27 Mayıs 2018 Pazar
Sayın Valim; Büyükşehirimize bağlı Mert Plajının yanındaki Mert kafe'de hayvan sahiplerince bazı gıda hijyenini ve insan sağlığını tehdit eden hal ve hareketlerini gördüm. Aşağıda belirttim. Durumu Sayın Büyükşehir Belediye Başkanımıza da e posta ile bildirdim. Doğu Parkta Mert Plajının yanındaki Mert kafede hayvan sahiplerinin gıda hijyenini ve insan sağlığını tehdit eden davranışları
Doğu Parkta Mert Plajının yanındaki Mert kafede hayvan sahiplerinin gıda hijyenini ve insan sağlığını tehdit eden davranışları
MB
Mustafa Kemal Bektaş
|
Dün, 18:27
valilik@samsun.gov.tr
Sayın Valim;
Büyükşehirimize bağlı Mert Plajının yanındaki Mert kafe'de hayvan sahiplerince bazı gıda hijyenini ve insan sağlığını tehdit eden hal ve hareketlerini gördüm. Aşağıda belirttim. Durumu Sayın Büyükşehir Belediye Başkanımıza da e posta ile bildirdim.
İLGİ a. 3285 Sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanunu Kabul Tarihi: 8/5/1986,Yayımlandığı R.Gazete : 16/5/1986 Sayı: 19109
b. 17 Aralık 2011 tarih ve 28145 sayılı Gıda Hijyeni Yönetmeliği
1.Büyükşehir Belediyemizce Doğu park Mert Plajı karşısında köpek sahipleri de düşünülerek yapılmış Mert kafede Belediyemizce evcil hayvanlarını kapalı tel örgülü alana koyarak dinlenebileceği güzel bir mekan yapılmıştır. Bu mekana zaman zaman bende gidip dinlenmekte, hayvanları geriden de olsa sevebilme imkanı bulabilmekteyim.
2. Söz konusu plajda 25 Mayıs 2018 tarihinde saat:15.28’de insan sağlığını tehdit eden orada ki barınakta istifade eden köpek sahiplerince bazı uygulamalar ve eksiklikler gördüm. Söz konusu bu eksiklikler ile ilgili olarak:
a. Defalarca gördüğüm halde umursamaz bir tavır ile hala aynı alışkanlıkları devam ettirerek, gelişi güzel kafenin etrafında birbirilerinin köpeklerinin malzemelerini (Tarağını v.s.) kullanarak rüzgarında etkisi ile kafenin içine ve etrafına doğru kılların, toz v.s gittiğini, bu kılları toplamadıklarını, çevreye dağıldığını,
b. Köpeklerini bağlayabilecekleri kapalı alan olduğu halde yemek yenen masaların etrafına ya bağlayarak yada tasmasız bıraktıklarını, köpeklerin gaitalarının etrafa gelişi güzel yaptıklarını, çevredeki kirlettikleri alanı temizleme görevinin de oradaki görevli personele kaldığını, dolayısıyla gıdalara her hangi hijyen dışı bir bulaşımının olabileceğini,
c. Evcil hayvanlarının kullandıkları tarak v.s bakım malzemelerini yemek masa üstlerine koyarak gayri sıhhi hijyen kurallarına aykırı hareket ettiklerini,
gördüm ve orada ki görevli personelin sık sık bu yüzden sıkıntıya girdiklerine de şahit oldum, bu nedenle oradaki köpek sahibinin yaptığı hijyen aykırı davranışları nedeniyle görevlilerin muhatap olmaması ve sıkıntı yaşamamaları için bizzat kendim kendisini kibarca “Ben emekli askeri veteriner astsubayı ve köpek eğiticisiyim diye tanıtıp, hayvanlardan geçen hastalıklar” konusunda kendisini uyardım “masanın üzerinden kıl yumağı içindeki tarağı almasını” rica ettim ise de “burası bize ait istemiyorsan gelmezsin” şeklinde biraz tehditkar bir şekilde cevabı ile karşılaştım.
3. Belediyelerin tüm halka eşit oranda hizmet sağlamak amacıyla yapılmış olan tüm kamuya ait, tüm kamunun hizmetten yararlanması için açılmış olan bu tür sosyal hizmetler, kafeler; bir kimseye, bir zümreye ait değildir. Kimsenin de babasının çiftliği değildir. Hem sağlığını tehdit edecek ve hem de” ben temizlerim, istemiyorsan gelmeyeceksin burası bize ait” diye kimse diyemez. Aynı zamanda da orada ki görevliler sık sık düzensizlikten dolayı sıkıntılar yaşamaktadır.
4. Bu tür tesisler ve gıda ile haşır neşir olan tesisler ile ilgili ve de hayvan ve insan sağlığı ile ilgili tedbirler ile ilgili ilgi a’da tedbir alınması emredilmiş, İLG b yönetmeliğin;
a. 8 nci Madde, b alt maddesi gereği; “Zoonozların ve zoonotik etkenlerin kontrolü ve izlenmesini içeren programlar dahil olmak üzere, insan sağlığına etkisi olan hayvan sağlığı, hayvan refahı ile bitki sağlığına ilişkin tedbirleri almak.”,
b. 8 nci Madde,e alt bendi maddesi gereği, “Bulaşmaya sebep olacak hayvanların ve haşerelerin önlenmesi”,
c. 10. Madde 1 bendi gereği “Gıda işletmelerinin temiz, iyi durumda olması, bakım ve onarımının düzenli olarak yapılması sağlanır.”.
d. 10 Madde 2 nci bendi, c alt bendi gereği “Bulaşmaya karşı ve özellikle zararlı kontrolü dahil, iyi gıda hijyeni uygulamalarına izin verir”.
e. 11 Madde 1 nci bendi, e alt bendinde “Gıdanın muameleye tabi tutulduğu alanlardaki yüzeylerin ve özellikle ekipman yüzeyleri dahil gıda ile temas eden tüm yüzeylerin sağlam, kolay temizlenebilir ve gerekli durumlarda dezenfekte edilebilir olması gerekir. Yüzeylerin pürüzsüz, yıkanabilir, korozyona dayanıklı ve toksik olmayan maddelerden üretilmiş olması gerekir.” emretmektedir.
5. Bilhassa evcil kedi ve köpeklerden insanlara geçen ve insan sağlığını tehdit eden hastalıklar mevcut olup;
a. Köpeğin içinde veya üstünde yaşayan virüsler, bakteriler, mantarlar, birhücreliler (protozoon), kurtçuklar, böcekler ya da akarlar bu hastalıklara neden olabilir. Köpeklerin üstünde yaşayan birçok asalak, örneğin köpeğin kürkünün okşanması yoluyla insanlara geçebilir.
b. Başta kuduz, Kist hidatik, Toksokariazis, Kancalı kurt, Leptospiroz, Pasteurella, Campylobacter, Giardiyaz, Kriptosporidyoz, gibi hastalık ve parazitler insanlara tüyleri, dışkıları yoluyla gıda üretilen yada servis edilen alanlarda hijyen kurallarına uyulmadığı takdirde ciddi bir şekilde insan sağlığını ölümcül olarak tehdit edebilmektedir. Bu bulaşmalar öyle su ve bezle temizlenmesi mümkün olmayıp iyi bir dezenfeksiyon ile ancak mümkündür. Aynı zamanda gıda işlerinde çalışanlarında Sağlık bakanlığı ve tarım bakanlığınca sıkı bir portör olarak izlenip, hijyen denetimleri de yapılmalıdır.
Bunların hepsini sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışanların tümü zaten bilmektedir.
6. Kamunun yararına hizmet alınması amacıyla yapılmış bu tür sosyal kafeler yerinde bir hizmettir. Buradaki personelleriin sık sık buradan hizmet alan hayvan sahipleri ile problem yaşamadan tedbirlerin alınmasını, buralara gelen biz halkımızın da sağlığını tehdit eden bazı gayri ihtiyari uygulamaların denetlenmesini ve gerekli tedbirlerin alınmasını arz ederim.
Mustafa Kemal Bektaş
26 Mayıs 2018 Cumartesi
DEVLETLERDE ÖLÜR ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -4- Evet artık ABD, eskiden dünyada kendisine kafa tutabilecek bir güç olduğunu düşünemezdi. Artık sadece rakiplerine değil, müttefiklerine bile söz geçiremiyor. Hatta müttefiklerini tehdit olarak algılıyor. Kendisine yeni müttefikler arayışında ama sömürgeci zihniyetiyle yarınını düşünmeden önüne geleni kırıp döküyor. Böylelikle Amerika’ya kinleşmiş milletlere gün doğmak üzere. Artık Amerika, süper devlet çatırdamaya başladı.
DEVLETLERDE ÖLÜR
ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -4-
Evet artık ABD,
eskiden dünyada kendisine kafa tutabilecek bir güç olduğunu düşünemezdi. Artık
sadece rakiplerine değil, müttefiklerine bile söz geçiremiyor. Hatta
müttefiklerini tehdit olarak algılıyor. Kendisine yeni müttefikler arayışında
ama sömürgeci zihniyetiyle yarınını düşünmeden önüne geleni kırıp döküyor.
Böylelikle Amerika’ya kinleşmiş milletlere gün doğmak üzere.
Artık Amerika, süper
devlet çatırdamaya başladı.
70 yaşındaki ünlü Amerikalı iş adamı Donald Trump önce
Cumhuriyetçi Parti'nin başkan adayı oldu, sonra da ABD'nin 45. başkanı seçildi.
20 Ocak 2017'de sürpriz bir şekilde seçilerek Barak Obama’dan görevi
devraldı.
Evet devraldı ama
şımarık iş adamı Trump etrafındakileri kırıp dökmeye başladı.
Cumhuriyetçi Parti'nin
liberteryen kanadından, öncü fikirleriyle tanınan Ron Paul, ABD'nin ani ve dehşet verici bir sona doğru
sürüklendiğini söyledi.
ABD'nin tanınmış Cumhuriyetçilerinden, eski başkan adayı
ve eski Teksas Senatörü, Ron Paul, Başkan Donald Trump'ın kendisini mali istikrar konusunda başarılı
bulmasını eleştirdi
Russia Today (RT)
televizyonuna demeç veren Paul, "ABD'nin
umursanmadan büyüyen borçlarıyla askeri harcamaları, eninde sonunda sistemin
çökmesine ve Sovyetler Birliği'nin son günlerindeki gibi yanıp kül olmasına yol
açacak" değerlendirmesini yaptı.
Trump'ın ticari
zekasını ABD yönetimine entegre etmekle övündüğünü, ancak yaklaşmakta olan
ekonomik erimeyi dahi engelleyemediğini savunan Paul, "Ben ekonomik açıdan bakıyorum. Bence Sovyet
sisteminin çöküşüne ABD'deki askeri yapılanma yol açmadı. Sovyetler, bizim gibi
serbest piyasa insanlarının tamamen yaşayamaz bulduğu bir sistemle
çalışıyorlardı" dedi.
Faşizm, sosyalizm,
komünizm, hatta Keynescilik'in yaşayabilir sistemler olmadığı ve
kaçınılmaz olarak çökeceği, aynı durumun ABD için de geçerli olabileceğini
yorumunu yapan Paul, "Sovyet
sisteminde olduğu gibi ani ve dehşet verici sona doğru gidiyoruz. Benzer bir
süreç olmayacak zira orada bazı ülkeler Sovyet sisteminden ayrılmıştı. Bizim
eyaletlerimiz ayrılmayacak, ancak dünya genelinde imparatorluğumuzu daha fazla
finanse edemeyeceğimize samimi olarak inanıyorum. Bize ait olduğunu iddia
etmesek de, imparatorluğumuz büyük miktarda para ve nüfuz gerektiriyor ve biz
imparatorluğu bir arada tutmak için silahla tehdit edip yaptırımları
kullanıyoruz. Artık sona yaklaştığımızı düşünüyorum." Diye beyanat
verdi.
Amerika başta
Türkiye’yi kırdı ve ypg’ye silah meselesi artık üzerinde durulması gereken bir
konu değil. İran ve Rusya bölgede aktif oldukça ABD, ypg’yi kullanmaya devam
edecektir. Bu tutum ve davranışı ile Amerika tüm Türk halkının nefretini
kazanmıştır. Bunun yanında pkk ve pyd’ye
de silah, mühimmat ve parasal destek vermesi, İsrail politikalarını Orta doğu
bölgesinde uygulaması iyice bölge halkı tarafından Amerika’dan nefret
edilmesini sağlamıştır.
Amerika’nın bölgeye
silah sevkiyatını devam ettirecektir. Asıl soru, Esad içeride ypg’ye
saldırdığında ABD’nin vereceği cevabın ne olacağıdır. O durumda Esad’ı Rusya,
ABD’yi de ypg olarak düşünmek teşbihte hata olmayacaktır.
Müttefiklerini tehdit
olarak algılayan Amerika’ya artık canı yanan bir çok millet bunu açık açık dile
getirmektedirler.
Öyle ki : Bunun en
cüretkar örneklerinden birini, Obama’nın son döneminde Filipinler Devlet
Başkanı Rodrigo Duterte’nin, son döneminde Obama’ya yönelik olarak
sarfettiği “O….. çocuğu” demesiyle görmüştük. Normal şartlar altında Çin ile
Filipinler arasında toprak anlaşmazlığı bulunurken, Duterte’nin ülkenin en
yakın müttefiki ABD ile yakın ilişkiler kurması daha olağan olurdu. Ancak öyle
olmadı. Duterte, ülkesinde uyuşturucu satıcılarını öldürmemesi gerektiğini
söyleyen Obama’ya sert çıktı. Duterte Donald Trump için de “bağnaz biri” dedi.
Denilebilir ki, Duterte ağzı bozuk biri ve Obama’dan Papa’ya kadar herkese
küfrediyor.
Ancak bir başka gerçek
daha var: ABD’yi tehdit olarak gören ülkelerin başında, en yakın müttefikleri
geliyor. Bunların başında da Türkiye var. Türkiye, özellikle 15 Temmuz’da darbe
girişiminden itibaren ABD ile ciddi bir gerilim yaşıyor. Amerikada saray
malikanesinde Fetöş efendiyi ekonomisinden, örgütlenmesine ve barınmasına kadar
her şeyini merika karşılıyor. ABD’nin Türkiye üzerindeki yaptırım gücü
neredeyse sıfırlanmış durumda. FETÖ olaylarında, ABD’nin İran’a tek taraflı
olarak uyguladığı ambargodan FETÖ’ye ve Rusya’dan S-400 silahlarının
alınmasına, vize krizine ve son olarak Kudüs kararına kadar hemen her olayda
ABD ile sürtüşme yaşıyor. ABD’nin sözünden dışarı çıkmayan Eski Türkiye’nin
yerinde yeller esiyor, artık ABD’ye rağmen dünya siyasetinde söz sahibi olan
bir Yeni Türkiye var; bu, hem Türkiye hem de ABD için alışıldık bir durum
değil. Üstelik Türk halkı da iyice Amerika’dan nefret eder halde. Dengeler
maalesef büsbütün değişti.
ABD’nin komşusu
Meksika için de durum aynı… Trump’ın hem seçim kampanyasında, hem de başkanlık
koltuğuna oturur oturmaz söylediği, “Meksika sınırına inşa edeceğimiz duvarın
parasını Meksika’ya ödeteceğiz” demesinden hemen sonra, Meksika Devlet Başkanı
“biz ödemeyeceğiz” diyerek net bir tavır gösterdi.
ABD’nin yakın
müttefikleri, ABD’ye güçleri ölçüsünde direniyor. ABD, müttefiklerine söz
geçiremez duruma gelmeye başladı. Düşman ya da rakip olarak gördüğü ülkeler ise
ABD’ye karşı daha sert tedbirler alıyorlar. Bunlar, ABD’nin gücünün tükenişiyle
ve güvenilmez bir ortak olduğu fikrinin pekişmesinden kaynaklanıyor.
Meksika, sınıra
örülecek duvar konusunda; Filipinler, uyuşturucu satıcılarını ortadan kaldırma
konusunda; Venezuela Bolivarcılık ya da Chavezcilik konusunda ve elbette kendi
petrol kaynaklarını Amerikan şirketlerine yem etmeme ısrarıyla; Kuzey Kore,
nükleer silah denemeleri yapma konusunda; Çin ve Rusya ABD’yi bölgesine sokmama
ısrarıyla, Türkiye içerideki Amerikan muhibbi darbeseverleri ve bölgesindeki
PKK/YPG unsurları temizleme konusunda, hatta S-400’ler, insansız hava araçları
üretme ve benzeri pek çok konuda Amerika’ya kafa tutuyor.
ABD Asya’da çaresizlik
içinde kıvranıyor, Ortadoğu’da istediğini almakta zorlanıyor, hatta
elindekileri kaybediyor. Irak uzun yıllar Amerikan’ın hâkim olduğu bir
bölgeydi, 11 Eylül’den sonra zorbalıkla girdiği Irak’ı kendi elleriyle İran’a
teslim etti adeta. Suriye’de teröristlerle müttefikliği de kâr etmiyor. Onlarca
ülkeye uyguladığı vize yasakları gibi saçma sapan yaptırımları da cılız
kalıyor.
Körfez’de kriz
çıkartıp körfez sermayesine konmaya çalışması, Uzak Asya’da Kuzey Kore’yle
didişmesi, Rusya’yla gerginliği yükseltmesi, Çin’le atışması, Doğu Akdeniz’de
Suriye içinde varlık göstermeye çalışması, Latin Amerika’da Küba, Venezuela ve
Meksika üzerinde söz sahibi olmaya çabalaması…
Bütün bu agresyon
kaybolan gücünü telafi etmek için yapılan çırpınışlar…
Keza, dünyanın süper
gücü bile olsanız, bu kadar cephede çarpışamazsınız. Dolayısıyla ABD’nin açmak
üzere gibi göründüğü bu cepheler gerçek cepheler değil, blöf cepheler. Ancak bu
kadar bağırdıktan sonra söz konusu bölgelerde etkisiz eleman gibi kaldığını
görmek, yani yenildiğini izlemek blöf sayılmayacak. Amerikan gücünün tükenmekte
olduğunun tescili olarak kabul edilecek. Ve bu durum, Rusya, Çin, Hindistan
gibi yükselen güçler için olduğu kadar, orta çaplı güçler için de cesaret
verici bir ilham kaynağı olacak.
Çin zaten şu anda
ekonomik olarak ABD’yi dengelemiş durumda. Ve ABD’yi aşacak şekilde, istikrarlı
büyümeye devam ediyor.
Yazımızın son
bölümünde sizlerle olmak dileğimle
Saygılarımla
Mustafa
Kemal Bektaş
DEVLETLERDE ÖLÜR ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -3- 21 Aralık 1917’de BM’deki oylama Türkiye ile Dünya’nın diğer ülkelerinin ABD-İsrail arasındaki bir uluslararası siyaset savaşıydı ve bu savaş Türkiye’nin ve A.B.D’den yara almış ülkelerin kesin zaferiyle sonuçlandı. Bir nevi rövanştı bu oylama. BM’deki oylamada bir kez daha görüldü ki, ABD’nin ve güdümü, akıl babası İsrail’in ikna ve yaptırım güçleri, uluslararası itibarları Soğuk Savaş döneminin çok çok gerisinde olduğu görüldü.
DEVLETLERDE ÖLÜR
ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -3-
21 Aralık 1917’de
BM’deki oylama Türkiye ile Dünya’nın diğer ülkelerinin ABD-İsrail arasındaki bir uluslararası
siyaset savaşıydı ve bu savaş Türkiye’nin ve A.B.D’den yara almış ülkelerin kesin zaferiyle sonuçlandı. Bir nevi rövanştı
bu oylama.
BM’deki oylamada bir
kez daha görüldü ki, ABD’nin ve güdümü,
akıl babası İsrail’in ikna ve yaptırım güçleri, uluslararası itibarları Soğuk
Savaş döneminin çok çok gerisinde olduğu görüldü.
Bütün bunlar akla “Amerikan İmparatorluğu çöküyor mu?”
sorusunu getiriyor. Güce tapanlar ve yeni bir dünya fikri konusunda zihnini
korkak alıştıranlar, bu fikre elbette soğuk bakıyorlar. Ancak unutulmamalı ki,
devletler ya da imparatorluklar tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve
ölürler.
Tarih, aynı zamanda
uygarlıklar ve devletler mezarlığıdır.
Bir zamanlar İspanyol
Altın Çağı denilen bir çağ vardı, koca bir kıtanın altınlarını, zümrütlerini,
kültürünü yağmaladığı bir çağdı altın çağ dedikleri. Gasp ettikleri o
altınlarla birlikte güçleri de eriyip gitti.
Bir zamanların denizaşırı
güçleri olan Hollanda ve Portekiz sıradan Avrupa ülkelerine dönüştü.
Üzerinde güneş
batmayan imparatorluk olarak bilinen Britanya İmparatorluğu, sessiz sedasız
şaşalı dönemlerine set çekti.
Osmanlı
İmparatorluğu’nu da el birliği ile yıktılar.Hasta adam dediler. Kendileri hasta
adama dönüştüler. Ama Türkler Osmanlı yıkılsa da Türkiye Cumhuriyetini daha
köklü olarak kurdu.
Çözülme veya çöküş,
yükselişten çok daha hızlı gerçekleşir. Birinci bölümde S.S.C.B.’nin (Sovyetler
Birliği) yıkılışını okuduk. 15 parçaya bölünmüştü. Berlin Duvarı’nın
yıkılışından bir gün önce hiçbir emare yoktu ama o duvar ansızın yıkıldı. Bu,
Doğu Avrupa’daki komünizmin sonu oldu. Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla, Doğu
Blok’u da domino taşları gibi ardı ardına yıkılıverdi.
1970’lerde petrol
fiyatları yükseldiğinde, krizden en çok Sovyetler Birliği etkilenmişti. Ancak,
Sovyetler Birliği, bunu ciddi bir sorun olarak algılamadı. Çünkü Sovyetlerin
nükleer kapasitesi o günlerde ABD’den fazlaydı. Üstelik Vietnam’dan Küba’ya ve
Nikaragua’ya kadar “üçüncü dünya devletleri” denilen ülkelerin çoğu Sovyet
yanlısıydı. Mihail Gorbaçov göreve geldiğinde ciddiye alınmayan ya da sağlıklı
okunamayan derin bunalım ortaya çıktı ve önce Doğu Avrupa, hemen ardından
Sovyetler Birliği çöktü.
Şimdi sıra ABD’nin…
Amerikan Yüzyılı denilen şey de geri çekilmek üzere…
Sıra Sana geldi Amerika !
Artık Amerikan büyüsü
değil, o büyüyü dağıtan “Büyüsü bozulmuş dünya” var. Bu büyüsü bozulmuş dünya
içinde artık yeni bir tarih ve o tarihi şekillendiren yeni özneler var.
Evet, ABD birçok
açıdan hâlâ muazzam bir güce sahip. Ancak, “gücünün sınırlarına ulaştığı,
duraklama dönemine girdiği ve gerilemeye başladığı” konusunda geniş bir
konsensüs var. Bu yöndeki görüşleri bilhassa Amerikalı akademisyen ve
yazarlar dile getiriyor.
Aslında olup biteni
“ABD’nin çöküşü” değil gerileyişi veya “diğerlerinin yükselişi” olarak okumak
da mümkün. Bu görüşü destekleyen ekonomik veriler de mevcut.
Son 10 yıl boyunca Çin
yüzde 156, Hindistan yüzde 129, Endonezya yüzde 101, Nijerya yüzde 88, Türkiye
yüzde 85 büyürken, ABD yüzde 33 ile bu listede Suudi Arabistan, Avustralya, İran,
Güney Afrika, Kanada ve Brezilya’nın ardından ancak on ikinci sırada yer alıyor
(Kaynak: The Spectator Index). Listeye bakınca, Asya ülkelerinin yükseliş,
Batılı devletlerin duraklama dönemini yaşadıkları açıkça görülüyor.
ABD “dünyanın
jandarması” vasfını da yitiriyor. Yaklaşık 250 bin Amerikan askeri, dünyanın
çeşitli bölgelerinde görev yapıyor ki bu rakam Amerikan ordusunun dörtte birine
tekabül ediyor. Fakat bu devasa ordu bile Amerikan gücünün düşüşünü
engelleyemiyor. Hatta bu devasa ordu, Amerikan gücünün sönüklenişinin
nedenlerinden biri…
ABD sahip olduğu gücü
taşımakta zorlanıyor. Dünya’da karşılıksız para basan tek ülke olan Amerika
artık kendisini taşıyamıyor. Özellikle 11 Eylül 2001 tarihinden bu yana aktif
olarak 172 ayrı bölgede 240 binden fazla personeli ile 16 yıldır savaşların
içerisinde yer alan ABD, 2016 verilerine göre 611 milyar dolar askeri harcama
yapmış. Aynı yıl dünya genelinde 1 trilyon 686 milyar dolar dolarlık bir askeri
harcama yapılmış. Yani, dünya genelinde yapılan askeri harcamaların yüzde 36’sı
sadece ABD’nin yaptığı askeri harcamalardan oluşuyor. ABD, kendisinden sonraki
8 ülkenin toplamından daha fazla askeri harcama yapmış. 2017-2018 dönemi için
700 milyar dolarlık bir askeri harcama bütçesi onaylandı. Süper güç olarak görünen
bu durumun asıl adı askeri obezlik ve sürdürülebilir değil.
Zaten 20 trilyon dolar
dış borcu var ABD’nin. Donald Trump, “Arapların
parası çok, bu borcu onlara ödeteceğim” dese de, askeri gücünü kullanarak
başka ülkelerin zenginlikleri üzerine çöreklense de ve yeni bölgesel krizler
inşa ederek çeşitli ülkelere silah satışı gerçekleştirse de bu borcu kapatması
mümkün görünmüyor.
Keza, onca
silahlanmaya, onca askeri yayılmaya karşın Çin gibi güçlü bir rakibi durdurma
konusunda aciz bir ABD karşımızda sırıtıyor.
ABD’nin gücü mü
geriliyor yoksa başka güçler mi ABD’ye yetişiyor, bu ayrı bir tartışma konusu.
Ancak Kuzey Kore krizinin işaret ettiği gibi, ABD kafa tutulamaz bir ülke
olmaktan çıktı.
Irak savaşları A.B.D. yi aslında süper gücünü
çatlattı.
Sovyetler Birliği,
Soğuk Savaş’ta önde olduğunu göstermek için Afganistan’ı işgal etmiş ama bu
girişimi hüsranla sonuçlanmıştı. Ve dünya Afganistan savaşıyla birlikte
Sovyetler’in yenilmez bir rakip olmadığını görmüştü.
Benzer şekilde,
Amerikan İmparatorluğu’nun çöküşünün 2003 yılındaki Irak’ın işgaliyle
başladığını ve gelecek kuşakların Amerika’nın çöküşünün başlangıcı olarak Irak
savaşını işaret edeceğini söyleyenler de var. ABD de İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra girdiği birçok savaşta yenilmez olmadığını ya da her savaşı
kazanamayacağını göstermiş oldu. Kore, Vietnam, Irak bunun örneklerinden.
Bu nedenle, ABD’nin
dünya üzerinde kurduğu korku imparatorluğu artıkbir işe yaramıyor…
Birçok ülke “Amerika fobi”sini yendi, yeniyor. BM
Genel Kurulu’ndaki oylama, Amerika’nın karizmasının çizildiği ilk olay değil.
ABD, eskiden dünyada
kendisine kafa tutabilecek bir güç olduğunu düşünemezdi. Artık sadece
rakiplerine değil, müttefiklerine bile söz geçiremiyor.
Konumuza kaldığı
yerden devam etmek üzere
Saygılarımla
Mustafa
Kemal Bektaş
24 Mayıs 2018 Perşembe
ÜLKEMİZDE SAĞLIK KURUMLARINDA YAPILANMA VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM…… -6- Sağlık Bakanlığının açıklamasına göre; her türlü hazırlığını ve mevzuat altyapısının oluşturulduğu Kamu-Özel Ortaklığı (KÖO) modeli ile sağlık tesisleri, Ar-Ge birimleri, yüksek teknoloji merkezleri, sosyal yaşam alanları ve büyük rekreasyon alanlarının bir arada bulunduğu dev Şehir Hastanelerinin faaliyete geçirilmesi planlanmaktadır.
ÜLKEMİZDE SAĞLIK
KURUMLARINDA YAPILANMA VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM…… -6-
Sağlık Bakanlığının açıklamasına
göre; her türlü hazırlığını ve mevzuat altyapısının oluşturulduğu Kamu-Özel
Ortaklığı (KÖO) modeli ile sağlık tesisleri, Ar-Ge birimleri, yüksek teknoloji
merkezleri, sosyal yaşam alanları ve büyük rekreasyon alanlarının bir arada
bulunduğu dev Şehir Hastanelerinin faaliyete geçirilmesi planlanmaktadır.
Sağlık Bakanlığı tarafından şehir hastanelerinde “hasta karşılamadan başlayarak
tüm tedavi süreçlerindeki hizmetlerin beş yıldızlı otel konforunda” sunulacağı
ifade edilmektedir. Bu ifadelerden anlaşılmaktadır ki bu kurumlarda verilecek
otelcilik hizmetlerinin talep edilen sağlık hizmetinin ayrılmaz ve zorunlu bir
parçası olarak sunulacağı ve fiyatlandırılacağı muhakkaktır. Dolayısıyla şehir
hastaneleri özel sektör için KÖO modeli ile yapılacak hizmet alımları açısından
büyük fırsat ortamı, vatandaşlar için yüksek standartlarda verilecek otelcilik
hizmetleri ile süslenmiş ve maliyeti artırılmış sağlık hizmeti anlamına
gelmektedir. Bununla birlikte projenin finansmanının %20 öz kaynak, %80 yabancı
kaynak kullanımına (bkn. Sağlık
Tesislerinin Kiralama Karşılığında Yaptırılması ile Tesislerdeki Tıbbi Hizmet
Alanlarındaki Hizmet ve Alanların İşletilmesi Karşılığında Yenilenmesinde Dair
Yönetmelik, md.7 ve md.33) diğer yandan özel sektör yatırımlarına yer açmak
için de Sağlık Bakanlığı’nın hizmet sunumundan çekilip düzenleyici ve
denetleyici bir rol kazandırılması yönünde önemli adımlar atılmıştır. Bu
düzenleme ile SB sağlık hizmeti sunmayarak bu görevini özel sektörden hizmet
satın alınma yolu ile yerine getirmeye başlamıştır. Böylelikle Türkiye’de
sağlık sektörü, özel sektör lehine büyütülerek önemli bir “piyasa” yaratılmıştır. Bu büyümenin temel nedeni,SGK
harcamalarının kamu bütçesinin özel sektöre aktarılacak şekilde artırılması
olmuştur. Ama bu beyanda olanda biz halka olmuştur. Ek hizmetler adı altında
neredeyse astronomik fiyatlarla halkın cebine dalınmaya başlanmıştır. Zaten
halk ekonomik sıkıntı içindeyken yapılan bu uygulamanın akılcılığı tartışılması
gerekir. Halkın ekonomik seviyesi yükseltilmeden bu projelerin devam edilmesi
başarısızlığın yanında resmen duvara toslanması demektir. Bu farkları ekonomik
kıskaç arasında kalan halk kaldıramayacaktır.
SB verilerine göre 2002 yılında
1.156 olan toplam hastane sayısı 2014’de 1.528’e, 271 olan özel hastane sayısı
556’ya çıkmıştır. (Sağlık İstatistikleri
Yıllığı, 2014:75) Diğer yandan hastanelere başvuru sayısındaki artışta özel
hastanelerin durumu dikkat çekici durumdadır. Tüm hastanelerde2002 yılında 1,9
olan kişi başı başvuru sayısı 2014 yılında 2,7 kat artarak5,1 olurken, özel
hastanelerde 2002 yılında 0,1 olan başvuru sayısı 2014 yılında dokuz kat
artarak 0,9 olmuştur. Özel hastanelere başvuru sayısı 2014 itibarıyla, 2002
yılına göre 13 kat artmıştır (SB,2015:95,106).
Ancak DB ve IMF’nin istekleri
doğrultusunda sağlık hizmetleri arzının giderek daha çok özel sektör tarafından
gerçekleştirilmesi yönünde bu hızlı adımlar atılırken savunulanın aksine sağlık
harcamaları da gittikçe yükselmiştir. 2002-2013 yılları arası sağlık
harcamaları nominal olarak % 350 reel olarak ise % 61 artmıştır.2002 yılına
göre 2013 yılında sağlık harcamaları toplamda 3,5 kat, cari sağlık harcamaları
3,3 kat ve yatırım sağlık harcamaları ise 9,6 kat artmıştır. 2002-2013
döneminde Türkiye’deki en büyük sağlık hizmet sunucusu olan Sağlık Bakanlığının
sağlık harcamaları içinde 2002 yılında % 29,5 olan payı 2013 yılında % 44,7’ye
yükselmiştir. 2002 yılına göre 2013 yılında Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık
hizmet sunucularının sağlık harcamaları 5,8 kat artmıştır. Sağlık Bakanlığına
bağlı sağlık tesislerine yapılan harcamaların GSYH içindeki %1,6 olan payı
%2,4’e yükselmiştir.
SGK'nın sağlık harcamaları da 2002
yılıyla karşılaştırıldığında 2013 yılında 5,2 kat civarında artmıştır
(SB,2015:169). Diğer yandan Sağlık Bakanlığı’nın hizmet üreten birim olmaktan
çıkarılması yapılan sağlık harcamalarının özel sektöre kaymasını sağlamıştır.
2002 yılında özel sağlık tesislerinin finansmanının sadece %20’si kamu
tarafından karşılanıyor iken bu oran 2013 yılında %46'ya yükselmiştir. 2002
yılında sağlık harcamalarının %70,7’si kamu tarafından % 29,3'ü ise özel
harcamalardan finanse ediliyor iken, 2013 yılında kamu finansman payı % 78,5’e
yükselmiş ve özel sektörün finansman payı ise % 21,5’e düşmüştür. Türkiye'de
2002–2013 döneminde sağlık hizmetlerinin finansmanında kamunun payı artmıştır.
Kamunun özel sağlık işletmelerinden hizmet alımının genişletilmesi, sağlık
hizmetlerine erişimin kolaylaşması
ve sağlanan diğer gelişmelere paralel olarak 2002 yılında özel sağlık
tesislerinin finansmanında % 80 civarında olan özel sağlık harcamalarının payı
2013 yılında %54,0’a düşmüştür.2002 yılında SGK’nın sağlık harcamaları içinde
%5,2 olan özel sağlık tesislerinin payı, 2013 yılında %15,2’a yükselmiştir
Bütün bu göstergeler de özel sektörün kamu kaynakları ile desteklenerek
beslenip büyütüldüğü anlamına gelmektedir. Bu sağlık harcamalarının artmasının
tek nedeni 1 nci kademe sağlık bakımında ayaktan hasta tedavi yerine hastane
ortamında hasta tedavi sistemi uygulanmasından kaynaklanmaktadır.
Sağlıkta Dönüşüm Programı diğer
yandan da sağlık personelinin istihdamı açısından da önemli bir kırılma noktası
olmuştur. Çünkü Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi
ve sunumu bakımından da önemli değişikliklere gidilmiştir. Bu süreç içinde,
sağlık hizmetleri “aile hekimliği” ve “kamu hastane birlikleri” şeklinde
örgütlenmiş, personel istihdamı da “sözleşmelilik” esasına dayandırılmıştır.
Hizmetin özel hukuk sözleşmeleri ile üçüncü kişilere yaptırılmasını sağlayan “taşeron personel çalıştırma”
düzenlemesine ek olarak, özel hastane işletmeciliğinin geliştirilmesi ve ucuz
işgücü ihtiyacını karşılama amaçlı “yabancı
sağlık personeli” istihdamının önü açılmıştır
Yaşanan gelişmeler sonucu sağlık
alanında hizmet alımı temel istihdam şekli haline gelmiştir. Sağlıkta Dönüşüm
Programı uygulamaya konulduktan sonra taşeron personel istihdamındaki artış
dikkat çekicidir. Sağlık hizmetlerinde taşeron personel çalıştırma uygulaması,
yalnızca yardımcı hizmetlerle sınırlı kalmayarak asli sağlık hizmetlerini de
kapsayacak biçimde genişletilmiştir. 2002 yılında hizmet alımıyla 11 bin
civarında personel çalışıyor iken bu sayı 2013 yılında 130 bin civarına
yükselmiştir. Ama ülkemizde ki işsizlik oranları da bu nedenle daha da
artmıştır. Yani kaş yapalım derken göz çıkarılmıştır. Kendi işsiz insanımız var
iken bir inatlaşma uğruna yabancılara iş sahası açılırken akademik kariyerdeki
kendi insanımız işsiz kalmıştır.
Sağlıkta Dönüşüm Programı
çerçevesinde yapılan uygulamalarla devletin sağlık sunumunda ki rolü, Sağlık Bakanlığı’nın Merkez ve Taşra
Teşkilatının yerinden yönetimi öne plana çıkaracak şekilde yeniden yapılandırılması,
mevcut hastanelerin işletme ilkeleri yönünde faaliyet gösterir duruma
getirilmesi gibi yollarla sınırlandırılıp bu alanda özel sektöre yer açılırken
bir yandan da kamu kaynaklarının özel sektörü destekleyecek şekilde
kullanılması sağlanmıştır. Bütün bu gelişmeler devletin sağlık sunumundaki
görev ve sorumluluklarını giderek özel sektöre devretmekte olduğunun
habercisidir.
İşte görüyorsunuz olayların
karmaşıklığını. 6 ncı bölümü yazdığımız halde konuyu hala toparlayamadık.
7 nci bölümde tekrar sizlerle olmak
dileğimle…
Saygılarımla..
Mustafa Kemal Bektaş
KAYNAKLAR:
Deloitte Sağlık
Çözümleri Merkezi - Sağlık ve İlaç Sektörü 2020 Öngörüleri
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Türkiye’de sağlık sisteminin temel sorunları
Harun KIRILMAZ
Sağlık Bakanlığı, Ankara - Sağlık Sisteminin Sorunları ve Bilgi Teknolojileri
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Türkiye’nin sağlık sorunları ne tür bir sağlık
bakanını gerekli kılıyor?
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Sağlık sisteminin temel sorunları sürüyor
Dr.İlhan Korkmaz.
Ataevler A.S.M Nilüfer-BURSA – Aile hekimlerinin Sorunları
Dr. Nuri Seha
Yüksel – Aile Hekimliği 2016
Yrd. Doç.
Dr.Yasemin Mamur Işıkçı – Bir Kamu Politikası: Sağlık Politikasında Dönüşüm
Özel Hastaneler ve
Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) – Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları
Havva Öztürk
Acıbadem Hastanesi - Hastanelerde İşe
Yeni Başlayan Hemşirelerin Sorunları
Murat Tuzcu - Net
Gazetesi Hastanelerdeki sorunlar ve çözümleri
Dr. Ensar DURMUŞ -
Acil Sağlık Sisteminin Sorunları
Öğrt. Gör. Aysun
Yılmaztürk - Türkiye’de Sağlık Reformlarının Tarihsel Gelişimi ve Sağlıkta
Dönüşüm Programı’nın Küresel Niteliğinin Değerlendirilmesi
DEVLETLERDE ÖLÜR ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -2- Gelelim yıkılmaz denilen Amerika’nın çatırdamasına; Dünya’da en tehlikeli devletlerden birisi A.B.D., İsrail, İngiltere, Fransa ve İtalya’dır. Amerika’nın bulunduğu bölgede, ilk Avrupa kolonilerinin kurulmaya başladığı sıralarda 2 - 18 milyon Kızılderili yaşadığı sanılmakta ve tarihçiler genellikle birinci sayının doğru olduğunu düşünmektedirler.
DEVLETLERDE ÖLÜR
ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ
OKUYUN) -2-
Gelelim yıkılmaz denilen Amerika’nın çatırdamasına;
Dünya’da en tehlikeli devletlerden birisi A.B.D.,
İsrail, İngiltere, Fransa ve İtalya’dır.
1600’lerde Amerikalıların çiçek hastalığını Kızılderililere
bulaştırarak nüfusunun hızla azalmasına sebebiyet vermiştir.
Avrupalı göçmenlerin çoğu, siyasal baskılardan kaçmak,
dinsel inançlarını özgürce yerine getirebilmek, maceraya atılmak ya da
ülkelerinde kendilerine tanınmayan fırsatlardan yararlanabilmek için
vatanlarından ayrıldılar. İngiltere’de 1620’den 1635’e kadar büyük
ekonomik güçlükler yaşandı. Pek çok kişi iş bulamadı. Toprak sahipleri
çiftlikleri kapatıyor ve koyun beslemek için köylüleri bu topraklardan
kovuyorlardı. Kolonilerin yayılması, yerlerinden edilen bu köylüler için bir
çıkış yolu oluşturdu. Kolonicilerin yeni topraklarda ilk gördükleri şey sık ormanlar oldu. Eğer
dostça davranan Kızılderililer onlara balkabağı, kabak, fasulye ve mısır gibi
yerli ürünlerin nasıl yetiştirileceğini öğretmeselerdi ilk yerleşimciler
hayatta kalamazlardı. Buna ek olarak, Doğu kıyılarında 2.100 kilometre boyunca
uzanan balta girmemiş geniş ormanlar zengin bir av hayvanı ve yakacak odun
kaynağı oluşturdu. Ormanlar ayrıca, evlerini, mobilyalarını, gemilerini
yapmakta kullanacakları ve karlı bir biçimde ihraç edecekleri bol miktarda ham
madde de sağlıyordu.
1640’a gelindiğinde İngilizler New England kıyısında
ve Chesapeake Körfezinde güçlü koloniler kurmuş bulunuyorlardı. İki bölge
arasında Hollandalılar ve küçük İsveç toplumu vardı. Batıda ise yerli
Amerikalılar yani Kızılderililer yaşıyorlardı.
Amerika’yı ilk kuranlar
ağırlıklı olarak İngiltere ve Almanya’dan göç edenlerden oluşuyor. Yönetimde
ağırlığını koyanlar ise İngilizler. Yani, Anglo-Sakson olarak tabir edilen
kesim.
Tarihte barbar olarak anılan
bu üç kavim, ağırlıklı olarak Saksonlar, ülkedeki Roma kökenli uygarlığı
tamamen yok ederek sağ kalan halka kendi etnik yapılarını kabul ettirdi.
Günümüzdeki göçmenleri kendilerinden saymayan Amerika'nın seçkinleri, bu kökene
dayanıyor. Ve kendilerini Anglo-Sakson olarak tanımlıyor. Kısacası kendilerine
WASP demektedirler. Yani “White, Anglo-Saxon, Protestant’ Beyaz, Anglo-Sakson,
Protestan
Beyaz Anglo-Sakson Protestan yayılımcı politikaları nedeniyle
Amerikan yerlilerinin kendi vatanlarında çektiği acılar hiçbir zaman bitmedi.
Tarihsel süreçteki kıyımın büyüklüğü nüfus oranlarıyla da gözler önüne
seriliyor.
İngiliz ve Fransızların Amerika Kıtası'na ilk ayak bastığında
dünya nüfusunun beşte biri olan Kızılderililerin sayısı bugün sadece birkaç
milyon. Geriye kalan çok az sayıdaki halk ise doğdukları yerleri terk etmiş
durumda.
Vatanlarından sürülmeleri ise Avrupa Kökenli Amerikalılar, yani
WASP'ların yerli halkın yaşadığı bölgelere yerleşmek için Kızılderilileri
sürgün etmeleriyle başladı. Topraklarını terk etmek zorunda kalan Kızılderilier
“rezervasyon” adı verilen, onlara ayrılmış bölgelere yerleştirdi.
Amerikan ordusuna karşı savaşan Kızılderili
kabile şefi Oturan Boğa (1831
- 1890) Amerikan WASP'ları hakkında şöyle diyor:
"Sahip olma isteği onlarda bir hastalık
olmuş. Bu insanlar, zenginlerin bozabileceği ama yoksulların bozamayacağı
birçok kural koymuşlar. Yönetici olan zenginleri güçlendirmek için yoksullarla
güçsüzlerden vergiler alıyorlar. Bizim annemizin, toprağın, kendilerinin
olduğunu söylüyor, komşularını çitler yaparak kendilerinden uzaklaştırıyorlar.
Toprağı binalarıyla ve öteki süprüntüleriyle çirkinleştiriyorlar. Bu ulus,
baharda yatağından taşarak, yoluna çıkan her şeyi yok eden bir ırmağa
benziyor."
Evet Amerika dediğimiz
devletin temeli kan ve göz yaşı ile kurulmuştur.
Hesaplamalar farklı olsa da Amerika, son yarım
yüzyıl içinde 50’den fazla askeri operasyona katıldı. Bu her yıl başına birden
fazla operasyon anlamına geliyor. Bu rakam Amerika’nın bugünlerde el Kaide ve
Taliban’a karşı düzenlediği insansız hava aracı saldırıları gibi müdahaleleri
kapsamıyor.
Amerika 237 yıllık tarihi boyunca sıklıkla
askerlerini savaşa yolladı. Amerika iki dünya savaşından galip çıktı ancak
deniz aşırı askeri girişimleri her zaman başarıyla sonuçlanmadı.
BM bayrağı altında Kore’de savaşan Amerikan
askerleri 1950’lerde ülkeyi ikiye bölünmüş durumda bıraktı. Bu denge bugün de
gerginliklerin nedeni durumunda.
1961- 1975: Vietnam Savaşı’nda Amerika
58 bin asker kaybetti ve ülke yönetimini komünistlere bırakarak çekildi.
Yüzbinlerce sivil ve asker Vietnamlı öldü. Vietnam Amerikalılar’ın kullandığı
turuncu etmen (agent orange) isimli kimyasalın savaş sonrasında yüzbinlerce
kişinin ölümüne ve sakat kalmasına neden olduğunu iddia etti. Aynı kimyasal,
cephede savaşan Amerikan askerlerinden bazılarında da ölüme yol açtı ya da uzun
süreli etkiler bıraktı.
1845:
1845 senesine kadar bağımsız bir ülke konumunda olan Teksas
Cumhuriyeti, dönemin ABD Başkanı John Tyler tarafından ABD topraklarına dahil
edildi. Bu gelişme karşısında kayıtsız kalmayan Meksika, Teksas'a müdahalede
bulununca ABD-Meksika savaşı çıktı. Askerlerini Meksika'ya süren ABD, savaştan
galip ayrıldı ve Meksika'yla 2 Şubat 1848'de Guadalupe Hidalgo Antlaşması
imzalandı. Anlaşma sonucu 15 milyon dolar karşılığında birçok eyalet ABD
topraklarına katıldı.
1911-1915: Birinci
Dünya Savaşı sırasında refah seviyesi yüksek olan Amerika Birleşik Devletleri,
Avrupa devletleri arasındaki dünya savaşına sonradan dahil olarak savaşın İtilaf
Devletleri lehine sonuçlanmasını sağladı ve savaşın süresi kısaldı. Ayrıca ABD,
kendisine sanayide rakip olarak gördüğü Almanya'nın güçsüzleşmesi hedefini de
savaş sonunda gerçekleştirmiş oldu. Birinci Dünya Savaşı sonunda yaklaşık 9.5
milyon insan hayatını kaybetti.
1944-1945: ABD,
İkinci Dünya Savaşı'na da sonradan dahil oldu. Pasifik Okyanusu'nda ABD'yi bir
tehdit olarak gören Japonya, 1941'de Pearl Harbor saldırısını gerçekleştirerek
ABD'nin savaşa girmesine neden oldu. Birkaç gün sonra Nazi Almanyası da ABD'ye
savaş açtı. ABD ordusu, 1944'ün Haziran ayında Almanya'ya karşı Normandiya
Çıkarması'nı gerçekleştirdi ve büyük bir atağa geçti. ABD ve Rusya arasında
sıkışan Almanya 8 Mayıs 1945'te yenilgiyi kabul etti.
ABD'nin Japonya'ya cevabı ise çok sert oldu.
ABD Başkanı Truman'ın emriyle 1945 yılında 3 gün arayla Hiroşima ve Nagasaki
kentlerine atom bombası atıldı. Tarihin en vahşi katliamlarından biri olarak
tarihe kazınan bu olay sonunu yüz binlerce Japon yaşamını yitirdi, etkisi ise
senelerce sürdü. Günümüzde atom bombası atılan iki yerde hala radyasyon olduğu
biliniyor.
1961: CIA’in Küba’da Fidel
Castro’yu devirmek için planladığı Domuzlar Körfezi Operasyonu başarısızlığa
uğradı. Castro onlarca yıl ülkeyi yönettikten sonra 2008’de yönetimi kardeşi
Raul’e bıraktı.
1962: Küba Füze Krizi’nde
Amerika, Küba’yı ablukaya aldı ve Sovyetler Birliği’nin ada ülkesine nükleer
füze yerleştirmesini engelledi. Operasyon nükleer savaş korkularını
alevlendirdi.
1973: Amerika destekli bir
darbe, Şili’nin demokratik olarak göreve gelmiş cumhurbaşkanı Salvador
Allende’yi devirdi.
1980: İran’da yapılan komando
operasyonu rehin 52 Amerikan vatandaşını kurtarmayı başaramadı. Ancak Başkan
Reagan başkanlığa geçtikten sonra tutsaklar serbest bırakıldı.
1981-1990: CIA Nikaragua’daki
Sandinista hükümetini devirmek için ülke dışına kaçmış siyasi sığınmacıların
işgallerine destek verdi ancak başarı kazanamadı.
1990-1991: Irak’ın Kuveyt’i işgali
üzerine Amerika müdahalede bulundu ve kısa bir savaştan sonra Irak ordusunu çekilmeye
zorladı
1992-1995: Amerikan askerleri NATO
operasyonu çerçevesinde Balkanlar’a müdahale etti ve Yugoslavya’nın
bölünmesinden sonra ortaya çıkan etnik çatışmaların bir parçası oldu.
2001: El Kaide’nin saldırısına
karşılık olarak Amerika Afganistan’a savaş açtı
2003-2018: Amerika Irak’ta kitle imha
silahları olduğu iddiasıyla bu ülkeyi işgal etti. Bu iddia yanlış çıktı. Ülkede
binlerce Amerikan askeri ve 115 bin ile 125 bin arası Iraklı öldü.
2003 ve 2011 yılları arasında süren Irak işgali
Saddam Hüseyin’in devrilmesine yol açtı ancak müttefikler Saddam’ın
depoladığını iddia ettikleri kitle imha silahlarını asla bulamadı. Amerika ve
müttefikleri Afganistan’da isyancılarla savaşmayı sürdürüyor. Başkan Obama
Amerikan askerlerini 2014 yılında ülkeden çekmeyi planlamıştı ama hala ülkedeki
karışıklık devam ediyor.
Ve en sonda Suriye’ye
barış adı altında girmiş olup, Esat güçlerine savaş ilan etmenin yollarını
kolluyor.
Kurulduğundan beridir
Dünya siyasetine “ben ve ötekiler” diye bakan ABD, hegemonik gücüne güvenerek en
son olarak ta Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmeye kalkıştı; ama çok
geçmeden; “ötekiler”in gücüyle tanıştı.
21 Aralık 1917’de Birleşmiş
Milletler (BM) Genel Kurulu’nda yapılan oylamada, ABD’nin Güvenlik Konseyi’nde
veto ettiği Kudüs tasarısı ABD’ye karşı ezici bir üstünlükle kabul edildi. 128
ülke kabul, 9 ülke ret, 35 ülke çekimser oy kullandı. Dünya, o gün, ABD’ye 128
tokat attı.
İşte! Amerika’nın gerçek yüzü bu!
Kapitalist, sömürgeci,
bir o kadar da Siyonist bir milletler topluluğu. Ama günümüzde çatırdıyor.
Yıkılmaya doğru gidiyor. Neredeyse bütün Dünya ülkelerinin nefretini kazanmış
durumda.
Tarihteki kan, göz
yaşı zulüm ve işkence ile özdeşleşen bu ülke artık can çekişmeye doğru gidiyor.
Tarihsel çirkinliklerini yazdıktan sonra şimdi neden çatırdamaya başladığını
nedenleri ile incelemeye devam edelim.
Sonra ki yazı dizimde
sizlerle olmak dileğimle..
Saygılarımla
Mustafa
Kemal Bektaş
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)