7 Temmuz 2018 Cumartesi

DÜNYANIN EN ZOR OLAN ŞEYİ STRATEJİK VE POLİTİKA MESELESİ TARIM VE HAYVANCILIK POliTİKALARIDIR

DÜNYANIN EN ZOR OLAN ŞEYİ STRATEJİK VE POLİTİKA MESELESİ TARIM VE HAYVANCILIK POliTİKALARIDIR


Sevgili dostlar, şunu unutmayın ki “Halkını gelecek yüzyıllara sağlıklı taşıyabilen tüm Dünya’ya hükmeder” Bu da kuru kuruya olmaz. Bir atasözümüz vardır: “çok söyleme arsız edersin, aç bırakma hırsız edersin”
Yönetimi altında bulunan kimselere sık sık müdahale edenler bekledikleri verimi alamadıkları gibi onları da arsız ederler; yiyecek ve para bakımından da sıkıntıya düşürenler onları hırsızlığa itmiş olurlar. Eğer ülke kalkınamayıp fakirleşirse her ülkenin başına gelebilecek budur.
“Dünyanın en stratejik ve politik meselesi tarım ve hayvancılık politikalarıdır” dedik. Her ne kadar iktidarlar kırsal kesimlerden, köylüden oy alsalar da bu ülkede sadece köylü çiftçi yaşamıyor. Hep birlikte beraber yaşıyoruz. “İnsanlar geleceğini şekillendiremezse, karnını doyuramaz sa, aile bütünlüğünü koruyamazsa en baş belası haline gelirler. Ülkede terör artar, toplumsal olaylar çoğalır ve sonunda ülkemiz güçsüz düştüğünde de istila olur. Topraklarınız göz göre göre elinizden kayar gider”. Aç köpek gibi sizin güçsüz düştüğünüzü gören bu mikrop ülkeler güle oynaya başınıza damızlık gelir. Kızmayın sözlerime “Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur”. İstila edince ne yapacaktı adamlar. Turşumuzu mu vuracaklardı. Önce bir güzel milliyetçi ruhlu olanlarımızı temizlerler. Sonra eli silah tutan uyanık erkeklerimizi temizlerler. Sonra isimlerimizi yada soy isimlerimizi değiştirirler. Sonra eşlerimize tecavüz ederler. Çocuklarımızı katlederler. Sonra sahibi olduğumuz topraklarımızı elimizden alıp maraba durumuna düşürürler. Yer altı kaynaklarımızı ve kültür tarih hazinelerimizi çalar götürürler. Kurtuluş savaşında dost dediğimiz mikrop ülkeler bize böyle yapmamışlar mıydı?
Halikarnas'ta yani bugünkü adıyla Bodrum'da İÖ.353′te ölen Karya Kralı Mausolos için eşi Kraliçe Artemisia'nın yüklü yüklü bir para ödeyerek yaptırdığı anıt mezarın İngiltere Londra’ya Lord Stratford Canning (Türkiye'de bulunan İngiltere Büyükelçisi) 1846 yılında Padişah Abdülmecit'ten aldığı izinle Bodrum Kalesi'nin duvarlarında görülen Mausoleion kabartmalarını nasıl götürdüğünü sanıyorsunuz? Ülke güçsüz düştüm mü Padişah mecbur kaldı verdi. Bu işler nasıl oluyor böyle işte böyle oluyor maalesef! Düşmeyin de görün. Başınıza neler geliyor. Düştüğünüz an en yakınında ki kardeşiniz dahi sizi tanımaz, İlk size tekmeyi de o atar!
Ülkemizde gıda tarım politikaları üzerinde söz sahibi olanlardan Kemal Özer diyor ki: “Uçağınız olmazsa yaşayabilirsiniz ama tohumunuz yoksa asla geleceğiniz olmaz. Para dağıtarak bir yere varamazsınız. Gıda tarım politikaları bir ülkenin milli güvenlik meselesidir. Gıda ve tarım en ölümcül, en siyasi ve en tehlikeli silahlardır.”
Evet söylediklerine aynen katılıyorum. Çiftçi bilinçsizce toprağını işliyor. Düne kadar doğal gübreye geçme kararları alınmasa Antalya’da ki topraklarımızda kullanılan gübre miktarı Hollanda büyüklüğünde ki bir ülkeye kullanılan gübre kadardır. Bilmiyor ki amcam gübreyi şeker gibi saçıyor. Nihayetinde gübre dediğimiz madde de kimyasal bir madde. Ne oluyor sonra zehir yeyip zehir içiyoruz. O gübrede kullanan kimyasal maddeler içme sularımıza kadar karışıyor. Sonrasında kanser v.s  bilmediğimiz hastalıklar hortluyor !
Son yıllarda halkımız özellikle reklamlar sayesinde bitkisel ilaçlara ve gıdalara tağşişli, hileli gıdalara yönelimleri arttırıldı. Söz konusu şirketler hemen her şehirde birkaç bayilik açarak birçok hastalığın çaresinin kendilerinde olduğunu iddia eder oldular. Merdiven altında üretilen kimyasal ballar, bitkisel ilaçlar v.s . (Onlara göre bitkisel yardımcı maddeler) televizyon kanallarında yarım saatlik reklamları dönderip duruyorlar. Devletimizin artık bu sahtekarlara bir çeki düzen vermeleri gerek.
Kendilerini bitkilerin efendisi olarak tanıtan Prof. Ahmet Maranki,“Şayet olursa gidecek hiç bir yerimiz yok. Benim umudum onun için Kaf Dağı'nın arkasında 25 Haziran’da... Olmadı zaten o zaman artık Belgrad Ormanı’nda ağacın dibinde talim şeyimizi oraya gömdük. Çıkaracağız sokağa artık..” diyebiliyor. Bu adam bitkilerin adamı olsa ne olur. Bu adamın akıl sağlığı yerinde değil ki. Bu adamın önereceği bitkilerden ne hayır çıkar. “Ne yapacaksın Sayın Maranki ben ülkücüyüm. 25 Haziran geçti kimi temizleyeceksin. 20 milyona yakın insanı öldürecek misin? Çıkart da silahlarını harekete geç. Çok geç kaldın durma seni tutan yok.” Neyse sinirlerimizi bozdu biz konumuza geri dönelim.
Bizim tarım ve hayvancılığımızda plansız üretim sorunu var. Üreticiler kendi haline bırakılmış ve kendi haline karar veriyor.  “Arz-talep durumu belli değil. Kim, nerede, hangi ürünü ne kadar ekiyor, dikiyor ya da yetiştiriyor? Ürünlerin ne kadarı iç tüketime, ne kadarı ihracata gidiyor? Hangi ürünü ne kadar ithal ediyoruz? Belli değil! “ Bunların hepsi kontrol altına alınıp ihtiyaca göre bir üretim planlaması yapılıp, doğru teşvik ve desteklerle o yönde yönlendirilmelidir
Yine ülkemizde üretim maliyetlerine baktığımızda çok yüksek olduğunu görüyoruz.. Tohumdan gübreye, yemden ilaca kadar girdi kalemlerinin önemli kısmının ithal edildiği bir ülkede mevcut konjonktürde üreticinin mağduriyeti kaçınılmazdır. Üreticilerimiz çok dağınık yapıda olup, Ülkemizde işlevsiz birlik ve dernek enflasyonu var. Tabela ötesine geçip gerçek anlamda kooperatifleşme seviyesi oldukça düşük.. Böyle bir ortamda üretici de haliyle ne girdi fiyatlarını kontrol etme ne de ürünün satış fiyatını belirleme şansına sahiptir.
Tüm tarım ve hayvancılık verileri sağlıklı değil, başta Türkiye İstatistik Kurumu'nun verileri olmak üzere tarım sektörüne yönelik veri tabanının güvenilirliği tartışma konusudur
Toprak Mahsulleri Ofisi,  Et ve Süt Kurumu, Tarım Kredi Kooperatifleri ve Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü gibi kurumlar olması gereken düzenleyici ve destekleyici etkisini maalesef göremiyoruz. Günlük, kısa süreli müdahaleler kalıcı çözüm yaratmıyor. Ülkemizin orta ve uzun vadeli tarım politikalarına ve reformlara ihtiyaç var. Üreticilerimizin tarladan satış fiyatları, ektikleri ürünün bedelini karşılamaya bile yetmemektedir. Yani fiyatlar tam rekabet fiyatlarının çok altındadır, bu da üreticinin ya iflas etmesi (toprağını satıp veya müteahhide verip şehre göç etmesi) ya da aşırı borçlanmasına (o da borçlanabilirse) yol açmaktadır. Tüm hesapsız işlere birde terörü hesaba katarsanız hiçbir plan etkisine sahip olamaz.
ABD emperyalizminin ağır saldırısı altında olan ülkemizde Cumhuriyet Hükümetinin en önem verdiği konu her alanda yerli ve milli üretimi teşvik etmektir. Peki, “Niye yerli ve milli şeker, yerli ve milli buğday, yerli ve milli kesimlik hayvan, yerli ve milli mısır, yerli ve milli fındık ve yerli ve milli zeytin politikamız yok?” 
Tohum, su, toprak, aşı, ilaç dünyanın en etkin, en ölümcül, en siyasi ve en tehlikeli sessiz silahlarıdır” aklımızı başımıza alalım “Biz enayi miyiz? Bize has tohumları, bize has üretilmiş bölge hayvanımızı telef edelim ya da bir başkasına açıkça geleceğimizi çalan hırsılara elimizle verelim?” Yani aklım almıyor olanlara!
Konu uzayıp gidiyor. Konu uzadıkça siz okuyanlarım sıkılıyorsunuz. Her şeyi kararında bırakmak gerek. Bu konuları bunca ziraat mühendisi ve veteriner hekim, teknokratlar varken yazmak bana mı düştü demekten kendimi alamıyorum. Bunca teknokrata rağmen bu hatalar yapılıyorsa, görevini yapmıyorlarsa yapamıyorlarsa sebebi araştırılmalıdır.Bir yerde sorun var demektir. Bu sorun aşağıda da olsa tepe dede olsa bu sorunlar giderilmelidir. Bu konulara devam edeceğiz. Her gün yüzlerce sayfa makale, kitap okumaktayım, emek sarf ediyorum. Boşa mı gitsin! “Biz hiçbir kimsenin ne mihmandarı ne de tetikçisiyiz. Hükümetimizi uyarmak zorundayız. Tedbir almasını istemek durumundayız. Devletimiz halkımız her şeyden önde gelir. Siyasi görüşüm ülkücü olsa da vatan söz konusu ise her şey teferruattır.” Biz bu ülkenin insanıyız. Gidecek başka yerimiz mi var?
Saygılarımla
Mustafa Kemal Bektaş

KAYNAKLAR:
AKP'nin tarım politikaları iflas etti - http://www.ortadogugazetesi.net/haber.php?id=27216
İrfan DONAT - Türkiye'nin tarım politikasındaki 10 yanlış
Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ – Çiftiler Neden İflasın eşiğinde  Tarım Politikamız Ne kadar Milli
Kemal ÖZER - Uçağınız olmazsa yaşayabilirsiniz ama tohumunuz yoksa asla geleceğiniz olmaz”
A.Buğra TOKMAKOĞLU Türkiye’yi doyuran  tarım iflas ettirildi: Yaşasın ithalat!
Emet Değirmenci – Küreselleşme Kıskacında Türkiye’nin Ekolojik Tarımı
Mustafa Kaymakçı - Tarımda Çöküş:Nedenleri Ve Çözüm Yolları
Ali KÜLEBİ - Gıda kıtlığı ve Türkiye   
Süleyman YAŞAR - Yunanistan'ın niye battığı açıklandı
Mete Yarar –Neymiş bu Kardeşim Saman
Heınrıch Böll Sfıftung - Batılı Çiftçiler Doğulu İşçiler

Gülümser Heper - https://odatv.com/turkiyede-tarim-arazileri-neden-hedefte-1606171200.html

https://www.kapsamhaber.com/dunyanin-en-stratejik-ve-politika-meselesi-tarim-ve-hayvancilik-politikalaridir-makale,1809.html

https://www.kapsamhaber.com/dunyanin-en-stratejik-ve-politika-meselesi-tarim-ve-hayvancilik-politikalaridir-makale,1809.html

http://www.samsunhaber.com.tr/bir-deli-ayten-vardi-bursa-sokaklarinda-makale,178.html

http://www.samsunhaber.com.tr/bir-deli-ayten-vardi-bursa-sokaklarinda-makale,178.html

DELİ AYTEN'İ HATIRLAYANANINIZ VAR MI? BİR “DELİ AYTEN” VARDI BURSA SOKAKLARINDA

DELİ AYTEN'İ HATIRLAYANINIZ VAR MI? BİR “DELİ AYTEN” VARDI BURSA SOKAKLARINDA

Sevgili dostlarım bu gün farklılık yapıp size değişik bir aşk, hayat hikâyesini yazacağım. Ben 1981- 1990 yıllarında As. Vet Eğt Mrk K.lığında görev yaptığım dönemde İvaz ağa Kapalı Çarşısının oralarda birkaç kez bir kadını görmüştüm. Kadının elinde çantalar, bir kez de elinde ud görmüştüm. Bu kim diye çevremdekilere sorduğumda bana “kafayı yemiş garip deli biri” demişlerdi.
Geçen gün internette sörf yaparken bu kadın ile ilgili bir haber görmüştüm gazetelerimizin birinde. Hikâyesini yazmışlardı. O dönemde bu kadınımızı çok gördüğümden bana anlatılanlarla okuduklarımdan da etkilenerek size bu kadınımızın hikâyesini taşımak istedim. Bu stresli seçim döneminin ardından iyi gider sanıyorum.
Kamberlerde 1935 yılında doğan, 3 yaşında menenjit geçirip. Hastalığının etkileri zamanla geçmeye başlamış ve 13-14 yaşına gelince kendi gibi garip bir alkolik Cümbüş Hasan'a sevdalanmış bu kadınımız. Evet, size Ayten’den bahsediyorum namı diğer “deli Ayten’den
Ailesi "Bu kız zaten garip, bir de bu alkoliğe varırsa nice olur hali" diye düşünüp, "Hayır, Cümbüş Hasan'la evlenemezsin!" demişler Ayten'e. Ayten bu kez iyice delilenip kontrol edilemez hale gelmiş. Kızın bu haline herkes "Sevdadandır, kara sevda çekiyor. Vermezseniz Cümbüş'e iyice gider bu kız" deyince sonunda ailesi azı olmuş.
Dillere desten bir düğünle evlendirilmiş Ayten ama deliliği bir türlü düzelmemiş
Cümbüş Hasan da bir yandan yoksulluk bir yandan alkol bağımlılığı, diğer yandan Deli Ayten derken meyhaneden hiç çıkmaz olmuş. 1,5 yıl zor dayanmış ve bir sabah evi terk edip bir daha hiç geri dönmemiş Cümbüş Hasan.
Evi terk eden Cümbüş Hasan, gitmiş gitmesine de durumu Ayten'den hiç farklı değilmiş. Bu hali ile yaşayan Cümbüş Hasan kısa bir süre sonra meyhane masasında ölmüş.



Ve haber tez gelir Ayten'e ve Deli Ayten bir kez daha yıkılır.
Eşinin ölümüyle yıkılan Ayten de avare halde sokaklarda dolaşmaya başlar ve adı “deli Ayten’”e çıkar. Bir omzuna astığı çok sayıda rengârenk çantayla gezerek cümbüş ve davul çalan Deli Ayten, özellikle kent merkezindeki esnaf için bir dönemin simge isimlerinden biri oldu. Tarihi Kapalı Çarşı ve devamındaki Uzun Çarşı’da dükkânları dolaşarak bahşiş toplayan Deli Ayten, genellikle kendi halinde ve zararsız olmasına karşın kızdırıldığı zamanlarda çevresindekilere saldırganlaşırmış.
Çarşıda para ve yiyecek toplayan Ayten topladıkları ne varsa para yiyeceklerinin hepsini mahallesine döndüğünden ihtiyacı olanlara dagıtırmış.
Deli Ayten omzuna takdığı davul , eline aldığı cümbüşü ve koluna taktığı rengarenk çantaları ile sabahtan akşama kadar o çarşı senin, bu pazar benim dolaşıp durmuş.
Kamberlerdeki kulübesinde 1992 yılında komşuları tarafından ölü bulunmuş. Ölüm haberi yerel gazeteye çıkmış. Ölümünden bir yıl sonra Kapalı Çarşı esnafı Deli Ayten’in hayalini gördüğünü ileri sürerek, bunun üzerine aralarında para toplayarak mezarını düzenlemişler. Günümüzde Kamberler parkında bir heykeli ve heykelin arkasında bir müzisyen mektebi var.



Yaz geldiğinde Bursalılar tatil beldelerine, sayfiye yerlerine gider çarşıda, pazarda işler dururmuş. Sokaklardaki o hengâme, koşturmaca, kalabalık sesler gider yerine derin bir sessizlik çökermiş. İşlerin kötü olduğu zamanlarda çarşının girişinde duyulan davul sesi Deli Ayten'in geldiğini müjdelermiş. Boş oturmaktan sıkılan esnaf neşelenir Deli Ayten'i sevinçle karşılarmış. Ayten davulunu çalarak çarşıyı bir uçtan diğerine geçer sonra da geldiği yoldan cümbüşünü inleterek geri dönermiş
Esnafın inancına ve şahit olduklarına göre Deli Ayten hangi dükkânın önünde soluklanmak için dursa o dükkâna nur yağarmış. Esnaf, “Deli Ayten” onların dükkânında dinlensin diye Aksaray'da müşteri çekmeye çalışan balıkçılar gibi kapılara koşar ''Ayten hanım buyurmaz mısınız?'' diyerek onu ağırlamak için birbirleriyle yarışırlarmış. Deli Ayten dükkânlarını neşelendirsin, nurlandırsın diye sırf onun dikkatini çekmek için referans yapanlar, amuda kalkanlar bile olurmuş...
Deli Ayten’in konakladığı dükkanda bereketin kilidi açılır olurmuş
Deli Ayten kibirle bakarmış esnafın onun için yaptıklarına.... Bazen sinirlenerek, “Ne o? kız Yakup gibi kıvırıp duruyorsunuz, hoppalık yapıyorsunuz” diye azarlardı esnafı. Sonra da gönlü hangi kapıda durmak istiyorsa o dükkânın önünde mola verirmiş. Deli Ayten’in konakladığı dükkânda bereketin kilidi açılmış olurdu. Çayını kahvesini içerken davulunu tıngırdatıp cümbüşünü çalar, ardından kalkıp başka bir dükkâna uğur ve bereket getirmek için harekete geçerdi.
Ayten Bursa’da bütün delilerin kraliçesiydi
Bursalılar için “Deli Ayten” tam bir efsaneydi. Sokaklarda yürüdüğü zaman insanlar onu karşılamak için evlerinden çıkar, mahalleden ayrıldığında alkışlayarak uğurlarlardı. Arkasında daima çocuklardan oluşan uzun bir kuyrukla dolaşırdı. Her mahallenin bir delisi vardı kuşkusuz. Ve bu deliler mahalleyi babalarının malı gibi görürlerdi. Hanedanlık alanlarına başka delilerin sızmasından da hiç hazzetmezlerdi. Ama Ayten’in deliler üstü bir kimliği vardı. O bütün delilerin tartışılmaz kraliçesiydi.
O ve ailesi müzisyen ve besteciydi. Kardeşi Bayram ŞENPINAR’ da müzisyen bestecidir.
Bursa’nın delileri, her yıl hıdrellez haftasının pazar günü Deli Ayten için bir çeşit takdis töreni düzenlerdi. Henüz ufuk ağarmamışken Deli Ayten, kız Yakup mahallesindeki derme çatma evinden yola çıkardı. o gün en güzel elbisesini giyer, en şık çantalarını koluna takar, en kırmızı rujuyla dudaklarını boyardı. Bir iki gün öncesinden temizlediği davulu ve parlattığı cümbüşü de yanında olurdu tabii ki.



Deli Ayten ilk kendi mahallesinden festivaline başlardı. Meydana gelir, davuluna üç kere vururdu. Mahallede yaşayan iki deli çıkagelir “Deli Ayten”’in ardında yerlerini alırdı. Sonra hep birlikte ikinci mahalleye yürünürdü. Yine üç kez tokmak davula vurulur, oranın delisi de gelip konvoya katılır, böylece 15 mahalle dolaşılırdı. Bursa’nın akıllıları derin uykularındayken Bursalı deliler Ayten’in ardında ayinlerini yapardı. Ayten, ardında 15-20 kişilik bir deli tümeniyle sokakları dolaştığında Bursalılar uyanıp camlara dökülür, konvoya alkışlarla tempo tutarlardı. Deli Ayten ve tebaası dönüp dolaşıp ikindi vaktine doğru, kraliçelerinin tenekeden şatosunun bulunduğu kız Yakup mahallesindeki Müzisyenler Kahvesinin önüne gelirdi. Burada onları müzisyenler darbukalar, davullar, kemanlar ve kanunlarla grubu karşılardı. Sazlar çalar, kızlar oynar, akşam da evli evine köylü köyüne giderdi.
Türlü çeşit tevatür dolaşırdı Deli Ayten hakkında. Kimisi çok zengin bir İstanbullu ailenin kızı olduğunu, çok gençken kafayı sıyırıp Bursa’ya geldiğini söylerdi. Bazıları onun Selanik’ten göç eden bir ailenin çocuğu olduğunu, annesini babasını bir yangında kaybettikten sonra yapayalnız kaldığını anlatırdı. Bursa’da Deli Ayten'i tanıyan çok sayıda insanın büyük kısmının mutabık kaldığı asıl hikaye yine Kız Yakup mahallesinde başlıyor
Asıl Adı Soyadı: Ayten Şenaşık!tır.
Çocukluğunda ateşli hastalıklarla boğuşmuş. 16-17 yaşında genç bir adama aşık olmuş. Kendisinden beş altı yaş büyük olan Cümbüş Hasan (Bayındıroğlu) da sevmiş Ayten’i. Ama ailesi çok içki içiyor, gece âlemlerinde kendini kaybediyor diye kızın sevdiği adama kavuşmasına engel olunca, yanıp tutuşan Ayten, yemeden, içmeden, uykudan kesilmiş.
İşte bu dönemde açılıyor gerçeklikle aklı arasındaki mesafe. Tüm böyle hikâyelerde olduğu gibi, tabip tabip dolaşıyorlar. Sonunda bir doktor, “sevdiği adama kavuşursa belki düzelir” diye tavsiyede bulunuyor ailesine. Altı yılın sonunda rıza gösteriyorlar evlenmelerine. Ama iş işten geçmiş, Ayten ile gerçek dünya arasında açılan mesafe bir türlü kapanmıyor. Alkolizmin derinliklerinde kaybolan Cümbüş Hasan da zaten bir gün evi terk edip gidiyor. Ayten de kocasından kalan cümbüşü eline alıp, davulu boynuna takıyor, sokak sokak dolaşıp Hasan’ı arıyor. Birkaç yıl sonra Hasan hastalanıp ölünce defter tamamen kapanıyor. Ayten de kalan ömrünü sokaklarda tamamlıyor.



Kızyakup’taki kulübesinde 12 mart 1992 günü ölü bulunan Ayten, ertesi gün Ahmet Dai camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Pınarbaşı’nda defnediliyor...
Cenaze namazına 3 binden fazla Bursalı katılıyor. 2001’de, dönemin belediye başkanı Hilmi Şensoy’un girişimiyle mezarı granit kaplanıyor, mezar taşına davullu bir fotoğrafı konuluyor.
Osmangazi Belediyesi Kız Yakup mahallesinde çöküntü alanı olan bir bölgeyi kamulaştırarak Kamberler Tarih ve Koordinasyon parkını inşa etti. İki sene önce ulusal bir yarışmada kazanan projenin uygulandığı parka aralarında Osman Gazi, Orhan Gazi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Zeki Müren’in de bulunduğu ünlülerin büst ve heykelleri dikildi. Belediye başkanı Recep Altepe’nin önerisiyle Deli Ayten’in de parka dikilmek üzere bir heykeli yaptırıldı. Ama kaidesi ve çevre düzenlemesi bitmediği için henüz yerine dikilmeyen heykel Saadet Partisi Bursa Gençlik kolları tarafından protesto edildi. O kadar ünlü Türk büyüğünün yanında deli bir kadının heykelinin ne işi var, dediler.
Konu belediye meclisinde de gündeme geldi fakat başkan Altepe kararından geri adım atmıyor: “Deli Ayten’in Bursa’da yaşamış ve yaşı 30’u aşmış herkeste bıraktığı bir hikâyesi vardır. Bir trajedi kahramanı olmasına rağmen, her sabah etrafına neşe ve sevinç taşımış olan bir insandır Deli Ayten.”
2009 yılında Deli Ayten'in heykeli hak ettiği gibi dikilir; Bursa’da taşıdığı birden fazla çantayla, cümbüş ve davul çalarak gezen "Deli Ayten"in heykeli, ölümüne kadar yaşadığı roman mahallesinin kentsel dönüşümle park haline getirilen bölümüne dikildi.
İşte size bir delinin hayat hikâyesi
Saygılarımla Mustafa Kemal Bektaş

KAYNAKLAR:
Elif Akgül - Ayten'in bir deli aşk hikayesi Bianet Org


Hüsna KÖŞKER - Hikayesiyle Bursa'nın meydanlarını süsleyen kadın: Deli Ayten (Gazete Hayat)

5 Temmuz 2018 Perşembe

ÜLKEMİZDE KOOPERATİFLEŞME ÜLKEMİZİN KALKINMASINDA EN TEMEL FAKTÖRDÜR

KOOPERATİFLEŞME BU ÜLKENİN KALKINMASINDA EN TEMEL FAKTÖRDÜR

Dün Samsun’umuzun Kavak İlçesinin Koçalan Mahallesindeydik yani eski haliyle köyünde. Mahalle sakinlerinden Eyüp AKÇA’ya mecburiyetten misafir olduk. Zira tavukları ölmekteydi. Ben VESTED Samsun Dernek Başkanı Mehmet Kemal ŞENER ile Kavak’ta klinik muayenehanesi olan Veteriner Hekim Hüseyin UYANIK ile birlikte ölen tavukları yerinde görmek amacıyla gittik.



Kavak 2017 tarihi itibariyle nüfusu 20079 yanlış hatırlamıyorsam 84 mahallesi (Köyü) bulunmakta. Bölgede fasulyesi ile meşhur Germiyan Mahallesi bulunmakta. Bende Havza doğumlu olduğumdan bu bölgemizi iyi bilmekteyim. İlçe Tarım Müdürlüğünün Web sayfasına baktığımda ilçedeki büyükbaş, küçükbaş, kanatlı hayvan sayısını göremedim. Neden koymazlar anlamadım. Samsunda da İl Müdürlüğüne gittiğimde hayvan sayısını ilgili meslektaşlarıma sorsam da sayı vermediler. Nasıl bir devlet sırrı onu da anlamadım.
Veteriner Hekimimizden hayvan sayısını sordum toplamda küçükbaş olarak Kavak’ta 14 bin civarında olduğunu, Büyük baş hayvan sayısının da 14 bin civarında olduğunu, bölgede çiftlik düzeyinde işletmeler olduğunu söyledi. Bu arada 2016 yılı itibariyle 11 bin 125 hayvana şap aşısı yapıldığı bilgisine sahibiz. Yine kooperatif sayısını sorduğumda kooperatifleşmenin olmadığını öğrendim. Kendisine Havza’da kooperatifleşme var burada neden yok dediğimde cevabını verecek olanın Tarım Müdürlükleri olduğunu söyledi. Kavak ilçemizde serbest çalışan 3 veteriner hekim mevcut. İlçe Tarım Müdürlüğünde ki personel sayısını da sormadım.
Havza’da 2012 ve 2014 yıllarında ve öncesinde kooperatifler kanalıyla halka muhtelif miktarda büyük baş hayvan hatta hamile düve dağıtıldığını o zamanlar Havza’da Radyo Fm.i işlettiğimden dolayı biliyorum. TİGEM Genel Müdürü olan Ziraat Mühendisi olan Mehmet TAŞAN Şeyhsafi mahallesinden (Köyünden). Sanırım Havza’da kooperatifleşme Mehmet Taşan Bey sayesinde hızlandı. Ama bu topraklarda doğup büyüyen Mehmet Taşanın komşu ilçelere de bir hizmeti olamaz mı? Ya da Tarım ilçe ve İl müdürlüğü Samsun’un ilçelerine de kooperatifleşmenin önünü açamaz mı? Ülke olarak kooperatifleşme hızla kalkınmamızın önünü açacaktır diye düşünüyorum.
Neyse biz konumuza dönelim. Mahalle sakinlerimizden Eyüp AKÇA’nın 60 kadar yetişkin 40 kadar civcivi mevcut. Yetişkin ve anaçlardan yaklaşık 10 kadarı ölmüştü. Veteriner Hekim Hüseyin UYANIK ile otopsi yaptık. Bende kolları sıvadım yardım ettim.
Yaptığımız otopsi neticesinde ölen tavukların “Piliç, tavuk, hindi ve güvercinlerde ülkemizde de çok yaygın görülen bakteriyel bir hastalık olan CORYZA olan spesifik etkeni “Mycoplasmatocea” ailesinden Haemophilus paragallinarumun neden olduğu akut solunum yolu enfeksiyonudur. Bu hastalığa “Hemophilus İnfluenzae” adlı bir bakteri neden olmaktadır. Boğaz da sümük salgısı, özellikle gözaltlarından buruna doğru olan bölümlerde, alın kısmında hissedilir bir şişme vardı..Sakal ve yüzde subkutanöz bir ödem. Akciğerde rengi iltihaplı bir renkteydi. Bu hastalıkta en karakteristik belirti solunum zorluğu, hırıltılı soluma, ses çıkartırken hırıltılı tonlar gözlenebilir. Bu hastalığı kuşlar taşımaktadır. Diğer evcil olmayan kuşlarla her türlü temasın kesilmesi gerekir. Ama burası köy nasıl kesilecek onu da Eyüp amcanın düşünmesi gerek. Hasta olup kalan sağlara da beraberimizde gördüğümüz antibiyotiği de tatbik edip oradan ayrıldık.
Şunu gördüm ki çiftçilerimiz etini tavuğunu kendileri ürettim mi çevresine de faydası oluyor “ışıyan mum etrafına ışık saçar misali”. Tarlasını ekerken beraberinde yetiştirdiği tavuğu, hayvanı derken bölge bu tarımsal ve hayvansal gıda maddeleriyle satarak hem kendisine ve hem de çevresine faydası oluyor. Dolayısı ile dışarıdan o gıda maddelerini almak için döviz harcamıyoruz. Bir ülke ancak böyle kalkınır. Ülke çapında hayvancılık ve tarım kooperatifler kurularak desteklenmelidir. Eğer tarım ve hayvancılık yaygınlaşırsa bölge ülkelerine satabilir süper bir devlet olmanın adımlarını atabiliriz.



Dün gördüm işte her evin yanı başında vatandaş tenceresinde pişecekleri yetiştiriyor. Mısırıydı, fasulyesiydi, patatesiydi, meyve ağaçlarıydı, tavuğuydu derken dışarıdan alımları asgariye indirip ayakta durmaya çalışıyor. Yumurtaya para vermiyor kendisi üretiyor. Büyük baş hayvan üreterek süte ve süt ürünlerine para vermeyip kendisi üretiyor derken çevresine de ışık oluyor. Bunları kendileri üretmeseler, çarşıda marketlerden alacaklar. Sonuçta dövizimiz ülkede kalacak. Mazot ve tarımsal ürünleri yerli yerinde teşviklerle vatandaşı desteklersek kalkınmayı başaracağımıza inanıyorum.
Saygılarımla


Mustafa Kemal Bektaş










https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=3574599106300466112#allposts

https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=3574599106300466112#allposts

3 Temmuz 2018 Salı

ÜLKEMİZİN TARIM POLİTİKALARINDA Kİ AÇMAZLARI !...

ÜLKEMİZİN TARIM POLİTİKALARINDA Kİ  AÇMAZLARI !...

Şimdiye kadar tarım ve hayvancılıkla ilgili çok şey yazıldı çok şey söylendi. Herkes kendine göre mahallî olarak alınması gereken tedbirlerle ile ilgili bir şeyler söylüyor. Hükümet ise her şeyin yolunda olduğu ve çağ atladığımızı söylemekte. Peki, biz kime inanacağız. Madem her şey yolunda ise ithalat zincirine sırası ile et, canlı hayvan, saman, yetmedi soğan, patates derken daha birçok gıda maddeleri de eklenecek gibi gözüküyor.
İşin özü üretmeden tüketiyoruz. Üretecek vatandaşlarımız topraklarında değil şehirlerde geziyor. Bu dost dediğimiz mikrop ülkeler terör belasını başımıza bela ettiğinden beridir üretecek vatandaşlar can güvenliklerinden dolayı topraklarından adeta kaçtılar. Kaçtılar da kaçmasına bu seferde şehirlerde sorun artmaya başladı. Misal 100 bin kişiye göre yapılmış alt yapılar, yollar yetmez oldu. Hastaneler çekmez oldu. Sular, elektrik alt yapısı, sağlık ocakları ve bir sürü hizmetler yetişmez oldu. Bu kerede şehirlerde suç oranları artmaya başladı. Ne karakollar ne hapishaneler hizmete cevap verebiliyor. Faili meçhul olaylar bile artmaya başladı.
Peki köyünü terk eden vatandaşımızın topraklarına ne oldu? Ne olacak çoğu çoraklaştı. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan halkımız şehirlerde vasıfsız işlerde ekmeğini kazanmaya çalıştı. Çoğu tarlasını satıp iyi bir iş kurma umuduyla şehre gelip şehirde birikintisini de kaybetti. Aynı Şener Şen’in beyaz perde de canlandırdığı “Maho ağa” gibi.
Hükümet şimdilerde köyüne dönene 300 koyun vaadiyle yıldızlı projeler hazırlıyor. Hazırlıyor hazırlamasına da adeta o proje kredi verilmemesi için hazırlanmış gibi.
Hükümet bunun yanında teşvik vererek halkı tarım ve hayvancılığa döndürmeye çalışıyor ama teşvikler vatandaşı tembelleştiriyor. Beleş yedirmeye alıştırıyor. Hükümetimiz bu işi bilinçsizce yapıyor.
Hükümet, sırf kentlerden, kırsal kesimlerden oy alamayacağı yerlerden de oy almak amacıyla Büyükşehir yasaları çıkardı. Köyler mahalle oldu. Büyükşehirin sınırları neredeyse tüm ilçeleri de yuttu. Bu seferde ne oldu Köyler mahalle olunca tarım arazileri tamamen arsa oldu. Adam arsa değerli niye eksin ki? En değerli tarım arazileri kat karşılığı apartman olarak verilmeye başlandı. Tarlalar arsa oldu. Vergileri arsa oldu. Kısacası “kaş yapalım derken resmen göz çıkarıldı.”
Ülkemizde ki tarım arazilerinin yüzde yetmişi şüyuludur. Yani iki göbeğe varan hisseli durumda. Şaşırdınız değil mi? Neden diye sorarsanız ülkemizde maalesef kadını insandan saymazlar. Ona mal vermezler. Ülkemizdeki vatandaşların neredeyse geneli Kureyş kafalı erkek hegemonyasını tatbik eden bir sistem kendi aralarında otomatik kurmuşlar,  bu yüzden kimse mal paylaşımı yapamıyor. Allah c.c bile Kuranı Kerimde iki hisse erkeğe, bir hisse kadına derken bu Kureyş bozuntuları kadını insandan sayıp malını bile vermiyor. Bu bir kul hakkıdır. Allah c.c. kul hakkı ile karşımıza gelmeyin derken vereselerle helalleşmeden Kâbe’ye evine yüzsüzce gidebiliyorlar. Bunun neresi Müslümanlık anlamadım?
Konumuza biz kaldığımız yerden devam edelim..
Büyükşehirin sınırları her tarafa taşınca tarlalar arsa olunca da vergi ödemesi çıktı başlarına. Tarlalar zaten kendilerine ait olmadığından mazottu, gübreydi, tohumluktu, işçilikti derken üretilen ürün giderle başa baş gelmeye başladı. Birde vergi çıkınca, tarla kendisine ait olmadığından teşvikleri de alamaz oldular. Ben birkaç yıl önce rahmetli anneme “merak etme sen onlar sana şu malını al ya da paylaşalım diye yalvaracaklar” dediğimde bana inanmamıştı. Ve en sonunda dediğim şeyde annem rahmetli olmadan önce kendi gözü önünde gerçekleşti. Ve iddia ediyorum teşvikleri almak amacıyla tarla hissedarları adına atılan imzaların yüzde altmışı sahte imzadır. Herkes Tarım Müdürlüklerine uğrarsa imzasını görebilir. Mesela annemgil hiçbir yere imza atmadı. Yine tapu kadastro geçen köy yerlerinde ki bilirkişilerin hepsi hissedarlardan olup, köyünde olmayıp evlenip ayrılan kadınların mallarını gasp etmek için fırsat kollayanlardandı. Bir nevi hırsızlığı kollayanlardı. Yani devlet resmen hırsızlık yapanlarla birlik olup, hakkının ne olduğunu bilmeden koca evine giden kadınlarımızın malını resmen peşkeş çekmesine seyirci oldu ve zemin hazırlamış oldu. Zaten ekonomik sıkıntının içinde olan halk tarım mahsullerinden yoksun olunca büyükşehirlerde ki kadersiz insanlarımız telef oldu..
Neyse biz konumuza dönelim. Çözüm gayet basit önce tüm tarım arazilerini kadastrodan geçirip, mal paylaşımını yaptırmalıdır. Doğu bölgelerimizde toprak ağalığı, marabalık, aşiret sistemi  bir an önce yok edilmelidir. Bu arada kadastro işlemini yaparken tarım arazilerine 5 dönüm ve arsalara da 750 metrekarelik bir standart uygulanmalıdır. Bu miktarların altında paylaşım yapılmamalı, önce hissedarlar kendi arasında günün rayiç bedelinden alım satım yapılmalı, gücü kimsenin almaya yetmiyorsa devlet eliyle pazarlık usulü bu araziler satışa çıkarılmalıdır. Bu satışların her aşamasında devlet mutlaka olmalıdır. Avrupa’da ki sistem böyledir. Eğer bu yapılmazsa adam 100 metrekareyi bile aralarında pay ederken kavga niza çıkmakta, gelip tarım arazinin göbeğine ev yapmakta, ondan sonrada yol sorunundan birbirilerini katletmektedirler. Bu tarım arazilerine kim iskân vermişse aslında mahkemeye verilmelidir. Bu verilen iskân resmen devlete hıyanetlikten başka bir şey değildir.
Tarımda kullanılan tohumlukların hepsi genleri değiştirilmiştir. Tarım ilaçları ile yabancı otlar temizlenmesinde güçlük çekilince genlerine farklı kimyasal eklenmekte, bu kez de tohum bir senelik üretim ömrü olduğundan diğer sene üretimi sıfıra yakındır. Yani sizi kendilerine muhtaç ederler, her yıl paranızı mecburi alırlar. Ülkemize has o güzelim yedi veren tabir ettiğimiz tohumlukları maalesef çaldılar. Bizi kendilerine muhtaç ettiler.
Yine üreticilerimiz toprağın analizini yaptırmadan kendilerine göre ekim yaptılar. Bilinçsizce gübre serptiler. Resmen toprağı kimyasal alaşıma çevirdiler. Bu kimyasallar içme sularına kadar karıştı. Buna paralel olarak da kanser türleri türedi. Yediğimiz içtiğimiz zehir oldu.
Mazottur, işçiliktir, tohumluktur derken tarımdan elde edilen gelir gideri karşılayamaz oldu. Terörde üzerine tuz biber oldu. Üreticiler, yaylaları, meraları kullanamaz oldu. Hayvancılığı terk ettiler. Oralarda hem kendi ailesini beslerlerken, ürettikleri ile de çevresindeki halka satış yaparak beslerlerdi. Dövizimiz elimizde kalırdı. Şimdi ne oldu? Neredeyse peynirin bile çoğunu dışarıdan ithal ediyoruz. Eti, samanı, patatesi, soğanı ithal etmeye başladık. Bakalım daha neleri ithal edeceğiz !
Tarım bakanımızın kendisi doktor. Kalkıp “soğan, patates depolarda çok var dediler. İhraca izin verdik. Bir liralık patates nasıl 6 lira oldu anlamadım” diyebiliyor. Ve bunun önünü keseriz sorun yok deyip Suriye’den 4.000 ton patates ithal ediliyor. Demek ki ne varsa komşu da varmış. Ne gerek vardı bunca savaşa. Amerika’ya uyup komşu ile kötü olmaya gerek var mıydı? Neyse konumuz bu değil biz konumuza devam edelim.
Siz her sıkıştığınızda her şeyi ithal ederseniz bir daha ki sene üreticiler patates ve soğanı yada ithal ettikleriniz bir daha üretir mi? “Devlet ithal edip bizi batırıyor” diye bir daha da üretmezler. Yani kısacası politikalarda yanlışlık var.
Bu konuyu incelemeye devam edeceğiz. Yazım uzayıp gidecek sonra uzun oldu deyip okumazsanız emeklerim heba olacak….
Tekrar birlikte olmak dileğimle.. Saygılarımla


Mustafa Kemal Bektaş

https://www.kapsamhaber.com/tarim-politikalarimizda-ki-acmazlarimiz-makale,1806.html

https://www.kapsamhaber.com/tarim-politikalarimizda-ki-acmazlarimiz-makale,1806.html

1 Temmuz 2018 Pazar

DOST DEDİKLERİMİZ TERÖR İLE TARIM İLE HAYVANCILIĞIMIZI ELİMİZDEN ALDI !. BÖYLE DOSTLUK MU OLUR?.

DOST DEDİKLERİMİZ TERÖR İLE TARIM İLE HAYVANCILIĞIMIZI ELİMİZDEN ALDI  !. BÖYLE DOSTLUK MU OLUR?.

Emperyalist ülkelerin taktiği budur: “Bir ülkeyi çökertmek istiyorsan üzerine bir terör belasını bela et ve çökert, geleceğini her şeyini o ülkenin elinden al!”
Evet, bize bu usulü tatbik ettiler. Başımıza bir KÜRT, TÜRK ayrışmasını bela ettiler sistematik olarak hem binlerce insanlarımızı kaybettik ve hem de yarınımız olan çocuklarımızın kaynaklarını kaybettik. Düpedüz bu mikrop ülkeler düpedüz hırsızlık yaptılar, kaynaklarımızı çaldılar dost dediğimiz, müttefik dediğimiz bu hain ülkeler.
Osmanlı imparatorluğunu da bu sistemle çökerttiler. Sonrasında birlikte kurduğumuz, Osmanlı İmparatorluğunun küllerinden doğan Cumhuriyetimizi de aynı sistemle çökertmeyi başarmak üzereler. Akıllanmadık maalesef.
Ülkemiz adeta bir et, süt, gıda amaçlı tarım ülkesiydi, deposuydu. İçimizdeki beyinsiz işbirlikçileri adeta geleceğimizi elleriyle altın tepside sundular kendi geleceklerini de.
Neleri eksikti bu ülkede bu işbirlikçi beyinsizlerin. İstediği kadar çocuğu yaptı kimse karışmadı. İstediği gibi seyahatini etti kimse karışmadı. İçlerinden milletvekili oldular, bakan oldular, başbakan oldu, hatta içlerinden cumhurbaşkanı bile oldu. Kız aldık kız verdik. Milli mücadeleyi bile birlikte yaptık. “Bu Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesinde ki toprak ağalığını yok etmediğimiz sürece o bölgedeki sistem hem bölgemizin insanını ve ülkemizin geleceğini daha bir süre daha çıkmazlardan kurtulamayacak. Şiddetle o bölgelerimize tapu kadostra girmelidir. Toprak reformu yapılmalıdır. Toprak ağalığı, marabalık, aşiret sistemi bitirilmelidir.”

Bunu neden söylüyorum size açacağım:
Ülkemize has hayvancılık yapılırdı. Ülkemizde karasal iklimin hüküm sürdüğü, engebeli arazilerde ve ilkel barınakların bulunduğu şartlarda hayvan sürülerimiz yetiştirilmekteydi. Bu hayvanlarımız hayvancılıkla uğraşan halkımız tarafından mayıs ayından itibaren meraya ve yaylalara çıkarılır genellikle yılın altı ayını merada hayvanlarıyla baş başa vakitlerini geçirirler. Mera süresince ek yemleme yapılmaksızın köy sürüleri şeklinde birlikte ürettiklerini mera dönüşünde satarlardı. Ülkemiz neredeyse bir hayvancılık deposuydu, gıda deposuydu. Sonra başımıza bu dost sandığımız, müttefik dediğimiz bu mikrop ülkeler başımıza terör belasını bela ettiler. Bir pkk, bir apo pisliğini, bir fetö pisliğini bela ettiler. Hayvancılıkla uğraşan halkımız yaylalara meralara gidemez oldular. Ülkemiz iklimine uymayan ırklar ülkemize ithal olmaya başladı. Ya bukağılıklarından yaralandılar yada ülkemiz beslenme şartlarına uyamadılar gelenlerde bir şekilde telef oldu. Et ve süt üretimimiz, süt ürünleri üretimimiz düştü. Buna paralel olarak da tarım üretimimiz de düştü. Sonrasında siyasetçi dediğimiz basiretsiz olanlarının başarısızlıkları eklendi. Kaynakları heba edip kuruttular. Eşit adaletli geliri hanelere eşit olarak dağıtamadılar. Yolsuzluklarla tanıştık derken dışa bağımlı hale geldik. İş ahlakımızı, milli ahlakımızı kaybettik bu sayede.
Terörü başımıza bela eden batılı ajanlar topraklarımızda cirit atmaya başladı. Hiçbir kaynağımızı koruyamaz olduk. Teröristlerle birlikte o mikrop ülkelerin ekoloji ajanları bütün et, süt ırklarımızı bilinçli olarak yok ettiler. Ya da yok olmakla karşı karşıya getirildik. Ekolojik dengedeki böceklerimize, balıklarımıza, yılanlarımıza, beğenmediğimiz akrebe kadar ülkemizden kaçırdılar. Bir zamanlar bölgenin hayvan üreten, besleyen bir numaralı deposu ülkemiz şimdi et, süt ve tarım ürünlerini dışarıdan ithal etmeye başladı.
Memnun musunuz geri zekalı terör işbirlikçileri o mikrop ülkelerle birlikte geleceğimizi de ellerine teslim ettiniz. !
Yazıyorum işte aşağıdaki hayvan ırkları hepimize aitti. Şimdi yok oldu. Sanıyor musunuz ki bu bu ebleh mikrop ülkeler size ayrı dünya verecek! İşiniz bittim mi bir duvar kenarında sizi de kurşunlayacaklar. Bunca çoluk çocuğumuzun hayatlarını yok ettikleri gibi.
Okuyun bakalım bu hayvan ırklarına ne oldu? Biz niye dışarıdan gıda ve hayvan ithal etmeye başladık:
Kilis merkez olmak üzere İçel’den Şanlıurfa’ya kadar olan Güney Anadolu Bölgesi dahil olan bölgede GÜNEY ANADOLU KIRMIZISI (Kilis), Mersin’den başlayarak Hatay’a ve Şanlıurfa’ya kadar olan iller ve başlıca Toros ve Amonos dağları ile Akdeniz arasında kalan bölgeler ve kısmen bu dağların kuzey ve doğusunda YERLİ GÜNEY SARISI, Orta Anadolu bölgesinde YERLİ KARA, Başta Erzurum, Kars ve Ardahan illeri olmak üzere Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu Bölgesinde DOĞU ANADOLU KIRMIZISI, Kars, Ardahan illeri ve çevresinde ZAVOT, Trakya, Marmara, Kuzey ve İç Ege, Batı Anadolu bölgesinde BOZ IRK et ve süt ırkı İneklerimiz vardı! Şimdi nerede bunlar niye göremiyoruz!
Yine kötü çevre şartlarına, hastalıklara dayanıklı, yetersiz bakım besleme, farklı ve değişken iklim koşullarında yaşaya koyun ırklarımız vardı
Orta Anadolu Bölgesindeki AKKARAMAN, KANGAL AKKARAMAN, Doğu Anadolu Bölgesindeki et öncelikli üretimi olan MOR KARAMAN, İç Batı Anadolu Bölgesindeki et süt üretimli DAĞLIÇ, Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki süt üretimlik İVESİ, Aydın ili, Çine ve Bozdoğan ilçeleri ve Madran Dağı bölgesindeki et süt üretimlik ÇİNE ÇAPARI,  Antalya, Mersin, Hatay ve Gaziantep illeri bölgesinde ki et süt üretimlik GÜNEY KARAMANI, Tokat ili ve çevresinde ki  et, süt, yapağı üretimlik KARAGÜL, Van İli Gürpınar ilçesi Norduz Bölgesinde  et üretimlik NORDUZ, Kars ili, Çıldır ilçesi ve Ardahan, Iğdır İllerindeki et, yapağı ve süt üretimlik TUJ, Çeşme, İzmir, Aydın, Marmara ve Ege Sahillerindeki  süt ve çok yavru üretimi ile SAKIZ, Amasya ili ve ilçelerindeki Kombine, et, süt ve yapağı amaçlı HERİK, Doğu Karadeniz Bölgesinde Artvin ve Rize illeri bölgesindeki et ve süt amaçlı HEMŞİN, Kırşehir ili ve çevresi olmak üzere Orta Anadolu bölgesinde et ve yapağı amaçlı MALYA, Denizli, Afyon, Isparta ve Antalya bölgesinde et ve süt amaçlı ACIPAYAM, Trakya, Marmara ve Kuzey Ege Bölgesi et, süt ve yapağı üretimli KIVIRCIK,  Sinop’tan Trabzon’a kadar Karadeniz kıyı ve dağlık kesimleri ile Orta Karadeniz’in İç Anadolu ile kesişen Tokat ve Amasya çevresinde et süt yapağı amaçlı KARAYAKA,  Gökçeada, Çanakkale ve Kuzey Batı Anadolu Süt ve et üretimli GÖKÇEADA, Kıvırcık ile Alman Yapağı Et Merinosu melezlenmesiyle elde edilmiş Marmara Bölgesi, ağırlıklı olarak Güney Marmara bölgesinde et ve yapağı üretim amaçlı KARACABEY MERİNOSU, Alman Yapağı Et Merinosu ile Akkaramanın melezlenmesiyle Polatlı ve Altınova Tarım İşletmelerinde elde edilen İç Anadolu Bölgesi’nin batı kısımlarında et ve yapağı üretimi amaçlı ANADOLU MERİNOSU, Akkaraman ırkı ile Alman Et Merinosu melezlenmesiyle elde edilen Orta Anadolu Bölgesinde et ve yapağı üretimi amaçlı ORTA ANADOLU MERİNOSU, % 65-70 Rambouillet ve % 30-35 Dağlıç genotipi taşıyan Orta Anadolu ile Batı Anadolu geçit bölgelerinde et ve yapağı üretimli  RAMLIÇ, Kütahya, Afyon ve Uşak’tan, Manisa’ya kadar uzanan İç Batı Anadolu bölgesi ile Batı Akdeniz’in kuzeyinde Isparta ve Burdur bölgesinde çok amaçlı üretilen PIRLAK, Batı Anadolu’daki ırkların Sakız ve Kıvırcık koçlarla sistemsiz melezlenmesi sonucu oluşan Aydın, İzmir, Manisa, Uşak ve Denizli İllerinde  süt ve döl üretimi yüksek olan KARYA koyunlarımız vardı.
Bu yaylalara çıkan meralarda hayvanlarını otlatan halkımız bunun yanında tavuğunu da yetiştirirdi. ET, süt, yumurta, süt ürünlerini kendi evlatlarının, ailelerinin ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılarken halkımızın da ihtiyacını da karşılarlardı. Terörle birlikte daha birçok tavuk ırkımız, Kedi Köpek ırklarımız, kuş popülasyonumuz, ziraat tohum, fidelerimizde telef oldu gitti. Her yöreye göre üretilen, hayvan ve bitki ırklarımız maalesef başkalarının ellerine geçti. Onca emeğimiz heba olup gitti. Osmanlı İmparatorluğu zamanında ki kazanımlara sahip çıkan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK hayvancılık ve ziraat problemlerine el atım modern hayvancılık ve ziraatı başlatıp, hayvan ırklarımıza sahip çıkıp ilim, fen seviyesinde çalışmalar yaptırmıştı. Yerli ırklar elde edilmişti. Onlarda hepsi bir bir ellerine geçti, çalışmalarımız çöpe gitmiş oldu.
En sonunda G.D.O. lu ürünleri bize dayatıp hayatımıza ipotek koydular. Genleri bozulmuş tohumlara bizi mecbur ederek, bölge iklimine uygun verimli tohumlarımızı da çaldılar.
Gözünüz aydın beyinsiz işbirlikçiler! Elinize ne geçti? Her şeyimiz o işbirliği yaptığınız ülkelerce katledildi çoluk çocuğumuzun katledildiği gibi. Bu topraklarda senin gibi işbirlikçileri barındıracaklarını mı sanıyorsunuz?  Kendinizle birlikte hep beraber o mikrop ülkelere muhtaç edildik. Mutlu olun? Şunu öğrenin artık “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok!”
Hayvan Sağlığı Memurları Meslek Lisesi dediğimiz daha sonra ismi değişen Veteriner Sağlık Meslek Lisesi’nde (Yeni ismi Veteriner Tarım Meslek Lisesi) Veteriner Hekim Sebahattin SEÇKİN hocamız Zootekni derslerimize girerdi. Kendisini rahmetle anıyorum mekânı cennet olsun. Yine diğer hocalarımızı da, KONYA, SELİMİYE, ŞARKİKARAAĞAÇ, ve sonrasında açılan okullarda görev yapmış ahrete intikal etmiş hocalarımızı ve meslektaşlarımızı da rahmetle anıyor, mekanlarının cennet olmasını Rabbimden diliyorum. Sebahattin SEÇKİN hocamız birinci sınıfta iken bize il iki hafta sadece İstiklal Marşını ezbere 10 kıta ezbere okuttururdu. Kendisine o dönem öğrencilik psikolojisi işte KASAP lakabı takmışlardı. İstiklal marşını ezbere okuyana otomatik beş puan verirdi. O zaman ezberi kuvvetli olmayanlar serzenirdi. O zaman bize demişti “ Bir Türk çocuğu tarihini, kültürünü, İstiklalini, marşını bilmezse neye yarar”
Şimdi kendisini daha iyi anlıyorum. “Tarihini öğrenmezsen sana tarihini öyle bir yazdırır ki bu mikrop ülkeler geride sana arkandan Fatiha okuyacak nesil bırakmazlar.”
Saygılarımla

Mustafa Kemal BEKTAŞ

https://www.kapsamhaber.com/dostlukmus-ne-dostlugu-makale,1805.html

https://www.kapsamhaber.com/dostlukmus-ne-dostlugu-makale,1805.html

TOPLUMUMUZ İYİ DEĞİL. TOPLUMUMUZUN PSİKOLOJİSİ BOZUK BİLESİNİZ !

TOPLUMUMUZUN PSİKOLOJİSİ BOZUK BİLESİNİZ!

Bu gün bir psikolog arkadaşımla uzun boylu sohbet ettik. Aslında iyi de oldu. Fikir alışverişinde bulundum. Son zamanlarda etrafımda o kadar garip hadiseler cereyan ediyor ki! Bunlara bir anlam veremiyordum bu sayede görüş açım değişti. Şu bir gerçek ki aslında sağlıklı da olsak bir psikologla yıl içinde bir kez de olsa terapi yapmak gerek. İnsanlar illaki sinir şartelleri atıp off durumuna geçince psikologa gitmemeli o duruma gelmeden bir terapi alsalar hayat daha güzel yaşanır diye düşünüyorum.
Konuya psikologla başladım. Galiba sizlerde sadede gel Mustafa Kemal Bektaş diye söylediğinizi duyar gibiyim.:
Efendim bir kez daha öğrendim ki bizim toplumumuzun bam tellerinde biraz arıza var. Ufacık bir konuyu birebir konuşamıyoruz. Anında kavga hazır. Neden bu hale geldik? Bu soruyu psikolog arkadaşıma sorduğumda birinci sebebin ekonomik koşulların nefes aldırtmayacak şekilde artması, diğeri de aile içi çatışmalar ve muhtelif baskılar sebebiyle trenin raydan çıktığı ya da çıkmak üzere olduğunu söyledi.
Bir haber okudum irkildim. Konya'nın Ilgın ilçesinde vatandaşın birisi iddiaya göre gürültü yaptığı gerekçesiyle, komşusunun çiftliğindeki eşeği, av tüfeğiyle vurarak yaralıyor! Haber nasıl? Yahu bu eşek zaten illaki gürültü yapacak. o kadar mı tahammülsüz olduk anlamıyorum!
Ankara Polatlı’da kaybolan 8 yaşındaki Eylül’ün cansız bedeni, köye bir km uzaklıkta yeni dikilmiş elektrik direğinin dibinde gömülü halde bulundu. Türkiye'nin kanını donduran vahşi cinayetle ilgili detaylar da dehşete düşürdü. Eylül’ün boğularak öldürüldüğü, vücudunda kesici ve delici alet tarafından bırakılan izlere rastlandığı öğrenildi. Tutuklu Uğur K.’nın cinayeti intikam duygusuyla işlemiş olabileceği üzerinde duruluyor. Ayrıca zanlının pedofil eğilimi gösterdiğine ilişkin bulgulara ulaşıldı. Bu adamı assan ne olacak. Bunun gibi kaç hasta var. Bunları toplayıp Ruh Sağlığı hastanelerinde tedavi uygulanmalı, kontrolde tutulmalı, halkın içine salınmamalı.

Ve yine Ağrı'nın Bezirhane köyünde ortalıklardan kaybolan ve bir daha kendisinden haber alınamayan kayıp çocuk Leyla ile ilgili çelişkili haberler gelmeye devam ediyor. 

Bu kaçıncı dostlar insan çocuğunu sokaklara kontrolsüzce salınır mı? Televizyonda kısa bir video filmini izledim çocuk kafasına göre yolda ilerliyor vatandaş da kamera ile videosunu çekiyor. Sonuç? Çocuk kayıp.

Sizin anlayacağınız akıl sağlığı yerinde olmayanlar etrafta kol geziyor herkes tedbirini alsın.

Elazığ’da bulunan Mezre Ortaokulu’nda müdür olarak görev yapan Hayri Uğur, sosyal medyada ağza alınmayacak hakaretler yağdırıyor. Tepki görünce de "tehditleriniz vız gelir tırıs gider" diye yanıt veriyor. Okul Müdürü Uğur, "Hesap vakti yaklaşıyor" diye tehdit ederek pazartesiyi işaret ediyor! Elazığ’da bulunan Mezre Ortaokulu’nda müdür olarak görev yapan Hayri Uğur sosyal medya hesabı Twitter'dan Atatürk 'e hakaret edip. “Tek Millet Tek Devlet Tek Bayrak Tek Vatan“ yazan H.U. Atatürk’le ilgili bir paylaşıma, " Atatürk bir sıradan askerdi. İmanlı, ihlaslı, abdestli, namazlı olan TSK’sı kurtardı bu milleti. Her ilde pavyon garılarıyla yatan Atatürk kurtarmadı bunu bilin" diyerek yanıt veriyor.

“Tek Millet Tek Devlet Tek Bayrak Tek Vatan“  eyvallah. Ama şimdi bu müdüre ne diyelim! “Müdürüm senin derdin ne? Şimdi pazartesi geçti ne yapacaksın Atatürk’ü sevenleri öldürecek misin? Elbette tek başına Atatürk kurtarmadı. O bir milli liderdi. Liderlik yaptı orduyu iyi kanalize etti zaferler geldi. İstanbul’u Fatih Sultan Mehmet tek başına mı aldı? O’da  liderdi, Yavuz’da liderdi. Her ilde pavyon garılarıyla yattığını nereden biliyorsun Ahlakım aslında söylemeye müsait değil ama demekte istemiyorum beni mecbur bırakıyorsun. Buraya utanarak yazıyorum.  "Şeyini sen mi tuttun müdürüm?"Padişahlarımızın da bir sürü hanımı olan ayrıca cariye ordusu olan padişahlarımız vardı. Ayrıca Padişahımız olup deli lakaplı İbrahim padişahımızda vardı. Fatih sultan Mehmet’i Yavuz Sultan selim’i öne çıkarılıyor da deli olan padişahımıza neden sahip çıkılmıyor? Kaç tane padişah içki içiyordu. Bir tanesi sarhoşken öldü. İktidar uğruna kaç tane padişah çocuklarını katlettirdi! Bu soruları da sordun mu? Bunları karıştırmak toplumu kutuplaştırmak senin eline ne geçirecek müdürüm!” Toplumu geren, toplumu suça iten, toplumu kutuplaştırmaya çalışan bu müdürümüz hakkında gerekli işlemi yapacak savcımız yok mudur? Buradan suç duyurusunda bulunuyorum.

Ben bir ülkücüyüm aynı zamanda Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü milli lider olarak seven birisiyim. Aynı zamanda Bilge KAĞAN’ dan, Alparslan dahil olmak üzere Padişahları ayırt etmeden Osmanlı İmparatorluğundaki padişahları da severim. Ne kadar hatalı olursa olsunlar. Allah c.c Hazretleri bile kıyamette hesap soracak iken bu müdür kim oluyor ki ölmüş insanın arkasından gıybet yapıyor.

Neyse bu konuyu burada noktalayıp başka konuyu açacağım:

Sevgili dostlar benim köşemde yazdığım yazılarımda bir anormallik var mı? Varsa söyleyin. Ben yazılarımda taraf tutmadan ülkücü de olsam yeri geldim mi ülkücülerinde varsa bir şeyi onu da yazmaktan çekinmem. Beni tanıyanlar tanır. Ne zaman facebook’tan yazılarımı paylaşsam koşturarak facebook’a beni şikayet edip yayın yasağı koydururlar! Yapın kardeşim sorun yok.
Biliyorsunuz üç tane haber sitesinde köşe yazmaktaydım. Yazdığım konuları biliyorsunuz az çok ekonomiden tutun güncel ne varsa belgeleriyle kaynaklarıyla yazarım. Her gün tüm basını takip ettiğim gibi yazılarıma kaynak bulmak amacıyla yüzlerce sayfa kitabı karıştırır okurum. Buna rağmen seçim zamanında yazdığım haber sitesinin bir tanesi “gelen baskılara dayanamadık” deyip sorgusuz sualsiz köşemi ve yazılarımı siliverdi. Saygı nerede? “Seçimden sonra size yazı tekrar yazdıracağız falan filan!...”
Sizlerden her gün güncel konular, makaleler yağmur gibi yağıyor. Konu bol. Ne istersen yaz. Ama ben kaynağa dayandırmadığımı yazmam. Önüme önce Anayasamızı sonra Türk Ceza kanununu ve basın kanunu koyar Allah’ın huzurunda hesap verecek olarak kendimi görür yazarım. Yazılarımdan rahatsız olan varsa okumasın efendim.
Psikolog arkadaşıma soruyorum “neden çetrefilli konular hep bana gönderiliyor, Köşe yazımda yazmam isteniyor?” Arkadaşımın bana cevabı sana “yayınlayacağından güvendikleri için, seni kendi dünyasında gördükleri için sana gönderiyor” dedi. Ne diyeyim ben herkese teşekkür ederim o güveni sağladığım içinde mutluyum.
İnsanlarımızda değişti efendim. Facebook’a kayıtlı iken yazdıklarımdan rahatsız olsa gerek baktım ki arkadaşlıktan silivermiş. Silsin ne yapayım zorlamı arkadaş, dost olacağız.
Telefonla arıyorsunuz müsait değilim döneceğim diyor üç gün beklesen dönmüyor! Ne olursa olsun her konuda ciddiyet gerek değil mi? Her şey garip vesselam.
Yine yıkılan Veteriner Tarım Meslek Lisesi ile ilgili yüksek yargılar kararını vermiş bakıyoruz Tekkeköy’de okulun arkasındaki ufak araziye okul yapımını habersiz planlıyorlar. Kamu arazilerini kamulaştırırken o araziye eşdeğer bir arazi gösterilmesi gerekiyor. Kaç yıldır eşdeğer arazi gösterilmemiş sonra bu arazi Belediyeye ait olmadığı gibi, bu arazi Maliye Bakanlığına ait olup okul yapılması amacıyla Milli eğitim Bakanlığına tahsis edilmiştir. Danıştay 8. Dairesi, Bölge İdare Mahkemesi, İdare Mahkemesi Okul Aile Birliğini haklı görüp okul yapılmasına hükmetmişken bakıyorsunuz Tekkeköy’de arazi planlanıp okul yapımı için kolları sıvayanlar var.
Veteriner Araştırma Enstitüsünde eğitim alması gereken öğrenciler şehrin 30 km. dışına birde Tekkeköy’den de dışarı’da iki araç değiştirilerek gidilen bir yere yapılmaya o araziyi ele geçirip ranta dönüştürülmesine çanak tutuyorlar. Niçin! Tekkeköy’de oturdukları için Atakum’a gelmemek için. Yargı kararları ne olacak onu düşünen yok! Emsal arazi gösterildi mi? Onu da düşünen yok. Maliye Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı suç duyurursunda bulundu onu da takan yok! Bu okul ile ilgili öğrenciler Avrupa’da da ödül alan akıllı okul projesi var. Onu o bölgeye uygulanması için Milli eğitim Müdürümüzde projeyi benimsedi. Onu da takan yok! Herkes kendi menfaatine göre bir yol tutmuş gidiyor. Umurunda mı yargı varmış yokmuş?
O zaman bende kalkıp gidip “Cumhurbaşkanımızın külliyesinin önüne bir dükkân yapayım mahkeme çık derse temizler çıkarım.” Ya da “Batı parkta yer çevirip doğal sebze üretirim halkımızdan gelen giden yesin. Mahkeme çık derse temizler çıkarız” olmaz mı?
Sonra yüze yakın molozu kamyonlarla oraya döktürmek, ağaçları kurumakla kaderine bırakılmak, Büyükşehrimize yakışıyor mu? Halkına kindar hareket etmek ise neyin nesi? Bunlar hoş şeyler mi?
Bu okuldan mezun olup, “o araziyi size yedirmezler” diyor çok değerli arkadaşımızın biri!  Makamınız yüksek olup kendinizi farklı görebilirsiniz de “biz kimiz ki size yedirmezler” diyor anlamadım! O arazide bizim cebimize giren, çıkan var mı? O araziye villamı yapacağız? Yanı başında özel okullar varken bu okul mu oraya yakışmıyor? Sayın Samsun Valimiz “İlk adım’da, Canik’te Atakumda okul için arasa bulamıyoruz tekli eğitim sistemine dönüş yapmamız için derslik açığımız var” derken Büyükşehrimizde “kent park yapacağım” diyor. Bu ne tezatlık şimdi? Sayın Belediye Başkanımızdan yenisi de dâhil kaç kez randevu istedik cevap bile vermediler. “Biz halk değimliyiz”. Bir araya gelip konuşur bunu kökünden çözebiliriz. “Biz düşman değiliz ki bu ülkenin vatandaşıyız. Ne uzatıp duruyoruz anlamadım!”
Konu uzadı bir psikologdan başladık konu ta nerelere geldi. Şu bir gerçek ki hakikaten toplum olarak psikolojimiz iyice bozulmuş durumda. Siz siz olun tartışırken karşınızda ki kişinin ruh haline dikkate alın. Sohbetlerinizde Peygamber s.a.v efendimizin yaptığı gibi “Karşınızdaki kişinin kültür ve eğitim seviyesine göre konuşun”

Saygılarımla


Mustafa Kemal BEKTAŞ

http://www.samsunhaber.com.tr/toplumumuzun-psikolojisi-bozuk-bilesiniz-makale,175.html

http://www.samsunhaber.com.tr/toplumumuzun-psikolojisi-bozuk-bilesiniz-makale,175.html

BİZ SOSYAL REFAH VE HUKUK DEVLETİMİYİZ

BİZ SOSYAL REFAH VE HUKUK DEVLETİMİYİZ?

Elimde bir makale var. Birkaç gündür bu makaleye göz gezdirmekteyim. Coşkun Can Aktan ile Özlem Özkıvrak’a ait “Sosyal Refah Devleti.” Sizlerinde okumanızı tavsiye ederim.
Anayasamızda “sosyal bir hukuk devleti” olduğumuz  belirtilmesine rağmen uygulama, yürütme nasıl bu konuyu biraz açalım:
ANAYASA MADDE 2. – “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
Sosyal refah devleti; sağlık, eğitim, konut hizmetlerini sunmak ve tam istihdama ulaşmaya yönelik önlemler almak suretiyle vatandaşlarına belirli bir gelir, gelecek güvencesi ve temel sosyal hizmetlerden yararlanma olanağı sağlayan ve bu doğrultuda ekonomik hayatın işleyişine müdahale eden, özel kesimin faaliyetlerini düzenleyerek ya da bizzat kamu iktisadi teşebbüsleri aracılığıyla faaliyette bulunarak ekonomik hayatı kontrol eden ve yönlendiren devlettir.
Kısacası: “piyasa güçlerinin işleyişini değiştiren devlet.”’tir. Yani piyasa ekonomisinin başarısızlıklarını ortadan kaldırmak, belirli ekonomik ve sosyal hedeflere ulaşmak amacıyla devletin ekonomiye aktif ve kapsamlı müdahalelerde bulunmasını öngören bir devlet modelidir.
Sosyal refah ve hukuk devletinin açılımı budur. Ama ülkemizde bunun işleyişi nasıldır bizi ilgilendiren kısmı budur.
Sosyal devletin temel amaçlarından biri, toplumu ve bireyleri yoksulluktan kurtararak, güvensizlik alanını daraltmak ve herkesin kendi kaderine hâkim olmasını sağlayacak koşulları ve ortamı hazırlamaktır. Yoksullukla mücadelede temel hedef, herkese insanca yaşaması için gerekli minimum gelir düzeyini garanti etmektir. Diğer yandan, toplumda mevcut gelir dağılımı adaletsizliklerini diğer bir deyişle gelir ve servet eşitsizliklerini azaltmak da sosyal devletin temel amaçları arasındadır. Mutlak yoksulluk, kişinin parasal gelirinin, yaşamını ve sağlığını sürdüremeyecek kadar düşük olmasıdır.
Ülkemizde Mayıs 2018 ayı itibariyle TÜRKİŞ sendikasının açıkladığı “gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı (yoksulluk sınırı) ise 5.492,24 TL dir.
Çalışma Bakanı Jülide Sarıeroğlu, 2018'de asgari ücret yeni yılda yüzde 14.2 artışla 1603 lira olacağını açıklamıştı.
Biz konumuza devam edelim.:
Sosyal devletin siyasi rejimi demokrasidir. Sosyal refah devletinin siyasal iktidar anlayışı, siyasi temsil, eşit ve genel oy hakkı, kuvvetler ayrılığı, vb. kurumlarını korur. İktidarın sahibi halktır. Halkın, halk için halk tarafından yönetimi esastır. Bununla birlikte, sosyal devlet, yeni görevler ve işlevler üstlenerek; demokratik kuralların sosyal ve ekonomik hayatta da geçerli olması için çaba harcar
Sosyal devlet, aynı zamanda bir hukuk devletidir. Bu nedenle, adaletli bir hukuk düzeni kurmak sosyal devletin temel görevidir. “Demokratik bir hukuk devleti” olan sosyal devletin her türlü karar ve eylemlerinin; siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel vb. bütün alanlarda anayasa ve yasalarla belirlenmiş hukuk kuralları çerçevesinde, demokratik sürecin kural ve kurumlarına uygun şekilde gerçekleşmesi zorunludur. Sosyal devletin temel amaçlarından biri olan adil gelir dağılımı, toplumda kişilerin elde ettikleri gelirler arasında çok büyük uçurumların olmamasını, milli gelirin kişiler ve sınıflar arasında toplumsal gerginliklere yol açmayacak şekilde dağılmasını, dolayısıyla toplumca kabul edilebilir bir gelir paylaşımını ifade etmektedir. İşte sosyal devletten beklenen; kamu gelirlerini (özellikle artan oranlı vergiler) ve kamu harcamalarını (özellikle sosyal transferler) kullanarak toplumu oluşturan kişiler arasında zenginden fakire doğru geliri yeniden dağıtması ve servet ve gelirler arasındaki dengesizlikleri azaltmaya çalışması; milli gelirin adaletsiz dağılımı sonucunda yoksul düşen kişileri, güçsüzleri, düşkünleri, bakıma muhtaç çocukları korumasıdır.
Bir ülkede üretimin ve milli gelirin artması da devletin temel amaçlarından biridir. “insanlar yasa önünde özgür ve eşit doğarlar, yaşarlar” ilkesi, eşitliğin de tıpkı özgürlük gibi insanın doğasından ayrılmayan bir özellik olduğunu açıklar. İnsanların yasa önünde eşit olması, hiç bir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa ayrıcalık tanınmamasını, hukuk kurallarının herkes için bağlayıcı olması ve hukukun aynı durumda olanlara aynı, farklı durumda olanlara farklı uygulanmasını gerektirir. Buna göre, insanlar arasında ayrıcalık yaratan yasal engeller ortadan kaldırıldıktan sonra bireyler arasında eşitlik sağlanmış olacaktır.
Ülkemizde toplumumuz içinde kısmi zenginleşmene kadar adil gelir paylaşımı ve “Sosyal refah Devleti” ile izah edebilir? Ya da yıkılan Atakum Veteriner Tarım Meslek Lisesi ile ilgili verilmiş yargı kararlarına uymayan Samsun Büyükşehir belediyesini, emsal teşkil eden,  uyulmayan yargı kararları ne kadar “Sosyal refah Devleti”’ ile anlatılabilir?
Çalışma herkesin hakkıdır, çünkü çalışma herkesin ödevidir. Kişinin çalışma ödevi vardır, çünkü devletin yurttaşların çalışmasına ihtiyacı vardır; çalışma hakkı vardır, çünkü kişi ancak çalışarak gerçek güvenliğe kavuşur ve maddi-manevi gelişmesini gerçekleştirir. Kişinin yararlı ve verimli bir işte çalışma hakkı, onun güvenliğini sağlar ve onu gelecek endişelerinden kurtarır. İnsanın onurunu korur ve onu yaşayabilmek için başkalarının yardım ve sadakasını beklemekten kurtarır. İşsizliğin kol gezdiği üstelik üniversiteli diplomalı işsizler ordusunun arttığı ülkemizde “Sosyal refah Devleti” olduğumuzu belirtmek adil midir?
Herkesin eğitim ve öğretim görme yani fikri ve manevi değerlerini geliştirme hakkı vardır. Herkesin çalışma hakkı, çalışma özgürlüğü ve çalışma ödevi vardır. Sosyal devlette çalışma hakkı, yardım alma hakkının uzantısı olmaktan çıkmış ve çalışanların sahip olduğu haklardan biri olmuştur. Çalışma herkesin hakkıdır, çünkü çalışma herkesin ödevidir. Kişinin çalışma ödevi vardır, devletin yurttaşlarının çalışmasına ihtiyacı vardır; çalışma hakkı vardır, çünkü kişi ancak çalışarak gerçek güvenliğe kavuşur ve maddi-manevi gelişmesini gerçekleştirir. “Sosyal refah Devleti”nin gerekleri bunlardır. Ancak çocuklarımız her okul sonunda ortaöğretimden başlayarak sırasıyla üniversite ve üstelikte iki aşamalı imtihanı, bittiğinde tekrar devlet memuru sınavı olmaları nasıl “Sosyal refah Devleti” ile izah edilebilir? Peki, bunca üniversite, fakülte açılmasına rağmen devlet memurluğu sınavını kazanamayanların seyyar işportacı arabalarında, dükkânlarında duvara asılması “Sosyal refah Devleti”ne yakışıyor mu?
Anayasamızda belirtilen “Sosyal refah Devleti”nin açılımı yukarıdadır. Hepsini alt alta topladığımızda ne kadar “Sosyal refah Devlet”iyiz düşünmemiz gerek. Ülkemizde kiraların yüksek olması, mutfak masrafının fazla olması, işsizlik, elektrik-telefon-su giderlerinin artması, giyim kuşamın pahalı olması, eğitime katkı payları alınması ve eğitim giderlerinin pahalı olmasıyla verilen 1600 tl lik asgari ücret ile “Sosyal refah Devleti”nden ne kadar söz edilebilir?
İktidarımızın bir kez daha “Sosyal refah Devleti” ile ilgili unsurları gözden geçirmesinde ve düzenlemeleri “Sosyal refah Devleti” anlayışına göre yapmasında fayda olduğunu düşünüyorum. Zira “Sosyal refah Devleti” ile demokrasi balans ayarlarımızda arıza var diyorum.
Son söz olarak; sosyal devlet, liberalizmin 20. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı bunalımı aşma ve kendini devam ettirebilme çabalarının bir sonucudur. Liberal felsefeye dayanan “sınırlı devlet” anlayışı kendi içinde bir dönüşüm geçirerek “sosyal devlet” aşamasına ulaşmıştır.
* Sosyal devlet, demokratik bir hukuk devletidir.
* Sosyal devletin ekonomik düzeni piyasa ekonomisidir.
* Sosyal devlet müdahaleci, düzenleyici ve girişimci bir devlet anlayışıdır.
* Sosyal devlet, bir hizmet devletidir.
* Sosyal devlet, tüm yurttaşlarını ama öncelikle güçsüzleri, düşkün ve yoksulları koruyan devlettir.
Sosyal devlet, “sosyalist devlet” ya da “sosyalist devlete giden bir yol” değildir. Halkın refah seviyesinin artırılmasıdır.
Saygılarımla


Mustafa Kemal Bektaş

http://www.samsunhaber.com.tr/sosyal-refah-ve-hukuk-devleti-de-ne-demek-makale,174.html

http://www.samsunhaber.com.tr/sosyal-refah-ve-hukuk-devleti-de-ne-demek-makale,174.html