27 Mayıs 2018 Pazar

https://www.kapsamhaber.com/ulkemizde-saglik-kurumlarinda-yapilanma-ve-saglikta-donusum-7-makale,1762.html

https://www.kapsamhaber.com/ulkemizde-saglik-kurumlarinda-yapilanma-ve-saglikta-donusum-7-makale,1762.html

Sayın Valim; Büyükşehirimize bağlı Mert Plajının yanındaki Mert kafe'de hayvan sahiplerince bazı gıda hijyenini ve insan sağlığını tehdit eden hal ve hareketlerini gördüm. Aşağıda belirttim. Durumu Sayın Büyükşehir Belediye Başkanımıza da e posta ile bildirdim. Doğu Parkta Mert Plajının yanındaki Mert kafede hayvan sahiplerinin gıda hijyenini ve insan sağlığını tehdit eden davranışları

Doğu Parkta Mert Plajının yanındaki Mert kafede hayvan sahiplerinin gıda hijyenini ve insan sağlığını tehdit eden davranışları

26 Mayıs 2018 Cumartesi

DEVLETLERDE ÖLÜR ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -4- Evet artık ABD, eskiden dünyada kendisine kafa tutabilecek bir güç olduğunu düşünemezdi. Artık sadece rakiplerine değil, müttefiklerine bile söz geçiremiyor. Hatta müttefiklerini tehdit olarak algılıyor. Kendisine yeni müttefikler arayışında ama sömürgeci zihniyetiyle yarınını düşünmeden önüne geleni kırıp döküyor. Böylelikle Amerika’ya kinleşmiş milletlere gün doğmak üzere. Artık Amerika, süper devlet çatırdamaya başladı.

DEVLETLERDE ÖLÜR  ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE  (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -4-

Evet artık ABD, eskiden dünyada kendisine kafa tutabilecek bir güç olduğunu düşünemezdi. Artık sadece rakiplerine değil, müttefiklerine bile söz geçiremiyor. Hatta müttefiklerini tehdit olarak algılıyor. Kendisine yeni müttefikler arayışında ama sömürgeci zihniyetiyle yarınını düşünmeden önüne geleni kırıp döküyor. Böylelikle Amerika’ya kinleşmiş milletlere gün doğmak üzere.
Artık Amerika, süper devlet çatırdamaya başladı.
70 yaşındaki ünlü Amerikalı iş adamı Donald Trump önce Cumhuriyetçi Parti'nin başkan adayı oldu, sonra da ABD'nin 45. başkanı seçildi. 20 Ocak 2017'de sürpriz bir şekilde seçilerek Barak Obama’dan görevi devraldı.
Evet devraldı ama şımarık iş adamı Trump etrafındakileri kırıp dökmeye başladı.
Cumhuriyetçi Parti'nin liberteryen kanadından, öncü fikirleriyle tanınan Ron PaulABD'nin ani ve dehşet verici bir sona doğru sürüklendiğini söyledi.
ABD'nin tanınmış Cumhuriyetçilerinden, eski başkan adayı ve eski Teksas Senatörü, Ron Paul, Başkan Donald Trump'ın kendisini mali istikrar konusunda başarılı bulmasını eleştirdi
Russia Today (RT) televizyonuna demeç veren Paul, "ABD'nin umursanmadan büyüyen borçlarıyla askeri harcamaları, eninde sonunda sistemin çökmesine ve Sovyetler Birliği'nin son günlerindeki gibi yanıp kül olmasına yol açacak" değerlendirmesini yaptı.
Trump'ın ticari zekasını ABD yönetimine entegre etmekle övündüğünü, ancak yaklaşmakta olan ekonomik erimeyi dahi engelleyemediğini savunan Paul, "Ben ekonomik açıdan bakıyorum. Bence Sovyet sisteminin çöküşüne ABD'deki askeri yapılanma yol açmadı. Sovyetler, bizim gibi serbest piyasa insanlarının tamamen yaşayamaz bulduğu bir sistemle çalışıyorlardı" dedi.
Faşizm, sosyalizm, komünizm, hatta Keynescilik'in yaşayabilir sistemler olmadığı ve kaçınılmaz olarak çökeceği, aynı durumun ABD için de geçerli olabileceğini yorumunu yapan Paul, "Sovyet sisteminde olduğu gibi ani ve dehşet verici sona doğru gidiyoruz. Benzer bir süreç olmayacak zira orada bazı ülkeler Sovyet sisteminden ayrılmıştı. Bizim eyaletlerimiz ayrılmayacak, ancak dünya genelinde imparatorluğumuzu daha fazla finanse edemeyeceğimize samimi olarak inanıyorum. Bize ait olduğunu iddia etmesek de, imparatorluğumuz büyük miktarda para ve nüfuz gerektiriyor ve biz imparatorluğu bir arada tutmak için silahla tehdit edip yaptırımları kullanıyoruz. Artık sona yaklaştığımızı düşünüyorum." Diye beyanat verdi.
Amerika başta Türkiye’yi kırdı ve ypg’ye silah meselesi artık üzerinde durulması gereken bir konu değil. İran ve Rusya bölgede aktif oldukça ABD, ypg’yi kullanmaya devam edecektir. Bu tutum ve davranışı ile Amerika tüm Türk halkının nefretini kazanmıştır. Bunun yanında pkk  ve pyd’ye de silah, mühimmat ve parasal destek vermesi, İsrail politikalarını Orta doğu bölgesinde uygulaması iyice bölge halkı tarafından Amerika’dan nefret edilmesini sağlamıştır.
Amerika’nın bölgeye silah sevkiyatını devam ettirecektir. Asıl soru, Esad içeride ypg’ye saldırdığında ABD’nin vereceği cevabın ne olacağıdır. O durumda Esad’ı Rusya, ABD’yi de ypg olarak düşünmek teşbihte hata olmayacaktır.
Müttefiklerini tehdit olarak algılayan Amerika’ya artık canı yanan bir çok millet bunu açık açık dile getirmektedirler.
Öyle ki : Bunun en cüretkar örneklerinden birini, Obama’nın son döneminde Filipinler Devlet Başkanı  Rodrigo Duterte’nin, son döneminde Obama’ya yönelik olarak sarfettiği “O….. çocuğu” demesiyle görmüştük. Normal şartlar altında Çin ile Filipinler arasında toprak anlaşmazlığı bulunurken, Duterte’nin ülkenin en yakın müttefiki ABD ile yakın ilişkiler kurması daha olağan olurdu. Ancak öyle olmadı. Duterte, ülkesinde uyuşturucu satıcılarını öldürmemesi gerektiğini söyleyen Obama’ya sert çıktı. Duterte Donald Trump için de “bağnaz biri” dedi. Denilebilir ki, Duterte ağzı bozuk biri ve Obama’dan Papa’ya kadar herkese küfrediyor.
Ancak bir başka gerçek daha var: ABD’yi tehdit olarak gören ülkelerin başında, en yakın müttefikleri geliyor. Bunların başında da Türkiye var. Türkiye, özellikle 15 Temmuz’da darbe girişiminden itibaren ABD ile ciddi bir gerilim yaşıyor. Amerikada saray malikanesinde Fetöş efendiyi ekonomisinden, örgütlenmesine ve barınmasına kadar her şeyini merika karşılıyor. ABD’nin Türkiye üzerindeki yaptırım gücü neredeyse sıfırlanmış durumda. FETÖ olaylarında, ABD’nin İran’a tek taraflı olarak uyguladığı ambargodan FETÖ’ye ve Rusya’dan S-400 silahlarının alınmasına, vize krizine ve son olarak Kudüs kararına kadar hemen her olayda ABD ile sürtüşme yaşıyor. ABD’nin sözünden dışarı çıkmayan Eski Türkiye’nin yerinde yeller esiyor, artık ABD’ye rağmen dünya siyasetinde söz sahibi olan bir Yeni Türkiye var; bu, hem Türkiye hem de ABD için alışıldık bir durum değil. Üstelik Türk halkı da iyice Amerika’dan nefret eder halde. Dengeler maalesef büsbütün değişti.
ABD’nin komşusu Meksika için de durum aynı… Trump’ın hem seçim kampanyasında, hem de başkanlık koltuğuna oturur oturmaz söylediği, “Meksika sınırına inşa edeceğimiz duvarın parasını Meksika’ya ödeteceğiz” demesinden hemen sonra, Meksika Devlet Başkanı “biz ödemeyeceğiz” diyerek net bir tavır gösterdi.
ABD’nin yakın müttefikleri, ABD’ye güçleri ölçüsünde direniyor. ABD, müttefiklerine söz geçiremez duruma gelmeye başladı. Düşman ya da rakip olarak gördüğü ülkeler ise ABD’ye karşı daha sert tedbirler alıyorlar. Bunlar, ABD’nin gücünün tükenişiyle ve güvenilmez bir ortak olduğu fikrinin pekişmesinden kaynaklanıyor.
Meksika, sınıra örülecek duvar konusunda; Filipinler, uyuşturucu satıcılarını ortadan kaldırma konusunda; Venezuela Bolivarcılık ya da Chavezcilik konusunda ve elbette kendi petrol kaynaklarını Amerikan şirketlerine yem etmeme ısrarıyla; Kuzey Kore, nükleer silah denemeleri yapma konusunda; Çin ve Rusya ABD’yi bölgesine sokmama ısrarıyla, Türkiye içerideki Amerikan muhibbi darbeseverleri ve bölgesindeki PKK/YPG unsurları temizleme konusunda, hatta S-400’ler, insansız hava araçları üretme ve benzeri pek çok konuda Amerika’ya kafa tutuyor.
ABD Asya’da çaresizlik içinde kıvranıyor, Ortadoğu’da istediğini almakta zorlanıyor, hatta elindekileri kaybediyor. Irak uzun yıllar Amerikan’ın hâkim olduğu bir bölgeydi, 11 Eylül’den sonra zorbalıkla girdiği Irak’ı kendi elleriyle İran’a teslim etti adeta. Suriye’de teröristlerle müttefikliği de kâr etmiyor. Onlarca ülkeye uyguladığı vize yasakları gibi saçma sapan yaptırımları da cılız kalıyor.
Körfez’de kriz çıkartıp körfez sermayesine konmaya çalışması, Uzak Asya’da Kuzey Kore’yle didişmesi, Rusya’yla gerginliği yükseltmesi, Çin’le atışması, Doğu Akdeniz’de Suriye içinde varlık göstermeye çalışması, Latin Amerika’da Küba, Venezuela ve Meksika üzerinde söz sahibi olmaya çabalaması…
Bütün bu agresyon kaybolan gücünü telafi etmek için yapılan çırpınışlar…
Keza, dünyanın süper gücü bile olsanız, bu kadar cephede çarpışamazsınız. Dolayısıyla ABD’nin açmak üzere gibi göründüğü bu cepheler gerçek cepheler değil, blöf cepheler. Ancak bu kadar bağırdıktan sonra söz konusu bölgelerde etkisiz eleman gibi kaldığını görmek, yani yenildiğini izlemek blöf sayılmayacak. Amerikan gücünün tükenmekte olduğunun tescili olarak kabul edilecek. Ve bu durum, Rusya, Çin, Hindistan gibi yükselen güçler için olduğu kadar, orta çaplı güçler için de cesaret verici bir ilham kaynağı olacak.
Çin zaten şu anda ekonomik olarak ABD’yi dengelemiş durumda. Ve ABD’yi aşacak şekilde, istikrarlı büyümeye devam ediyor.
Yazımızın son bölümünde sizlerle olmak dileğimle

Saygılarımla


Mustafa Kemal Bektaş

http://www.samsunhaber.com.tr/devletlerde-olur-once-sscb-sonra-yugoslavya-simdi-de-sira-abdde-bu-yazi-dizisini-iyi-okuyun-4-makale,148.html

http://www.samsunhaber.com.tr/devletlerde-olur-once-sscb-sonra-yugoslavya-simdi-de-sira-abdde-bu-yazi-dizisini-iyi-okuyun-4-makale,148.html

DEVLETLERDE ÖLÜR ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -3- 21 Aralık 1917’de BM’deki oylama Türkiye ile Dünya’nın diğer ülkelerinin ABD-İsrail arasındaki bir uluslararası siyaset savaşıydı ve bu savaş Türkiye’nin ve A.B.D’den yara almış ülkelerin kesin zaferiyle sonuçlandı. Bir nevi rövanştı bu oylama. BM’deki oylamada bir kez daha görüldü ki, ABD’nin ve güdümü, akıl babası İsrail’in ikna ve yaptırım güçleri, uluslararası itibarları Soğuk Savaş döneminin çok çok gerisinde olduğu görüldü.

DEVLETLERDE ÖLÜR  ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE  (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -3-

21 Aralık 1917’de BM’deki oylama Türkiye ile Dünya’nın diğer ülkelerinin  ABD-İsrail arasındaki bir uluslararası siyaset savaşıydı ve bu savaş Türkiye’nin ve A.B.D’den yara almış ülkelerin  kesin zaferiyle sonuçlandı. Bir nevi rövanştı bu oylama.
BM’deki oylamada bir kez daha görüldü ki, ABD’nin  ve güdümü, akıl babası İsrail’in ikna ve yaptırım güçleri, uluslararası itibarları Soğuk Savaş döneminin çok çok gerisinde olduğu görüldü.
Bütün bunlar akla “Amerikan İmparatorluğu çöküyor mu?” sorusunu getiriyor. Güce tapanlar ve yeni bir dünya fikri konusunda zihnini korkak alıştıranlar, bu fikre elbette soğuk bakıyorlar. Ancak unutulmamalı ki, devletler ya da imparatorluklar tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler.
Tarih, aynı zamanda uygarlıklar ve devletler mezarlığıdır.
Bir zamanlar İspanyol Altın Çağı denilen bir çağ vardı, koca bir kıtanın altınlarını, zümrütlerini, kültürünü yağmaladığı bir çağdı altın çağ dedikleri. Gasp ettikleri o altınlarla birlikte güçleri de eriyip gitti.
Bir zamanların denizaşırı güçleri olan Hollanda ve Portekiz sıradan Avrupa ülkelerine dönüştü.
Üzerinde güneş batmayan imparatorluk olarak bilinen Britanya İmparatorluğu, sessiz sedasız şaşalı dönemlerine set çekti.
Osmanlı İmparatorluğu’nu da el birliği ile yıktılar.Hasta adam dediler. Kendileri hasta adama dönüştüler. Ama Türkler Osmanlı yıkılsa da Türkiye Cumhuriyetini daha köklü olarak kurdu.
Çözülme veya çöküş, yükselişten çok daha hızlı gerçekleşir. Birinci bölümde S.S.C.B.’nin (Sovyetler Birliği) yıkılışını okuduk. 15 parçaya bölünmüştü. Berlin Duvarı’nın yıkılışından bir gün önce hiçbir emare yoktu ama o duvar ansızın yıkıldı. Bu, Doğu Avrupa’daki komünizmin sonu oldu. Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla, Doğu Blok’u da domino taşları gibi ardı ardına yıkılıverdi.
1970’lerde petrol fiyatları yükseldiğinde, krizden en çok Sovyetler Birliği etkilenmişti. Ancak, Sovyetler Birliği, bunu ciddi bir sorun olarak algılamadı. Çünkü Sovyetlerin nükleer kapasitesi o günlerde ABD’den fazlaydı. Üstelik Vietnam’dan Küba’ya ve Nikaragua’ya kadar “üçüncü dünya devletleri” denilen ülkelerin çoğu Sovyet yanlısıydı. Mihail Gorbaçov göreve geldiğinde ciddiye alınmayan ya da sağlıklı okunamayan derin bunalım ortaya çıktı ve önce Doğu Avrupa, hemen ardından Sovyetler Birliği çöktü.
Şimdi sıra ABD’nin… Amerikan Yüzyılı denilen şey de geri çekilmek üzere…
Sıra Sana geldi Amerika !
Artık Amerikan büyüsü değil, o büyüyü dağıtan “Büyüsü bozulmuş dünya” var. Bu büyüsü bozulmuş dünya içinde artık yeni bir tarih ve o tarihi şekillendiren yeni özneler var.
Evet, ABD birçok açıdan hâlâ muazzam bir güce sahip. Ancak, “gücünün sınırlarına ulaştığı, duraklama dönemine girdiği ve gerilemeye başladığı” konusunda geniş bir konsensüs var. Bu yöndeki görüşleri bilhassa Amerikalı akademisyen ve yazarlar dile getiriyor.
Aslında olup biteni “ABD’nin çöküşü” değil gerileyişi veya “diğerlerinin yükselişi” olarak okumak da mümkün. Bu görüşü destekleyen ekonomik veriler de mevcut.
Son 10 yıl boyunca Çin yüzde 156, Hindistan yüzde 129, Endonezya yüzde 101, Nijerya yüzde 88, Türkiye yüzde 85 büyürken, ABD yüzde 33 ile bu listede Suudi Arabistan, Avustralya, İran, Güney Afrika, Kanada ve Brezilya’nın ardından ancak on ikinci sırada yer alıyor (Kaynak: The Spectator Index). Listeye bakınca, Asya ülkelerinin yükseliş, Batılı devletlerin duraklama dönemini yaşadıkları açıkça görülüyor.
ABD “dünyanın jandarması” vasfını da yitiriyor. Yaklaşık 250 bin Amerikan askeri, dünyanın çeşitli bölgelerinde görev yapıyor ki bu rakam Amerikan ordusunun dörtte birine tekabül ediyor. Fakat bu devasa ordu bile Amerikan gücünün düşüşünü engelleyemiyor. Hatta bu devasa ordu, Amerikan gücünün sönüklenişinin nedenlerinden biri…
ABD sahip olduğu gücü taşımakta zorlanıyor. Dünya’da karşılıksız para basan tek ülke olan Amerika artık kendisini taşıyamıyor. Özellikle 11 Eylül 2001 tarihinden bu yana aktif olarak 172 ayrı bölgede 240 binden fazla personeli ile 16 yıldır savaşların içerisinde yer alan ABD, 2016 verilerine göre 611 milyar dolar askeri harcama yapmış. Aynı yıl dünya genelinde 1 trilyon 686 milyar dolar dolarlık bir askeri harcama yapılmış. Yani, dünya genelinde yapılan askeri harcamaların yüzde 36’sı sadece ABD’nin yaptığı askeri harcamalardan oluşuyor. ABD, kendisinden sonraki 8 ülkenin toplamından daha fazla askeri harcama yapmış. 2017-2018 dönemi için 700 milyar dolarlık bir askeri harcama bütçesi onaylandı. Süper güç olarak görünen bu durumun asıl adı askeri obezlik ve sürdürülebilir değil.
Zaten 20 trilyon dolar dış borcu var ABD’nin. Donald Trump, “Arapların parası çok, bu borcu onlara ödeteceğim” dese de, askeri gücünü kullanarak başka ülkelerin zenginlikleri üzerine çöreklense de ve yeni bölgesel krizler inşa ederek çeşitli ülkelere silah satışı gerçekleştirse de bu borcu kapatması mümkün görünmüyor.
Keza, onca silahlanmaya, onca askeri yayılmaya karşın Çin gibi güçlü bir rakibi durdurma konusunda aciz bir ABD karşımızda sırıtıyor.
ABD’nin gücü mü geriliyor yoksa başka güçler mi ABD’ye yetişiyor, bu ayrı bir tartışma konusu. Ancak Kuzey Kore krizinin işaret ettiği gibi, ABD kafa tutulamaz bir ülke olmaktan çıktı.
Irak savaşları A.B.D. yi aslında süper gücünü çatlattı.
Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş’ta önde olduğunu göstermek için Afganistan’ı işgal etmiş ama bu girişimi hüsranla sonuçlanmıştı. Ve dünya Afganistan savaşıyla birlikte Sovyetler’in yenilmez bir rakip olmadığını görmüştü.
Benzer şekilde, Amerikan İmparatorluğu’nun çöküşünün 2003 yılındaki Irak’ın işgaliyle başladığını ve gelecek kuşakların Amerika’nın çöküşünün başlangıcı olarak Irak savaşını işaret edeceğini söyleyenler de var. ABD de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra girdiği birçok savaşta yenilmez olmadığını ya da her savaşı kazanamayacağını göstermiş oldu. Kore, Vietnam, Irak bunun örneklerinden.
Bu nedenle, ABD’nin dünya üzerinde kurduğu korku imparatorluğu artıkbir işe yaramıyor…
Birçok ülke “Amerika fobi”sini yendi, yeniyor. BM Genel Kurulu’ndaki oylama, Amerika’nın karizmasının çizildiği ilk olay değil.
ABD, eskiden dünyada kendisine kafa tutabilecek bir güç olduğunu düşünemezdi. Artık sadece rakiplerine değil, müttefiklerine bile söz geçiremiyor.
Konumuza kaldığı yerden devam etmek üzere

Saygılarımla


Mustafa Kemal Bektaş

http://www.samsunhaber.com.tr/devletlerde-olur-once-sscb-sonra-yugoslavya-simdi-de-sira-abdde-bu-yazi-dizisini-iyi-okuyun-3-makale,147.html

http://www.samsunhaber.com.tr/devletlerde-olur-once-sscb-sonra-yugoslavya-simdi-de-sira-abdde-bu-yazi-dizisini-iyi-okuyun-3-makale,147.html

24 Mayıs 2018 Perşembe

ÜLKEMİZDE SAĞLIK KURUMLARINDA YAPILANMA VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM…… -6- Sağlık Bakanlığının açıklamasına göre; her türlü hazırlığını ve mevzuat altyapısının oluşturulduğu Kamu-Özel Ortaklığı (KÖO) modeli ile sağlık tesisleri, Ar-Ge birimleri, yüksek teknoloji merkezleri, sosyal yaşam alanları ve büyük rekreasyon alanlarının bir arada bulunduğu dev Şehir Hastanelerinin faaliyete geçirilmesi planlanmaktadır.

ÜLKEMİZDE SAĞLIK KURUMLARINDA YAPILANMA VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM…… -6-

Sağlık Bakanlığının açıklamasına göre; her türlü hazırlığını ve mevzuat altyapısının oluşturulduğu Kamu-Özel Ortaklığı (KÖO) modeli ile sağlık tesisleri, Ar-Ge birimleri, yüksek teknoloji merkezleri, sosyal yaşam alanları ve büyük rekreasyon alanlarının bir arada bulunduğu dev Şehir Hastanelerinin faaliyete geçirilmesi planlanmaktadır. Sağlık Bakanlığı tarafından şehir hastanelerinde “hasta karşılamadan başlayarak tüm tedavi süreçlerindeki hizmetlerin beş yıldızlı otel konforunda” sunulacağı ifade edilmektedir. Bu ifadelerden anlaşılmaktadır ki bu kurumlarda verilecek otelcilik hizmetlerinin talep edilen sağlık hizmetinin ayrılmaz ve zorunlu bir parçası olarak sunulacağı ve fiyatlandırılacağı muhakkaktır. Dolayısıyla şehir hastaneleri özel sektör için KÖO modeli ile yapılacak hizmet alımları açısından büyük fırsat ortamı, vatandaşlar için yüksek standartlarda verilecek otelcilik hizmetleri ile süslenmiş ve maliyeti artırılmış sağlık hizmeti anlamına gelmektedir. Bununla birlikte projenin finansmanının %20 öz kaynak, %80 yabancı kaynak kullanımına (bkn. Sağlık Tesislerinin Kiralama Karşılığında Yaptırılması ile Tesislerdeki Tıbbi Hizmet Alanlarındaki Hizmet ve Alanların İşletilmesi Karşılığında Yenilenmesinde Dair Yönetmelik, md.7 ve md.33) diğer yandan özel sektör yatırımlarına yer açmak için de Sağlık Bakanlığı’nın hizmet sunumundan çekilip düzenleyici ve denetleyici bir rol kazandırılması yönünde önemli adımlar atılmıştır. Bu düzenleme ile SB sağlık hizmeti sunmayarak bu görevini özel sektörden hizmet satın alınma yolu ile yerine getirmeye başlamıştır. Böylelikle Türkiye’de sağlık sektörü, özel sektör lehine büyütülerek önemli bir “piyasa” yaratılmıştır. Bu büyümenin temel nedeni,SGK harcamalarının kamu bütçesinin özel sektöre aktarılacak şekilde artırılması olmuştur. Ama bu beyanda olanda biz halka olmuştur. Ek hizmetler adı altında neredeyse astronomik fiyatlarla halkın cebine dalınmaya başlanmıştır. Zaten halk ekonomik sıkıntı içindeyken yapılan bu uygulamanın akılcılığı tartışılması gerekir. Halkın ekonomik seviyesi yükseltilmeden bu projelerin devam edilmesi başarısızlığın yanında resmen duvara toslanması demektir. Bu farkları ekonomik kıskaç arasında kalan halk kaldıramayacaktır.
SB verilerine göre 2002 yılında 1.156 olan toplam hastane sayısı 2014’de 1.528’e, 271 olan özel hastane sayısı 556’ya çıkmıştır. (Sağlık İstatistikleri Yıllığı, 2014:75) Diğer yandan hastanelere başvuru sayısındaki artışta özel hastanelerin durumu dikkat çekici durumdadır. Tüm hastanelerde2002 yılında 1,9 olan kişi başı başvuru sayısı 2014 yılında 2,7 kat artarak5,1 olurken, özel hastanelerde 2002 yılında 0,1 olan başvuru sayısı 2014 yılında dokuz kat artarak 0,9 olmuştur. Özel hastanelere başvuru sayısı 2014 itibarıyla, 2002 yılına göre 13 kat artmıştır (SB,2015:95,106).
Ancak DB ve IMF’nin istekleri doğrultusunda sağlık hizmetleri arzının giderek daha çok özel sektör tarafından gerçekleştirilmesi yönünde bu hızlı adımlar atılırken savunulanın aksine sağlık harcamaları da gittikçe yükselmiştir. 2002-2013 yılları arası sağlık harcamaları nominal olarak % 350 reel olarak ise % 61 artmıştır.2002 yılına göre 2013 yılında sağlık harcamaları toplamda 3,5 kat, cari sağlık harcamaları 3,3 kat ve yatırım sağlık harcamaları ise 9,6 kat artmıştır. 2002-2013 döneminde Türkiye’deki en büyük sağlık hizmet sunucusu olan Sağlık Bakanlığının sağlık harcamaları içinde 2002 yılında % 29,5 olan payı 2013 yılında % 44,7’ye yükselmiştir. 2002 yılına göre 2013 yılında Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık hizmet sunucularının sağlık harcamaları 5,8 kat artmıştır. Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık tesislerine yapılan harcamaların GSYH içindeki %1,6 olan payı %2,4’e yükselmiştir.
SGK'nın sağlık harcamaları da 2002 yılıyla karşılaştırıldığında 2013 yılında 5,2 kat civarında artmıştır (SB,2015:169). Diğer yandan Sağlık Bakanlığı’nın hizmet üreten birim olmaktan çıkarılması yapılan sağlık harcamalarının özel sektöre kaymasını sağlamıştır. 2002 yılında özel sağlık tesislerinin finansmanının sadece %20’si kamu tarafından karşılanıyor iken bu oran 2013 yılında %46'ya yükselmiştir. 2002 yılında sağlık harcamalarının %70,7’si kamu tarafından % 29,3'ü ise özel harcamalardan finanse ediliyor iken, 2013 yılında kamu finansman payı % 78,5’e yükselmiş ve özel sektörün finansman payı ise % 21,5’e düşmüştür. Türkiye'de 2002–2013 döneminde sağlık hizmetlerinin finansmanında kamunun payı artmıştır. Kamunun özel sağlık işletmelerinden hizmet alımının genişletilmesi, sağlık
hizmetlerine erişimin kolaylaşması ve sağlanan diğer gelişmelere paralel olarak 2002 yılında özel sağlık tesislerinin finansmanında % 80 civarında olan özel sağlık harcamalarının payı 2013 yılında %54,0’a düşmüştür.2002 yılında SGK’nın sağlık harcamaları içinde %5,2 olan özel sağlık tesislerinin payı, 2013 yılında %15,2’a yükselmiştir Bütün bu göstergeler de özel sektörün kamu kaynakları ile desteklenerek beslenip büyütüldüğü anlamına gelmektedir. Bu sağlık harcamalarının artmasının tek nedeni 1 nci kademe sağlık bakımında ayaktan hasta tedavi yerine hastane ortamında hasta tedavi sistemi uygulanmasından kaynaklanmaktadır.
Sağlıkta Dönüşüm Programı diğer yandan da sağlık personelinin istihdamı açısından da önemli bir kırılma noktası olmuştur. Çünkü Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi ve sunumu bakımından da önemli değişikliklere gidilmiştir. Bu süreç içinde, sağlık hizmetleri “aile hekimliği” ve “kamu hastane birlikleri” şeklinde örgütlenmiş, personel istihdamı da “sözleşmelilik” esasına dayandırılmıştır. Hizmetin özel hukuk sözleşmeleri ile üçüncü kişilere yaptırılmasını sağlayan “taşeron personel çalıştırma” düzenlemesine ek olarak, özel hastane işletmeciliğinin geliştirilmesi ve ucuz işgücü ihtiyacını karşılama amaçlı “yabancı sağlık personeli” istihdamının önü açılmıştır
Yaşanan gelişmeler sonucu sağlık alanında hizmet alımı temel istihdam şekli haline gelmiştir. Sağlıkta Dönüşüm Programı uygulamaya konulduktan sonra taşeron personel istihdamındaki artış dikkat çekicidir. Sağlık hizmetlerinde taşeron personel çalıştırma uygulaması, yalnızca yardımcı hizmetlerle sınırlı kalmayarak asli sağlık hizmetlerini de kapsayacak biçimde genişletilmiştir. 2002 yılında hizmet alımıyla 11 bin civarında personel çalışıyor iken bu sayı 2013 yılında 130 bin civarına yükselmiştir. Ama ülkemizde ki işsizlik oranları da bu nedenle daha da artmıştır. Yani kaş yapalım derken göz çıkarılmıştır. Kendi işsiz insanımız var iken bir inatlaşma uğruna yabancılara iş sahası açılırken akademik kariyerdeki kendi insanımız işsiz kalmıştır.
Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde yapılan uygulamalarla devletin sağlık sunumunda ki  rolü, Sağlık Bakanlığı’nın Merkez ve Taşra Teşkilatının yerinden yönetimi öne plana çıkaracak şekilde yeniden yapılandırılması, mevcut hastanelerin işletme ilkeleri yönünde faaliyet gösterir duruma getirilmesi gibi yollarla sınırlandırılıp bu alanda özel sektöre yer açılırken bir yandan da kamu kaynaklarının özel sektörü destekleyecek şekilde kullanılması sağlanmıştır. Bütün bu gelişmeler devletin sağlık sunumundaki görev ve sorumluluklarını giderek özel sektöre devretmekte olduğunun habercisidir.
İşte görüyorsunuz olayların karmaşıklığını. 6 ncı bölümü yazdığımız halde konuyu hala toparlayamadık.
7 nci bölümde tekrar sizlerle olmak dileğimle…


Saygılarımla..

Mustafa Kemal Bektaş

KAYNAKLAR:
Deloitte Sağlık Çözümleri Merkezi - Sağlık ve İlaç Sektörü 2020 Öngörüleri
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Türkiye’de sağlık sisteminin temel sorunları
Harun KIRILMAZ Sağlık Bakanlığı, Ankara - Sağlık Sisteminin Sorunları ve Bilgi Teknolojileri
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Türkiye’nin sağlık sorunları ne tür bir sağlık bakanını gerekli kılıyor?
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Sağlık sisteminin temel sorunları sürüyor
Dr.İlhan Korkmaz. Ataevler A.S.M Nilüfer-BURSA – Aile hekimlerinin Sorunları
Dr. Nuri Seha Yüksel – Aile Hekimliği 2016
Yrd. Doç. Dr.Yasemin Mamur Işıkçı – Bir Kamu Politikası: Sağlık Politikasında Dönüşüm
Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) – Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları
Havva Öztürk Acıbadem Hastanesi -  Hastanelerde İşe Yeni Başlayan Hemşirelerin Sorunları
Murat Tuzcu - Net Gazetesi Hastanelerdeki sorunlar ve çözümleri
Dr. Ensar DURMUŞ - Acil Sağlık Sisteminin Sorunları

Öğrt. Gör. Aysun Yılmaztürk - Türkiye’de Sağlık Reformlarının Tarihsel Gelişimi ve Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın Küresel Niteliğinin Değerlendirilmesi

https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=3574599106300466112#allposts

https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=3574599106300466112#allposts

DEVLETLERDE ÖLÜR ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -2- Gelelim yıkılmaz denilen Amerika’nın çatırdamasına; Dünya’da en tehlikeli devletlerden birisi A.B.D., İsrail, İngiltere, Fransa ve İtalya’dır. Amerika’nın bulunduğu bölgede, ilk Avrupa kolonilerinin kurulmaya başladığı sıralarda 2 - 18 milyon Kızılderili yaşadığı sanılmakta ve tarihçiler genellikle birinci sayının doğru olduğunu düşünmektedirler.

DEVLETLERDE ÖLÜR  ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN)   -2-

Gelelim yıkılmaz denilen Amerika’nın çatırdamasına;
Dünya’da en tehlikeli devletlerden birisi A.B.D., İsrail, İngiltere, Fransa ve İtalya’dır.
1600’lerde Amerikalıların çiçek hastalığını Kızılderililere bulaştırarak nüfusunun hızla azalmasına sebebiyet vermiştir.
Avrupalı göçmenlerin çoğu, siyasal baskılardan kaçmak, dinsel inançlarını özgürce yerine getirebilmek, maceraya atılmak ya da ülkelerinde kendilerine tanınmayan fırsatlardan yararlanabilmek için vatanlarından ayrıldılar.  İngiltere’de 1620’den 1635’e kadar büyük ekonomik güçlükler yaşandı. Pek çok kişi iş bulamadı. Toprak sahipleri çiftlikleri kapatıyor ve koyun beslemek için köylüleri bu topraklardan kovuyorlardı. Kolonilerin yayılması, yerlerinden edilen bu köylüler için bir çıkış yolu oluşturdu. Kolonicilerin yeni topraklarda ilk gördükleri şey sık ormanlar oldu. Eğer dostça davranan Kızılderililer onlara balkabağı, kabak, fasulye ve mısır gibi yerli ürünlerin nasıl yetiştirileceğini öğretmeselerdi ilk yerleşimciler hayatta kalamazlardı. Buna ek olarak, Doğu kıyılarında 2.100 kilometre boyunca uzanan balta girmemiş geniş ormanlar zengin bir av hayvanı ve yakacak odun kaynağı oluşturdu. Ormanlar ayrıca, evlerini, mobilyalarını, gemilerini yapmakta kullanacakları ve karlı bir biçimde ihraç edecekleri bol miktarda ham madde de sağlıyordu.
1640’a gelindiğinde İngilizler New England kıyısında ve Chesapeake Körfezinde güçlü koloniler kurmuş bulunuyorlardı. İki bölge arasında Hollandalılar ve küçük İsveç toplumu vardı. Batıda ise yerli Amerikalılar yani Kızılderililer yaşıyorlardı.
Amerika’yı ilk kuranlar ağırlıklı olarak İngiltere ve Almanya’dan göç edenlerden oluşuyor. Yönetimde ağırlığını koyanlar ise İngilizler. Yani, Anglo-Sakson olarak tabir edilen kesim.
Tarihte barbar olarak anılan bu üç kavim, ağırlıklı olarak Saksonlar, ülkedeki Roma kökenli uygarlığı tamamen yok ederek sağ kalan halka kendi etnik yapılarını kabul ettirdi. Günümüzdeki göçmenleri kendilerinden saymayan Amerika'nın seçkinleri, bu kökene dayanıyor. Ve kendilerini Anglo-Sakson olarak tanımlıyor. Kısacası kendilerine WASP demektedirler.  Yani “White, Anglo-Saxon, Protestant’ Beyaz, Anglo-Sakson, Protestan
Beyaz Anglo-Sakson Protestan yayılımcı politikaları nedeniyle Amerikan yerlilerinin kendi vatanlarında çektiği acılar hiçbir zaman bitmedi. Tarihsel süreçteki kıyımın büyüklüğü nüfus oranlarıyla da gözler önüne seriliyor.
İngiliz ve Fransızların Amerika Kıtası'na ilk ayak bastığında dünya nüfusunun beşte biri olan Kızılderililerin sayısı bugün sadece birkaç milyon. Geriye kalan çok az sayıdaki halk ise doğdukları yerleri terk etmiş durumda.
Vatanlarından sürülmeleri ise Avrupa Kökenli Amerikalılar, yani WASP'ların yerli halkın yaşadığı bölgelere yerleşmek için Kızılderilileri sürgün etmeleriyle başladı. Topraklarını terk etmek zorunda kalan Kızılderilier “rezervasyon” adı verilen, onlara ayrılmış bölgelere yerleştirdi.
Amerikan ordusuna karşı savaşan Kızılderili kabile şefi Oturan Boğa (1831 - 1890) Amerikan WASP'ları hakkında şöyle diyor:
"Sahip olma isteği onlarda bir hastalık olmuş. Bu insanlar, zenginlerin bozabileceği ama yoksulların bozamayacağı birçok kural koymuşlar. Yönetici olan zenginleri güçlendirmek için yoksullarla güçsüzlerden vergiler alıyorlar. Bizim annemizin, toprağın, kendilerinin olduğunu söylüyor, komşularını çitler yaparak kendilerinden uzaklaştırıyorlar. Toprağı binalarıyla ve öteki süprüntüleriyle çirkinleştiriyorlar. Bu ulus, baharda yatağından taşarak, yoluna çıkan her şeyi yok eden bir ırmağa benziyor."
Evet Amerika dediğimiz devletin temeli kan ve göz yaşı ile kurulmuştur.
Hesaplamalar farklı olsa da Amerika, son yarım yüzyıl içinde 50’den fazla askeri operasyona katıldı. Bu her yıl başına birden fazla operasyon anlamına geliyor. Bu rakam Amerika’nın bugünlerde el Kaide ve Taliban’a karşı düzenlediği insansız hava aracı saldırıları gibi müdahaleleri kapsamıyor.
Amerika 237 yıllık tarihi boyunca sıklıkla askerlerini savaşa yolladı. Amerika iki dünya savaşından galip çıktı ancak deniz aşırı askeri girişimleri her zaman başarıyla sonuçlanmadı.
BM bayrağı altında Kore’de savaşan Amerikan askerleri 1950’lerde ülkeyi ikiye bölünmüş durumda bıraktı. Bu denge bugün de gerginliklerin nedeni durumunda.
1961- 1975: Vietnam Savaşı’nda Amerika 58 bin asker kaybetti ve ülke yönetimini komünistlere bırakarak çekildi. Yüzbinlerce sivil ve asker Vietnamlı öldü. Vietnam Amerikalılar’ın kullandığı turuncu etmen (agent orange) isimli kimyasalın savaş sonrasında yüzbinlerce kişinin ölümüne ve sakat kalmasına neden olduğunu iddia etti. Aynı kimyasal, cephede savaşan Amerikan askerlerinden bazılarında da ölüme yol açtı ya da uzun süreli etkiler bıraktı.
1845: 1845 senesine kadar bağımsız bir ülke konumunda olan Teksas Cumhuriyeti, dönemin ABD Başkanı John Tyler tarafından ABD topraklarına dahil edildi. Bu gelişme karşısında kayıtsız kalmayan Meksika, Teksas'a müdahalede bulununca ABD-Meksika savaşı çıktı. Askerlerini Meksika'ya süren ABD, savaştan galip ayrıldı ve Meksika'yla 2 Şubat 1848'de Guadalupe Hidalgo Antlaşması imzalandı. Anlaşma sonucu 15 milyon dolar karşılığında birçok eyalet ABD topraklarına katıldı. 
1911-1915: Birinci Dünya Savaşı sırasında refah seviyesi yüksek olan Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa devletleri arasındaki dünya savaşına sonradan dahil olarak savaşın İtilaf Devletleri lehine sonuçlanmasını sağladı ve savaşın süresi kısaldı. Ayrıca ABD, kendisine sanayide rakip olarak gördüğü Almanya'nın güçsüzleşmesi hedefini de savaş sonunda gerçekleştirmiş oldu. Birinci Dünya Savaşı sonunda yaklaşık 9.5 milyon insan hayatını kaybetti. 
1944-1945: ABD, İkinci Dünya Savaşı'na da sonradan dahil oldu. Pasifik Okyanusu'nda ABD'yi bir tehdit olarak gören Japonya, 1941'de Pearl Harbor saldırısını gerçekleştirerek ABD'nin savaşa girmesine neden oldu. Birkaç gün sonra Nazi Almanyası da ABD'ye savaş açtı. ABD ordusu, 1944'ün Haziran ayında Almanya'ya karşı Normandiya Çıkarması'nı gerçekleştirdi ve büyük bir atağa geçti. ABD ve Rusya arasında sıkışan Almanya 8 Mayıs 1945'te yenilgiyi kabul etti. 
 ABD'nin Japonya'ya cevabı ise çok sert oldu. ABD Başkanı Truman'ın emriyle 1945 yılında 3 gün arayla Hiroşima ve Nagasaki kentlerine atom bombası atıldı. Tarihin en vahşi katliamlarından biri olarak tarihe kazınan bu olay sonunu yüz binlerce Japon yaşamını yitirdi, etkisi ise senelerce sürdü. Günümüzde atom bombası atılan iki yerde hala radyasyon olduğu biliniyor. 
 1961: CIA’in Küba’da Fidel Castro’yu devirmek için planladığı Domuzlar Körfezi Operasyonu başarısızlığa uğradı. Castro onlarca yıl ülkeyi yönettikten sonra 2008’de yönetimi kardeşi Raul’e bıraktı.
1962: Küba Füze Krizi’nde Amerika, Küba’yı ablukaya aldı ve Sovyetler Birliği’nin ada ülkesine nükleer füze yerleştirmesini engelledi. Operasyon nükleer savaş korkularını alevlendirdi.
1973: Amerika destekli bir darbe, Şili’nin demokratik olarak göreve gelmiş cumhurbaşkanı Salvador Allende’yi devirdi.
1980: İran’da yapılan komando operasyonu rehin 52 Amerikan vatandaşını kurtarmayı başaramadı. Ancak Başkan Reagan başkanlığa geçtikten sonra tutsaklar serbest bırakıldı.
1981-1990: CIA Nikaragua’daki Sandinista hükümetini devirmek için ülke dışına kaçmış siyasi sığınmacıların işgallerine destek verdi ancak başarı kazanamadı.
1990-1991: Irak’ın Kuveyt’i işgali üzerine Amerika müdahalede bulundu ve kısa bir savaştan sonra Irak ordusunu çekilmeye zorladı
1992-1995: Amerikan askerleri NATO operasyonu çerçevesinde Balkanlar’a müdahale etti ve Yugoslavya’nın bölünmesinden sonra ortaya çıkan etnik çatışmaların bir parçası oldu.
2001: El Kaide’nin saldırısına karşılık olarak Amerika Afganistan’a savaş açtı
2003-2018: Amerika Irak’ta kitle imha silahları olduğu iddiasıyla bu ülkeyi işgal etti. Bu iddia yanlış çıktı. Ülkede binlerce Amerikan askeri ve 115 bin ile 125 bin arası Iraklı öldü.
2003 ve 2011 yılları arasında süren Irak işgali Saddam Hüseyin’in devrilmesine yol açtı ancak müttefikler Saddam’ın depoladığını iddia ettikleri kitle imha silahlarını asla bulamadı. Amerika ve müttefikleri Afganistan’da isyancılarla savaşmayı sürdürüyor. Başkan Obama Amerikan askerlerini 2014 yılında ülkeden çekmeyi planlamıştı ama hala ülkedeki karışıklık devam ediyor.
Ve en sonda Suriye’ye barış adı altında girmiş olup, Esat güçlerine savaş ilan etmenin yollarını kolluyor.
Kurulduğundan beridir Dünya siyasetine “ben ve ötekiler” diye bakan ABD, hegemonik gücüne güvenerek en son olarak ta Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmeye kalkıştı; ama çok geçmeden; “ötekiler”in gücüyle tanıştı.
21 Aralık 1917’de Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda yapılan oylamada, ABD’nin Güvenlik Konseyi’nde veto ettiği Kudüs tasarısı ABD’ye karşı ezici bir üstünlükle kabul edildi. 128 ülke kabul, 9 ülke ret, 35 ülke çekimser oy kullandı. Dünya, o gün, ABD’ye 128 tokat attı.
İşte! Amerika’nın gerçek yüzü bu!
Kapitalist, sömürgeci, bir o kadar da Siyonist bir milletler topluluğu. Ama günümüzde çatırdıyor. Yıkılmaya doğru gidiyor. Neredeyse bütün Dünya ülkelerinin nefretini kazanmış durumda.
Tarihteki kan, göz yaşı zulüm ve işkence ile özdeşleşen bu ülke artık can çekişmeye doğru gidiyor. Tarihsel çirkinliklerini yazdıktan sonra şimdi neden çatırdamaya başladığını nedenleri ile incelemeye devam edelim.
Sonra ki yazı dizimde sizlerle olmak dileğimle..

Saygılarımla


Mustafa Kemal Bektaş