ÜLKEMİZİN TARIM POLİTİKALARINDA Kİ AÇMAZLARI !...
Şimdiye kadar tarım ve hayvancılıkla ilgili çok şey yazıldı çok şey
söylendi. Herkes kendine göre mahallî olarak alınması gereken tedbirlerle ile
ilgili bir şeyler söylüyor. Hükümet ise her şeyin yolunda olduğu ve çağ
atladığımızı söylemekte. Peki, biz kime inanacağız. Madem her şey yolunda ise
ithalat zincirine sırası ile et, canlı hayvan, saman, yetmedi soğan, patates
derken daha birçok gıda maddeleri de eklenecek gibi gözüküyor.
İşin özü üretmeden tüketiyoruz. Üretecek vatandaşlarımız topraklarında
değil şehirlerde geziyor. Bu dost dediğimiz mikrop ülkeler terör belasını
başımıza bela ettiğinden beridir üretecek vatandaşlar can güvenliklerinden
dolayı topraklarından adeta kaçtılar. Kaçtılar da kaçmasına bu seferde
şehirlerde sorun artmaya başladı. Misal 100 bin kişiye göre yapılmış alt
yapılar, yollar yetmez oldu. Hastaneler çekmez oldu. Sular, elektrik alt yapısı,
sağlık ocakları ve bir sürü hizmetler yetişmez oldu. Bu kerede şehirlerde suç
oranları artmaya başladı. Ne karakollar ne hapishaneler hizmete cevap
verebiliyor. Faili meçhul olaylar bile artmaya başladı.
Peki köyünü terk eden vatandaşımızın topraklarına ne oldu? Ne olacak çoğu çoraklaştı.
Tarım ve hayvancılıkla uğraşan halkımız şehirlerde vasıfsız işlerde ekmeğini
kazanmaya çalıştı. Çoğu tarlasını satıp iyi bir iş kurma umuduyla şehre gelip şehirde
birikintisini de kaybetti. Aynı Şener Şen’in beyaz perde de canlandırdığı “Maho ağa” gibi.
Hükümet şimdilerde köyüne dönene 300 koyun vaadiyle yıldızlı projeler
hazırlıyor. Hazırlıyor hazırlamasına da adeta o proje kredi verilmemesi için
hazırlanmış gibi.
Hükümet bunun yanında teşvik vererek halkı tarım ve hayvancılığa döndürmeye
çalışıyor ama teşvikler vatandaşı tembelleştiriyor. Beleş yedirmeye
alıştırıyor. Hükümetimiz bu işi bilinçsizce yapıyor.
Hükümet, sırf kentlerden, kırsal kesimlerden oy alamayacağı yerlerden de oy
almak amacıyla Büyükşehir yasaları çıkardı. Köyler mahalle oldu. Büyükşehirin
sınırları neredeyse tüm ilçeleri de yuttu. Bu seferde ne oldu Köyler mahalle
olunca tarım arazileri tamamen arsa oldu. Adam arsa değerli niye eksin ki? En
değerli tarım arazileri kat karşılığı apartman olarak verilmeye başlandı.
Tarlalar arsa oldu. Vergileri arsa oldu. Kısacası “kaş yapalım derken resmen göz çıkarıldı.”
Ülkemizde ki tarım arazilerinin yüzde yetmişi şüyuludur. Yani iki göbeğe
varan hisseli durumda. Şaşırdınız değil mi? Neden diye sorarsanız ülkemizde
maalesef kadını insandan saymazlar. Ona mal vermezler. Ülkemizdeki
vatandaşların neredeyse geneli Kureyş kafalı erkek hegemonyasını tatbik eden
bir sistem kendi aralarında otomatik kurmuşlar, bu yüzden kimse mal paylaşımı yapamıyor. Allah
c.c bile Kuranı Kerimde iki hisse erkeğe, bir hisse kadına derken bu Kureyş
bozuntuları kadını insandan sayıp malını bile vermiyor. Bu bir kul hakkıdır.
Allah c.c. kul hakkı ile karşımıza gelmeyin derken vereselerle helalleşmeden
Kâbe’ye evine yüzsüzce gidebiliyorlar. Bunun neresi Müslümanlık anlamadım?
Konumuza biz kaldığımız yerden devam edelim..
Büyükşehirin sınırları her tarafa taşınca tarlalar arsa olunca da vergi
ödemesi çıktı başlarına. Tarlalar zaten kendilerine ait olmadığından mazottu,
gübreydi, tohumluktu, işçilikti derken üretilen ürün giderle başa baş gelmeye
başladı. Birde vergi çıkınca, tarla kendisine ait olmadığından teşvikleri de
alamaz oldular. Ben birkaç yıl önce rahmetli anneme “merak etme sen onlar sana şu malını al ya da paylaşalım diye
yalvaracaklar” dediğimde bana inanmamıştı. Ve en sonunda dediğim şeyde
annem rahmetli olmadan önce kendi gözü önünde gerçekleşti. Ve iddia ediyorum
teşvikleri almak amacıyla tarla hissedarları adına atılan imzaların yüzde
altmışı sahte imzadır. Herkes Tarım Müdürlüklerine uğrarsa imzasını görebilir.
Mesela annemgil hiçbir yere imza atmadı. Yine tapu kadastro geçen köy yerlerinde
ki bilirkişilerin hepsi hissedarlardan olup, köyünde olmayıp evlenip ayrılan
kadınların mallarını gasp etmek için fırsat kollayanlardandı. Bir nevi
hırsızlığı kollayanlardı. Yani devlet resmen hırsızlık yapanlarla birlik olup,
hakkının ne olduğunu bilmeden koca evine giden kadınlarımızın malını resmen
peşkeş çekmesine seyirci oldu ve zemin hazırlamış oldu. Zaten ekonomik sıkıntının
içinde olan halk tarım mahsullerinden yoksun olunca büyükşehirlerde ki kadersiz
insanlarımız telef oldu..
Neyse biz konumuza dönelim. Çözüm gayet basit önce tüm tarım arazilerini
kadastrodan geçirip, mal paylaşımını yaptırmalıdır. Doğu bölgelerimizde toprak
ağalığı, marabalık, aşiret sistemi bir
an önce yok edilmelidir. Bu arada kadastro işlemini yaparken tarım arazilerine
5 dönüm ve arsalara da 750 metrekarelik bir standart uygulanmalıdır. Bu
miktarların altında paylaşım yapılmamalı, önce hissedarlar kendi arasında günün
rayiç bedelinden alım satım yapılmalı, gücü kimsenin almaya yetmiyorsa devlet
eliyle pazarlık usulü bu araziler satışa çıkarılmalıdır. Bu satışların her
aşamasında devlet mutlaka olmalıdır. Avrupa’da ki sistem böyledir. Eğer bu
yapılmazsa adam 100 metrekareyi bile aralarında pay ederken kavga niza
çıkmakta, gelip tarım arazinin göbeğine ev yapmakta, ondan sonrada yol
sorunundan birbirilerini katletmektedirler. Bu tarım arazilerine kim iskân vermişse
aslında mahkemeye verilmelidir. Bu verilen iskân resmen devlete hıyanetlikten
başka bir şey değildir.
Tarımda kullanılan tohumlukların hepsi genleri değiştirilmiştir. Tarım
ilaçları ile yabancı otlar temizlenmesinde güçlük çekilince genlerine farklı
kimyasal eklenmekte, bu kez de tohum bir senelik üretim ömrü olduğundan diğer
sene üretimi sıfıra yakındır. Yani sizi kendilerine muhtaç ederler, her yıl
paranızı mecburi alırlar. Ülkemize has o güzelim yedi veren tabir ettiğimiz
tohumlukları maalesef çaldılar. Bizi kendilerine muhtaç ettiler.
Yine üreticilerimiz toprağın analizini yaptırmadan kendilerine göre ekim
yaptılar. Bilinçsizce gübre serptiler. Resmen toprağı kimyasal alaşıma
çevirdiler. Bu kimyasallar içme sularına kadar karıştı. Buna paralel olarak da
kanser türleri türedi. Yediğimiz içtiğimiz zehir oldu.
Mazottur, işçiliktir, tohumluktur derken tarımdan elde edilen gelir gideri
karşılayamaz oldu. Terörde üzerine tuz biber oldu. Üreticiler, yaylaları,
meraları kullanamaz oldu. Hayvancılığı terk ettiler. Oralarda hem kendi
ailesini beslerlerken, ürettikleri ile de çevresindeki halka satış yaparak
beslerlerdi. Dövizimiz elimizde kalırdı. Şimdi ne oldu? Neredeyse peynirin bile
çoğunu dışarıdan ithal ediyoruz. Eti, samanı, patatesi, soğanı ithal etmeye başladık.
Bakalım daha neleri ithal edeceğiz !
Tarım bakanımızın kendisi doktor. Kalkıp “soğan, patates depolarda çok var dediler. İhraca izin verdik. Bir
liralık patates nasıl 6 lira oldu anlamadım” diyebiliyor. Ve bunun önünü
keseriz sorun yok deyip Suriye’den 4.000 ton patates ithal ediliyor. Demek ki
ne varsa komşu da varmış. Ne gerek vardı bunca savaşa. Amerika’ya uyup komşu
ile kötü olmaya gerek var mıydı? Neyse konumuz bu değil biz konumuza devam
edelim.
Siz her sıkıştığınızda her şeyi ithal ederseniz bir daha ki sene üreticiler
patates ve soğanı yada ithal ettikleriniz bir daha üretir mi? “Devlet ithal edip bizi batırıyor” diye
bir daha da üretmezler. Yani kısacası politikalarda yanlışlık var.
Bu konuyu incelemeye devam edeceğiz. Yazım uzayıp gidecek sonra uzun oldu
deyip okumazsanız emeklerim heba olacak….
Tekrar birlikte olmak dileğimle.. Saygılarımla
Mustafa Kemal Bektaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder