9 Mayıs 2018 Çarşamba

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE Kİ DEMOKRASİ HASTALIKLARINDAN KAYIRMACILIK, İSTİSMAR VE HAZIMSIZLIK…. YAŞASIN ADALET… Ülkemizin gündeminde seçim var. Bu yazımı da çoktandır yazmak istedim ama bu güne nasip oldu. Haber sitesinde yazdıklarımdan rahatsız olanların şikayetleri ve kapatma tehditleri sonucu köşem ve yazılarım sorgusuz sualsiz kapatıldı. Sebep doğruları yazdığımdan hazımsızlık yaşandı. Beni tanıyanlar bilir belgesiz kaynaksız yazı yazmam, kimseye sövmem, kimseye de hakaret etmem. Sosyal paylaşımlarımda da mutlaka buna dikkat ederim. Anayasanın ilgili maddeleri (9, 10,19, 20, 22, 25,26, 28,32, 39,40, 41. maddeler), Türk Ceza Kanununun ilgili maddeleri (115, 134, 215, 217, 299, 301, 302, 309, 329, 330, 334. Maddeleri), 5187 Kanun nolu Basın Kanununun ilgili maddeleri (3, 13, 14, 19, 27. Maddeleri) gereği Anayasamızda belirtilen haklarım ölçüsünde yazdığım yazılara dikkat ederim ve etmek de zorundayım.

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE Kİ DEMOKRASİ HASTALIKLARINDAN KAYIRMACILIK, İSTİSMAR VE HAZIMSIZLIK…. YAŞASIN ADALET…


Ülkemizin gündeminde seçim var. Bu yazımı da çoktandır yazmak istedim ama bu güne nasip oldu. Haber sitesinde yazdıklarımdan rahatsız olanların şikayetleri ve kapatma tehditleri sonucu köşem ve yazılarım sorgusuz sualsiz kapatıldı. Sebep doğruları yazdığımdan hazımsızlık yaşandı. 

Beni tanıyanlar bilir belgesiz kaynaksız yazı yazmam, kimseye sövmem, kimseye de hakaret etmem. Sosyal paylaşımlarımda da mutlaka buna dikkat ederim.
Anayasanın ilgili maddeleri (9, 10,19, 20, 22, 25,26, 28,32, 39,40, 41. maddeler), Türk Ceza Kanununun ilgili maddeleri (115, 134, 215, 217, 299, 301, 302, 309, 329, 330, 334. Maddeleri), 5187 Kanun nolu Basın Kanununun ilgili maddeleri (3, 13, 14, 19, 27. Maddeleri) gereği Anayasamızda belirtilen haklarım ölçüsünde yazdığım yazılara dikkat ederim ve etmek de zorundayım.

Peki neden rahatsız oldular da haber sitesini kapatma tehdidi ile köşemi ve yazılarımı kaldırttılar?
Bu ilk defa ülkemizde olan bir şey değil ki! Bana gelinceye kadar bir çok ulusal  yazılı ve görsel basında (gazetelerde, televizyonlarda) yazan arkadaşlarımız, ağabeylerimiz da yaşadılar hala da yaşıyorlar. Bu yaşananların dilimizde adı nedir ? Hazımsızlık.

Ben birisine mi hakaret etmişim, sövmüş müyüm? Hayır! Kanunlar ölçüsünde elimdeki kaynaklara göre yazmışım! Yalan mı yazmışım? Hayır?

Yine bazı sevdiğim dostlarım bana sinirli sinirli, beni dövecekmiş gibi senin sıkıntın ne? şuna çakıyorsun?, buna çakıyorsun? Çakmak ne ise ben anlamadım? Ya kardeşim ben Silahlı Kuvvetlerinde bilfiil  yıllarca çalışıp emekli olmuşum. Kimsenin ne tarafı oldum!, ne de adamı oldum!. Kendi siyasi görüşüm bile vatan görevimin yanında ikinci planda kalmıştır. Kimseye yalan söylemeye borcum mu var! Kimse ile benim hiç bir alıp veremediğim yok ki? Olmadı da!
A şahıs, B şahıs neyse ya da A parti B parti? Hiç birisi ile benim bir alıp veremediğim yok. Üstelik kimliğimi de gizlemedim. Bizzat Cumhurbaşkanına, Başbakanına ülkücü olduğumu belirtenim. Yazılarımda M.H.P’yi de eleştirmişim! C.H.P’yi de, şunu da bunu da. Ne yani ne özellikleri var? Vatanım söz konusu olduğunda Anamı da, babamı da eleştiririm. Ama hakaret ve sövme olmadan.

Şimdi ayet ve hadislere gireceğim. Bakalım ne diyecekler?

Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerimde 31 yerde Allah’u Zülcelal c.c Hazretleri adalet ve adil olmak ile ilgili emri bulunmaktadır :
Nisâ Suresi-58. Ayet, Mâide Suresi-8 ve 42. Ayet, A'râf Suresi-29. Ayet, Bakara-282 ayet…….. Hepsini buraya taşımak istemiyorum zira yazım uzayıp gidecek.
Ama aşağıdaki ayeti özellikle yazıyorum . Çünkü her Cuma günü Cuma namazında imam efendi hutbeye bu ayeti kerimeyi ve manasını da okur ve iner namazı kıldırır:
Nahl Suresi-90. Ayet:
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.

Yine Kitabımızda muhtelif yerlerde yalan söylemememizi emretmektedir:
Nahl Suresi-105:
“Yalanı, ancak Allah’ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.

Bakın şimdi en tehlikeli olanına geldik. Beytül Mal dediğimiz Tüm halkın hazinesini yiyenlerle, kul hakkı ile ilgili ayete geldik:
Bakara-188::
“Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.

Bu yazdıklarım ayetlerimiz. Birde İslam’ın nuru ve alemlere Rahmet olarak gönderilen (Enbiya-107 ayeti) Hz. Muhammed Mustafa s.a.v Peygamber efendimiz adaletli davranmak ile ilgili ne diyor bakalım:
''Aynen iki elin parmakları gibi, insanlar da birbirine eşittir. Hiç kimse, kimse üzerinde hak iddia edemez. Siz kardeşsiniz.'' Hz. Muhammed Mustafa s.a.v.

''Bir saat veya bir gün adaletle hükmetmek, bir sene veya altmış sene nafile ibadet'ten hayırlıdır.'' (el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, II, 58, 1721) Hz. Muhammed Mustafa s.a.v


Şimdi Peygamber efendimiz yalan söylemek  ile ilgili ne diyor bakalım:
“Münafıklık alametinden biri de yalan söylemektir.” [Buhari] Hz. Muhammed Mustafa s.a.v.
“Benim ümmetim yalan konuşmaz” Hz. Muhammed Mustafa s.a.v.

Şimdi Peygamber efendimiz tüm halkın beytül malını (Milletin hazinesi) bir şekilde yemek yani Kul hakkı yemek  ile ilgili ne diyor bakalım:
“Üzerinde kul hakkı olan, ölmeden önce ödeyip helalleşsin! Çünkü ahrette altının, malın değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevaplarından alınır, sevapları olmazsa, hak sahibinin günahları buna yüklenir.” [Buhari] Hz. Muhammed Mustafa s.a.v.
“Kibri, hıyaneti ve kul borcu olmayan mümin, Cennete girer.” [Nesai] Hz. Muhammed Mustafa s.a.v.
“Kul hakkı, müminin ayıbı, kusurudur.” [Ebu Nuaym] Hz. Muhammed Mustafa s.a.v.

Sevgili dostlarım, işte okudunuz kanunsa kanunlar. Ayetse ayet, hadisse hadis. Kanunu hadi bu halkın meclisi yapıyor. Peki ayeti kim yapar? Hesap vereceğimiz Yüce Allah’u Zülcelal Hazretlerinin bizzat kendisi. Kendi emridir ayetler. O’ndan kaçış yok. Dinini yaymakla mükellef olan Habibullah’ı Hz. Muhammed Mustafa s.a.v efendimiz de tüm ümmetini Allah’ın  c.c men ettikleri ile ilgili uyarıyor.

Şimdi Allah c.c. herkese ayrı ayrı din mi verdi? Sözde dini bütün Müslümanız diye herkes hak, hukuk dinlemeden hareket etmesi mi gerekir? Yada haram-helal dinlemeden önüne geleni kul hakkı demeden sebeplenmesi mi gerekir? Bakın Kur’an-ı Azimüşşan’a Allah c.c bir sürü kavimleri, insanları, devlet adamlarını helak etmiş? Örnek göstermiş yüce yaradan’ Ben şunları şu sebepten, sebeplerden cezalandırdım sizde yapmayın diye emretmiş?

Ne zamandan beridir Allah’ın emirleri geçersiz olmaya başladı başımızdan felaketlerde eksik olmamaya başladı.! Menfaat, sebeplenmenin olmaya başladığı yerde adaletsizlik olur. Adaletsizliğin olmadığı yerde de orman kanunları yerini alır.

Ülkemizde hazımsızlık var. Efendim beni, bizi övmüyorsunuz? Bizi yazmıyorsunuz? Bize dokunuyorsunuz? Ne münasebet efendim Allah’ın emrettiği yerde ne zamandan beridir kulların emri caiz olmaya başladı?
Sözde dini bütün kalkmış bana niye falana çakıyorsun diyor?
Bakın bu işin şakası yok!
Peygamber efendimiz diyor ki:
"Kişi sevdiği ile beraberdir." (Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165) Hz. Muhammed Mustafa s.a.v.
Belki sen cehennemliksin! Ben seninle niye birlikte düşüneceğim? İmam efendi cenaze namazında  üç kez önümüzdeki mevtayı nasıl biliyorsunuz diye sorar. Ben iyi tanımadığıma, “ben fazla tanımıyorum en iyi sen bilirsin Rabbim “ diyorum. “Ama buraya gelmiş Müslüman olarak. Müslümanlık hakkımı helal ediyorum” derken? İyi tanımadığımı, neden onun yada bunun sevdiğini sevmek zorunda mıyım?

Alnı her secdeye gelen Müslüman mıdır?
Kur’an-ı Kerimde Tevbe suresi 107 ayet de belirtilen “Dırar mescidi” olayı vardır. Münafıklar, dokuz yıllık faaliyetlerinin neticesini almak üzere, üs olarak kullandıkları binaya mescit hüviyeti kazandırmak istediler. Bir mescit yaptılar. Neticede, hedefleri mescit yapıp içinde namaz kılmak değil, bilakis nifak faaliyetlerine güç kazandırmak, kendi sosyal varlıklarını Medine'de kabul ettirmek istemeleridir. Allah’ü Zülcelal Hazretleri o mescidi bile yıktırmıştır.

Yada Peygamberimizin soyundan olmak çok önemli ise:
Günde beş vakit namazda okuduğumuz tebbet suresindeki Ebu Leheb dediğimiz vatandaşın durumu vardır. Ebu Leheb  Kureyş eşrafından ve Peygamber efendimizin amcası olup asıl adı, Abdüluzzâ b. Abdulmuttalib b. Hâşim'dir. Onun için "Alev babası" (yani cehennemlik) manasına gelen Ebû Leheb lâkabı müslümanlar tarafından kullanıldığı gibi Kur'an'da da geçmektedir. Bu vatandaş yeğeni olan Peygamber efendimize yapmadığı kötülük, pislik kalmamıştır.
Allah c.c Ebu Lehebi bile cezalandırdığı halde Hz. Allah peygamberimizin sülalesinden olmak kime ne ayrıcalık tanır

Yada;
Ey Resulullah’ın kızı Fatıma! Sen de kendini Allah’tan satın almaya çalış; zira senin için de bir şey yapamam.” manasındaki hadis için bk. bk. Buharî, Vesâyâ 11; Tefsir (26) 2; Müslim, İman 348-352.) neyi ifade etmektedir.

Her gün beş vakit namaz sonunda tesbihatta Ayet-el Kürsü (Bakara suresi-255) ayeti kerimesinde Allah c.c ne emrediyor:
“O'nun izni olmadan, O’nun katında kim şefaat etme yetkisine sahiptir?
Araf-188 ayette ise Yüce Allah c.c:
“De ki: “Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.” Diye Peygamberimizin kesin sınırlarını çizmişken özür dilerim kaba tabirle herkese halt etmek düşer.

Herkes hazımsızlık  çekiyorsa hazmedecek efendim. Açın Kur’an-ı Kerimi Peygamber efendimizi bile bazen sert bir şekilde Allah c.c uyarıyor herkese sınırlarını gösterip emrediyor:

Tevbe-67 ayeti kerimesinde:
“Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyar ve cimrilik ederler. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar fasıkların kendileridir.”
Nahl-82 ayeti kerimesinde de:
“Ey Muhammed! Eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen açık bir tebliğden ibarettir.
 Diye emrediyor.


Bu ayeti kerimeyi ve yukarıda belirttiğim ayetleri, hadisi şerifleri herkes kulağına küpe etsin. Bir Müslüman olarak Beytül maldaki hakkımı sebepsiz yere ziftlenenlere hiçbir zaman kim olursa olsun hakkımı helal etmiyorum ve helal de etmeyeceğim.
Saygılarımla


Mustafa Kemal Bektaş

8 Mayıs 2018 Salı

https://www.kapsamhaber.com/m/samsun/ruzgar-gulu-nedir-bilir-misiniz-h43356.html

https://www.kapsamhaber.com/m/samsun/ruzgar-gulu-nedir-bilir-misiniz-h43356.html

15 C.H.P MİLLETVEKİLİNİN İYİ PARTİYE GEÇMELERİNİ NASIL OKUMALIYIZ ! NE ANLAMA GELMEKTEDİR? "En kötü demokrasi, en iyi ihtilâl idaresinden daha iyidir.." Alparslan TÜRKEŞ 27 Mayıs 1960’ın baş aktörlerinden Alparslan TÜRKEŞ’in sözü ile başladım konumuza. Demokrasi ne kadar doğal bir yönetim sistemi olsa da pek çok zaafa açık bir yönetim şeklidir. Demokraside denetimin olmadığı, aksadığı yerde, yozlaşma ve otoriterleşme kaçınılmazdır. Demokraside yönetenlerin mutlak güç sahibi oldukları yönetim biçimlerinde, iktidarın denetlenmesi ve bu çerçevede eleştirilebilmesi; toplumsal sorunlar hakkında farklı fikirler ileri sürülebilmesi ne yazık ki çok fazla kabul görmemektedir.

15  C.H.P MİLLETVEKİLİNİN İYİ PARTİYE GEÇMELERİNİ NASIL OKUMALIYIZ ! NE ANLAMA GELMEKTEDİR?

"En kötü demokrasi, en iyi ihtilâl idaresinden daha iyidir.." Alparslan TÜRKEŞ
27 Mayıs 1960’ın baş aktörlerinden Alparslan TÜRKEŞ’in sözü ile başladım konumuza. Demokrasi ne kadar doğal bir yönetim sistemi olsa da pek çok zaafa açık bir yönetim şeklidir. Demokraside denetimin olmadığı, aksadığı yerde, yozlaşma ve otoriterleşme kaçınılmazdır.
Demokraside yönetenlerin mutlak güç sahibi oldukları yönetim biçimlerinde, iktidarın denetlenmesi ve bu çerçevede eleştirilebilmesi; toplumsal sorunlar hakkında farklı fikirler ileri sürülebilmesi ne yazık ki çok fazla kabul görmemektedir. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde zaman zaman demokrasilerde kesintiye uğramış, 27 mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 15 Temmuz durup dururken olmamıştır.
Ve geçtiğimiz günlerde de 24 Haziran seçimlerine katılamayan İYİ Parti’nin teşkilatlanmasını zamanında tamamlayamamasından ileri gelen problemin aşılması için bir gece 15 tane C.H.P milletvekilleri partilerinden istifa edip ertesi gün İYİ Parti’ye geçip, gurup kurarak seçimlere girmesinin önü açıldı. Peki İyi mi oldu? kötü mü oldu? bunu zaman gösterecektir.
Bilindiği üzere, yürürlükteki 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 36. maddesi şu şekildedir;
"Siyasi partilerin seçimlere katılabilmesi için illerin en az yarısında oy verme gününden en az altı ay evvel teşkilat kurmuş ve büyük kongrelerini yapmış olması veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunması şarttır.
Bir ilde teşkilatlanma, merkez ilçesi dahil o ilin ilçelerinin en az üçte birinde teşkilat kurmayı gerektirir."
İyi Parti yetkilileri, söz konusu şartları yerine getirdiklerini belirtirlerken, aksi yönde açıklamalarda mevcuttur. Bu durum, anılan Parti'nin seçimlere katılıp katılamayacağı konusunu tereddütte bırakmaktadır. Yargıtay ve Y.S.K yetkilileri tarafından kamuoyundaki tereddütleri giderecek nitelikte bir açıklama yapılmış olsaydı bu durum bu hale gelmezdi !
Bu karmaşa içinde, doğru olduğunu varsayarsak, 15 C.H.P milletvekilinin bir başka partinin seçimlere katılmasını sağlamak amacıyla böyle bir uygulamaya gitmesini demokrasi ve uzlaşma kültürünün gelişimi bakımından önemsenecek bir olay olduğunu  belirtmemizde fayda vardır. Nasıl ki hükümetimiz kendi içinde Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU ile Belediye Başkanlarının değiştirilmesindeki tasarrufları aynı doğrultuda değerlendirilmişse bu konuyu da aynı boyutta değerlendirmekte fayda var.
Biliyorsunuz ki C.H.P ve İyi Parti'nin hitap ettikleri seçmen kitlesi, sosyolojik yönleri bakımından, benzer özellikler taşıdıkları tahmin edilmektedir. Yapılan değerlendirmelerde, her iki partinin de şehirleşme ve eğitim oranı yüksek bölgelerde, eğitimli ve nispeten genç kesimden daha çok oy alacaklarını siyaset bilimciler ileri sürmektedir. Bu değerlendirmeler doğru kabul gördüğü takdirde, söz konusu partilerin seçmen tabanlarının birbirine yakın oldukları, dolayısıyla "İyi Parti'nin seçimlere girememesi durumunda" C.H.P' nin bundan kazançlı çıkacağı, değerlendirilebilir. Böyle olmasına rağmen, C.H.P Yönetiminin, kendilerinden "oy çalması" muhtemel bir partinin seçimlere katılabilmesini sağlamak amacıyla, partilerinin aleyhine olabilecek bir girişimi başlatmaları, belki siyaseten "akılcı ve mantıklı" bir uygulama olarak görülmeyebilir..
Fakat, bu davranışın tüm toplum vicdanında olumlu tesir yapabileceği, bilhassa "tek partili dönemlerde" devrindeki C.H.P’nin bazı talihsiz uygulamaları sebebiyle "milletle bütünleşmek" konusunda sorun yaşadığını ve yapılacak seçimlerde, sandıkta zarar görse dahi  uzun dönemde bundan yarar sağlayabileceği de değerlendirmek mümkündür.
Seçimlerin 24 Haziran’a erken alınması konusunda etken olan hususlar günlerdir kamuoyunda tartışılmaktadır. Bu hususları burada tekrar etmekte fayda görmüyorum. Bu davranışlar  içerisinde İyi Parti'nin seçimlere katılacak yada katılamayacak olmasının ne ölçüde önem taşıdığı konusu da tartışılmakta olup,  AK Parti ve M.H.P tarafından bu konunun abartıldığını, İyi Parti'nin seçimlere katılıp katılmaması konusuyla ilgilenmediklerini, ileri sürenlerde olmaktadır.
Seçim zamanının kısalığı ve gelişmelerin süratli seyretmesi sebebiyle, son derece subjektif değerlendirmeler yapılmasını gerekli kılan bu tartışmalardan bağımsız olarak belirtmek gerekir ki, siyaset kurumunun, toplumdaki bütün eğilimleri yansıtacak şekilde yapılanması ve bu nedenle  bazı kesimlerin meşru taleplerini siyaseten ifade etme imkânından mahrum kaldıklarını düşünmelerine, yani, mağduriyet duygusuna kapılmalarına sebebiyet verecek gelişmelere zemin hazırlanmaması, toplumsal huzurun ve millet bütünlüğünün sağlanması bakımından son derece büyük önem taşımaktadır.
Siyasette ittifak iki ucu b..ok lu değnek anlamı taşır. Böyle bir girişimin yapılması bile başlı başına önemli bir olaydır. Dolayısıyla, belki de böyle bir girişimin sonuçlanmasına dahi gerek kalmayacaktı. Zîrâ, kamuoyunda "İyi Parti'nin seçimlere girmesine engel olunduğu" şeklinde bir izlenimin oluşması, Ak Parti iktidar tarafının aleyhine olacaktır. Bu tür krizleri duygusal yönetmemek, ileriye dönük okuyarak yönetmek gerekir.
Yukarıda belirtilen gelişme ise, İyi Parti'nin seçimlere katılabilmesi için, pek çok çıkış yolu bulunduğunun iktidar tarafınca anlaşılabilmesini sağlayacaktır. Bu durumda, Ak Parti kanadı, muhtemelen, bundan böyle, İyi Parti'nin mağdur konumuna düşmemesi ve bu yolla toplum nezdinde daha fazla sempati çekmemesi için, anılan partinin seçimlere katılmasını sağlamaya yönelik bir tutum içine soracaklardır diye düşünüyorum.
Muhalefet partileri cephesinden konuya yaklaştığımızda ise  başka önemli sorunlar söz konusu olacaktır. Bu aşamalardan sonra üç önemli muhalefet partisi (C.H.P, İyi Parti ve Saadet Partisi), kendi tabanlarının "ittifak yapın" baskısı altındadır. İktidar kanadının ittifak oluşturması karşısında, muhalefet partilerinin tabanlarında da,"seçimlerin kazanılabilmesi için, muhalefet partileri arasında mutlak surette ittifak yapılması gerektiği" yönünde kuvvetli bir eğilim şu an için belirmiş durumdadır. Söz konusu tüm gelişmeler neticesinde Sayın KILIÇDAROĞLU ve Sayın AKŞENER' in hareket alanlarının daraldığını da söyleyebiliriz.
Hiç bir partinin oyu garanti değildir ve partiler arasında "seçim sonuçlarını değiştirecek nitelikte" oy kaymalarının 24 Haziran seçimlerinde de yaşanması söz konusu olabilecektir. 16 Nisan Referandumunu incelediğimizde, M.H.P' nin Ak Parti oylarına katkısının sınırlı olduğunu anlayabiliriz. Sayın Devlet BAHÇELİ'nin ısrarla "baraj yüzdesinin düşürülmesini", bu olmayınca da "ittifak yasasının çıkarılmasını" talep etmesi, bu durumun M.H.P. yönetimince de kabul edildiğini ortaya koymaktadır.
Sayın BAHÇELİ'nin "seçimlerin erkene alınmasına gerekçe olarak gösterdiği" hususlar da (iktisadi sorunlar vs.), ittifak yapmalarına rağmen, Ak Parti ve M.H.P'nin, 24 Haziran seçimlerinde oyların yarısından fazlasını almakta zorlanmalarına sebebiyet verebilecektir. Bu durum, bilhassa Cumhurbaşkanı seçiminde çok büyük önem arz edecektir. Bu noktadan sonra, bilhassa C.H.P ve İyi Parti yönetiminin eli kolu büyük ölçüde bağlanmıştır ve kendilerini "ittifak yapmak" zorunda hissedeceklerdir.
Meral AKŞENER, bu tehlikeli siyaset  kulvarında, başarı olarak addolunabilecek bir sonuç almayı başardığı takdirde, Türk Siyaset Tarihinde kendisine saygın bir yer edinecektir. Aksi takdirde, iktidar karşıtı seçmende hayal kırıklığı uyandıracağı gibi, siyasi hayatını sürdürmesi de zorlaşacaktır.
Siyaset bilimcilerinin düşüncesi, Sayın AKŞENER' in, Cumhurbaşkanlığı'nı kazanamasa bile, kazanmaya yakın bir oy almayı başarması; öte yandan partisinin % 20 veya biraz üzerinde oy alması, başarı olarak kabul göreceğidir.
Ülkemizde, sistem değişiminin de söz konusu olduğu, belki de Cumhuriyet tarihinin şu ana kadar ki en önemli seçimlerinden birisine doğru hazırlanmaktadır. Hepimizin dileği, seçimlerin, meşruiyetine gölge düşürecek hiç bir gelişmeye meydan verilmeden sonuçlanması ve millî birliğimizin güçlenmesine, ülkemizin karşı karşıya bulunduğu sorunların çözümünü sağlayacak güçlü bir siyasî iradenin oluşmasına vesile teşkil etmesidir.
Bu konuyu ileriki günlerde farklı boyutlardan değerlendirmeye devam edeceğiz.

Saygılarımla

Mustafa Kemal Bektaş

300 KOYUN MESELESİNE GELİNCE ? 300 KOYUNLA AMAÇLANAN NEYDİ ? Bu Bizim ülkemizde çok enteresan projeler hayata geçiriliyor. Çok çabuk gündemler ortaya çıkıyor. Gündemi bu kadar değişen bir ülke varmı dır ki? Sanmam olacağını. Çünkü ülkeler gelecekleri için en az 20-30 yıllık ilerisini düşünerek kalkınma planlarını yaparlar. Ama ülkemizde neredeyse günübirlik planlamalarla günü şimdilik götürüyoruz. Derken pat diye heyecan yaratan bir proje çıktı ortaya. Tarım Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba’nın heyecan uyandıran projesine tüm ülke kenetlendi. Köyüne geri dönene 300 koyun projesi. Proje uygulanmaya başlanırken bu sefer kıstaslar çıktı. Başvurular yapılmaya başlandığında kimisi hayal kırıklığına uğradı kimisi de ciddi bir şekilde düşünme peşinde. Konuyu birlikte irdeleyelim istedim.

300 KOYUN MESELESİNE GELİNCE ? 300 KOYUNLA AMAÇLANAN NEYDİ ?

Bu Bizim ülkemizde çok enteresan projeler hayata geçiriliyor. Çok çabuk gündemler ortaya çıkıyor. Gündemi bu kadar değişen bir ülke varmı dır ki? Sanmam olacağını. Çünkü ülkeler gelecekleri için en az 20-30 yıllık ilerisini düşünerek kalkınma planlarını yaparlar. Ama ülkemizde neredeyse günübirlik planlamalarla günü şimdilik götürüyoruz.
Derken pat diye heyecan yaratan bir proje çıktı ortaya. Tarım Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba’nın heyecan uyandıran projesine tüm ülke kenetlendi. Köyüne geri dönene 300 koyun projesi. Proje uygulanmaya başlanırken bu sefer kıstaslar çıktı. Başvurular yapılmaya başlandığında kimisi hayal kırıklığına uğradı kimisi de ciddi bir şekilde düşünme peşinde. Konuyu birlikte irdeleyelim istedim.

Açıklamalar böyle başladı. 300 koyun projesi açıklandığı ilk günden bu yana hem en çok ilgi çeken hem de en çok tartışılan konulardan biri oldu.
Bir tarafta devletin vereceği 300 koyun, diğer tarafta asgari ücret ve sigorta olunca, bu projeyi kırsaldaki kesim kadar kentli de merak etti. Merak edenlerin bir kısmı koyunların bedava verilmeyeceğini, bu projeden yararlanacak olanlardan kırsaldaki arazinin tapusunun ipotek olarak alınacağını öğrenince vazgeçmiş olabilirler. Hatta ben dahi bu projeyi düşündüm.
Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM), kurumsal web sayfasında sözleşmeli üretim modeline dayanan projeye dair bir sunu planı yayımladı.
Projenin amacı, atıl kalan mera alanlarını üretime kazandırmak, koyun barınaklarının tam kapasite ile kullanımını sağlamak,  koyun varlığını artırmak ve kırsalda koyunculuk yapan insanları sosyal güvenceye kavuşturmak olarak özetleniyor.
TİGEM, söz konusu projeye neden ihtiyaç duyulduğunu ise şöyle özetliyor: "Yetiştiriciler ihtiyaç fazlası dişi kuzuları kesime göndermektedir. Damızlık dişi materyalin kasaplığa gitmesi hayvan varlığının artmasında engel teşkil etmektedir. Hayvan varlığındaki azalma kırsalda yaşamanın sebeplerini ortadan kaldırmaktadır. Bu sebeple koyun sayısı yıllar itibari ile artmamaktadır. Bu durum ihtiyaç olan et üretimini olumsuz etkilemektedir."
TİGEM, Türkiye’de 1960 yılında 27,7 milyon nüfusa karşın 59 milyon küçükbaş hayvan varlığı olduğunu hatırlatıyor. Yani 1960’larda kişi başına düşen küçükbaş hayvan sayısı 2,14 olarak hesaplanıyor.
Nüfusumuz 80 milyonu aştı, küçükbaş hayvan varlığımız ise 45,6 milyon baş. Yani kişi başına düşen küçükbaş hayvan varlığı 0,56 seviyesinde. Yani kişi başına düşen küçükbaş hayvan sayısı son 50 yılda 4 kat azalmış. Konuya küresel ölçekte baktığımızda yine Türkiye aleyhine bir tablo karşımıza çıkıyor. Küçükbaş hayvan varlığı 1961 yılından 2016 yılına kadarki süreçte dünyada yüzde 62 artarken, Türkiye’de yüzde 30 azalmış. İşte küçük baş hayvancılığında geldiğimiz son nokta bu.
Hatırlarsanız geçtiğimiz yıllarda da "Genç Çiftçi" projesi gerçekleştirilmişti.
2016-2018 dönemini kapsayan projenin ilk başvuru döneminde toplam 382 bin kişi başvurmuş, sadece 15 bin kişi bu programdan yararlanmıştı.
Şimdi gelelim aklımıza takılan sorulara…
Türkiye’de bu kadar damızlık koyun materyalı var mı?
TÜİK verilerine göre 2017 itibariyle koyun varlığımız 33 milyon 678 bin baş.
TİGEM işletmelerindeki toplam koyun sayısı 181 bin baş.
İçeriden bunu tedarik etmek pek mümkün gözükmüyor.
En basit hesap ile 320 bin baş açık var.
O zaman konu tekrar ithalata dönüyor.
İthalat hangi ülkelerden gerçekleşecek? Fiyatlar nasıl olacak?
500 bin koyunun 1.666 üreticiye ne kadar sürede teslim edilmesi hedefleniyor?
Nicelik olarak sıkıntı yaşanan bir materyalde nitelik aramak ne kadar gerçekçi farkındayız ama bu koyunların cinsi ne olacak?
Sonuçta bölgeden bölgeye coğrafya ve iklime göre uyumu değişen cinsler söz konusu.
TİGEM’in elinde Merinos, İvesi, Bafra, Acıpayam, Akkaraman, Mor Karaman ve Malya dahil farklı ırklarda farklı sayılarda koyunlar mevcut.
Bir diğer nokta, bu projenin açıklanmasıyla birlikte küçükbaş hayvan piyasasında yaşanan hareketlenme.
Piyasadan aldığımız haberlere göre koyun fiyatlar artışta…
Hatırlarsanız 2010 yılında 2 yıl geri ödemesiz 5 yıl sıfır faizli kredi desteği açıklandığında buzağı fiyatları 1.000-1.500 liradan 4 bin liraya kadar çıkmıştı.


KIRSAL KALKINMA POLİTİKALARI
Son bir not da kırsal kalkınma politikalarına bakış açımızla ilgili.
Aslında kırsaldaki üretim kaybı ve kente göçün temelinde sadece ekonomik nedenler yatmıyor. Burada aynı zamanda sosyal bir mesele de var.
Aileler ve de özellikle gençler yaşam koşulları iyileştirilmediği sürece kırsalda yaşamak istemiyor.
Taşımalı eğitim sistemi nedeniyle ebeveynler açısından kırsala ne kadar teşvik verirseniz verin cazip görünmüyor.
Ulaşımdan altyapıya, sosyal olanaklardan teknoloji altyapısına kadar birçok alanda yatırımlara ihtiyaç var.
Kısacası kırsaldaki yaşam şartlarının iyileştirilmesi gerekiyor.
Kırsaldan kente göçün nedenlerini ortaya koyup, temel sorunların çözümüne odaklanmak lazım.
Aksi takdirde yaşamın ve üretimin kırsalda sürdürülebilirliği açısından konuya sadece ekonomik açıdan bakmak eksik ve hatalı olur.
İşte bu yüzden 300 koyun projesi tek başına başarılı olur mu, emin değiliz
TİGEM, yayımladığı sunu planında kendi işletmelerinde mevcut yasal çerçevede piyasa koşullarında üretim imkanının bulunmadığını belirtiyor. Hatta neden zarar ettiğini de açıklıyor.
TİGEM’e ait işletmelerde; 250 küçükbaşa 1 işçinin düştüğü belirtilen açıklamada, "İşçilik maliyeti, bakım ve besleme, hayvan sağlığı giderleri, barınak giderleri hayvanın satış bedelini geçmektedir. Mevcut yasal çerçevede piyasa koşullarında üretim imkanı bulunmamaktadır. Aynı işin kırsalda ve mera şartlarında yapılması halinde hem istihdam sağlanacak hem de işletme giderleri satış maliyetinin altına düşecektir" ifadeleri dikkat çekiyor.
Yani TİGEM özetle, "Ben bu işi kârlı bir şekilde yapamıyorum, zarar ediyorum; yapabiliyorsan al sen yap" diyor.
Şu projeyi bir inceleyelim nedir? Ne değildir?

Köyüne dönene 300 baş koyun ve asgari ücret" projesinin kapsamı nedir?
Bakanlığın üst düzey bürokratlarının da çoğunun medyadan duyduğu proje, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanları ve Ahmet Eşref Fakıbaba'nın Tarımsal İşletmeler Genel Müdürlüğü (TİGEM) bünyesinde özel olarak görevlendirdiği bir ekip tarafından hazırlanıyor. Proje ile ilgili çalışma devam ettiği için henüz bütçesi, toplamda ne kadar hayvan dağıtılacağı, hayvanların nasıl temin edileceği, kimlerin yararlanacağı kesin olarak bilinmiyor. Ancak bazı ipuçları var. Bilinen tek şey bu projenin 2019'da yapılacak seçim öncesinde devreye girecek olması.
Projeden kimler yararlanacak?
Bakan Fakıbaba'nın açıkladığı köye dönüş projesi kapsamında, köyde yaşayan ve halen koyun yetiştiriciliği yapanlar bu proje desteklerinden yararlanamayacak. Sadece, daha önce hayvancılık yapan, ancak üretimi sürdüremediği için ağılını, toprağını bırakıp kente göç edenlerden tekrar köye dönmek isteyenler yararlanabilecek. Türkiye genelinde binlerce boş ağıl ve işlenmeyen milyonlarca dönüm boş arazi var. Şehirde yaşayan ve köyde boş ağılı ve işlenebilir tarım arazisi olanlardan köye dönmek isteyenler 300 damızlık koyun ve asgari ücret garantili proje kapsamındaki desteklerden yararlandırılacak.
Koyunlar bedava mı verilecek?
Koyunlar bedava değil. Köye dönüş yapan ve koyunculuk yapmak isteyen kişinin, sahip olduğu tarım arazisi ipotek olarak alınacak ve Ziraat Bankası'nın düşük faizli kredisinden yararlandırılarak 300 baş koyun 5 yıl vadeli kredi karşılığında temin edilecek. Devlet her ay asgari ücret ödeyecek. Veterinerlik hizmetini karşılıksız sağlayacak. Yem ihtiyacı olursa, Tarım Kredi Kooperatifleri tarafından bedeli karşılığında temin edilecek.
Koyunlar nereden temin edilecek?
Projenin en önemli konusu bu. Projeyi yürütecek olan Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü'nün elinde yeterli sayıda damızlık koyun yok. Genç çiftçi projesi kapsamında koyun temininde de ciddi sıkıntılar yaşanmıştı. Bakanlık, serbest piyasadan damızlık koyun alarak köye dönenlere dağıtması çok kolay görünmüyor. Ayrıca yeterli koyun temin etmek de zor. Koyun ithal edilerek dağıtılması düşünülüyor. Fakat, ithalat yapılırsa ülke koyunculuğu bundan çok büyük zarar görür endişesi var. Ayrıca, ithal koyunların uyum sorunu nedeniyle istenen verim ve başarı elde edilmesi çok zor. İthalata dayalı proje, kısa zamanda büyük bir çöküşe neden olabilir.
Koyunun fiyatı ne olacak?
Koyunun cinsine göre fiyat farklı olacaktır. Mevcut durumda damızlık koyun fiyatı cinsine göre 800 lira ile 1500 lira arasında değişiyor. Fakat, "devlet koyun alıp dağıtacak" denildiğinde piyasada fiyat yükselecektir.
Proje için ne kadar sermayeye ihtiyaç var?
Ağılı olanlara koyun verileceği için yeni ağıl yapımına ihtiyaç olmayacağı düşünülüyor. Damızlık koyunun ortalama fiyatı 1000 lira olarak kabul edildiğinde koyun alacak birisi 300 koyun karşılığında 300 bin lira kredi kullanmış olacak. Bu krediyi almak için ipotek ettirecek yeterli miktarda tarım arazisi olması gerekiyor. Dolayısıyla köye dönen birisi tarım arazisini ipotek ettirerek baştan 300 bin lira civarında bir kredinin altına imza atacak. Kredinin geri dönüşü 5 yılda olacak. Yem maliyeti, çoban ve benzeri giderler hesaba katıldığında 400-500 bin lira gibi bir kaynağa ihtiyaç olacak.
Koyunlar daha sonra satılabilir mi?
Proje ile ilgili şartlar henüz net olarak kağıda dökülmediği için bu soruya kesin yanıt vermek zor. Ancak, genelde bu tür projelerde alınan kredinin vadesi süresinde hayvanların satışına izin verilmiyor. Bu nedenle alınan koyunlar kredinin vadesi dolana kadar yani 5 yıl satılamayacak, kesilemeyecek.
Devlet ne kadar kaynak ayıracak?
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın 2018 yılı tarımsal destekleme bütçesinde bu projeye ilişkin bir kaynak ayrılmadı. Ancak, hayvancılık desteklemelerinde değişiklik yapılarak 1 milyar liralık bir bütçenin bu proje için ayrılacağı tahmin ediliyor.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Fakıbaba, büyük şehirlerden köyüne dönenler için dağıtılacağı iddia edilen '300 koyun'un herkese verilmeyeceğini söyledi.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, büyük şehirden köyüne dönmek şartıyla vatandaşlara dağıtılacağı iddiasıyla ortaya çıkan '300 koyun' projesinin yanlış anlaşıldığını söyledi. Fakıbaba, "Bir yanlış anlaşılma oldu, 'sanki herkese dağıtacağız gibi'. Oysa ben 300 değil, 250 de alsam bakamayacağım. Buna mecburen ya satacağım veya hayvanlar telef olacak. Onun için hayvan vereceğimiz çiftçinin merası ve ahırı olacak ve aynı zamanda bu işi yapan kişi olacak. 300 koyunluk ahırı vardır ama 100 koyunu var biz bunu 300'e tamamlayacağız, 50 tane vardır biz bunu da 300'e tamamlayacağız. Yani ne kadar varsa 300'e kadar tamamlayacağız, asgari ücretini, maaşını vereceğiz, sigortasını yapacağız. Veterinerlik hizmetlerini, yemini vereceğiz. Bu aileleri Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı olarak kendi ailemiz gibi alıyoruz, sözleşmeli ailemiz diyoruz ki siz alacaksınız ve alım garantisi bizden, hayvanları sigortalıyoruz, yeter ki siz çalışın, yeter ki siz daha fazla hayvan üretin. Emin olun 500 bin anaç koyun 5 yıl sonra 5 milyon ediyor ve bu 500 bin her yıl devam edecek ve bunun yanı sıra 250 bin düve vereceğiz. Bunlar yarın bizim ihtiyacımızı karşılayacak" dedi.
Buyurun proje ve gelişim evresi bu. Siz ne anladıysanız bende onu anlayayım . Bu proje ortaya konurken uzun vadede hayvancılığı düşünerek hareket edilip, Köydes projesi de incelenseydi oradan da bazı takviyeler olsaydı daha iyi olurdu diye düşünüyorum.Proje alanının biraz daha dar kapsamda kaldığını düşünmekteyim.
Saygılarımla

Mustafa Kemal Bektaş

KAYNAKLAR:
1.TİGEM Üretici şartlarda Sözleşmeli Küçük baş hayvan projesi Power Point sunusu
2.İrfan DONAT 300 Koyun Projesi
3.Yeniçağ Gazetesi İşte 300 koyun ve asgari ücret gerçeği
4.Cevdet KOCAMAN (Köy Koop. Gen.Bşk.) Küreselleşme Sürecinin Tarım Örgütlülüğü Üzerine Etkileri

5.Dr. İlker GÜNDÜZÖZ Kırsal Kalkınma Ekseninde KÖYDES Projesi ve Köy Reformu

ŞU BAŞKANLIK SİSTEMİ DEDİKLERİ…. BAŞKANLIK SİSTEMİNDE NE NEDİR ? NE DEĞİLDİR?... Ülkemizde parlamento ve hükümetin her aşamasında, işleyişinde sorunlar olduğu artık açık bir şekilde bilinmektedir. Yürütmedeki çift başlılık esası, yetkiden kaynaklı sorunlar; yasama ve yürütmenin birbirine karışması, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ihlali düşüncesini oluşturmaktadır. Sistemdeki muhtelif problemlere bağlı olan tıkanmalar yarı yada tam başkanlık sistemi ile aşılacağını savunanlar olmakla birlikte parlamenter sistemin eksikliklerini gidermek, onarmak da bir seçenektir.

ŞU BAŞKANLIK SİSTEMİ DEDİKLERİ…. BAŞKANLIK SİSTEMİNDE NE NEDİR ? NE DEĞİLDİR?...
Ülkemizde parlamento ve hükümetin her aşamasında, işleyişinde sorunlar olduğu artık açık bir şekilde bilinmektedir. Yürütmedeki çift başlılık esası, yetkiden kaynaklı sorunlar; yasama ve yürütmenin birbirine karışması, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ihlali düşüncesini oluşturmaktadır. Sistemdeki muhtelif problemlere bağlı olan tıkanmalar yarı yada tam başkanlık sistemi ile aşılacağını savunanlar olmakla birlikte parlamenter sistemin eksikliklerini gidermek, onarmak da bir seçenektir. Kenan Evren, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, M. Kemal Atatürk ve daha birçok siyasi isim Türkiye tarihinin önemli dönemlerinde başkanlık sistemini gündeme getirmişlerdir.
24 Haziran ile birlikte ülkemizde hem parlamento seçimleri ve hem de başkanlık seçimi ikisi bir arada yapılacak olmasına rağmen hala halkımızın bir çoğunun gelecek sistem ile ilgili tam doyurucu bilgiye sahip olmadığıdır.


Şimdi başkanlık sistemini enine boyuna hep birlikte bir inceleyelim:

Başkanlık sistemini Dünya’da iki şekli ile görmemiz mümkündür. Birincisi tam başkanlık diğeri yarı başkanlık sistemidir. Tam başkanlık olarak A.B.D, Saf Parlamenterlik İngiltere, Başbakancı Başkanlık (Yarı-Başkanlık) (Fransa), Süper Başkanlık Rusya, geçmişte bir dönem Almanya uygulandığını ve uygulanmakta olduğunu görmekteyiz.
Parlamenter sistemde temel fark hükümet yasamanın içinden çıkar ve onun güvenine sahip olduğu sürece görevde kalabilir. Hükümetin güvenoyu ile düşürülebilmesi ve hükümetin parlamentoyu feshederek seçime gidebilme şansı vardır. Her iki organ da diğerinin hukuki varlığına son verebilir. Ancak başkanlık sisteminde güvenoyu ve fesih yoktur. Halk tarafından seçilen yasama ve yürütme, diğer organdan bağımsız olarak varlığını sürdürebilmektedir.
Parlamenter sistemde tıkanıklık hali yahut hükümetin politikalarının etkili olmaması halinde çare olarak parlamentoyu fesih ve güvensizlik oyu ile yürütmeyi düşürebilmek sağlam bir anayasal araç olarak varlığını korumaktadır. Bu sistemin sağladığı esnekliğe karşın başkanlık sisteminde katı bir rejim vardır. Bu katılık seçim sonrası siyasal süreci belli dönem için dondurmaktadır ve aslında siyasal hayat donmaya müsait değildir. Dünyanın her yerinde teknoloji, bilim, sanat gibi siyasal hayat da aslında sürekli değişim yaşamaktadır. Böyle olması siyasal hayatın stabil olmadığını ve olamayacağını gösterir. Bu yaklaşım sonucunda elbette ki her yıl seçim yapılmamalı; ancak kendini yenileyemeyen yahut kötü politika izleyen hükümetler döneminde parlamenter sistemdeki gibi bir sistem şarttır.
İyi yönetim yahut kötü yönetim fark etmez egemenlik kayıtsız şartsız millete ait ise onu ancak millet bu kadar rahatlıkla kullanabilmelidir. Tek kişi olmanın doğal getirisi de sorumluluktur. Bakanların / sekreterlerin görüşü bağlayıcı değildir. Karar münhasıran başkana aittir. Bakanlar değil sorumlu olan başkandır. En klasik örnek Abraham Lincoln iç savaş sırasında kabine toplantısında “yedi hayır, bir evet, evetler galiptir.” aslında hem egemenliğini hem de sorumluluğunu göstermiştir.
Hukuk devletini önemser, ilke olarak benimserseniz eğer yargıyı kuvvetlendirirsiniz. Polis devleti olmak isterseniz polisi, yürütmeyi, başkanı kuvvetlendirirsiniz. Birey iyidir derseniz demokrasi adına masumiyet karinesini getirirsiniz; buna karşın birey fıtratı gereği kötüdür derseniz demokrasiyi yok sayar, istiklal mahkemelerini, özel yetkili mahkemeleri kurar yahut yargısız infazı olağanlaştırabilirsiniz. Sorun sistemse eğer mesele yok. Hali hazırdaki sistemi onarabilir ya da tümden değiştirebilirsiniz. Sorun zihniyetse eğer değiştirmek çok zordur.
Aslında ABD tipi, Meksika tipi, Rusya, Almanya yahut Türkiye’ye özgür bir başkanlık sistemi modeli elbette ki işleyiş açısından önemlidir; ancak en basit, en kötü sistem dahi olsa da iyi yönetim bireyde biter. Başkanlık sistemi ile demokrasi ve istikrar arasında doğrudan bir ilişki olduğu varsayımı yanlıştır. Üstün demokratik değerlerle donatıldığı varsayımı pek çok açıdan sisteme manevi olarak yüklenilen kurgusal akıl yürütmelerin ürünüdür. Tek kişilik bir yürütmenin “genel irade” adı altında kişisel irade olmaktan ziyade kolektif irade olduğu inancı vardır. Başkan toplumun tamamı adına karar almaktadır. Hâlbuki yalnızca oy verenleri temsil etmektedir. Demokrasi ile bu yüzden net bir bağlantı yoktur.

“Sözde” sistemin en mükemmel işlediği ülke ABD’de bile 2000’lerin başında başkan ile Kongre arasındaki ciddi kilitlenme sonucu bütçenin reddi, federal düzeydeki kamu hizmetlerini neredeyse durdurma noktasına getirmiştir. Latin Amerika’da birçok ülkede bu tarz problemler üstüne başkanın (yürütmenin) yetkileri artırılarak yasama ve hatta yargının yetkileri kısıtlanmıştır. Bu durumlar uzlaşma arayışını sınırlamış ve geçerli olan tek uzlaşma temelini de devre dışı bırakarak tıkanmaların sonuçlarını ağırlaştırmıştır. Yürütmenin keyfi kullanımı yaygınlaştıkça parti ve gruplar kendi özerklikleri ve siyasi gelecekleri için kaygılanmıştır. Sınırlı olan uzlaşma yolu da Latin Amerika ülkelerinin çoğunda zayıflamıştır.
Uzlaşma kültürü tıkanmaların en temel sebebidir aslında. Uzlaşma kültürünün olmadığı ya da zayıf olduğu toplumlarda bu tarz krizler kaçınılmazdır. Bu krizlerin de tek çözüm yolu uzlaşmadan geçmektedir. Bu kültürün gelişmediği ülkelerde başkanlık sisteminin sağlıklı şekilde işleyebilmesi mümkün değildir.

Şimdi kısaca konuyu dağıtmadan toparlayalım:

Başkanlık Sisteminin Genel Kriterleri
• Başkan doğrudan doğruya halk tarafından seçilir.
• Yürütme, yasamanın güvenine dayanmaz.
• Yürütme tek kişiden oluşur ve o kişi de başkandır. Parlamenter sistemde yetki devlet başkanı ve bakanlıklar arasında paylaştırılmışken başkanlık sisteminde tek kişiye yani başkana aittir.
• Eyalet sistemi ise başkanlık sisteminin olmazsa olmaz kriterlerinden birisi değildir. Başkanlık sisteminin benimsenmesi halinde eyalet sistemine geçileceği kanısı yanlıştır. Birisi hükümet sistemi iken birisi devlet sistemidir.

Başkanın Görev ve Yetkileri
• Devlet başkanı, hükümet başkanı, başkomutan
• Başkomutan olarak sembolik bir yetkiye sahip değildir. Hiroşima’ya atom bombası atılmasına ve Kore Savaşı’nın yapılmasına Truman karar vermiştir. Aynı şekilde Küba’ya askeri müdahale yapılmasına da Kennedy karar vermiştir.
• Kararname çıkarma yetkisi başkana aittir. Sistemin en iyi uygulandığı ve örnek alındığı A.B.D’de suistimal edilmese de Latin Amerika ülkelerinde kilitlenmenin, tıkanmanın aşılabilmesi için başkan yetkileri zaman zaman çok fazla genişletilmiş ve başkan yasamayı devre dışı bırakarak kanun gücündeki kararnamelerle yönetme yoluna gitmiştir. Truman’ın tarifiyle başkan: “Sezar’ı veya Cengiz Han’ı veya Napolyon’u kıskandıracak kadar kuvveti bir araya toplamıştır.”

Başkanlık Sisteminin Güçlü Yanları:
• Sorumluluğun alenen başkana ait olduğu durumlarda hesap sorulabilirlik daha kolaydır.
• İstikrar sağlayan bir sistemdir. Yasama dönemi boyunca başkan güvence altındadır.
• Güçlü bir yönetim yaratmaktadır. Başkana ve doğal olarak yürütmeye verdiğiniz yetkiler ne kadar fazla olursa güç de bununla doğru orantılı olarak fazla olacaktır.

Başkanlık Sisteminin Zayıf Yanları:
• Katı olması sebebiyle güvenoyu ve fesih mekanizmaları yoktur ancak işletilebilir ise tolere edebilecek, belki de daha olumlu sonuçlar alınabilecek check and balance (denge ve fren mekanizması) sistemi getirilmiştir.
• Tıkanmalara daha müsait olması sebebiyle rejim krizlerine yer açabilecek potansiyelde bir sistemdir. Rejim krizlerine yer açabilecek potansiyelde bir sistemdir.
• Siyasal kutuplaşmayı artırma potansiyeline sahip olması Türkiye için hali hazırda bulunan kutuplaşmayı daha da radikalleştirme riski taşımaktadır.
• Tek kişilik yürütme ile iktidarın kişiselleşmesine yol açması, dünya üzerindeki örneklerden de görülebileceği gibi son noktada diktatör yönetim şekline kadar gidebilmektedir.

Kısacası başkanlık sistemi “kazananın her şeyi kazandığı, kaybedenin her şeyi kaybettiği sistem”’dir.

Saygılarımla

Mustafa Kemal Bektaş


DÜNYA’NIN EN ZOR ŞEYİ BU COĞRAFYADA YAŞAMAK, KONUŞULMASI EN ZOR OLAN ŞEYDE SİYASETTİR. Dünyanın en zor şeyi bu topraklarda, bu coğrafyada yaşamak, konuşulması en zor olan şey de siyasettir. Tüm Dünya’da 365 gün, 12 ay, 4 mevsim yaşandığı sabit yaşandığı halde ülkemizde bir günde yaşanabilmektedir. O kadar hareketli dolu yaşanmakta ki haberciler zamana karşı yarıştıkları halde, haber atlattıkları halde yinede ülkemizdeki bu hıza yetişememekteler. Her sabahleyin, akşamleyin yazılarıma göz attığımda bunu ne zaman yazmışım diye çok şaşırıyorum. Böyle bir coğrafyada, böyle bir topraklarda, böyle bir Dünya’da yaşıyoruz işte. Şu gündeme bakarmısınız? Sabun köpüğü ve sarsıcı gündemi olan bir ülke; Ülkemiz haricinde var mıdır?

DÜNYA’NIN EN ZOR ŞEYİ BU COĞRAFYADA YAŞAMAK, KONUŞULMASI EN ZOR OLAN ŞEYDE SİYASETTİR.

Dünyanın en zor şeyi bu topraklarda, bu coğrafyada yaşamak, konuşulması en zor olan şey de siyasettir. Tüm Dünya’da 365 gün, 12 ay, 4 mevsim yaşandığı sabit yaşandığı halde ülkemizde bir günde yaşanabilmektedir. O kadar hareketli dolu yaşanmakta ki haberciler zamana karşı yarıştıkları halde, haber atlattıkları halde yinede ülkemizdeki bu hıza yetişememekteler. Her sabahleyin, akşamleyin yazılarıma göz attığımda bunu ne zaman yazmışım diye çok şaşırıyorum. Böyle bir coğrafyada, böyle bir topraklarda, böyle bir Dünya’da yaşıyoruz işte. Şu gündeme bakarmısınız? Sabun köpüğü ve sarsıcı gündemi olan bir ülke; Ülkemiz haricinde var mıdır?
Fetö efendi, İşsizlik, Ekonomi, Başkanlık Sistemi, Çocuk istismarı, Afrin, Münbiç, Zeytin dalı harekatı, S 400 füzeleri, Kadın Cinayetleri, Meclis toplantıları, Ekonomik tedbirler, Ekonomik kriz, Faiz yükselmesi, Varlık fonu, Dövizde ki dalgalanma ve kur farkları, Milletvekili transferleri, Anayasa değişiklikleri, Seçim ekonomisi, Özelleştirmeler, Şeker fabrikalarının satışı, 24 haziran seçimleri, İyi Partinin seçimlere katılması, Lozan antlaşması, 15 Temmuz meselesi, TEOG, Kıta Sahanlığı sorunları, Yargı sorunları, Ege’de ki adaların Yunanistan tarafından işgali, Diyanet İşlerinin yapılanması, Ohal, Y.S.K., ………
Sorunlar uzayıp gidiyor. Seçmece bunlar, seç seç yaz der gibi tuhaf bir durumla karşı karşıyayız ülkece. Dünya’nın hiç bir ülkesinde bu kadar ağır sorunu olan bir ülke, millet var mıdır? Bazen insan düşünmeden edemiyor. Acaba gündemi dışarıdan görünmez bir el yönetip de bizi olduğumuz yerde posttaki saydırmak mı istiyorlar diye. Daha bir sorun hallolmadan diğer sorun ortaya çıkıyor. Bir süre sonra da sıradaki gelsin der gibi herkes alışıyor, unutuluyor. Rahmetli Özal’ın dediği gibi “Alışırsınız, alışırsınız” demesinin sanki özeti gibi. Keşke ülkece huzurumuz olsa da hiç yazı yazmasak diye düşündüğüm çok olmuştur.
Yazıyı yazarsınız anında sizi ya hainlikle suçlarlar, dinsizlikle, ya da karşı görüşten olmakla. Herkesin ipine, sapına göre hareket etmek zorunda mıyız! Yazarsınız bu kez de yazınız kanuni takibata alınır. Ülkemizde hakikaten yaşamak çok zorlaştı. Yarınınızı boş verin bir saniye sonra ne olacağınız belli değil aynı ölmek gibi !
Maalesef ne demokrasimiz oturdu, ne ekonomimiz. Bazen insanda yaşama iştahı da kalmıyor. Hatta çekip bu ülkeyi terk etmek isteyenlerin bile sayısı haddinden fazla. Ama gidecek başka yerimizde yok. Sabah çok şükür sakin bir gün derken gün içinde birisi diyor seçimlere katılamazsın, artık bir daha ki seçimlere katılırsınız inşallah derken, Y.S.K kalkıyor Yargıtay’ın seçimlere katılacak listesini oylamaya kalkıyor. Akşam çok şükür sakinleşti derken bir bakmışsınız gece 15 milletvekili istifa etmiş gurup kurulmuş. Bu sefer de ahlaksızlık falan filan. Nasıl bir ülke olduk biz. Hiçbir şeye tahammül edemiyoruz. Neredeyse bir kaşık suda birbirimizi boğacağız. Hiçbir sorun yok derken bu seferde yanmaz terlik, yanmaz kefen piyasaya çıkıyor. Hakikaten sorunlar seçmece aynı Adana karpuzu gibi kesmeye gerek yok içi garanti kanlı ve canlı..
Seçim yapılacak neredeyse kimse bu seçimde ne olacak nasıl oy kullanılacak, neyin seçimi yapılacak doğru dürüst kimse bilmiyor. Başkanlık seçimi diyorsun saf saf yüzünüze bakıyorlar. Yani bir karmaşadır gidiyor. Gündemi dakika farkları ile değişen bir ülke başka varmıdır! Sanmam olacağını. Irak ve Suriye ile bir milimetre sınırı olmayan Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya buralarda fink atıyorsa ve siz sınırınızın ve ülkenizin güvenliğini korumak için sınır ötesi operasyonları yapıyorsanız ona dahi engel olmaya çalışıyorlarsa sizi bu bölgede rahat bırakmazlar. Onun için böyle gündemlerle bir birimizi yiyeceğimize ülkece kenetlensek daha iyi olur diye düşünüyorum. Aksi takdirde onların taktiği her zaman böl, parçala ve yut olmuştur. Uyanmamız ve akıllanmamız lazım diye düşünüyorum.
Saygılar..

Mustafa Kemal Bektaş

UNUTTUKLARIMIZDAN HATIRLAMAYA BAŞLAYALIM...ŞU İ.M.F MESELESİ.. İ.M.F’YE BORÇ VERDİK Mİ? VERMEKDİK Mİ? BUNCA İÇ VE DIŞ BORÇ NASIL OLUŞTU? Geçtiğimiz aylarda televizyon ekranlarında haberleri izlerken gözüm bir habere takılmıştı. Haberde Ülkemizin İ.M.F’ye borç para verdiği söyleniyordu. Konunun özünü az çok biliyordum ama yine de araştırma yapmak ihtiyacı hissettim. Önce İ.M.F nedir onu tanıyalım: IMF (International Monetary Fund); uluslararası para fonu anlamına gelir ve uluslararası mali sistemin işleyişini düzenler. 1944 yılında ABD’nin Bretton Woods kasabasında kurulmuş olan ve 1947 yılında fiilen çalışmaya başlayan uluslararası para alış veriş organizasyondur. IMF’nin kredileri, bilinenin aksine az miktardadır. Ancak buna rağmen ülkeler IMF’den kredi almak isterler. Çünkü IMF’nin bir ülkeye kredi veriyor olması demek; diğer ülkelerinde o ülkeye karşı rahatlıkla borç verecekleri anlamına gelir.

UNUTTUKLARIMIZDAN HATIRLAMAYA BAŞLAYALIM...ŞU İ.M.F MESELESİ.. İ.M.F’YE BORÇ VERDİK Mİ? VERMEKDİK Mİ? BUNCA İÇ VE DIŞ BORÇ NASIL OLUŞTU?


Geçtiğimiz aylarda televizyon ekranlarında haberleri izlerken gözüm bir habere takılmıştı. Haberde Ülkemizin İ.M.F’ye borç para  verdiği söyleniyordu. Konunun özünü az çok biliyordum ama yine de araştırma yapmak ihtiyacı hissettim.
Önce İ.M.F nedir onu tanıyalım:
IMF (International Monetary Fund); uluslararası para fonu anlamına gelir ve uluslararası mali sistemin işleyişini düzenler. 1944 yılında ABD’nin Bretton Woods kasabasında kurulmuş olan ve 1947 yılında fiilen çalışmaya başlayan uluslararası para alış veriş organizasyondur.
IMF’nin kredileri, bilinenin aksine az miktardadır. Ancak buna rağmen ülkeler IMF’den kredi almak isterler. Çünkü IMF’nin bir ülkeye kredi veriyor olması demek; diğer ülkelerinde o ülkeye karşı rahatlıkla borç verecekleri anlamına gelir. Bu aşamada IMF ülkeler için bir yeşil ışık anlamı taşır. Yalnız IMF’den her istediğimiz zaman, her ihtiyaç anında borç isteyemeyiz. IMF’den borç almak için durdurulamaz bir ödemeler bilançosu açığı olmalıdır.
Uluslararası mali düzeni sağlamak amacıyla, ödemeler bilançosu açığı olan ülkelere kısa vadeli bazen de uzun vadeli kredi imkanı sağlamak için kurulmuştur. Ülkelerin kur politikalarını gözetler, Ülkelerin ticari bankalara ya da resmi kurumlara olan borçlarını ödeyememeleri halinde, taraflar arasında ara buluculuk görevi yapar. Ülkeleri daha liberal bir kambiyo ve dış ticaret rejimi uygulamaya özendirir. Ülkelere teknik yardım sağlar.
IMF’nin işleyişine bakacak olursak; öncelikle IMF’ye üye olan ülke için bir kota belirlenir. Kota belirlenirken ülkenin yurt içi hasılası ve dış ticaret hacmi baz alınır.
IMF, bir yandan kendi giderlerini karşılamak bir yandan da üye ülkelere destek vermek için kullandığı kaynakları başlıca iki şekilde sağlıyor: Kota sistemi ve Borçlanma. Borçlanma da iki şekilde yapılıyor: Çok taraflı borçlanma, iki taraflı borçlanma.
Kota Sistemine gelince :
IMF’ye üye olan her ülke, ekonomik gücüyle orantılı olarak bir formüle göre hesaplanan ve adına kota denilen bir katılım payını ödemekle yükümlü. Kota, anonim şirketlerdeki sermaye payına benziyor. Kota, üye ülkenin IMF Guvernörler Kurulundaki (anonim şirketlerdeki pay sahipleri genel kuruluna benzer) oy oranını, IMF İcra Direktörleri Kurulundaki (anonim şirketlerdeki yönetim kuruluna benzer) temsil şeklini, SDR (IMF’nin rezerv parası) kullanım limitini ve IMF desteğine ihtiyacı olduğunda alabileceği desteğin miktarını belirlemekte ölçü olarak alınıyor. Üye ülkeler kotalarının dörtte birini USD, Euro, Yuan, Yen, Sterlin gibi rezerv paralardan birisi ya da SDR ile dörtte üçünü ise kendi paralarıyla ödemek durumundalar. Kotalar her 5 yılda bir revize edilerek artırılıyor ve ülkeler artan kısmı aynı kurallar içinde ödüyorlar. IMF kotalarının toplamı bugün itibariyle 671 milyar USD tutarındadır. Türkiye’nin kotası 6.572 milyon USD’dir.
Altın Varlığının Satışı :
IMF’nin sahip olduğu altın varlığı, üye ülke kotalarının dörtte birinin altınla ödenmesi zorunluluğundan gelen birikimle sağlanmış bulunuyor. IMF, küresel krizin yarattığı kaynak sıkıntısını aşabilmek için altın varlığının 403 metrik tonluk kısmını 2009 – 2010 yıllarını kapsayan dönemde parça parça satarak paraya çevirdi. IMF, halen, bugünkü değeri yaklaşık 115 milyar USD eden 2.814 metrik ton altına sahip bulunuyor.
Borçlanma :
IMF’nin işlemleri için kotalar yetmediğinden IMF borçlanmaya da gidiyor. Bu borçlanmalar çok taraflı ve iki taraflı antlaşmalarla yapılıyor. Çok taraflı borçlanmalar başlıca iki düzenleme çerçevesinde yürütülüyor: Genel Borçlanma Antlaşması (GAB) ve Yeni Borçlanma Antlaşması (NAB.) Bu antlaşmalarda IMF, üyesi olan ülkelerden borç alıyor. Bunlara ek olarak IMF, küresel kriz sonrasında yine üyesi olan ve GAB Antlaşmasına taraf olan bazı ülkelerden iki taraflı antlaşmalarla da borç almaya başlamış bulunuyor.     
Küresel krizle birlikte ekonomiler sıkıntıya düşüp IMF’nin kapısını çalınca IMF kaynak sıkıntısına düştü ve GAB’ın yanında yeni bir borçlanma antlaşması yapma kararı aldı. Bu karar çerçevesinde başta G20 ülkeleri olmak üzere çeşitli ülkelere başvurdu. Türkiye de başvurulan ülkelerden birisiydi ve yetkililer Türkiye’nin bu çerçevede IMF’ye 5 milyar USD tutarında borç verebileceğini belirttiler. Sonraki gelişmelerde IMF, bu yeni borçlanma antlaşmasını (NAB) hazırladı ve çeşitli ülkelerden borç aldı.
Türkiye IMF’ye Borç Verdi mi?
IMF’nin borç antlaşmalarına (GAB ve NAB) baktığımızda her iki antlaşma listesini incelerseniz  bu listede Türkiye’nin yer almadığını görüyoruz. Küresel kriz sonrasında GAB Antlaşmasındaki taahhütlerin krizin yarattığı sıkıntıları aşmaya yetmeyeceğini gören IMF, NAB Antlaşması hazırlığına girmiş ve çeşitli ülkelere o arada Türkiye’ye de başvurmuş, Türkiye, IMF’ye borç vereceğini taahhüt etmiş ancak IMF NAB Antlaşmasına Türkiye’yi katmamış ve dolayısıyla Türkiye’den borç almamıştır. Türkiye sadece taahhüt etmiştir. Taahhüt edipte taahhütünü yerine getirmeyen bir çok ülkenin mevcut olduğunu unutmamak gerek. Burada şu soruyu da sormamız gerekmez mi? IMF‘ye 3 yıldır 5 milyar dolar borç vereceği dile getirilen Türkiye, yurt dışından niye borçlanmaya devam ediyor ? Sıcak para bulmak için, fonlarla,v.s sıcak parayı çekmek, borçlarını döndermek için sıcak parayı  bulacağım diye uğraşıyor? Madem her şey yolunda neden her zaman seçim gündeme gelse seçimler zamanında yapılacaktır derken şimdi 1 seneden fazla zaman öne alındı?
IMF‘ye 3 yıldır 5 milyar dolar borç vereceği dile getirilen Türkiye, yurt dışından borçlanmaya devam ediyor. Hükümet iktidara geldiğinde 129 milyar dolar olan Türkiye‘nin dış borcu şimdi 403 milyar doları geçti. Türkiye‘nin IMF‘ye olan borçlarını da yurt dışından sağladığı kredilerle ödediği ortaya çıktı.Türkiye, yurt dışından kaynak arayışlarını sürdürüyor. Avrupa Yatırım Bankası 2016 yılı için sanırım Türkiye‘ye 2,5 milyar euro kredi verdi. Avrupa Yatırım Bankası 2015 de de Türkiye‘ye 2,3 milyar euro finansman sağlamıştı. Bu finansmanın yaklaşık yüzde 40‘ı küçük ve orta ölçekli işletmelere (KOBİ), yüzde 25‘i kamu altyapı, enerji çevre projelerine ayrılırken, geri kalanı ise şirketlere, özel sermaye fonlarına ve İller Bankası üzerinden veya doğrudan yerel yönetimlere kullandırıldı.
Türkiye, Avrupa Yatırım Bankası gibi Dünya Bankası‘ndan da kredi alıyor. 2012-2016 dönemini kapsayan son Dünya Bankası-Türkiye Ülke İşbirliği Stratejisi kapsamında 10 milyar dolar düzeyinde bir finansman sağlandığı yönünde. Dünya Bankası‘ndan 2012-2015 döneminde 9,2 milyar dolar finansman sağlandı. Türkiye geri ödenmemiş kredi bakiyesi itibariyle Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası‘nın (IBRD) altıncı en büyük müşterisi konumunda. Türkiye, yaklaşık 4,3 milyar dolarlık portföyü ile Uluslararası Finans Kurumu‘nun ülkeler bazındaki risk toplamı bakımından üçüncü sırada yer alıyor.
IMF‘ye şu anda borç sıfır ancak Dünya Bankası, Avrupa Yatırım Bankası gibi kuruluşlara borç tutarı 2016 nisan sonu itibariyle 15 milyar 997 milyon dolar seviyesindeydi. Yani borcu borçla öteledik. Devletin başka devlet kuruluşlarından kullandığı toplam kredi borcu ise nisan sonu 24 milyar 446 milyon dolar.
MHP Samsun Milletvekili Erhan Usta, Türkiye‘nin toplam dış borcunun 403 milyar doları geçtiğini söyledi. Hükümetin ?IMF‘ye borç ödedik, borcumuz yok? söylemini eleştiren Usta, ?IMF‘ye ödediğimiz borcu kendi gelirimizden değil, Londra piyasasından, Tokyo piyasasından, Dünya Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası‘ndan borçlanıp ödedik. Diğer türlü bizim kendi gelirimizle ödemiş olsaydık dış borcumuzun azalmış olması lazımdı.? dedi.
Usta, dış borçların bu hükümet döneminde yaklaşık 273 milyar dolar arttığının altını çizdi. Bu hükümet döneminde Türkiye‘nin 468 milyar dolar cari açık verdiğini hatırlatan Usta, şunları söyledi:  ?Yani bizim dengelerimiz 468 milyar açık verdi. 468 milyar biz yabancıların kaynağını kullandık. Ya bunun karşılığında malımızı, mülkümüzü, taşımızı, toprağımızı sattık. Bu dönemde 30 milyar dolarlık gayrimenkul satışı var, tesis satışları var ayrıca. Gıda sektöründeki, tesisleri enerji tesislerini sattık. Bankalarımızı sattık. Onun haricinde de yaklaşık 273 milyar dolar da borcumuz arttı.?Ülkeye 300 milyar kaynak girmiş. Ülkenin Merkez Bankası‘nın kasasında 26 milyar dolar para var. Bu kadar borç alınmış, bu kadar borç alınınca vatandaşın gelirinin artması lazım. 2007 yılında kişi başına düşen milli gelir 9 bin 247 dolar. 2015‘te bu rakam 9 bin 261 dolar. Nerede bu alınan paralar? Turizm sıkıntıda, demir-çelik sıkıntıda, gıda ve tekstilde iflas ertelemeler artıyor. İşten çıkarmalar arttı. İşsizlik çift hanelere geldi yerleşti. Her 5 kişiden biri işsiz. 2002‘de dünya sıralamasında ekonomi olarak ne isek şimdi de aynıyız.?
MHP Milletvekili Erhan Usta, IMF‘den en yüksek borcu bu hükümetin aldığını hatırlattı. En uzun programı da bu Hükümeti‘n uyguladığını ifade etti. Usta, IMF ile kesintisiz 5,5 yıl program yürüten başka bir Türkiye Cumhuriyeti hükümeti olmadığını dile getirdi. Şu an dünyada negatif faizin olduğu bir ortamda Türkiye‘nin yüzde 10 civarında faiz vererek kredi bulabildiğini belirten Usta, ?Para girişi olduğu için IMF‘ye şu an ihtiyaç yok. Ama eninde sonunda bu ekonomi toslar ve bir IMF programına gider? dedi.Bu hükümet döneminde 57 milyar dolar özelleştirme yaptı. Aynı dönemde Türkiye‘nin dış borcu 129 milyar dolardan 403 milyar dolara çıktı. Türkiye‘ye özelleştirme dahil 300 milyara yakın dış kaynak geldi. Şu anda Merkez Bankası‘nda 26 milyar dolar net rezerv var. Nereye gitti bu paralar?
IMF’nin bugün itibariyle 188 üyesi var ve bunların kotaları toplamı yaklaşık 362 milyar USD ediyor. Bu üyeler içinde en yüksek kotaya sahip 10 ülke şunlar:

Ülke
Kota (milyar USD)
ABD
63,8
Japonya
23,7
Almanya
22,2
Fransa
16,3
İngiltere
16,3
Çin
14,4
İtalya
10,8
Suudi Arabistan
10,6
Kanada
9,7
Rusya
9,0

Kota, IMF’ye katkı payı olmanın ötesinde bir ülkenin IMF genel kurulunda (Guvernörler Kurulu) oy gücünü belirliyor ve ülkenin, ihtiyaç halinde IMF’den kullanabileceği kaynağın miktarını da belirleyen bir ölçü görevi görüyor. Örneğin yukarıdaki tabloda gösterdiğimiz 63,8 milyar dolar tutarındaki kota payı ABD’ye yüzde 17’ye yakın oy gücü veriyor. 
Türkiye’nin IMF’deki kotası 2,2 milyar dolar. Bu kotanın Türkiye’ye verdiği oy gücünün oranı ise yüzde 0,61 (binde 6.)
IMF, 2.814 ton altın varlığıyla, dünyada en fazla altın rezervine sahip devletler ve kuruluşlar sıralamasında ABD ve Almanya’nın ardında üçüncü sırada yer alıyor. IMF, ana statüsü gereği, ihtiyaç halinde sahip olduğu altınları satarak kaynak toplayabiliyor. Altın satışı yapılabilmesi için oy toplamının yüzde 85’inin olumlu oy kullanmasına ihtiyaç bulunuyor. Bu gibi hallerde ABD yüzde 17’yi bulan oy gücüyle olumsuz oy kullandığı takdirde satış kararı alınamıyor. Yani bu gibi kritik kararlarda ABD tek başına veto hakkına sahipmiş gibi oluyor. IMF son yıllarda altın satışı yaparak parasal kaynak takviyesine gitmiş bulunuyor.  
IMF’ye borç vermeyi taahhüt etmiş olan ülkeler arasında ekonomik açıdan zor durumda olan Güney Kıbrıs, Yunanistan, İrlanda ve Portekiz de yer alıyor. Tablodan ve özellikle borç veren bazı ekonomilerin içinde bulunduğu ekonomik durumdan hareketle söylemek gerekirse; IMF’ye borç verilmesinin taahhüt edilmesi, taahhüt eden ekonomilerin durumunun iyi olduğu anlamına gelmiyor. 
Bize mesleğe ilk başladığımız zamanlarda ağabeylerimiz tasarrufa yönelmemizi söylerlerdi bir de örnek verirlerdi:
“Onbaşı maaşı ile Yüzbaşı gibi yaşarsan iki günde topu dikersiniz” Aslında ülkemizin düştüğü durum budur. Bu ekonomik kriz 1990 yılından beridir bağıra bağıra geliyorum diyordu. Ancak her hükümet seçimi kaybetmekle ceza gördüklerini sandılar. Aslında hukuki olarak da hesap sorulması gerekir. Yap, boz enkaza çevir, sonrada seçmen bana ceza kesti diye cezamı ödeyeceğim diye kurtulmak olmamalı, bu duruma kimler bu ülkeyi düşürdüyse hepsinden geriye dönük  hukuki hesap da sorulmalıdır….,
Saygılarımla

Mustafa Kemal Bektaş

KAYNAKLAR:
Mahfi EĞİLMEZ  Türkiye Gerçekten İ.M.F’ye Borç verdi mi?
Milli Gazete  11 Haziran 2016 Bir İMF Gitti Üç İMF Geldi
İMF Eurepean Department  İ.M.F’ye Genel Bakış
Mehmet ÖZÇELİK Konya Ticaret Odası Türkiye İ.M.F İlişkileri
SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı Türkiye İ.M.F. ilişkilerinde Yeni Dönem
Yrd. Doç. Dr. Nazım Öztürk İ.M.F.’nin Değişen Rolü ve Gelişmekte Olan Ülke ekonomilerine Etkileri
Yrd. Doç. Dr. Zeynep ERDİNÇ Uluslararası Para Fonu -Türkiye Đlişkilerinin Gelişimi ve 19.Stand-By Anlaşması