini biliyoruz, ama işsizliğin yüzde 25 olmasına karşın nüfusunun yarısı iş bulabilmektedir. İspanya’da işsizlik yüzde 27 olmasına rağmen, insanların yine yarısından fazlası iş bulabilmektedir. Ülkemize baktığımızda işsizlik verisi yüzde 10, ama halkımızın yarısı bile iş bulamamaktadır. Bu çok kaygı veren bir durumdur.
Geçtiğimiz iki yılda petrol fiyatlarında yaşanan düşüş, dış ticaret açığında ciddi daralma meydana getirdi. 2017 başından bu yana ise emtia fiyatlarındaki artışın yanı sıra yurt içindeki güçlü altın talebi ile açık genişliyor. Hükümet sıcak para gelmeyince muhtemelen para basmak için halkın yastık altınlarındaki altınları çıkartmayı yada karşılığında emanete koyarak kredi kullanmak istedi sanırım. Çünkü parayı basmanız yada kredi kullanmanız için karşılığında altını emanete vermek zorundasınız.
Evet devam edelim:
2014 ve 2015’teki olumlu tablonun ardından 2016’da turizmdeki sorunlarla cari açık duraksadı. 2017’nin ilk yedi ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 20,8’lik genişleme yaşandı.
Turizm gelirlerindeki kademeli toparlanmaya karşın enerji ve altın ithalatındaki artışlar ile dış ticaret açığındaki genişleme, cari açığın genişlemesinin nedenleri olarak görülüyor. 2017 sonunda 39 milyar dolar civarında olan cari açık için 2018 tahmini 42 milyar dolar ama şu anlarda ekonomistler 50 milyar dolara ulaştığını belirtmekteler.
Ekonomik olarak hükümetler sıkışınca çözümü ya vergi artışına bindiriyor ya da zamlara. Geçtiğimiz yıl yeni araçlarda uygulanan vergi politikası da bugün araç fiyatlarının bir hayli artmasına neden oldu!
Sevgili dostlar; ben hiçbir zaman kimliğimi saklamadım. Her ne kadarülkücü bir kimliğe de sahip olsam söz konusu olan halkımızın, devletimizin geleceği olunca yazılarımı tarafsız gözle yazmaya itina gösteririm. Benim için A,B,C parti değil, önemli olan devletimin, milletimin, vatanımın geleceği söz konusudur.
Ama şunu söylemeliyim ki her zam geldiğinde bende benim gibi düşünenler gibi çok mutlu olurum. Çünkü maalesef halkımızın büyük çoğunluğu için demokrasiymiş, özgürlükmüş, insan haklarıymış bunların her birisi boştur. Onlara ne söylerseniz söyleyin, rakamları bir bir önüne koysanız da asla inanmazlar. Onlar için önemli olan gelen yardımlardır. Ne zaman ki bireysel olarak ekonomiden etkilenir; vergilerden ve zamlardan cebi ve canı yanmaya başlar, o zaman iktidarları sorgulamaya başlar; Yıllardır biz bunu gördük.
Bir kısmı da bakmışsınız bir numaralı C.H.P’liyken olmuş Adalet Partili, yada bir numaralı Anavatan Partiliyken olmuş Ak Partili. Yada bir ailenin yakınları öyle siyasal dizilmişler ki aile bireylerinin her biri aynı T.B.M.M. gibi. Her yönden garanti altındalar. Varsa yoksa cepleri ve çıkarları. Ülke onların umurlarında değil.
Sevgili dostlar, ben bu yazıları niçin yazıyorum. Aslında yazmaktan inanın hiç hoşnut değilim. Keşke ülkemin her tarafı güllük ve gülistanlık olsa da hiç mi hiç yazmasam. Ama yakın zamanda bir haber sitesinde köşemde yazarken haber sitesi baskılara dayanamayıp yazımı ve köşemi anında sildiler. Belki de işlerine öyle geldi bilemem.
Peki ben yalan mı yazmıştım? Hayır..
Birine hakaret mi etmiştim? Hayır.
Peki, beni engellediler de sorunlar bittimi? Hayır. Bir yazan yine ortaya çıkacak ve  yazacaktır. “Güneşi balçıkla sıvayamazsınız”
Kişiler, iktidarlar gelip geçicidir. Baki olan Allah’dır c.c.
Bu kafaları artık değiştirin. Hortla zortla önünüze geleni susturamazsınız. Yıkılmaz denilen imparatorlukların hepsi yıkılmıştır. S.S.C.B bile yıkıldı parçalandı.  Nice krallar gelip geçti bu tarihin tozlu sayfalarından. Kimse de bulunmaz hint kumaşı değildir. Mezarlıklar ihtişamlarından dolayı yanlarına bile yanaşılamayan insanlarla doludur.
Vatan toprağını başka hiçbir yerde bulamazsınız. Memleketimize, çocuklarımızın geleceğine el birliği ile hep beraber sahip çıkalım.
Vatanımızın bölünmez bütünlüğüne odaklanın.
Saygılar

Mustafa Kemal Bektaş

KAYNAKLAR:
Fatih Gökhan Diler- Özel sektörde yaşanan kriz senin benim borcumu artıracak
https://indigodergisi.com/2017/10/ekonomik-kriz-turkiye-2018/
Erdal Kişioğlu- Vergi artışları Türkiye’de bir ekonomik kriz işareti mi?

Emre Çetin-Ekonomik Krizden Çıkış Haritası

Ahmet Buğdaycı- Türkiye’de Kriz Mutlaka Patlayacak

TÜSİAD-2018 Yılına Girerken Türkiye ve Dünya Ekonomisi

Tekgıda-İş Sendikası-2008 Krizi Türkiye’de Yoksulluğu artırdı

http://www.dosyahaber.com/ekonomi/turkiye-nin-insaat-ekonomisi-basina-bela-mi-oluyor-h38307.html
Dr. Mahfi Eğilmez: Türkiye'nin dış finansman kalitesini artırması mümkün değil; 2018, çelişkilerle biçimlenecek

Tuğrul BELLİ - Türkiye’nin gerçek büyüme oranı meçhul
Mustafa Kemal Bektaş-Ülkemizde Üreticiyi Topraklarına Döndürmediğimiz Sürece Ekonomik Krizleri, Çalkantıları Asla Önleyemeyiz
Mustafa Kemal Bektaş-Unuttuklarımızdan Hatırlamaya Başlayalım.. Şu İ.M.F. meselesi.. İ.M.F. ye Borç Verdik mi? Vermedik mi? Bunca İç ve Dış Borç Nasıl Oluştu?
Mustafa Kemal Bektaş-Ülkemizi Bu Ekonomik Problemlere Bu Sıcak para Getirdi? Peki Ama Bu Sıcak Para İle Biz Neyi Çözdük?
Mustafa Kemal Bektaş-Ülkemizde İç ve Dış Gelir Kaynaklarında Savurganlık, Belediyelerin Düzensiz Harcamaları ve Ekonomide ki Kara Delikler


19 Mayıs 2018 Cumartesi

https://www.kapsamhaber.com/ulkemizde-saglik-kurumlarinda-yapilanma-ve-saglikta-donusum-4-makale,1754.html

https://www.kapsamhaber.com/ulkemizde-saglik-kurumlarinda-yapilanma-ve-saglikta-donusum-4-makale,1754.html

ÜLKEMİZDE SAĞLIK KURUMLARINDA YAPILANMA VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM…… -4- Ülkemizin en çetrefilli sorunlarından birisi Sağlıkta Dönüşüm Projesidir. Bu proje kapsamında daha ne bilinmeyenler çıkacak hiçbir kimse yeterli bilgiye sahip değildir. Adeta sihirbazın şapkasından tavşanı, kuşu, v.s çıktığı gibi bu proje kapsamında x bilinmeyen sürprizler yavaş yavaş belirginleşmeye başlamıştır. Okuduğunuz gibi bu proje oldukça çetrefilli olup hükümetlerin popülist politikaları sonucu tribünlere oynamaları nedeniyle bu proje kapsamında ülkemize borç veren dış sermayenin dayatmaları sonucu hayata geçirilmiş projelerdir.

ÜLKEMİZDE SAĞLIK KURUMLARINDA YAPILANMA VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM…… -4-



Ülkemizin  en çetrefilli sorunlarından birisi Sağlıkta Dönüşüm Projesidir. Bu proje kapsamında daha ne bilinmeyenler çıkacak hiçbir kimse yeterli bilgiye sahip değildir. Adeta sihirbazın şapkasından tavşanı, kuşu, v.s çıktığı gibi bu proje kapsamında x  bilinmeyen sürprizler yavaş yavaş belirginleşmeye başlamıştır. Okuduğunuz gibi bu proje oldukça çetrefilli olup hükümetlerin popülist politikaları sonucu tribünlere oynamaları nedeniyle bu proje kapsamında ülkemize borç veren dış sermayenin dayatmaları sonucu hayata geçirilmiş projelerdir. Kimse bu yenilik gibi halka söyledikleri, hayıflandıkları meseleler değildir. Bu projeler sermaye kuruluşlarına özelleştirme adı altında adeta kapı aralamaktır. Devlet ben borçluyum bu projeleri yap kazan şu kadar sene sonra bana devret demiştir. Projenin, yapılanmanın, dönüşümün Türkçesi budur. Bu özelleştirme sonucu devletin yapması gereken hizmetleri özel sermaye (İç ve dış) üstlenmiş, olan biz halka olmuştur. Ek fark adı altında iyice ekonomik krizlerden bunalan, ekonomisi zayıflayan halkın cebine metazori el atılmıştır. Bu dönüşümün ileri ki aşamalarında uyum yasaları adı altında her türlü sürprizlere gebedir. Halkının ekonomisini, yaşam ve refah seviyesini yükseltmeyen milletlerin emperyalist bir dünyada söz söyleme hakkı kalmadığı gibi topraklarını da koruyamaması ile karşı karşıya kalacaktır. Akıllı politikalarla ciddi bir ekonomik programlarla bu işin üstesinden gelmemiz gerek. Yoksa bu sorunlar halkımızla beraber devletimizi de tuş edecektir.

Biz tekrar konumuza dönelim:

İlk olarak 2004 tarih ve 5258 Sayılı Aile Hekimliği Kanunu çıkarılarak sağlık ocağı sisteminden aile hekimliği uygulamasına geçilmiştir. Gemde 250-300 aile hekimi karşılığında geçilmiştir. Aile hekim açığı pratisyen hekimler ile karşılanmıştır. Belki de dünyada ilk defa böyle bir projeye geçiş ülkemizden başka ülkelerde yapılmamıştır! 2010 yılında 20.185 olan aile hekimliği birimlerinin sayısı 2014 yılı itibarıyla 21.384 olarak gerçekleşmiştir. Bundan sonra Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ana bileşenlerinden olan Genel Sağlık Sigortası (GSS) uygulamasıyla da toplumun daha önce sağlık sigortası kapsamına girmeyen kısmının da sağlık hizmetlerinden yararlandırılması ve sağlık harcamalarının finansmanına katkı sağlaması amaçlanmıştır. Bu uygulama ile Devlet, Genel Sağlık Sigortası ile sosyal güvenlik kuruluşlarından daha fazla sağlık primi alırken yoksulluk sınırının üstünde gelir elde edenlerden de zorunlu olarak prim toplamaktadır. Böylelikle sağlık hakkından yararlanmak prim koşuluna bağlanmıştır. Böyle bir uygulama ise primlerini ödeyemeyenlerin ya da ödeme yükümlülüğünü yerine getirmemiş olanların sağlık hizmetlerinden dışlanması sonucunu doğurmuştur. 25 Şubat 2011 tarihinde kabul edilen 6111 sayılı torba yasa ile bu soruna kısmi bir çare arayışının ürünü olarak prim borcunu ödeyemeyen bağımsız çalışanların borçlarını taksitlendirmeleri/yapılandırmaları olanağı sağlanmış ve bu yapılandırmadan doğan ödeme yükümlülüklerini düzenli olarak yerine getirmeleri koşuluyla sağlık hizmetlerine erişimlerine imkân verilmiştir. Tüm bu düzenlemeler, prim tahsilâtına ilişkin sıkıntıların sağlık hizmetlerine erişim konusunda yaratacağı krizlerin birer göstergesidir.
Sağlıkta Dönüşüm Programının ana amaçlarından diğeri piyasaya özgü değerler ve
Mekanizmaları mevcut sağlık kurumlarına yerleştirerek bu kurumların sağlık işletmesi olarak görevlerini sürdürmelerini sağlamaktır. Bu amaçla yapılan değişikliklerle özel sektör istihdam ve değerlendirme modellerinin sağlık kurumlarında uygulanmaya başlandığı görülmektedir. Böylelikle sağlık kurumlarının piyasa ortamında, piyasa mekanizmalarına göre işleyen kurumlar haline getirilmesi amaçlanmaktadır. Bu sürecin sağlık çalışanları için öngördüğü istihdam modeli ise sözleşmeli çalışmadır. Söz konusu model, sağlık alanının piyasaya açılması anlamına gelen Sağlıkta Dönüşüm Programının çeşitli safhalarında çeşitli yöntemlerle yaşama geçirilmiştir.
Bu anlamda öncelikle 10.07.2003 tarihli ve 4924 sayılı Kanun ile “Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde” sözleşmeli personel alımı, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4/b maddesine tabi olmak üzere ücretleri döner sermayeden karşılanmak üzere sağlık personeli alımı yapılmış, ardından Sağlık Bakanlığı’nın 13.09.2006 tarih ve 158632 sayılı Genelgesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 86. maddesi kapsamında vekil ebe ve hemşire alımı gerçekleştirilmiştir.
24.11.2004 tarihli ve 5258 sayılı Kanun ile getirilen Aile Hekimliği Sisteminde de aile hekimi valilik ya da valiliğin göstereceği merci (il sağlık müdürlüğü) ile aile hekimi yanında çalışacak aile sağlığı unvanını taşıyan yardımcı sağlık personeli ise aile hekimi ile sözleşme imzalamaktadır. Diğer yandan 663 Sayılı KHK ile birlik bünyesinde üst düzey yöneticilerinin (genel sekreter, tıbbi/idari/mali hizmetler başkanı, hastane yöneticisi vd.) sözleşmeli statüde istihdamlarının yolu açılmıştır. 663 sayılı KHK ile aynı zamanda yabancı hekim ve hemşire çalıştırılmasına imkân tanınarak sağlıkta yeni bir personel istihdam politikasının temelleri atılmıştır. AB’ye uyum süreci ve GATS bağlamında düşünüldüğünde personel politikasında yapılan bu değişikliklerin öncelikle yabancı sermayenin ucuz iş gücü ihtiyacının karşılanmasına (Özkal Sayan ve Küçük, 2012:200) yönelik düzenlemeler olduğu sonucuna varılmaktadır.
Personel istihdamında tercih edilen sözleşmeli personel uygulaması aynı zamanda
Performansa Dayalı Ücret ve yönetim şekli ile de desteklenmiştir. 2005 Mali Bütçe Kanunu’nun 37. Maddesi ile performansa dayalı döner sermaye uygulaması ile sağlık çalışanlarının ücretlerinin belirlenmesinde rekabetçi bir sistem oluşturulmuştur. Diğer yandan hiyerarşik denetimin yerini işletme yönetimine uygun olarak performans denetimi almıştır. Nitekim, 663 Sayılı KHK’de Kamu Hastaneleri Birliği’nin en üst yöneticisi konumundaki genel sekreterin birliği belirlenen hedef, politika ve stratejilere, ilgili düzenlemelere ve performans programına göre yönetmekle görevli olacağı (md. 31), sözleşmeli statüde istihdam edilecek personelle yapılacak sözleşme ekinde kurumsal hedefler ve performans değerlendirme kriterleri de gözetileceği, başarısızlık sebebiyle genel sekreterin değişmesi halinde başkanların ve başarısızlığa sebebiyet veren hastane yöneticilerinin sözleşmelerinin
kendiliğinden sona ereceği (md.32/5) hükümleri yer almaktadır.
Türkiye’de Kamu Özel Ortaklığı (KÖO) yönteminin sağlık sektöründe uygulanmasına yönelik yasal adımlar atılmıştır.
Kamu Özel Ortaklığı Modeli yöntemlerinden olan Yap-İşlet-Devret Modeli 2005 yılındaki değişiklikle beraber Sağlık Sistemi içine girmiş ve uygulanmaya başlamıştır  Sağlık tesislerinin yapımı ile ilgili olarak Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) uygulaması, 2005 yılında3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa eklenen 7. madde ile hukuki bir alt yapıya kavuşturulmuştur. Daha sonra 2006 yılında bakanlar kurulu kararıyla “Sağlık
Tesislerinin, Kiralama Karşılığı Yaptırılması İle Tesislerdeki Tıbbî Hizmet Alanları Dışındaki Hizmet ve Alanların İşletilmesi Karşılığında Yenilenmesine Dair Yönetmelik” çıkarılmıştır. Böylelikle, 2006 yılından sonra “Sağlıkta Dönüşüm Programı” çerçevesinde gerçekleştirilen sağlıkta reform düzenlemeleriyle birlikte klinik hizmetlerinin de hizmet ihaleleri ile dışarıdan temin edilmesi uygulamaya konulmaya başlanmıştır.
2007 yılında ise 5683 sayılı Kanun ile Sağlık Bakanlığında bu yöntem ile yaptırılacak
yatırımlarla ilgili iş ve işlemleri yürütmek üzere “Kamu Özel Ortaklığı Daire Başkanlığı” adı altında bir daire oluşturulmuştur. Söz konusu daire 2011 yılında yapılan Sağlık Bakanlığı teşkilat yasası ile inşaat-onarım dairesi ile birleştirilerek Sağlık Yatırımları Genel Müdürlüğü adını almıştır.
2007 yılında ise 5683 sayılı Kanun ile Sağlık Bakanlığında bu yöntem ile yaptırılacak
yatırımlarla ilgili iş ve işlemleri yürütmek üzere “Kamu Özel Ortaklığı Daire Başkanlığı” adı altında bir daire oluşturulmuştur. Söz konusu daire 2011 yılında yapılan Sağlık Bakanlığı teşkilat yasası ile inşaat-onarım dairesi ile birleştirilerek Sağlık Yatırımları Genel Müdürlüğü adını almıştır. Kamu Özel İş Birliği (KÖİ) yöntemi ile yapılan işlerin hızlandırılması amacıyla 2013 yılında “6428 Sayılı Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İş Birliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” çıkartılmıştır. Sağlık Bakanlığınca 2013 yılı sonu itibarıyla KÖİ yöntemi ile 17 projenin sözleşmesi imzalanmıştır. Yine bu dönem içerisinde sözleşmesi imzalanan bu projeler dışında 41projenin de fizibilite çalışmaları devam etmektedir. Kamu-Özel işbirliği yöntemi ile planlanan yatırımların yapılması halinde yaklaşık 50.000  yeni yatak hizmete sunulmuş olacaktır. Bu dönemde sağlık yatırımlarında önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Örneğin; 2003-2013 döneminde sadece Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan sağlık hizmet binalarının kapalı alanı 7 milyon m²’yi bulmuştur. Sağlık Bakanlığı tarafından son 11 yılda 650’si hastane binası,1.593’ü birinci basamak sağlık kuruluşu olmak üzere 2.243 sağlık tesisi tamamlanarak hizmete sunulmuştur. İşte bunların çoğu özelleştirme kapsamında yapılmıştır. Bu özelleştirmenin halka meblağı yavaş yavaş çıkmaktadır.
4 ncü böülüm olmasına rağmen hala sağlıkta ki dönüşüm projesinin içinden çıkamadık. Yine tekrar bu konuya devam edeceğiz deyip, saygılarımı sunarım.


Saygılarımla..

Mustafa Kemal Bektaş

KAYNAKLAR:
Deloitte Sağlık Çözümleri Merkezi - Sağlık ve İlaç Sektörü 2020 Öngörüleri
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Türkiye’de sağlık sisteminin temel sorunları
Harun KIRILMAZ Sağlık Bakanlığı, Ankara - Sağlık Sisteminin Sorunları ve Bilgi Teknolojileri
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Türkiye’nin sağlık sorunları ne tür bir sağlık bakanını gerekli kılıyor?
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Sağlık sisteminin temel sorunları sürüyor
Dr.İlhan Korkmaz. Ataevler A.S.M Nilüfer-BURSA – Aile hekimlerinin Sorunları
Dr. Nuri Seha Yüksel – Aile Hekimliği 2016
Yrd. Doç. Dr.Yasemin Mamur Işıkçı – Bir Kamu Politikası: Sağlık Politikasında Dönüşüm
Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) – Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları
Havva Öztürk Acıbadem Hastanesi -  Hastanelerde İşe Yeni Başlayan Hemşirelerin Sorunları
Murat Tuzcu - Net Gazetesi Hastanelerdeki sorunlar ve çözümleri
Dr. Ensar DURMUŞ - Acil Sağlık Sisteminin Sorunları

Öğrt. Gör. Aysun Yılmaztürk - Türkiye’de Sağlık Reformlarının Tarihsel Gelişimi ve Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın Küresel Niteliğinin Değerlendirilmesi