32 FARZ
YAZAN : MUSTAFA KEMAL BEKTAŞ - 2 -
Yoksa siz Yakub’un, ölüm
döşeğinde iken çocuklarına, “Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?” dediği,
onların da, “Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan
tek bir ilâha ibadet edeceğiz; bizler O’na boyun eğmiş müslümanlarız.”
dedikleri zaman orada hazır mı bulunuyordunuz? BAKARA 133
وَقَالُوا كُونُوا هُودًا أَوْ نَصَارَى تَهْتَدُوا
قُلْ بَلْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
“Ve kalu kunu huden ev nesara tehtedu, kul bel millete ibrahime
hanifa, ve ma kane minel müşrikin”
(Yahudiler) “Yahudi
olun" ve (Hıristiyanlar da) "Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız”
dediler. De ki: “Hayır, hakka yönelen İbrahim’in dinine uyarız. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”
BAKARA 135
قُولُوا آمَنَّا بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ
إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ
وَيَعْقُوبَ وَالأسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَمَا أُوتِيَ
النَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ
لَهُ مُسْلِمُونَ
“Kulu amenna billahi ve ma ünzile ileyna ve ma ünzile ila
ibrahime ve ismaiyle ve ishaka ve ya'kube vel esbati ve ma utiye musa ve iysa
ve ma utiyen nebiyyune mir rabbihim, la nüferriku beyne ehadim minhüm ve nahnü
lehu müslimun”
Deyin ki: “Biz Allah’a, bize
indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına
indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer
peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden
ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.” BAKARA 136
أَمْ تَقُولُونَ إِنَّ إِبْرَاهِيمَ
وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالأسْبَاطَ كَانُوا هُودًا أَوْ
نَصَارَى قُلْ أَأَنتُمْ أَعْلَمُ أَمِ اللّهُ وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن كَتَمَ
شَهَادَةً عِندَهُ مِنَ اللّهِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
“Em tekulune inne ibrahime ve ismaiyle ve ishaka ve ya'kube vel
esbata kanu huden ev nesara, kul e entüm a'lemü emillah, ve men azlemü mimmen
keteme şehadeten indehu minellah, ve mallahü bi ğafilin amma ta'melun”
Yoksa siz, “İbrahim de,
İsmail de, İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da hıristiyan
idiler” mi diyorsunuz? De
ki: “Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah tarafından kendisine
ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir? Allah, yaptıklarınızdan
habersiz değildir. BAKARA 140
تِلْكَ أُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ لَهَا مَا كَسَبَتْ
وَلَكُم مَّا كَسَبْتُمْ وَلاَ تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
“Tilke ümmetün kad halet, leha ma kesebet ve leküm ma kesebtüm,
ve la tüs'elune amma kanu ya'melun”
Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların
kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu
tutulacak değilsiniz. BAKARA 141
كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ
يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ
وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ
“Kema erselna fiküm rasulem minküm yetlu aleyküm ayatina ve
yüzekkiküm ve yüallimükümül kitabv vel hikmete ve yüallimüküm ma lem tekunu
ta'lemun”
Nitekim kendi aranızdan,
size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti
öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik. BAKARA 151
فَهَزَمُوهُم بِإِذْنِ اللّهِ وَقَتَلَ دَاوُودُ
جَالُوتَ وَآتَاهُ اللّهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَاء
وَلَوْلاَ دَفْعُ اللّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَّفَسَدَتِ الأَرْضُ وَلَـكِنَّ
اللّهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمِينَ
“Fe hezemuhüm bi iznillahi ve katele davudü calute ve atahüllahül
mülke vel hikmete ve allemehu mimma yeşa', ve lev la def'ullahin nase ba'dahüm
bi ba'dil le fesedetil erdu ve lakinnellahe zu fadlin alel alemin”
Derken, Allah’ın izniyle
onları bozguna uğrattılar. Davud,
Câlût’u öldürdü. Allah, ona (Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona
dilediğini öğretti. Eğer
Allah’ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü
bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir. BAKARA 251
تِلْكَ آيَاتُ اللّهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ
بِالْحَقِّ وَإِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ
“Tilke ayatüllahi netluha aleyke bil hakk, ve inneke le minel
mürselin”
İşte bunlar Allah’ın
âyetleridir. Biz onları sana hak olarak
okuyoruz. Şüphesiz sen, Allah tarafından gönderilmiş peygamberlerdensin. BAKARA 252
تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى
بَعْضٍ مِّنْهُم مَّن كَلَّمَ اللّهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ وَآتَيْنَا
عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ وَلَوْ
شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذِينَ مِن بَعْدِهِم مِّن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ
الْبَيِّنَاتُ وَلَـكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ وَمِنْهُم مَّن كَفَرَ
وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلَـكِنَّ اللّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ
“Tilker rusülü faddalna ba'dahüm ala ba'd, minhüm men
kellemellahe ve rafea ba'dahüm deracat, ve ateyna iysebne meryemel beyyinati ve
eyyednahü bi ruhil kudüs, ve lev şaellahü maktetelellezine mim ba'dihim mim
ba'di ma caethümül beyyinatü ve lakiniltelefu fe minhüm men amene ve minhüm men
kefar, ve lev şaellahü maktetelu ve lakinnellahe yef'alü ma yürid”
İşte peygamberler! Biz,
onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları
vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa’ya ise açık deliller verdik
ve onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Eğer Allah dileseydi, bunların
arkasından gelen (millet)ler, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra,
birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler. Onlardan inananlar da
vardı, inkâr edenler de. Yine Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi.
Lâkin Allah dilediğini yapar. BAKARA 253
آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن
رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ
وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُوا سَمِعْنَا
وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
“Amener rasulü bi ma ünzile ileyhi mir rabbihi vel mü'minun,
küllün amene billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusülih, la nüferriku beyne
ehadim mir rusülih, ve kalu semi'na ve eta'na ğufraneke rabbena ve ileykel
masiyr”
Peygamber,
Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler
de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve
peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt
etmeyiz.” Şöyle de
dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz.
Sonunda dönüş yalnız sanadır.” BAKARA
285
*******************
إِنَّ اللّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحًا وَآلَ
إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ
“İnnellahestafa ademe ve nuhav ve ale ibrahime ve ale imrane alel
alemin” ÂLİ İMRÂN 33
ذُرِّيَّةً
بَعْضُهَا مِن بَعْضٍ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
“Zürriyyetem
ba'duha mim ba'd, vallahü semiun alim” ÂLİ İMRÂN 34
Şüphesiz Allah, Âdem’i,
Nûh’u, İbrahim ailesini (soyunu) ve İmran ailesini (soyunu) birbirinden gelmiş
birer nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı. Allah, her şeyi hakkıyla işitendir,
hakkıyla bilendir. ÂLİ IMRÂN 33-34
هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ قَالَ رَبِّ
هَبْ لِي مِن لَّدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاء
“Hünalike
dea zekeriyya rabbeh, kale rabbi heb li mil ledünke zürriyyeten tayyibeh,
inneke semiud düa' ”
Orada Zekeriya Rabbine dua
etti: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin”
dedi. ÂLİ IMRÂN 38
فَنَادَتْهُ الْمَلآئِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ
يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ أَنَّ اللّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَـى مُصَدِّقًا
بِكَلِمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِّنَ الصَّالِحِينَ
“Fe nadethül melaiketü ve hüve kaimüy yüsalli fil mihrabi
ennellahe yübeşşiruke bi yahya müsaddikam bi kelimetim minellahi ve seyyidev ve
hasurav ve nebiyyem mines salihiyn”
Zekeriya mabedde namaz
kılarken melekler ona, “Allah sana, kendisinden gelen bir kelimeyi (İsa’yı)
doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı
müjdeler” diye seslendiler. ÂLİ IMRÂN 39
قَالَ رَبِّ أَنَّىَ يَكُونُ لِي غُلاَمٌ وَقَدْ
بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ قَالَ كَذَلِكَ اللّهُ يَفْعَلُ مَا
يَشَاء
“Kale rabbi enna yekunü li ğulamüv ve kad beleğaniyel kiberu
vemraeti akir, kale kezalikellahü yef'alü ma yeşa' “
Zekeriya, “Ey Rabbim! Bana
ihtiyarlık gelip çatmış iken ve karım da kısır iken benim nasıl çocuğum olabilir?”
dedi. Allah, “Öyledir,
ama Allah dilediğini yapar” dedi. ÂLİ IMRÂN 40
إِذْ قَالَتِ الْمَلآئِكَةُ يَا مَرْيَمُ إِنَّ
اللّهَ يُبَشِّرُكِ بِكَلِمَةٍ مِّنْهُ اسْمُهُ الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ
وَجِيهًا فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمِنَ الْمُقَرَّبِينَ
“İz kaletil melaiketü ya meryemü innellahe yübeşşiruki bi
kelimetim minhüm ismühül mesihu iysebnü meryeme vecihen fid dünya vel ahirati
ve minel mükarrabin “
Hani melekler şöyle
demişti: “Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki,
adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’a çok
yakın olanlardandır.” ÂLİ
IMRÂN 45
يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تُحَآجُّونَ فِي
إِبْرَاهِيمَ وَمَا أُنزِلَتِ التَّورَاةُ وَالإنجِيلُ إِلاَّ مِن بَعْدِهِ
أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
“Ya ehlel kitabi lime tühaccune fi ibrahime ve ma ünziletit
tevratü vel incilü illa mim ba'dih, e fela ta'kilun”
Ey kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz.
Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz? ÂLİ IMRÂN 65
مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلاَ
نَصْرَانِيًّا وَلَكِن كَانَ حَنِيفًا مُّسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
“Ma kane ibrahimü yehuddiyyev ve la nasraniyyev ve lakin kane
hanifem müslima, ve ma kane minel müşrikin”
İbrahim, ne Yahudi idi, ne
de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir
müslümandı. Allah’a
ortak koşanlardan da değildi. ÂLİ IMRÂN 67
إِنَّ أَوْلَى النَّاسِ بِإِبْرَاهِيمَ
لَلَّذِينَ اتَّبَعُوهُ وَهَـذَا النَّبِيُّ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَاللّهُ وَلِيُّ
الْمُؤْمِنِينَ
“İnne evlen nasi bi ibrahime lellezinettebeuhü ve hazen nebiyyü
vellezine amenu, vallahü veliyyül mü'minin”
Şüphesiz, insanların
İbrahim’e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed)
ve mü’minlerdir. Allah da mü’minlerin dostudur. ÂLİ IMRÂN 68
قُلْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ عَلَيْنَا
وَمَا أُنزِلَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ
وَالأَسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَالنَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لاَ
نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
“Kul amenna bilbillahi ve ma ünzile aleyna ve ma ünzile ala
ibrahime ve ismaiyle ve ishaka ve ya'kube vel esbati ve ma utiy musa ve iysa
ven nebiyyune mir rabbihim, la nüferriku beyne ehadim minhüm ve nahnü lehu
müslimun”
De
ki: “Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a
ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden
verilene inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz O’na teslim
olanlarız.” ÂLİ IMRÂN 84
قُلْ صَدَقَ اللّهُ فَاتَّبِعُوا مِلَّةَ
إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
“Kul sadekallahü fettebiu millete ibrahime hanifa, ve ma kane
minel müşrikin”
De ki: “Allah, doğru
söylemiştir. Öyle ise hakka yönelen
İbrahim’in dinine uyun. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” ÂLİ IMRÂN 95
وَمَا مُحَمَّدٌ إِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن
قَبْلِهِ الرُّسُلُ أَفَإِن مَّاتَ أَوْ قُتِلَ انقَلَبْتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ
وَمَن يَنقَلِبْ عَلَىَ عَقِبَيْهِ فَلَن يَضُرَّ اللّهَ شَيْئًا وَسَيَجْزِي
اللّهُ الشَّاكِرِينَ
“Ve ma muhammedün illa rasul, kad halet min kablihir rusül, e fe
im mate ev kutilenkalebtüm ala a'kabiküm, ve mey yenkalib ala akibeyhi fe ley
yedurrallahe şey'a, ve seyeczillahüş şakirin”
Muhammed, ancak bir
peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse
gerisingeriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisingeriye dönerse,
Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır. ÂLİ
IMRÂN 144
وَمَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَن يَغُلَّ وَمَن
يَغْلُلْ يَأْتِ بِمَا غَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ثُمَّ تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ
مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
“Ve ma kane li nebiyyin ey yeğull, ve mey yağlül ye'ti bi ma
ğalle yevmel kiyameh, sümme tüveffa küllü nefsim ma kesebet ve hüm la yuzlemun”
Hiçbir peygamberin emanete
hıyanet etmesi düşünülemez. Kim hıyanet ederse, kıyamet günü, hıyanet ettiği şeyle birlikte
gelir. Sonra da hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese kazandığının
karşılığı tastamam ödenir. ÂLİ IMRÂN 161
مَّا كَانَ اللّهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنِينَ
عَلَى مَا أَنتُمْ عَلَيْهِ حَتَّىَ يَمِيزَ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَمَا
كَانَ اللّهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلَكِنَّ اللّهَ يَجْتَبِي مِن
رُّسُلِهِ مَن يَشَاء فَآمِنُوا بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَإِن تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا
فَلَكُمْ أَجْرٌ عَظِيمٌ
“Ma kanellahü li yezeral mü'minine ala ma entüm aleyhi hatta
yemizel habise minet tayyib, ve am kanellahü li yutliaküm alel ğaybi ve
lakinnellahe yectebi mir rusülihi mey yeşaü fe aminu billahi ve rusülih, ve in
tü'minu ve tetteku fe le küm ecrun aziym”
Allah, pisi temizden
ayırıncaya kadar mü’minleri içinde bulunduğunuz şu durumda bırakacak değildir.
Allah, size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer
(gaybı ona bildirir). O hâlde, Allah’a ve peygamberlerine
iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız sizin için
büyük bir mükâfat vardır. ÂLİ IMRÂN 179
الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللّهَ عَهِدَ
إِلَيْنَا أَلاَّ نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتَّىَ يَأْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَأْكُلُهُ
النَّارُ قُلْ قَدْ جَاءكُمْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِي بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذِي
قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
“Ellezine kalu innellahe ahide ileyna ella nü'mine li rasulin
hatta ye'tiyena bi kurbanin te'külühün nar, kul kad caeküm rusülüm min kabli
bil beyyinati ve billezi kultüm fe lime kateltümuhüm in küntüm sadikiyn”
Onlar, “Allah, bize, ateşin yiyeceği bir kurban
getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti” dediler. De ki: “Benden
önce size nice peygamberler, açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi.
Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz?” ÂLİ
IMRÂN 183
فَإِن كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِّن
قَبْلِكَ جَآؤُوا بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُنِيرِ
“Fe in kezzebuke fe kad küzzibe rusülüm min kablike cau bil
beyyinati vez zübüri vel kitabil Münir”
Eğer seni yalanladılarsa,
senden önce açık delilleri, hikmetli sayfaları ve aydınlatıcı kitabı getiren
peygamberler de yalanlanmıştı. ÂLİ IMRÂN 184
رَّبَّنَا إِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا
يُنَادِي لِلإِيمَانِ أَنْ آمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَآمَنَّا رَبَّنَا فَاغْفِرْ
لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الأبْرَارِ
“Rabbena innena semi'na münadiyey yünadi lil imani en aminu bi
rabbiküm fe amenna, rabbena fağfir lena zünubena ve keffir anna seyyiatina ve
teveffena meal ebrar “
“Rabbimiz!
Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman
ettik.
Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber
al.” ÂLİ IMRÂN 193
رَبَّنَا وَآتِنَا مَا وَعَدتَّنَا عَلَى
رُسُلِكَ وَلاَ تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّكَ لاَ تُخْلِفُ الْمِيعَادَ
“Rabbena ve atina ma veadtena ala rusülike ve la tuhzina yevmel
kiyameh, inneke la tuhlifül miad”
“Rabbimiz! Peygamberlerin
aracılığı ile bize va’dettiklerini ver bize. Kıyamet günü bizi rezil etme.
Şüphesiz sen, va’dinden dönmezsin.” ÂLİ IMRÂN 194
*******************
أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ
اللّهُ مِن فَضْلِهِ فَقَدْ آتَيْنَا آلَ إِبْرَاهِيمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ
وَآتَيْنَاهُم مُّلْكًا عَظِيمًا
“Em yahsüdunen nase ala ma atahümüllahü min fadlih fe kad ateyna
ale ibrahimel kitabe vel hikmete ve ateynahüm mülken aziyma”
Yoksa, insanları; Allah’ın
lütfundan kendilerine verdiği şey dolayısıyla kıskanıyorlar mı? Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap
ve hikmet vermişizdir. Onlara büyük bir hükümranlık da vermiştik. NİSA 54
وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ
وَجْهَهُ لله وَهُوَ مُحْسِنٌ واتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَاتَّخَذَ
اللّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً
“Ve men ahsenü dinem mimmen esleme vechehu lillahi ve hüve
muhsinüv vettebea millete ibrahime hanifa vetetehazellahü ibrahime halila”
Kimin dini, iyilik yaparak
kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim’in dinine tabi olan
kimsenin dininden daha güzeldir? Allah, İbrahim’i dost edindi. NİSA 125
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا آمِنُوا
بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ
الَّذِيَ أَنزَلَ مِن قَبْلُ وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ
وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
“Ya eyyühellezine amenu aminu billahi ve rasulihi vel kitabillezi
nezzele ala rasulihi vel kitabillezi enzele min kabl ve me yekfür billahi ve
melaiketihi ve kütübihi ve rusülihi vel yevmil ahiri fe kad dalle dalalem
beiyda”
Ey iman edenler! Allah’a,
Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman
edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü
inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.
NİSA 136
إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللّهِ
وَرُسُلِهِ وَيُرِيدُونَ أَن يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللّهِ وَرُسُلِهِ وَيقُولُونَ
نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُرِيدُونَ أَن يَتَّخِذُوا بَيْنَ
ذَلِكَ سَبِيلاً
“İnnellezine yekfürune billah ive rusülihi ve yüridune ey
yüferriku beynellahi ve rusülihi ve yekulune nü'minü bi ba'div ve nekfürü bi
ba'div ve yüridune ey yettehizu beyne zalike sebila” NİSA 150
أُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّا
وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا
“Ülaike hümül kafirune hakka ve a'tedna lil kafirine azabem
mühiyna” NİSA 151
Şüphesiz,
Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah’a inanıp peygamberlerine
inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, “(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini
inkâr ederiz” diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol
tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kâfirlerdir. Biz de kâfirlere
alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
NİSA 150-151
وَالَّذِينَ آمَنُوا بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلَمْ
يُفَرِّقُوا بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ أُوْلَـئِكَ سَوْفَ يُؤْتِيهِمْ أُجُورَهُمْ
وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا
“Vellezine amenu billahi ve rusülihi ve lem yüferriku beyne
ehadim minhüm ülaike sevfe yü'tihim ücurahüm ve kanellahü ğafurar rahiyam”
Allah’a
ve peygamberlerine iman edenler ve onlardan hiçbirini diğerlerinden
ayırmayanlara gelince, işte onlara Allah mükâfatlarını verecektir. Allah, çok bağışlayıcıdır,
çok merhamet edicidir. NİSA 152
إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا
إِلَى نُوحٍ وَالنَّبِيِّينَ مِن بَعْدِهِ وَأَوْحَيْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ
وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالأَسْبَاطِ وَعِيسَى وَأَيُّوبَ
وَيُونُسَ وَهَارُونَ وَسُلَيْمَانَ وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُورًا
“İnna evhayna ileyke kema evhayna ila nuhiv ven nebiyyine mim
ba'dih ve evhayna ila ibrahime ve ismaiyle ve ishaka ve ya'kube vel esbati ve
iysa ve eyyube ve yunüse ve harune ve süleyman ve ateyna davude zebura”
Biz, Nûh’a ve ondan sonra
gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e,
İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a
da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik. NİSA 163
وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِن
قَبْلُ وَرُسُلاً لَّمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا
“Ve rusülen kad kasasnahüm aleyke min kablü ve rusülel lem
naksushüm aleyk ve kellemellahü musa teklima”
Daha önce kıssalarını sana
anlattığımız peygamberler gönderdik. Anlatmadığımız (nice) peygamberler de
gönderdik. Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu. NİSA 164
رُّسُلاً مُّبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ لِئَلاَّ
يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ وَكَانَ اللّهُ عَزِيزًا
حَكِيمًا
“Rusülem mübeşşirine ve münzirine li ella yekune lin nasi
alellahi huccetüm ba'der rusül ve kanellahü azizen hakima”
Müjdeleyiciler ve
uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların
Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. NİSA
165
يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُوا فِي
دِينِكُمْ وَلاَ تَقُولُوا عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقِّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ
عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ
وَرُوحٌ مِّنْهُ فَآمِنُوا بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلاَ تَقُولُوا ثَلاَثَةٌ
انتَهُوا خَيْرًا لَّكُمْ إِنَّمَا اللّهُ إِلَـهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَن
يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى
بِاللّهِ وَكِيلاً
“Ya ehlel kitabi la tağlu fi diniküm ve la tekulu alellahi illel
hakk innemel mesihu iysebnü meryeme rasulüllahi ve kelimetüh elkaha ila meryeme
ve ruhum minhü fe aminu billahi ve rusülih ve la tekulu selaseh intehu hayral
leküm innemellahü ilahüv vahid sübhanehu ey yekune lehu veled lehu ma fis
semavati ve ma fil ard ve kefa billahi vekila”
Ey Kitab ehli! Dininizde
sınırları aşmayın ve Allah hakkında ancak hakkı söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah’ın
peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı (emriyle onda var ettiği) kelimesi ve
kendisinden bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve peygamberlerine iman edin, “(Allah) üçtür” demeyin.
Kendi iyiliğiniz için buna son verin. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, çocuk
sahibi olmaktan uzaktır. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Vekil
olarak Allah yeter. NİSA 171
*******************
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ
بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
“Ve ma erselnake illa kaffetel lin nasi beşirav ve nezirav ve
lakinne ekseran nasi la ya'lemun”
Biz, seni ancak bütün
insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler. SEBE 28
*******************
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالْدَّمُ
وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ
وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ
إِلاَّ مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَن تَسْتَقْسِمُوا
بِالأَزْلاَمِ ذَلِكُمْ فِسْقٌ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن دِينِكُمْ
فَلاَ تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِ الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ
وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا فَمَنِ
اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِّإِثْمٍ فَإِنَّ اللّهَ غَفُورٌ
رَّحِيمٌ
“Hurrimet aleykümül meytetü ved demü ve lahmül hinziri ve ma
ühille li ğayrillahi bihi vel münhanikatü vel mevkuzetü vel müteraddiyetü ven
netiyhatü ve ma ekeles sebüu illa ma zekkeytüm ve ma zübiha alen nüsubi ve en
testaksimu bil ezlam zaliküm fisk elyevme yeissellezine keferu min diniküm fe
la tahşevhüm vahşevn elyevme ekmeltü leküm dineküm ve etmentü aleyküm ni'meti
ve radiytü lekümül islame dina fe menidturra fi mahmesatin ğayra mütecanifil li
ismin fe innellahe ğafurur rahiym”
Ölmüş hayvan, kan, domuz
eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken)
kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş,
boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile
dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet
aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah’a itaatten
kopmak)tır. Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler.
Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi
tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır,
günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse, şüphesiz ki Allah çok
bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. MÂİDE 3
وَلَقَدْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ بَنِي
إِسْرَائِيلَ وَبَعَثْنَا مِنهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا وَقَالَ اللّهُ إِنِّي
مَعَكُمْ لَئِنْ أَقَمْتُمُ الصَّلاَةَ وَآتَيْتُمُ الزَّكَاةَ وَآمَنتُم
بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمُ اللّهَ قَرْضًا حَسَنًا
لَّأُكَفِّرَنَّ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن
تَحْتِهَا الأَنْهَارُ فَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء
السَّبِيلِ
“Ve le kad ehazellahü misaka beni israil ve beasna minhümüsney
üşera nekiyba ve kalellahü inni meaküm lein ekamtümüs salate ve ateytümüz
zekate ve amentüm bi rusüli ve azzertümuhüm ve akradtümüllahe kardan hasenel le
ükeffiranne anküm seyyiatiküm ve le üdhilenneküm cennatin tecri min tahtihel
enhar fe men kefera ba'de zalike minkümfe kad dalle sevaes sebil”
Andolsun, Allah
İsrailoğullarından sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan-
seçmiştik. Allah, şöyle demişti:
“Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekâtı verir ve elçilerime
inanır, onları desteklerseniz, (fakirlere gönülden yardımda bulunarak) Allah’a
güzel bir borç verirseniz, elbette sizin
kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere
koyarım. Ama
bundan sonra sizden kim inkâr ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan sapmıştır.” MÂİDE 12
يَا أَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَاءكُمْ رَسُولُنَا
يُبَيِّنُ لَكُمْ عَلَى فَتْرَةٍ مِّنَ الرُّسُلِ أَن تَقُولُوا مَا جَاءنَا مِن
بَشِيرٍ وَلاَ نَذِيرٍ فَقَدْ جَاءكُم بَشِيرٌ وَنَذِيرٌ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Ya ehlel kitabi kad caeküm rasulüna yübeyyinü leküm ala fetratim
miner rusüli en tekulu ma caena mim beşiriv ve la nezirin fe kad caeküm beşiruv
venezir vallahü ala külli şey'in kadir”
Ey kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiği bir
sırada, “Bize ne müjdeleyici bir peygamber geldi, ne de bir uyarıcı”
demeyesiniz diye, işte size (hakikatı) açıklayan elçimiz (Muhammed) geldi.
(Evet,) size bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
MÂİDE 19
وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ
اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ جَعَلَ فِيكُمْ أَنبِيَاء وَجَعَلَكُم
مُّلُوكًا وَآتَاكُم مَّا لَمْ يُؤْتِ أَحَدًا مِّن الْعَالَمِينَ
“Ve iz kale musa li kavmihi ya kavmizküru ni'metellahi aleyküm iz
ceale fiküm embiyae ve cealleküm mülukev ve ataküm ma lem yü'ti ehadem minel
alemin”
Hani Mûsâ, kavmine demişti
ki: “Ey kavmim! Allah’ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani içinizden
peygamberler çıkarmıştı. Sizi hükümdarlar kılmıştı ve (diğer) toplumlardan
hiçbirine vermediğini size vermişti.” MÂİDE 20
مِنْ
أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا
بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا
وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا وَلَقَدْ جَاءتْهُمْ
رُسُلُنَا بِالبَيِّنَاتِ ثُمَّ إِنَّ كَثِيراً مِّنْهُم بَعْدَ ذَلِكَ فِي
الأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ
“Min ecli zalike ketebna ala beni israile ennehu men katel nefsem
bi ğayri nefsin ev fesadin fil erdi fe keennema katelen nase cemia ve men
ahyaha fe keennema ahyan nase cemia ve le kad caethüm rusülüna bil beyyinati
sümme inne kesiram minhüm ba'de zalike fil erdi le müsrifun”
Bundan dolayı
İsrailoğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı
veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o
sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak)
yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve
âyetler) getirdiler. Ama
onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir. MÂİDE 32
وَقَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِعَيسَى ابْنِ
مَرْيَمَ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرَاةِ وَآتَيْنَاهُ
الإِنجِيلَ فِيهِ هُدًى وَنُورٌ وَمُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ
التَّوْرَاةِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِّلْمُتَّقِينَ
“Ve kaffeyna ala asarihim bi iysebni meryeme müsaddikal lima
beyne yedeyhi minet tevrati ve ateynahül incile fihi hüdev ve nuruv ve
müsaddikal lima beyne yedeyhi minet tevrati ve hüdev ve mev'izatel lil
müttekiyn”
O peygamberlerin izleri
üzere Meryem oğlu İsa’yı, önündeki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gönderdik. Ona,
içerisinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat’ı doğrulayan, Allah’a karşı
gelmekten sakınanlar için doğru yola iletici ve bir öğüt olarak İncil’i verdik.
MÂİDE 46
يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ
إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ
يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
“Ya eyyüher rasulü belliğ ma ünzile ileyke mir rabbik ve il lem
tef'al fe ma bellağte risaleteh vallahü ya'simüke minen nas innellahe la yehdil
kavmel kafirun”
Ey
Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun
verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan
korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir. MÂİDE 67
مَّا الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ إِلاَّ رَسُولٌ
قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ وَأُمُّهُ صِدِّيقَةٌ كَانَا يَأْكُلاَنِ
الطَّعَامَ انظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الآيَاتِ ثُمَّ انظُرْ أَنَّى
يُؤْفَكُونَ
“Mel mesihubnü meryeme illa rasul kad halet min kablihir rusül ve
ümmühu siddikah kana ye'külanit taam ünzur keyfe nübeyyinü lehümül ayati
sümmenzur enna yü'fekun”
Meryem oğlu Mesih, sadece
bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler geldi geçti. Onun annesi de dosdoğru bir kadındır.
(Nasıl ilâh olabilirler?) İkisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara âyetlerimizi
nasıl açıklıyoruz. Sonra bak ki, nasıl da (haktan) çevriliyorlar. MÂİDE 75
مَّا
عَلَى الرَّسُولِ إِلاَّ الْبَلاَغُ وَاللّهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا
تَكْتُمُونَ
“Ma aler rasuli illel belağ vallahü ya’lemü ma tübdune ve ma
tektümun”
Peygamberin
üzerine düşen ancak tebliğdir. Allah, sizin açıkladığınızı da,
gizlediğinizi de bilir. MÂİDE 99
يَوْمَ يَجْمَعُ اللّهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ
مَاذَا أُجِبْتُمْ قَالُوا لاَ عِلْمَ لَنَا إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ
“Yevme yecmeullahür rusüle fe yekulü ma za ücibtüm kalu la ilme
lenav inneke ente allamül ğuyub”
Allah’ın, peygamberleri
toplayıp “siz(den sonra davetiniz)e ne derece uyuldu?” diyeceği, onların da,
“Bizim hiçbir bilgimiz yok. Gaybleri hakkıyla bilen ancak sensin” diyecekleri
günü hatırlayın. MÂİDE
109
*******************
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِّن قَبْلِكَ
فَحَاقَ بِالَّذِينَ سَخِرُوا مِنْهُم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ
“Ve le kadistühzie bi rusülim min kablike fe haka billezine
sehiru minhüm ma kanu bihi yestehziun”
(Ey Muhammed!) Andolsun,
senden önce de birçok peygamber alaya alınmıştı da onlarla alay edenleri, alay
ettikleri şey kuşatıp mahvetmişti. EN'ÂM 10
وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِكَ
فَصَبَرُوا عَلَى مَا كُذِّبُوا وَأُوذُوا حَتَّى أَتَاهُمْ نَصْرُنَا وَلاَ
مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّهِ وَلَقدْ جَاءكَ مِن نَّبَإِ الْمُرْسَلِينَ
“Ve le kad küzzibet rusülüm min kablike fe saberu ala ma küzzibu
ve uzu hatta etahüm nasruna ve la mübeddile li kelimatillah ve le kad caeke min
nebeil mürselin”
Andolsun ki, senden önce
de birçok Peygamberler yalanlanmıştı da onlar yalanlanmalarına ve eziyet
edilmelerine karşı sabretmişler ve nihayet kendilerine yardımımız yetişmişti. Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek bir
güç de yoktur. Andolsun
peygamberler ile ilgili haberlerin bir kısmı sana gelmiş bulunuyor. EN'ÂM 34
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلاَّ
مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ فَمَنْ آمَنَ وَأَصْلَحَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ
هُمْ يَحْزَنُونَ
“Ve ma nürsilül mürseline illa mübeşşirine ve münzirin fe men
amene ve asleha fe la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun”
Biz
peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman
eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. EN'ÂM 48
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ كُلاًّ
هَدَيْنَا وَنُوحًا هَدَيْنَا مِن قَبْلُ وَمِن ذُرِّيَّتِهِ دَاوُودَ
وَسُلَيْمَانَ وَأَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسَى وَهَارُونَ وَكَذَلِكَ نَجْزِي
الْمُحْسِنِينَ
“Ve vehebna lehu ishaka ve ya'kub küllen hedeyna ve nuhan hedeyna
min kablü ve min zürriyyetihi davude ve süleymane ve eyyube ve yusüfe ve musa
ve harun ve kezalike neczil muhsinin”
Biz ona İshak’ı ve Yakub’u
armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nûh’u da hidayete
erdirmiştik. Zürriyetinden Dâvud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve
Hârûn’u da. İyilik
yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. EN'ÂM 84
وَزَكَرِيَّا وَيَحْيَى وَعِيسَى وَإِلْيَاسَ
كُلٌّ مِّنَ الصَّالِحِينَ
“Ve zekeriyya ve yahya ve iysa ve ilyas küllüm mines salihiyn”
Zekeriya’yı, Yahya’yı,
İsa’yı, İlyas’ı doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi salih kimselerden idi. EN'ÂM 85
وَإِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًا
وَكُلاًّ فضَّلْنَا عَلَى الْعَالَمِينَ
“Ve ismaiyle vel yesea ve yunüse ve luta ve küllen faddalna alel
alemin”
İsmail’i, Elyasa’ı,
Yûnus’u ve Lût’u da doğru yola erdirmiştik. Her birini âlemlere üstün
kılmıştık. EN'ÂM 86
وَمِنْ آبَائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ
وَإِخْوَانِهِمْ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
“Ve min abaihim ve zürriyyatihim ve ihvanihim vectebeyna hüm ve
hedeynahüm ila siratim müstekiym”
Babalarından,
çocuklarından ve kardeşlerinden bir kısmını da. Bütün bunları seçtik ve bunları
dosdoğru bir yola ilettik. EN'ÂM 87
اتَّبِعْ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ لا
إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ
“İttebi' ma uhiye ileyke mir rabbik la ilahe illa hu ve a'rid
anil müşrikin”
Ey Muhammed! Sen,
Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah’a ortak koşanlardan yüz
çevir. EN'ÂM 106
وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا أَشْرَكُوا وَمَا
جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ
“Ve lev şaellahü ma eşraku ve ma cealnake aleyhim hafiyza ve ma
ente aleyhim bi vekil”
Allah dileseydi ortak
koşmazlardı. Biz seni onların başına
bir bekçi yapmadık. Sen onlara vekil (onlardan sorumlu) da değilsin. EN'ÂM 107
وَإِذَا جَاءتْهُمْ آيَةٌ قَالُوا لَن نُّؤْمِنَ
حَتَّى نُؤْتَى مِثْلَ مَا أُوتِيَ رُسُلُ اللّهِ اللّهُ أَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ
رِسَالَتَهُ سَيُصِيبُ الَّذِينَ أَجْرَمُوا صَغَارٌ عِندَ اللّهِ وَعَذَابٌ
شَدِيدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ
“Ve iza caethüm ayetün kalu len nü'mine hatta nü'ta misle ma
utiye rusülüllah Allahü a'lemü haysü yec'alü risaleteh seyüsiybüllezine ecramu
sağarun indellahi ve azabün şedidüm bima kanu yemkürun”
Onlara bir âyet geldiği
zaman, “Allah elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar asla
inanmayacağız” derler. Allah, elçilik görevini kime vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenlere Allah katından bir aşağılık
ve yapmakta oldukları hilekârlık sebebiyle çetin bir azap erişecektir. EN'ÂM
124
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالإِنسِ أَلَمْ
يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِي وَيُنذِرُونَكُمْ
لِقَاء يَوْمِكُمْ هَـذَا قَالُوا شَهِدْنَا عَلَى أَنفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ
الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُوا كَافِرِينَ
“Ya ma'şeral cinni vel insi e lem ye'tiküm rusülüm minküm
yekussune aleyküm ayati ve yünziruneküm likae yevmiküm haza kalu şehidna ala
enfüsina ve ğarrathümül hayatüd dünya ve şehidu ala enfüsihim ennehüm kanu
kafirin”
(O gün Allah, şöyle
diyecektir:) “Ey cin ve insan
topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağı
hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” Onlar şöyle diyecekler: “Biz kendi
aleyhimize şahitlik ederiz.” Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına
dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler. EN'ÂM 130
ثُمَّ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَامًا
عَلَى الَّذِيَ أَحْسَنَ وَتَفْصِيلاً لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً
لَّعَلَّهُم بِلِقَاء رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ
“Sümme ateyna musel kitabe temamen alellezi ahsene ve tefsiylel
likülli şey'iv ve hüdev ve rahmetel leallehüm bi likai rabbihim yü'minun”
Sonra iyilik yapanlara
nimeti tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayet ve rahmete erdirmek için Mûsâ’ya
Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına iman etsinler. EN'ÂM 154
*******************
يَا بَنِي آدَمَ إِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ
مِّنكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِي فَمَنِ اتَّقَى وَأَصْلَحَ فَلاَ خَوْفٌ
عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
“Ya beni ademe imma ye'tiyenneküm rusülüm minküm yekussune
aleyküm ayati fe menitteka ve asleha fe la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun”
Ey Âdemoğulları! İçinizden
size benim âyetlerimi anlatan Peygamberler gelir de her kim Allah’a karşı
gelmekten sakınır ve hâlini düzeltirse, artık onlara korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir. A'RAF 35
وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ
تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الأَنْهَارُ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي هَدَانَا
لِهَـذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلا أَنْ هَدَانَا اللّهُ لَقَدْ جَاءتْ
رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ وَنُودُوا أَن تِلْكُمُ الْجَنَّةُ أُورِثْتُمُوهَا
بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
“Ve neza'na ma fi sudurihim min ğillin tecri min tahtihimül enhar
ve kalül hamdü lillahillezi hedana li haza ve ma künna li nehtediye lev la en
hedanellah le kad caet rusülü rabbina bil hakk ve nudu en tilkümül cennetü
uristümuha bima küntüm ta'melun”
Biz onların kalplerinde kin
namına ne varsa söküp attık. Altlarından da ırmaklar akar. “Hamd, bizi buna
eriştiren Allah’a mahsustur. Eğer Allah’ın bizi eriştirmesi olmasaydı, biz
hidayete ermiş olamazdık. Andolsun, Rabbimizin peygamberleri bize hakkı
getirmişler” derler. Onlara, “İşte yaptığınız (iyi işler) sayesinde kendisine
varis kılındığınız cennet!” diye seslenilir.
A'RAF 43
هَلْ يَنظُرُونَ إِلاَّ تَأْوِيلَهُ يَوْمَ
يَأْتِي تَأْوِيلُهُ يَقُولُ الَّذِينَ نَسُوهُ مِن قَبْلُ قَدْ جَاءتْ رُسُلُ
رَبِّنَا بِالْحَقِّ فَهَل لَّنَا مِن شُفَعَاء فَيَشْفَعُوا لَنَا أَوْ نُرَدُّ
فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ قَدْ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ وَضَلَّ
عَنْهُم مَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ
“Hel yenzurune illa te'vileh yevme ye'ti te'vilühu yekulüllezine
nesuhü min kablü kad caet rusülü rabbina bil hakk fe hel lena min şüfeae fe
yeşfeu lena ev nüraddü fe na'mele ğayrallezi künna na'mel kad hasiru enfüsehüm
ve dalle anhüm ma kanu yefterun”
Onlar ise ancak, (“Görelim
bakalım!” diyerek) Kur’an’ın bildirdiği sonucu (te’vilini) bekliyorlar. Onun
bildirdiği sonuç gelip çattığı gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: “Gerçekten
Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler. Şimdi bizim için şefaatçılar var mı ki bize
şefaat etseler veya (dünyaya) döndürülsek de yaptıklarımızdan başkasını
yapsak?” Gerçekten onlar kendilerine yazık etmişlerdir. (İlâh diye)
uydurdukları (putlar) da onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp
kaybolmuşlardır. A'RAF 53
لَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ
فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَـهٍ غَيْرُهُ إِنِّيَ
أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
“Le kad erselna nuhan ila kavmihi fe kale ya kavmi'büdüllahe ma
leküm min ilahin ğayruh inni ehafü aleyküm azabe yevmin aziym”
Andolsun, Nûh’u kendi
kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka
hiçbir ilâh yoktur. Şüphesiz ben sizin adınıza büyük bir günün azabından
korkuyorum” dedi. A'RAF 59
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ بِي ضَلاَلَةٌ
وَلَكِنِّي رَسُولٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
“Kale ya kavmi leyse bi dalaletüv ve lakinni rasulüm mir rabbil
alamin”
(Nûh onlara) şöyle dedi:
“Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yok. Aksine ben, âlemlerin Rabbi
tarafından gönderilmiş bir peygamberim.” A'RAF 61
أُبَلِّغُكُمْ رِسَالاَتِ رَبِّي وَأَنصَحُ
لَكُمْ وَأَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
“Übelliğuküm risalati rabbi ve ensahu leküm ve a'lemü minellahi
ma la ta'lemun”
“Ben size Rabbimin
vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve size nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz
şeyleri de Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum.” A'RAF 62
أَوَعَجِبْتُمْ أَن جَاءكُمْ ذِكْرٌ مِّن
رَّبِّكُمْ عَلَى رَجُلٍ مِّنكُمْ لِيُنذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا وَلَعَلَّكُمْ
تُرْحَمُونَ
“E ve acibtüm en caeküm zikrüm mir rabbiküm ve li tetteku ve
lealleküm türhamun”
Sizi uyarması ve sizin de
Allah’a karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için, içinizden bir adam
aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir (vahiy ve öğüt) gelmesine şaştınız mı?
A'RAF 63
فَكَذَّبُوهُ فَأَنجَيْنَاهُ وَالَّذِينَ مَعَهُ
فِي الْفُلْكِ وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا إِنَّهُمْ كَانُوا
قَوْماً عَمِينَ
“Fe kezzebuhü fe enceynahü vellezine meahu fil fülki ve
ağraknellezine kezzebu bi ayatina innehüm kanu kavmen amin”
Derken kavmi onu
yalanladı. Biz de onu ve gemide onunla beraber bulunanları kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk.
Çünkü onlar (vicdanları hakka kapalı) kör bir kavim idiler. A'RAF 64
وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُوداً قَالَ يَا
قَوْمِ اعْبُدُوا اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَـهٍ غَيْرُهُ أَفَلاَ تَتَّقُونَ
“Ve ila adin ehahüm huda kale ya kavmi'büdüllahe maleküm min
ilahin ğayruh e fe la tettekun”
Âd kavmine de kardeşleri
Hûd’u peygamber olarak gönderdik. Onlara, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka
hiçbir ilâh yoktur. Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” dedi. A'RAF 65
قَالَ الْمَلأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن قَوْمِهِ
إِنَّا لَنَرَاكَ فِي سَفَاهَةٍ وِإِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِبِينَ
“Kalel meleüllezine keferu min kavmihi inna le nerake fi
sefahetiv ve inna le nesunnüke minel kazibin”
Kavminin ileri
gelenlerinden inkâr edenler dediler ki: “Şüphesiz, biz seni akıl kıtlığı içinde görüyoruz. Biz
senin mutlaka yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz.” A'RAF 66
قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ بِي سَفَاهَةٌ
وَلَكِنِّي رَسُولٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
“Kale ya kavmi leyse bi sefahetüv ve lakinni rasulüm mir rabbil
alemin”
Hûd, şöyle dedi: “Ey kavmim! Bende akıl kıtlığı yok. Aksine ben âlemlerin Rabbi tarafından
gönderilmiş bir peygamberim.” A'RAF 67
أُبَلِّغُكُمْ رِسَالاتِ رَبِّي وَأَنَا لَكُمْ
نَاصِحٌ أَمِينٌ
“Übelliğuküm risalati rabbi ve ene leküm nasihun emin”
“Rabbimin vahyettiklerini
size tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir nasihatçıyım.”
A'RAF 68
أَوَعَجِبْتُمْ أَن جَاءكُمْ ذِكْرٌ مِّن
رَّبِّكُمْ عَلَى رَجُلٍ مِّنكُمْ لِيُنذِرَكُمْ وَاذكُرُوا إِذْ جَعَلَكُمْ
خُلَفَاء مِن بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَسْطَةً فَاذْكُرُوا
آلاء اللّهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“E ve acibtüm en caeküm zikrum mir rabbiküm ala racülim minküm li
yünziraküm vezküru iz cealeküm hulefae mim ba'di kavmi nuhiv ve zadeküm fil
halki bestah fezküru alaellahi lealleküm tüflihun”
“Sizi uyarması için
içinizden bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikir (vahy ve öğüt)
gelmesine şaştınız mı?
Hatırlayın ki, Allah sizi Nûh kavminden sonra onların yerine getirdi ve sizi
yaratılış itibariyle daha güçlü kıldı. Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki
kurtuluşa eresiniz.” A'RAF 69
قَالُوا أَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّهَ وَحْدَهُ
وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَا إِن كُنتَ مِنَ
الصَّادِقِينَ
“Kalu eci'tena li na'büdellahe vahdehu ve nezera ma kane ya'büdü
abaüna fe'tina bima teidüna in künte mines sadikiyn”
Onlar, “Sen bize tek
Allah’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini bırakalım diye mi
geldin? Eğer doğru
söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı bize getir” dediler. A'RAF 70
قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ
رِجْسٌ وَغَضَبٌ أَتُجَادِلُونَنِي فِي أَسْمَاء سَمَّيْتُمُوهَا أَنتُمْ
وَآبَآؤكُم مَّا نَزَّلَ اللّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ فَانتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُم
مِّنَ الْمُنتَظِرِينَ
“Kale kad vekaa aleyküm mir rabbiküm ricsüv ve ğadab e
tücadiluneni fi esmain semmeytümuha entüm ve abaüküm ma nezzelellahü biha min
sültan fenteziru inni meaküm minel müntezirin”
Hûd, “Artık size
Rabbinizden bir azap ve öfke inmiştir. Allah’ın, haklarında hiçbir delil indirmediği, yalnızca
sizin ve babalarınızın uydurduğu birtakım isimler (düzmece tanrılar) hakkında
mı benimle tartışıyorsunuz? Öyleyse (başınıza geleceği) bekleyin! Ben de
sizinle beraber bekleyenlerdenim!” dedi. A'RAF 71
فَأَنجَيْنَاهُ وَالَّذِينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ
مِّنَّا وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَمَا كَانُوا
مُؤْمِنِينَ
“Fe enceynahü vellezine meahü bi rametim minna ve kata'na
dabirallezine kezzebu bi ayatina ve ma kanu mü'minin”
Bunun üzerine biz onu ve
beraberindekileri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayan ve iman etmemiş
olanların ise kökünü kestik. A'RAF 72
وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَا
قَوْمِ اعْبُدُوا اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَـهٍ غَيْرُهُ قَدْ جَاءتْكُم
بَيِّنَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ هَـذِهِ نَاقَةُ اللّهِ لَكُمْ آيَةً فَذَرُوهَا
تَأْكُلْ فِي أَرْضِ اللّهِ وَلاَ تَمَسُّوهَا بِسُوَءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ
أَلِيمٌ
“Ve ila semude ehahüm saliha kale ya kavmi'büdüllahe maleküm min
ilahin ğayruh kad caetküm beyyinetüm mir rabbiküm hazihi nakatüllahi leküm
ayeten fe zeruha te'kül fi erdillahi ve la temessuha vi suin fe ye'huzeküm
azabün elim”
Semûd kavmine de
kardeşleri Salih’i Peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin.
Sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Gerçekten size Rabbinizden (benim peygamber olduğumu gösterecek)
açık bir delil geldi.
İşte size bir mucize olarak Allah’ın şu devesi.. Bırakın onu da Allah’ın
mülkünde yesin, içsin. Sakın ona bir kötülük etmeyin. Yoksa sizi elem dolu bir
azap yakalar.” A'RAF 73
فَتَوَلَّى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ
أَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبِّي وَنَصَحْتُ لَكُمْ وَلَكِن لاَّ تُحِبُّونَ
النَّاصِحِينَ
“Fe tevella anhüm va kale ya kavmi le kad eblağtüküm risalete
rabbi ve nesahtü leküm ve lakil la tühibbunen nasihiyn”
Artık, Salih onlardan yüz
çevirdi ve “Andolsun, ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size
nasihatta bulundum. Fakat
siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz” dedi. A'RAF 79
وَلُوطًا إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَتَأْتُونَ
الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُم بِهَا مِنْ أَحَدٍ مِّن الْعَالَمِينَ
“Ve lutan iz kale li kavmihi ete'tunel fahişete ma sebekaküm biha
min ehadim minel alemin”
Lût’u da Peygamber olarak
gönderdik. Hani o
kavmine şöyle demişti: “Sizden önce âlemlerden hiçbir kimsenin yapmadığı çirkin
işi mi yapıyorsunuz?” A'RAF 80
وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَا
قَوْمِ اعْبُدُوا اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَـهٍ غَيْرُهُ قَدْ جَاءتْكُم
بَيِّنَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ وَلاَ تَبْخَسُوا
النَّاسَ أَشْيَاءهُمْ وَلاَ تُفْسِدُوا فِي الأَرْضِ بَعْدَ إِصْلاَحِهَا
ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
“Ve ila medyene ehahüm şüayba kale ya kavmi'büdüllahe maleküm min
ilahin ğayruh kad caetküm beyyinetüm mir rabbiküm fe evfül keyle vel mizane ve
la tebhasün nase eşyaehüm ve la tüfsidu fil erdi ba'de islahiha zaliküm hayrul
leküm in küntüm mü'minin “
Medyen halkına da
kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin.
Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Rabbinizden size açık bir delil
gelmiştir. Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanların mallarını eksiltmeyin.
Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin. İnananlar iseniz
bunlar sizin için hayırlıdır.” A'RAF 85
تِلْكَ الْقُرَى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ
أَنبَآئِهَا وَلَقَدْ جَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُوا
لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِن قَبْلُ كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللّهُ عَلَىَ قُلُوبِ
الْكَافِرِينَ
“Tilkel kura nekussu aleyke min embaiha ve le kad caethüm
rusülühüm bil beyyinat fe ma kanu li yü'minu bima kezzebu min kabl kezalike
yatbeullahü ala kulubil kafirin”
İşte memleketler! Onların
haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun, peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişti. Fakat onlar daha önce yalanladıklarına
inanacak değillerdi. Allah, kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler. A'RAF 101
ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِم مُّوسَى
بِآيَاتِنَا إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَظَلَمُوا بِهَا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ
عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ
“Sümme beasna mim ba'dihim musa bi ayatina ila fir'avne ve
meleihi fe zalemu biha fenzur keyfe kane akibetül müfsidin”
Sonra onların ardından
Mûsâ’yı, apaçık mucizelerimizle Firavun’a ve onun ileri gelen adamlarına
peygamber olarak gönderdik de onları (mucizeleri) inkâr ettiler. Bak,
bozguncuların sonu nasıl oldu. A'RAF 103
وَقَالَ مُوسَى يَا فِرْعَوْنُ إِنِّي رَسُولٌ
مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ
“Ve kale musa ya fir'avnü inni rasulüm mir rabbil alemin”
Mûsâ dedi ki: “Ey Firavun!
Şüphesiz ki ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.” A'RAF 104
رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ
“Rabbi musa ve Harun”
“Mûsâ ve Hârûn’un
Rabbine.” A'RAF 122
وَوَاعَدْنَا مُوسَى ثَلاَثِينَ لَيْلَةً
وَأَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مِيقَاتُ رَبِّهِ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً وَقَالَ
مُوسَى لأَخِيهِ هَارُونَ اخْلُفْنِي فِي قَوْمِي وَأَصْلِحْ وَلاَ تَتَّبِعْ
سَبِيلَ الْمُفْسِدِينَ
“Ve vaadna musa selasine leyletev ve etmemnaha bi aşrin fe temme
mikatü rabbihi erbeiyne leyleh ve kale musa li ehiyhi harunahlüfni fi kavmi ve
aslih ve la tettebi' sebilel müfsidin”
Mûsâ’ya otuz gece süre belirledik,
buna on (gece) daha kattık. Böylece Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye
tamamlandı. Mûsâ, kardeşi Hârûn’a,
“Kavmim arasında benim yerime geç ve yapıcı ol. Sakın bozguncuların yoluna
uyma” dedi. A'RAF 142
وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ
رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَـكِنِ
انظُرْ إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي فَلَمَّا
تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ موسَى صَعِقًا فَلَمَّا
أَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ إِلَيْكَ وَأَنَا أَوَّلُ الْمُؤْمِنِينَ
“Ve lemma cae musa li mikatina ve kelemehu rabbühu kale rabbi
erini enzir ileyk kale len terani ve lakininzur ilel cebeli fe inistekarra
mekanehu fe sevfe terani felemma tecella rabbühu lil cebeli cealehu dekkev ve
harra musa saika felemma efaka kale sübhaneke tübtü ileyke ve ene evvelül
mü'minin”
Mûsâ, belirlediğimiz yere
(Tûr’a) gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni
(dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen
de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince onu darmadağın
ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca,
“Seni eksikliklerden uzak tutarım Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların
ilkiyim” dedi.
A'RAF 143
قَالَ يَا مُوسَى إِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى
النَّاسِ بِرِسَالاَتِي وَبِكَلاَمِي فَخُذْ مَا آتَيْتُكَ وَكُن مِّنَ
الشَّاكِرِينَ
“Kale ya musa innistafeytüke alen nasi bi risalati ve bi kelami
fe huz ma ateytüke ve küm mineş şakirin”
(Allah) “Ey Mûsâ!
Vahiylerim ve konuşmamla seni insanlar üzerine seçkin kıldım. Öyleyse sana verdiğimi al ve şükredenlerden
ol” dedi. A'RAF 144
قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ
اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا
إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِـي وَيُمِيتُ فَآمِنُوا بِاللّهِ وَرَسُولِهِ
النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ
لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Kul ya eyyühen nasü inni rasulüllahi ileyküm cemianillezi lehu
mülküs semavati vel ard la ilahe illa hüve yuhyi ve yümitü fe aminu billahi ve
rasulihin nebiyyil ümmiyyellezi yü'minü billahi ve kelimetihi vettebiuhü
lealleküm tehtedun”
(Ey Muhammed!) De ki: “Ey
insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan
Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O,
diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî
peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” A'RAF 158
قُل لاَّ أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعًا وَلاَ
ضَرًّا إِلاَّ مَا شَاء اللّهُ وَلَوْ كُنتُ أَعْلَمُ الْغَيْبَ لاَسْتَكْثَرْتُ
مِنَ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِيَ السُّوءُ إِنْ أَنَا إِلاَّ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ
لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
“Kul la emlikü li nefsi nef'av ve la darran illa ma şaellah ve
lev küntü a'lemül ğaybe lesteksertü minel hayr ve ma messeniyes suü in ene illa
neziruv ve beşirul li kavmiy yü'minun”
De ki: “Allah dilemedikçe
ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben
gaybı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük
dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için
sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.” A'RAF 188
*******************
أَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِن
قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ إِبْرَاهِيمَ وِأَصْحَابِ
مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِ أَتَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانَ
اللّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَـكِن كَانُوا أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
“E lem ye'tihim nebüllezine min kablihim kavmi nuhiv ve adiv ve
semude ve kavmi ibrahime ve ashabi medyene vel mü'tefikat etethüm rusülühüm bil
beyyinat fe ma kanellahü li yazlimehüm ve lakin kanu enfüsehüm yazlimun”
Onlara kendilerinden
öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen
halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler
getirmişti. (Ama
inanmadılar, Allah da onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor
değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.
TEVBE 70
*******************
هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي الْأُمِّيِّينَ
رَسُولًا مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ
الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُوا مِن قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
“Huvelleziy be'ase fiyl'ummiyyiyne resulen minhum yetlu 'aleyhim
ayatihi ve yuzekkiyhim ve yu'allimuhumulkitabe velhikmete ve inkanu min kablu
lefiy dalalin mubiynin.”
O, ümmîlere , içlerinden,
kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti
öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler. CUMA
2
وَآخَرِينَ مِنْهُمْ لَمَّا يَلْحَقُوا بِهِمْ
وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Ve
ahariyne minhum lemma yelhaku bihim ve huvel'aziyzulhakiymu.”
(Allah, o peygamberi) onlardan henüz kendilerine katılmayan
başkalarına da göndermiştir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. CUMA 3
ذَلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء
وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
“Zalike
fadlullahi yu'tiyhi men yeşa'u vallahu zulfadlil'aziymi.”
İşte bu, Allah’ın
lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir. CUMA 4
*******************
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا الْقُرُونَ مِن قَبْلِكُمْ
لَمَّا ظَلَمُوا وَجَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ وَمَا كَانُوا
لِيُؤْمِنُوا كَذَلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِمِينَ
“Ve le kad ehleknel kurune min kabilküm lemma zalemu ve caethüm
rusülühüm bil beyyinati ve ma kanu li yü'minu kezalike neczil kavmel mücrimin”
Andolsun, sizden önceki
nice nesilleri peygamberleri, kendilerine apaçık deliller getirdikleri hâlde
(yalanlayıp) zulmettikleri vakit helâk ettik. Onlar zaten inanacak değillerdi. İşte biz
suçlu toplumu böyle cezalandırırız. YÛNUS 13
وَلِكُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولٌ فَإِذَا جَاء
رَسُولُهُمْ قُضِيَ بَيْنَهُم بِالْقِسْطِ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
“Ve likülli ümmetir rasul fe iza cae rasulühüm kudiye beynehüm
bil kisti ve hüm la yuzlemun”
Her
ümmetin bir peygamberi vardır. Onların peygamberi geldiği (tebliğini yaptığı)
zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. YÛNUS 47
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ نُوحٍ إِذْ قَالَ
لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِن كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُم مَّقَامِي وَتَذْكِيرِي
بِآيَاتِ اللّهِ فَعَلَى اللّهِ تَوَكَّلْتُ فَأَجْمِعُوا أَمْرَكُمْ
وَشُرَكَاءكُمْ ثُمَّ لاَ يَكُنْ أَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُوا
إِلَيَّ وَلاَ تُنظِرُونِ
“Vetlü aleyhim nebee nuh iz kale li kavmihi ya kavmi in kane kebüra
aleyküm mekami ve tezkirii bi ayatillahi fe alellahi tevekkeltü fe ecmiu
emraküm ve şürakaeküm sümme la yekün emruküm ve şürakaeküm sümme la yekün
emruküm aleyküm ğummeten sümmakdu ileyye ve la tünzirun”
Nûh’un haberini onlara
oku. Hani o, bir vakit kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Eğer benim konumum ve
Allah’ın âyetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (biliniz ki) ben sadece
Allah’a dayanıp güvenmişim. Artık siz de (bana) ne yapacağınızı ortaklarınızla beraber
kararlaştırın ki, işiniz size dert olmasın! Bundan sonra bana hükmünüzü
uygulayın; bana mühlet de vermeyin! YÛNUS 71
فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَأَلْتُكُم مِّنْ
أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلاَّ عَلَى اللّهِ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ
الْمُسْلِمِينَ
“Fe in tevelleytüm fe ma seeltüküm mir ecrv in ecriye illa
alellahi ve ümirtü en ekune minel müslimin”
Eğer yüz çeviriyorsanız, sizden zaten hiçbir ücret istemedim.
Benim ücretim, ancak Allah’a aittir. Bana müslümanlardan olmam emredildi.” YÛNUS 72
فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ فِي
الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلاَئِفَ وَأَغْرَقْنَا الَّذِينَ كَذَّبُوا
بِآيَاتِنَا فَانظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنذَرِينَ
“Fe kezzebuhü fe necceynahü ve min meahu fil fülki ve cealnahüm
halaife ve ağraknellezine kezzebu bi ayatina fenzur keyfe kane akibetül
münzerin”
Onu yine de yalanladılar.
Biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık ve onları ötekilerin
yerine geçirdik.
Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Bak, uyarılan (fakat söz
anlamayan)ların sonu nasıl oldu! YÛNUS 73
ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِ رُسُلاً إِلَى
قَوْمِهِمْ فَجَآؤُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا
كَذَّبُوا بِهِ مِن قَبْلُ كَذَلِكَ نَطْبَعُ عَلَى قُلوبِ الْمُعْتَدِينَ
“Sümme beasna mim ba'dihi rusülen ila kavmihim fe cauhüm bil
beyyinati fe ma kanu li yü'minu bima kezzebu bihi min kabl kezalike natbeu ala
kulubil mu'tedin”
Sonra, onun ardından
birçok peygamberi kendi toplumlarına gönderdik. Onlara apaçık mucizeler
getirdiler. Fakat onlar önceden yalanlamakta oldukları şeye inanacak değillerdi.
İşte biz haddi
aşanların kalplerini böylece mühürleriz. YÛNUS 74
ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِم مُّوسَى
وَهَارُونَ إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ بِآيَاتِنَا فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا
قَوْمًا مُّجْرِمِينَ
“Sümme beasna mim ba'dihim musa ve harune ila fir'avne ve meleihi
bi ayatina festekberu ve kanu kavmem mücrimin””
Sonra bunların ardından
Firavun ile ileri gelenlerine de Mûsâ
ve Hârûn’u mucizelerimizle gönderdik. Ama büyüklük tasladılar ve suçlu bir toplum oldular. YÛNUS
75
وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى وَأَخِيهِ أَن
تَبَوَّءَا لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً
وَأَقِيمُوا الصَّلاَةَ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
“Ve evhayna ila musa ve ehiyhi en tebevvea likavmiküma bi misra
büyutev vec'alu büyuteküm kibletev ve ekiymus salah ve beşşiril mü'minin”
Mûsâ’ya ve kardeşine,
“Kavminiz için Mısır’da (sığınak olarak) evler hazırlayın ve evlerinizi namaz
kılınacak yerler yapın. Namazı dosdoğru kılın. Mü’minleri müjdele” diye
vahyettik. YÛNUS 87
فَلَوْلاَ كَانَتْ قَرْيَةٌ آمَنَتْ فَنَفَعَهَا
إِيمَانُهَا إِلاَّ قَوْمَ يُونُسَ لَمَّا آمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ
الخِزْيِ فِي الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَى حِينٍ
“Fe lev la kanet karyetün amenet fe nefealna imanüha illa kavme
yunüs lemma amenu keşefna anhüm azabel hizyi fil hayatid dünya ve metta'nahüm
ila hiyn”
Yûnus’un kavminden başka,
keşke (azabı görmeden) iman edip, imanı kendisine fayda veren bir tek memleket
halkı olsaydı! (Yûnus’un
kavmi) iman edince, dünya hayatında (sürüklenebilecekleri) rezillik azabını
onlardan uzaklaştırmış ve onları belli bir zamana kadar yararlandırmıştık.
YÛNUS 98
ثُمَّ نُنَجِّي رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا
كَذَلِكَ حَقًّا عَلَيْنَا نُنجِ الْمُؤْمِنِينَ
“Sümme
nünecci rusülena vellezine amenü kezalik hakkan aleyna nüncil mü'minin”
Sonra
resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız. (Ey Muhammed!) Aynı şekilde
üzerimize bir hak olarak, inananları da kurtaracağız. YÛNUS103
*******************
الَر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ
فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ
“Elif
lam ra kitabün uhkimet ayatühu sümme füssilet mil ledün hakimin Habir” HÛD 1
أَلاَّ تَعْبُدُوا إِلاَّ اللّهَ إِنَّنِي لَكُم
مِّنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ
“Ella ta'büdu illellah inneni leküm minhü neziruv ve beşir” HÛD 2
Elif Lâm Râ. Bu Kur’an;
âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan
Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış, sonra da Allah’tan
başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır. (De ki:) “Şüphesiz ben size O’nun
tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” HÛD 1-2
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ
إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
“Ve
le kad erselna nuhan ila kamihi inni leküm nezirum mübin”
Andolsun, biz Nûh’u
kavmine peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ben sizin için apaçık
bir uyarıcıyım.” HÛD
25
أَن لاَّ تَعْبُدُوا إِلاَّ اللّهَ إِنِّيَ
أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ أَلِيمٍ
“El la ta'büdu illellah inni ehafü aleyküm azabe yevmin elim”
“Allah’tan başkasına
ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir günün
azabından korkuyorum.” HÛD 26
فَقَالَ الْمَلأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن
قِوْمِهِ مَا نَرَاكَ إِلاَّ بَشَرًا مِّثْلَنَا وَمَا نَرَاكَ اتَّبَعَكَ إِلاَّ
الَّذِينَ هُمْ أَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِ وَمَا نَرَى لَكُمْ عَلَيْنَا مِن
فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِبِينَ
“Fe kalel meleüllezine keferu min kavmihi ma nerake illa beşeram
mislena ve ma neraket tebeake ilellezine hüm erazilüna bediyer ra'y ve ma nera
leküm aleyna min fadlim bel nezunüküm kazibin”
Kavminin inkâr eden ileri
gelenleri, “Biz, senin ancak bizim
gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en
aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir
üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu
sanıyoruz” dediler. HÛD
27
قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَى
بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّيَ وَآتَانِي رَحْمَةً مِّنْ عِندِهِ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْ
أَنُلْزِمُكُمُوهَا وَأَنتُمْ لَهَا كَارِهُونَ
“Kale ya kavmi eraeytüm in küntü ala beyyinetim mir rabbi ve
atani rahmetem min indihi fe ummiyet aleyküm e nülzimükümuha ve entüm leha
karihun”
Nûh dedi ki: “Ey Kavmim!
Söyleyin bakalım; şâyet ben Rabbimden gelen apaçık bir delil üzerinde isem ve
O, kendi katından bana bir rahmet vermiş de siz ona karşı kör kalmışsanız, onu
istemediğiniz hâlde, biz sizi ona zorlayacak mıyız?” HÛD 28
وَيَا قَوْمِ لا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مَالاً
إِنْ أَجْرِيَ إِلاَّ عَلَى اللّهِ وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الَّذِينَ آمَنُوا
إِنَّهُم مُّلاَقُو رَبِّهِمْ وَلَـكِنِّيَ أَرَاكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ
“Ve
ya kavmi la es'elüküm aleyhi mala in ecriye illa alellahi ve ma ene bi
taridillezine amenu innehüm mülaku rabbihim ve laninni eraküm kavmen techelun”
“Ey kavmim! Buna karşı ben
sizden herhangi bir mal da istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a âittir. Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak)
kovacak da değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizin
bilgisizce davranan bir toplum olduğunuzu görüyorum.” HÛD 29
وَيَا قَوْمِ مَن يَنصُرُنِي مِنَ اللّهِ إِن
طَرَدتُّهُمْ أَفَلاَ تَذَكَّرُونَ
“Ve ya kavmi mey yensuruni minellahi in taredtühüm e fela
tezekkerun”
“Ey kavmim! Eğer ben
onları kovarsam, beni Allah’tan kim koruyabilir? Hiç düşünmüyor musunuz?” HÛD 30
وَلاَ أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَآئِنُ اللّهِ
وَلاَ أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلاَ أَقُولُ إِنِّي مَلَكٌ وَلاَ أَقُولُ لِلَّذِينَ
تَزْدَرِي أَعْيُنُكُمْ لَن يُؤْتِيَهُمُ اللّهُ خَيْرًا اللّهُ أَعْلَمُ بِمَا
فِي أَنفُسِهِمْ إِنِّي إِذًا لَّمِنَ الظَّالِمِينَ
“Ve la ekulü leküm indi hazinüllahi ve la a'lemül ğaybe ve la
ekulü inni meleküv ve la ekulü lillezine tezderi a'yünüküm ley yü'tiyehümüllahü
hayra allahü a'lemü bima fi enfüsihim inni izel le minez zalimin”
Size ben, “Allah’ın
hazineleri yanımdadır”, demiyorum; gaybı da bilmem. “Ben bir meleğim” de
demiyorum. Sizin hor gördüğünüz kimseler için, “Allah, onlara asla hiçbir hayır
vermez” de diyemem. Allah,
onların içlerindekini daha iyi bilir. Böyle bir şey söylersem, o zaman ben
gerçekten zâlimlerden olurum. HÛD 31
وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ
وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُوا أَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ
“Ve tilke adün cehadu bi ayati rabbihim ve asav rusülehu vettebeu
emra külli cebbarin anid”
İşte Âd kavmi! Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O’nun peygamberlerine karşı geldiler ve
inatçı her zorbanın emrine uydular! HÛD 59
وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا قَالَ يَا
قَوْمِ اعْبُدُوا اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَـهٍ غَيْرُهُ هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ
الأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ فِيهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ
رَبِّي قَرِيبٌ مُّجِيبٌ
“Ve ila semude ehahüm saliha kale ya kavmi'büdüllahe maleküm min
ilahin ğayruh hüve enşeeküm minel erdi vesta'meraküm fiha festağfiruhü sümme
tubu ileyh inne rabbi karibüm mücib”
Semûd kavmine de
kardeşleri Salih’i peygamber gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan
başka hiçbir ilâhınız yok. O, sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizi
oranın imarında görevli (ve buna donanımlı) kıldı. Öyle ise O’ndan bağışlanma
dileyin; sonra da O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır ve dualara cevap
verendir. HÛD 61
قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنتَ فِينَا
مَرْجُوًّا قَبْلَ هَـذَا أَتَنْهَانَا أَن نَّعْبُدَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا
وَإِنَّنَا لَفِي شَكٍّ مِّمَّا تَدْعُونَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ
“Kalu ya salihu kad künte fina mercüvven kable haza etenhana en
na'büde ma ya'büdü abaüna ve innena le fi şekkim mimma ted'una ileyhi mürib”
Onlar şöyle dediler: “Ey Salih! Bundan önce sen, aramızda
ümit beslenen bir kimseydin. Şimdi babalarımızın taptıklarına tapmamızı bize
yasaklıyor musun?
Şüphesiz, biz senin bizi çağırdığın şeyden derin bir şüphe içindeyiz.” HÛD 62
قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَى
بَيِّنَةً مِّن رَّبِّي وَآتَانِي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَن يَنصُرُنِي مِنَ اللّهِ
إِنْ عَصَيْتُهُ فَمَا تَزِيدُونَنِي غَيْرَ تَخْسِيرٍ
“Kale ya kavmi eraeytüm in küntü ala beyyinetim mir rabbi ve
atani minhü rahmetem fe mey yensuruni minellahi in asaytühu fe ma tesiduneni
ğayra tahsir”
Salih, dedi ki: “Ey
kavmim! Söyleyin bakayım, eğer ben Rabbim tarafından apaçık bir delil üzerinde
isem ve bana tarafından bir rahmet (peygamberlik) vermişse, O’na karşı geldiğim
takdirde beni Allah’tan kim koruyabilir? Demek ki, zarara uğratmaktan başka bana katkınız
olmaz.” HÛD 63
وَيَا قَوْمِ هَـذِهِ نَاقَةُ اللّهِ لَكُمْ
آيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ فِي أَرْضِ اللّهِ وَلاَ تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ
عَذَابٌ قَرِيبٌ
“Ve ya kavmi hazihi nakatüllahi leküm ayeten fezeruha te'kül fi
erdillahi ve la temessuha bi suin fe ye'huzeküm azabün karib”
“Ey kavmim! İşte size
mucize olarak Allah’ın dişi bir devesi. Bırakın onu, Allah’ın arzında yayılıp
otlasın. Ona kötülük dokundurmayın, yoksa sizi yakın bir azap yakalar.” HÛD
64
فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا فِي دَارِكُمْ
ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ ذَلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ
“Fe akaruha fe kale metetteu fi dariküm selasete eyyam zalike
va'dün ğayru mekzub”
Derken onu kestiler.
Salih, dedi ki: “Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. (Sonra
helâk olacaksınız.) İşte bu, yalanlanamayacak bir tehdittir.” HÛD 65
فَلَمَّا جَاء أَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحًا
وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِّنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍ إِنَّ
رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَزِيزُ
“Felemma cae emruna necceyna salihav vellezine amenu meahu bi
rahmetim minna ve min hizyi yevmiiz inne rabbeke hüvel kaviyyül aziz”
(Helâk) emrimiz geldiğinde
Salih’i ve beraberindeki iman etmiş olanları tarafımızdan bir rahmetle helâktan
ve o günün rezilliğinden kurtardık. Şüphesiz Rabbin mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
HÛD 66
وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَا
قَوْمِ اعْبُدُوا اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَـهٍ غَيْرُهُ وَلاَ تَنقُصُوا
الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ إِنِّيَ أَرَاكُم بِخَيْرٍ وَإِنِّيَ أَخَافُ
عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُّحِيطٍ
“Ve ila medyene ehahüm şüayba kale ya kavmi'büdüllahe maleküm min
ilahin ğayruhv ve la tenkusul mikyale vel mizane inni eraküm bi hayriv ve inni
ehafü aleyküm azabe yevmim mühiyt”
Medyen halkına da
kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber gönderdik. O, şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a
kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik
yapmayın. Ben sizi
bolluk içinde görüyorum. Ben sizin adınıza kuşatıcı bir günün azabından
korkuyorum.” HÛD 84
وَيَا قَوْمِ أَوْفُوا الْمِكْيَالَ
وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ وَلاَ تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءهُمْ وَلاَ
تَعْثَوْا فِي الأَرْضِ مُفْسِدِينَ
“Ve ya kavmi evfül mikyale vel mizane bil kisti ve la tebhasün
nase eşyaehüm ve la ta'sev fil erdi müfsidin”
“Ey kavmim! Ölçüyü ve
tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların eşyalarını (mallarını ve haklarını)
eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” HÛD 85
بَقِيَّةُ اللّهِ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُم
مُّؤْمِنِينَ وَمَا أَنَا عَلَيْكُم بِحَفِيظٍ
“Bekiyyetüllahi hayrul leküm in küntüm mü'minin ve ma ene aleyküm
bi hafiyz”
“Eğer inanan kimselerseniz
Allah’ın bıraktığı helâl kazanç sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin başınızda
bir bekçi değilim.” HÛD
86
قَالُوا يَا شُعَيْبُ أَصَلاَتُكَ تَأْمُرُكَ
أَن نَّتْرُكَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا أَوْ أَن نَّفْعَلَ فِي أَمْوَالِنَا مَا
نَشَاء إِنَّكَ لَأَنتَ الْحَلِيمُ الرَّشِيدُ
"Kalu ya
şüaybü e salatüke te'müruke en netruke ma ya'büdü abaüna ev en nef'ale fi
emvalina ma neşa' inneke le entel halimür raşid”
Dediler ki: “Ey Şu'ayb! Babalarımızın taptığını,
yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı
emrediyor. Oysa sen
gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.” HÛD 87
قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَىَ
بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَرَزَقَنِي مِنْهُ رِزْقًا حَسَنًا وَمَا أُرِيدُ أَنْ
أُخَالِفَكُمْ إِلَى مَا أَنْهَاكُمْ عَنْهُ إِنْ أُرِيدُ إِلاَّ الإِصْلاَحَ مَا
اسْتَطَعْتُ وَمَا تَوْفِيقِي إِلاَّ بِاللّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ
أُنِيبُ
“Kale ya kavmi eraeytüm in küntü ala beyyinetim mir rabbi ve
razekani minhü rizkan hasena ve ma üridü en ühalifeküm ila ma enhaküm anh in
üridü illel islaha mesteta't ve ma tevfikiy illa billah aleyhi tevekkeltü ve
ileyhi ünib”
Şu’ayb, şöyle dedi: “Ey
kavmim! Söyleyin bakayım, ya ben Rabbimden gelen açık bir delil üzere isem ve
katından bana güzel bir rızık vermişse!. Ben size yasakladığımı kendim yapmak
istemiyorum. Ben sadece gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek istiyorum. Başarım
ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na
yöneliyorum.” HÛD 88
وَيَا قَوْمِ لاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاقِي أَن
يُصِيبَكُم مِّثْلُ مَا أَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ أَوْ قَوْمَ هُودٍ أَوْ قَوْمَ
صَالِحٍ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِّنكُم بِبَعِيدٍ
“Ve ya kavmi la yecrimenneküm şikakiy ey yüsiybeküm mislü ma
esabe kavme nuhin ev kavme hudin ev kavme salih ve ma kavmü lutim minküm bi
beiyd”
“Ey Kavmim! Bana karşı
olan düşmanlığınız, Nûh kavminin, veya Hûd kavminin, yahut Salih kavminin
başına gelenin benzeri gibi bir felaketi sakın sizin de başınıza getirmesin.
(Ve unutmayın ki) Lût kavmi sizden uzak değildir.” HÛD 89
وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُوا
إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي رَحِيمٌ وَدُودٌ
“Vestağfiru rabbeküm sümme tubu ileyh inne rabbi rahiymüv vedud”
“Rabbinizden bağışlanma
dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim çok merhametlidir, çok
sevendir.” HÛD 90
قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ كَثِيراً
مِّمَّا تَقُولُ وَإِنَّا لَنَرَاكَ فِينَا ضَعِيفًا وَلَوْلاَ رَهْطُكَ
لَرَجَمْنَاكَ وَمَا أَنتَ عَلَيْنَا بِعَزِيزٍ
“Kalu ya şüaybü ma nefkahü kesiram mimma tekulü ve inna le nerake
fina daiyfa ve lev la rahtuke le racemnake ve ma ente aleyna bi aziz”
Dediler ki: “Ey Şu’ayb!
Dediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Hem biz seni aramızda zayıf görüyoruz. Eğer
kabilen olmasaydı, seni taşa tutardık. Zaten sen bizce itibarlı biri değilsin.” HÛD 91
قَالَ يَا قَوْمِ أَرَهْطِي أَعَزُّ عَلَيْكُم
مِّنَ اللّهِ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَاءكُمْ ظِهْرِيًّا إِنَّ رَبِّي بِمَا
تَعْمَلُونَ مُحِيطٌ
“Kale ya kami erahtiy eazzü aleyküm minellha vettehaztümuhü
veaeküm zihriyya inne rabbi bi ma ta'melune mühiyt”
Şu’ayb, şöyle dedi: “Ey
kavmim! Benim kabilem sizce Allah’tan daha itibarlı mı ki, O’na sırt
çevirdiniz. Şüphesiz
Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır.” HÛD 92
وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلَى مَكَانَتِكُمْ
إِنِّي عَامِلٌ سَوْفَ تَعْلَمُونَ مَن يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَمَنْ هُوَ
كَاذِبٌ وَارْتَقِبُوا إِنِّي مَعَكُمْ رَقِيبٌ
“Ve ya kavmi'melu ala mekanetiküm inni amil sevfe ta'lemune mey
ye'tihi azabüy yuhzihi ve men hüve kazib vertekibu inni meaküm rakiyb”
“Ey Kavmim! Elinizden
geleni yapın. Şüphesiz ben de (elimden geleni) yapacağım. Rezil edici azabın
kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu yakında bileceksiniz. Gözleyin. Şüphesiz ben de sizinle beraber
gözlüyorum.” HÛD 93
وَلَمَّا جَاء أَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْبًا
وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مَّنَّا وَأَخَذَتِ الَّذِينَ ظَلَمُوا
الصَّيْحَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ
“Ve lemma cae emruna necceyna şüaybev vellezine amenu meahu bi
rahmetim minna ve ehazetillezine zalemus sayhatü fe asbehu fi diyarihim
casimin”
(Azap) emrimiz gelince,
Şu’ayb’ı ve onunla birlikte iman edenleri, katımızdan bir rahmetle kurtardık.
Zulmedenleri ise o korkunç (uğultulu) ses yakaladı da yurtlarında diz üstü
çökekaldılar. HÛD 94
كَأَن لَّمْ يَغْنَوْا فِيهَا أَلاَ بُعْدًا
لِّمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ
“Keel lem yağnev fiha ela bu'del li medyene kema beidet semud”
Sanki orada hiç
yaşamamışlardı. Biliniz ki Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaştığı gibi
Medyen halkı da uzaklaştı. HÛD 95
وَكُـلاًّ نَّقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاء
الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ وَجَاءكَ فِي هَـذِهِ الْحَقُّ
وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ
“Ve küllen nekussu aleyke mir embair rusüli ma nüsebbitü bihi
füadek e caeke fi hazihil hakku ve emv'izatü ve zikra lil mü'minin”
(Ey Muhammed!)
Peygamberlerin haberlerinden, kendileriyle senin kalbini pekiştirdiğimiz her
bir haberi sana aktarıyoruz. Bunlarda, sana hak, mü’minlere de bir öğüt ve hatırlatma
gelmiştir. HÛD 120
*******************
وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلا أُنزِلَ
عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ
“Ve yekulüllezine keferu lev la ünzile aleyhi ayetüm mir rabbih
innema ente münziruv ve likülli kavmin had“
İnkâr edenler, “Ona
Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de
bir yol gösteren vardır. RA'D 7
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِّن قَبْلِكَ
فَأَمْلَيْتُ لِلَّذِينَ كَفَرُوا ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ
“Ve lekadistkühzie bi rusülim min kabilek fe emleytü lillezine
keferu sümme ehaztühüm fe keyfe kane ikab”
Andolsun, senden önce de
nice peygamberler alaya alındı da ben inkâr edenlere bir süre (mühlet) verdim,
sonra da onları yakalayıverdim. Benim cezalandırmam nasılmış! RA'D
32
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلاً مِّن قَبْلِكَ
وَجَعَلْنَا لَهُمْ أَزْوَاجًا وَذُرِّيَّةً وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ أَن يَأْتِيَ
بِآيَةٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ لِكُلِّ أَجَلٍ كِتَابٌ
“Ve le kad erselna rusülem min kablike ve cealna lehüm ezvacev ve
zürriyyeh ve ma kane li rasulin ey ye'tiye bi ayetin illa bi iznillah li külli
ecelin kitab“
Andolsun, senden önce de
peygamberler gönderdik.
Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın
izni olmadan hiçbir peygamber bir mucize getiremez. Her ecelin (vadenin) bir yazısı vardır.
RA'D 38
وَإِن مَّا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذِي
نَعِدُهُمْ أَوْ نَتَوَفَّيَنَّكَ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَعَلَيْنَا
الْحِسَابُ
“Ve im ma nüriyenneke ba'dallezi neidühüm ev neteveffeyenneke fe innema
aleykel belağu ve aleynel hisab”
Onlara va’dettiğimiz
azabın bir kısmını sana göstersek de, (göstermeden) senin ruhunu alsak da senin
görevin sadece tebliğ etmektir. Hesap görmek ise bize aittir. RA'D
40
*******************
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا أَنْ
أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِأَيَّامِ
اللّهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
“Ve
le kad erselna musa bi ayatina en ahric kavmeke minez zulümati ilen nuri ve
zekkirhüm bi eyyamillah inne fi zalike le ayatil li külli sabbarin şekur”
Andolsun, Mûsâ’yı da,
“Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş milletleri
cezalandırdığı) günlerini hatırlat” diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden
herkes için ibretler vardır.
İBRÂHİM 5
وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا
نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ أَنجَاكُم مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ
سُوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ أَبْنَاءكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءكُمْ وَفِي
ذَلِكُم بَلاء مِّن رَّبِّكُمْ عَظِيمٌ
“Ve iz kale musa li kavmihizkuru ni'metellahi aleyküm iz encaküm
min ali fir'avne yesumuneküm suel azabi ve yüzebbihune ebnaeküm ve yestahyune
nisaeküm ve fi zaliküm belaüm mir rabbiküm aziym”
Hani Mûsâ kavmine,
“Allah’ın size olan nimetini anın. Hani O sizi, Firavun ailesinden kurtarmıştı. Onlar sizi işkencenin
en ağırına uğratıyorlar, oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ
bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan vardır” demişti. İBRÂHİM
6
وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ
لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ
“Ve iz teezzene rabbüküm le in şekertüm le ezidenneküm ve le in
kefertüm inne azabi leşedid”
Hani Rabbiniz şöyle
duyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz
azabım çok şiddetlidir.” İBRÂHİM 7
وَقَالَ مُوسَى إِن تَكْفُرُوا أَنتُمْ وَمَن
فِي الأَرْضِ جَمِيعًا فَإِنَّ اللّهَ لَغَنِيٌّ حَمِيدٌ
“Ve
kale musa in tekfüru entüm ve men fil erdi cemian fe innellahe le ğaniyyün
Hamid”
Mûsâ, şöyle dedi: “Siz ve
yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz de gerçek şu ki, Allah her
bakımdan sınırsız zengindir, övgüye lâyık olandır.” İBRÂHİM
8
أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِن
قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذِينَ مِن بَعْدِهِمْ لاَ
يَعْلَمُهُمْ إِلاَّ اللّهُ جَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّوا
أَيْدِيَهُمْ فِي أَفْوَاهِهِمْ وَقَالُوا إِنَّا كَفَرْنَا بِمَا أُرْسِلْتُم
بِهِ وَإِنَّا لَفِي شَكٍّ مِّمَّا تَدْعُونَنَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ
“E lem ye'tiküm nebeüllezine min kabliküm kavmi nuhiv ve adiv ve
semude vellezine mim ba'dihim la ya'lemühüm ilellah caethüm rusülühüm bil
beyyinati fe raddu eydiyehüm fi efvahihim ve kalu inna kefarna bima ürsiltüm
bihi ve inna le fi şekkim mimma ted'unena ileyhi mürib”
Sizden önceki Nûh, Âd, ve
Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin –ki onları Allah’tan başkası
bilmez- haberi size gelmedi mi? Onlara
peygamberleri mucizeler getirdiler de onlar (öfkeden parmaklarını ısırmak için)
ellerini ağızlarına götürüp, “Biz sizinle gönderileni inkâr ediyoruz. Bizi
çağırdığınız şeyden de derin bir şüphe içindeyiz” dediler. İBRÂHİM
9
قَالَتْ رُسُلُهُمْ أَفِي اللّهِ شَكٌّ فَاطِرِ
السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ
إِلَى أَجَلٍ مُّسَـمًّى قَالُوا إِنْ أَنتُمْ إِلاَّ بَشَرٌ مِّثْلُنَا
تُرِيدُونَ أَن تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَآؤُنَا فَأْتُونَا
بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
“Kalet rusülühüm e fillahi şekkün fatiris semavati vel ard
yed'uküm li yağfira leküm min zünubiküm ve yüehhiraküm ila ecelim müsemma kalu
in entüm illa beşerum mislüna türidune en tesudduna amma kane ya'büdü abaüna
fe'tuna bi sültanim mübin”
Peygamberleri dedi ki:
“Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? (Hâlbuki) O, günahlarınızı bağışlamak ve
sizi belli bir zamana kadar ertelemek için sizi (imana) çağırıyor. Onlar, “Siz
de bizim gibi sadece birer insansınız. Bizi babalarımızın taptıklarından
alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin” dediler. İBRÂHİM
10
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ إِن نَّحْنُ إِلاَّ
بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ وَلَـكِنَّ اللّهَ يَمُنُّ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ
وَمَا كَانَ لَنَا أَن نَّأْتِيَكُم بِسُلْطَانٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَعلَى
اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
“Kalet lehüm rusülühüm in nahnü illa beşerum mislüküm ve
lakinnellahe yemünnü ala mey yeşaü min ibadih ve ma kane lena en ne'tiyeküm bi
sültanin illa bi iznillah ve alellahi fel yetevekkelil mü'minun”
Peygamberleri,
onlara dedi ki: “Biz ancak sizin gibi birer insanız. Fakat Allah, kullarından
dilediğine (peygamberlik) nimetini bahşeder. Allah’ın izni olmadıkça, bizim
size bir delil getirmemiz haddimize değil. Mü’minler ancak Allah’a tevekkül
etsinler.” İBRÂHİM 11
وَمَا لَنَا أَلاَّ نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّهِ
وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَى مَا آذَيْتُمُونَا وَعَلَى
اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
“Ve ma lena ella netevekkele alellahi ve kad hedana sübülena ve
lenasbiranne ala ma azeytümuna ve alellahi fel yetevekkelil müteveklkilun”
“Allah, bize yollarımızı
dosdoğru göstermişken, biz ne diye O’na tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız
eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler, yalnız Allah’a tevekkül
etsinler.” İBRÂHİM
12
وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ
لَنُخْرِجَنَّـكُم مِّنْ أَرْضِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا فَأَوْحَى
إِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِمِينَ
“Ve kalellezine keferu li rusülihim le nuhricenneküm min erdina
ev leteudünne fi milletina fe evha ileyhim rabbühüm le nühlikennez zalimin”
İnkâr edenler, peygamberlerine;
“Andolsun, ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız, ya da bizim dinimize dönersiniz”
dediler. Rableri de
onlara şöyle vahyetti: “Biz zalimleri mutlaka yok edeceğiz.” İBRÂHİM 13
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَـذَا
الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَن نَّعْبُدَ الأَصْنَامَ
“Ve iz kale ibrahimü rabbic'al hazel belede aminev vecnübni ve
beniyye en na'büdel ansam”
Hani İbrahim demişti ki:
“Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.” İBRÂHİM
35
الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى
الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاء
“Elhamdü lillahillezi vehebe li alel kiberi ismaiyle ve ishak
inne rabbi le semiud düa' “
“Hamd, iyice yaşlanmış
iken bana İsmail’i ve İshak’ı veren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.” İBRÂHİM
39
فَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ مُخْلِفَ وَعْدِهِ
رُسُلَهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ
“Fe la tahsebennellahe muhlife va'dihi rusüleh innellahe azizün
züntikam”
Sakın
Allah’ın, peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma! Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.
İBRÂHİM 47
*******************
وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاء اللّهُ
مَا عَبَدْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ نَّحْنُ وَلا آبَاؤُنَا وَلاَ حَرَّمْنَا
مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَهَلْ عَلَى
الرُّسُلِ إِلاَّ الْبَلاغُ الْمُبِينُ
“Ve kalellezine eşraku lev şaellahü ma abedna min dunihi min
şey'in nahnü ve la abaüna ve la harramna min dunihi min şey' kezalike
fealellezine min kablihim fe hel aler rusüli illel belağul mübin”
Allah’a ortak koşanlar,
dediler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye
tapmazdık, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Kendilerinden
öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere
düşen sadece apaçık bir tebliğdir. NAHL 35
تَاللّهِ لَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَى أُمَمٍ مِّن
قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ
الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“Tellahi le kad erselna ila ümemim min kablike fe zeyyene lehümüş
şeytanü a'malehüm fe hüve veliyyühümül yevme ve lehüm azabün elim”
Allah’a andolsun, senden
önceki ümmetlere peygamberler gönderdik. Fakat şeytan onlara işlerini güzel gösterdi. O, bugün de
onların dostudur ve onlar için elem dolu bir azap vardır. NAHL 63
وَمَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ إِلاَّ
لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا فِيهِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ
يُؤْمِنُونَ
“Ve ma enzelna aleykel kitabe illa li tübeyyine
lehümüllezihtelefu fihi ve hüdev ve rahmetel li kavmiy yü'mininun”
Sana kitabı, ancak
ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir topluma
doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik. NAHL 64
فَإِن تَوَلَّوْا فَإِنَّمَا عَلَيْكَ
الْبَلاَغُ الْمُبِينُ
“Fe in tevellev fe innemü aleykel belağul mübin”
Ey Muhammed! Eğer yüz
çevirirlerse, artık sana düşen açık bir tebliğden ibarettir. NAHL 82
وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِي كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا
عَلَيْهِم مِّنْ أَنفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَهِيدًا عَلَى هَـؤُلاء وَنَزَّلْنَا
عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرَى
لِلْمُسْلِمِينَ
“Ve yevme neb'azü fi külli ümmetin şehiden ala haüla' ve nezzelna
aleykel kitabe tibyanel likülli şey'iv ve hüdev ve rahmetev ve büşra lil
müslimin”
(Ey Muhammed!) Her ümmetin
kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir
şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu
gösteren bir rehber, bir rahmet ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.
NAHL 89
إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا
لِلّهِ حَنِيفًا وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
“İnne ibrahime kane ümmeten kanitel lillahi hanifa ve lem yekü
minel müşrikin”
Şüphesiz İbrahim, Allah’a
itaat eden, hakka yönelen bir önder idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi. NAHL 120
شَاكِرًا لِّأَنْعُمِهِ اجْتَبَاهُ وَهَدَاهُ
إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
“Şakiral li en'umih ictebahü ve hedahü ila siratim müstekiym”
O’nun nimetlerine şükreden
bir önderdi. Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişti. NAHL 121
وَآتَيْنَاهُ فِي الْدُّنْيَا حَسَنَةً
وَإِنَّهُ فِي الآخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحِينَ
“Ve ateynahü fid dünya haseneh ve innehu fil ahirati le mines
salihiyn”
Ona dünyada iyilik verdik.
Şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir. NAHL 122
ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ
إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
“Sümme
evhayna ileyke enittebi' millete ibrahime hanifa ve ma kane minel
müşrikin”
Sonra da sana, “Hakka
yönelen İbrahim’in dinine uy. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi” diye
vahyettik. NAHL 123
*******************
سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً
مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا
حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ
“Sübhanellezi esra bi abdihi leylem minel mescidil harami ilel
mescidil aksallezi barakna havlehu li nüriyehu min ayatina innehu hüves semiul
besiyr”
Kendisine âyetlerimizden
bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan
çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir,
hakkıyla görendir. İSRÂ 1
وَآتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ
هُدًى لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ أَلاَّ تَتَّخِذُوا مِن دُونِي وَكِيلاً
“Ve
ateyna musel kitabe ve cealnahü hüdel li beni israiyle ella tettehizu min duni
vekila”
Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı)
verdik ve onu, “Benden
başkasını vekil edinmeyin” diyerek, İsrailoğullarına
bir rehber yaptık. İSRÂ 2
رَّبُّكُمْ أَعْلَمُ بِكُمْ إِن يَشَأْ
يَرْحَمْكُمْ أَوْ إِن يَشَأْ يُعَذِّبْكُمْ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ
وَكِيلاً
“Rabbüküm
a'lemü bilküm iy yeşe' yerhamküm ev iy yeşe' yüazzibküm ve ma erselnake aleyhim
vekila”
Rabbiniz sizi daha iyi
bilir. (Durumunuza göre) dilerse size merhamet eder, dilerse azap eder. Seni de onlara vekil olarak göndermedik. İSRÂ
54
وَرَبُّكَ أَعْلَمُ بِمَن فِي السَّمَاوَاتِ
وَالأَرْضِ وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيِّينَ عَلَى بَعْضٍ وَآتَيْنَا
دَاوُودَ زَبُورًا
“Ve
rabbüke a'lemü bi men fis semavati vel ard ve le kad faddalna ba'dan nebiyyine
ala ba'div ve ateyna davude zebura”
Hem Rabbin göklerde ve yerde
kim varsa daha iyi bilir. Andolsun,
peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Dâvûd’a da Zebûr’u verdik. İSRÂ
55
سُنَّةَ مَن قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِن
رُّسُلِنَا وَلاَ تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْوِيلاً
“Sünnete men kad erselna kableke mir rusülina ve la tecidü li
sünnetina tahvila”
Senden önce gönderdiğimiz
peygamberlerimiz hakkındaki kanun böyledir. Bizim kanunumuzda hiçbir değişme
bulamazsın. İSRÂ 77
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى تِسْعَ آيَاتٍ
بَيِّنَاتٍ فَاسْأَلْ بَنِي إِسْرَائِيلَ إِذْ جَاءهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَونُ
إِنِّي لَأَظُنُّكَ يَا مُوسَى مَسْحُورًا
“Ve le kad ateyna musa tis'a ayatim beyyinatin fes'el beni
israile iz caehüm fe kale lehu fir'avnü inni le ezunnüke ya musa meshura”
Andolsun, biz Mûsâ’ya
apaçık dokuz mucize verdik. İsrailoğullarına sor (sana anlatsınlar): Hani Mûsâ onlara gelmiş ve
Firavun da ona, “Ben senin kesinlikle büyülendiğini zannediyorum ey Mûsâ!”
demişti. İSRÂ 101
*******************
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا
مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ
لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَمَا أُنذِرُوا هُزُوًا
“Ve ma nürsilül mürseline illa mübeşşirine ve münzirin ve
yücadilüllezine kefeu bil batili li yüdhidu bihil hakka vettehazu ayati ve ma
ünziru hüzüva”
Biz, peygamberleri ancak
müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. İnkâr edenler ise, hakkı batılla çürütmek
için mücadele ederler. Âyetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarıları alaya
alırlar. KEHF 56
ذَلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا
وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي هُزُوًا
“Zalike cezaühüm cehennemü bima keferu vettehazu ayati ve rusüli
hüzüve”
İşte böyle. İnkâr
etmeleri, âyetlerimi ve Peygamberlerimi alay konusu yapmaları yüzünden onların
cezası cehennemdir. KEHF 106
قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى
إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ
فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا
“Kul innema ene beşerum mislüküm yuha ileyye ennema ilahüküm
ilahüv vahid fe men kane yercu likae rabbihi felya'mel amelen salihav ve la
yüşrik bi ibadeti rabbihi ehada”
De ki: “Ben de ancak sizin
gibi bir insanım. (Ne var ki) bana, ‘Sizin ilâh’ınız ancak bir tek ilâhtır”
diye vahyolunuyor. Kim
Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi
ortak koşmasın.” KEHF 110
*******************
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلاَّ
مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ فَمَنْ آمَنَ وَأَصْلَحَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ
هُمْ يَحْزَنُونَ
“Ve ma nürsilül mürseline illa mübeşşirine ve münzirin fe men
amene ve asleha fe la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun”
Biz
peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman
eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. ENBİYÂ 48
وَتِلْكَ حُجَّتُنَا آتَيْنَاهَا إِبْرَاهِيمَ
عَلَى قَوْمِهِ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَّن نَّشَاء إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَلِيمٌ
“Ve tilke huccetüna ateynaha ibrahime ala kavmih nefeu deracatim
men neşa' inne rabbeke hakimün alim”
İşte kavmine karşı
İbrahim’e verdiğimiz delillerimiz.. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini
yükseltiriz. Şüphesiz
ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir. ENBİYÂ 83
وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ كُلاًّ
هَدَيْنَا وَنُوحًا هَدَيْنَا مِن قَبْلُ وَمِن ذُرِّيَّتِهِ دَاوُودَ
وَسُلَيْمَانَ وَأَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسَى وَهَارُونَ وَكَذَلِكَ نَجْزِي
الْمُحْسِنِينَ
“Ve
vehebna lehu ishaka ve ya'kub küllen hedeyna ve nuhan hedeyna min kablü ve min
zürriyyetihi davude ve süleymane ve eyyube ve yusüfe ve musa ve harun ve
kezalike neczil muhsinin”
Biz ona İshak’ı ve Yakub’u
armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nûh’u da hidayete
erdirmiştik. Zürriyetinden Dâvud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve
Hârûn’u da. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. ENBİYÂ 84
وَزَكَرِيَّا وَيَحْيَى وَعِيسَى وَإِلْيَاسَ
كُلٌّ مِّنَ الصَّالِحِينَ
“Ve zekeriyya ve yahya ve iysa ve ilyas küllüm mines salihiyn”
Zekeriya’yı, Yahya’yı,
İsa’yı, İlyas’ı doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi salih kimselerden idi. ENBİYÂ 85
وَإِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًا
وَكُلاًّ فضَّلْنَا عَلَى الْعَالَمِينَ
“Ve ismaiyle vel yesea ve yunüse ve luta ve küllen faddalna alel
alemin”
İsmail’i, Elyasa’ı,
Yûnus’u ve Lût’u da doğru yola erdirmiştik. Her birini âlemlere üstün
kılmıştık. ENBİYÂ 86
أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ
وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ فَإِن يَكْفُرْ بِهَا هَـؤُلاء فَقَدْ وَكَّلْنَا
بِهَا قَوْمًا لَّيْسُوا بِهَا بِكَافِرِينَ
“Ülaikellezine ateynahümül kitabe vel hukme ven nübüvveh fe iy
yekfür biha haülai fe kad vekkelna biha kavmel leysu biha bi kafirun”
Onlar kendilerine kitap,
hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer şunlar (inanmayanlar)
bunları tanımayıp inkâr ederlerse, biz onları inkâr etmeyecek olan bir kavmi,
onlara vekil kılmışızdır. ENBİYÂ 89
أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ هَدَى اللّهُ
فَبِهُدَاهُمُ اقْتَدِهْ قُل لاَّ أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِنْ هُوَ إِلاَّ
ذِكْرَى لِلْعَالَمِينَ
“Ülaikellezine hedellahü fe bi hüdahümuktedih kul la es'elüküm
aleyhi ecra in hüve illa zikra lil alemin”
İşte, o peygamberler,
Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. (Ey Muhammed!) Sen de onların tuttuğu
yola uy. De ki: “Bu tebliğe karşı sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur’an),
bütün âlemler için ancak bir uyarıdır.” ENBİYÂ 90
وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا أَشْرَكُوا وَمَا
جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ
“Ve lev şaellahü ma eşraku ve ma cealnake aleyhim hafiyza ve ma
ente aleyhim bi vekil”
Allah dileseydi ortak
koşmazlardı. Biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onlara vekil
(onlardan sorumlu) da değilsin. ENBİYÂ 107
*******************
ثُمَّ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَا كُلَّ مَا
جَاء أُمَّةً رَّسُولُهَا كَذَّبُوهُ فَأَتْبَعْنَا بَعْضَهُم بَعْضًا
وَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِيثَ فَبُعْدًا لِّقَوْمٍ لَّا يُؤْمِنُونَ
“Sümme erselna rusülena tetra küllema cae ümmeter rasulüha
kezzebuhü fe etba'na ba'dahüm ba'dav ve cealnahüm ehadis fe bu'del li kavmil la
yü'minun”
Sonra arka arkaya
peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete kendi peygamberi geldikçe, onu
yalanladılar. Biz de onları birbiri ardından helâk ettik ve onları birer
ibretli hikâye yaptık. Artık inanmayan bir kavim, Allah’ın rahmetinden uzak
olsun! MÜ'MİNÛN 44
ثُمَّ أَرْسَلْنَا مُوسَى وَأَخَاهُ هَارُونَ
بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
“Sümme erselna musa ve ehahü harune bi ayatina ve sültanim
mübin” MÜ'MİNÛN 45
إِلَى فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَاسْتَكْبَرُوا
وَكَانُوا قَوْمًا عَالِينَ
İla fir'avne ve meleihi festekberu ve kanu kavmen alin MÜ'MİNÛN 46
Sonra Mûsâ ve kardeşi
Hârûn’u mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelenlerine
peygamber olarak gönderdik de (onlar) büyüklük tasladılar ve kendilerini büyük
görüp böbürlenen bir topluluk oldular. MÜ'MİNÛN 45-46
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ
يَهْتَدُونَ
“Ve le kad ateyna musel kitabe leallehüm yehtedun”
Andolsun, hidayete
ersinler diye Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik. MÜ'MİNÛN 49
وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَأُمَّهُ آيَةً
وَآوَيْنَاهُمَا إِلَى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَعِينٍ
“Ve cealnebne meryeme ve ümmehu ayetev ve aveynahüma ila rabvetin
zati karariv ve meiyn”
Meryem oğlu İsa’yı ve
annesini büyük bir mucize kıldık ve her ikisini de oturmaya elverişli, akarsulu yüksek bir yere
yerleştirdik. MÜ'MİNÛN 50
يَا أَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ
الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ
“Ya eyyüher rusülü külu minet tayyibati va'melu saliha inni bima
ta'melune alim”
Ey peygamberler! Temiz
şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben, sizin yaptığınız şeyleri
tamamen bilirim. MÜ'MİNÛN 51
*******************
وَقَوْمَ نُوحٍ لَّمَّا كَذَّبُوا الرُّسُلَ
أَغْرَقْنَاهُمْ وَجَعَلْنَاهُمْ لِلنَّاسِ آيَةً وَأَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ
عَذَابًا أَلِيمًا
“Ve kavme nuhil lemma kezzebür rusüle ağraknahüm ve cealnahüm lin
nasi ayeh ve a'tedna liz zalimine azaben elima”
Nûh kavmini de,
Peygamberleri yalanladıkları vakit suda boğduk. Onları insanlara bir ibret yaptık ve
zalimlere elem dolu bir azap hazırladık. FURKÂN 37
*******************
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ
فَلَبِثَ فِيهِمْ أَلْفَ سَنَةٍ إِلَّا خَمْسِينَ عَامًا فَأَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ
وَهُمْ ظَالِمُونَ
“Ve le kad erselna nuhan ila kavmihi fe lebise fihim elfe senetin
illa hamsine ama fe ehazehümüt tufanü ve hüm salimun”
Andolsun, biz, Nûh’u kendi
kavmine peygamber olarak gönderdik. O da
dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Neticede onlar zulümlerini sürdürürlerken
tûfan kendilerini yakalayıverdi. ANKEBÛT
14
فَأَنجَيْنَاهُ وَأَصْحَابَ السَّفِينَةِ
وَجَعَلْنَاهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ
“Fe enceynahü ve ashabes sefineti ve cealnaha ayetel lil alemin”
Biz de onu (Nûh’u) ve
gemide bulunanları kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret kıldık. ANKEBÛT 15
وَإِبْرَاهِيمَ إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ اعْبُدُوا
اللَّهَ وَاتَّقُوهُ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
“Ve ibrahime iz kale li kavmihi'büdüllahe vettekuh zaliküm hayrul
leküm in küntüm ta'lemun”
İbrahim’i de peygamber
olarak gönderdik. Hani
o, kavmine şöyle demişti: “Allah’a kulluk edin, O’na karşı gelmekten sakının.
Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” ANKEBÛT 16
قَالَ رَبِّ انصُرْنِي عَلَى الْقَوْمِ
الْمُفْسِدِينَ
“Kale rabbinsurni alel kavmil müfsidin”
(Lût) “Ey Rabbim! Şu
bozguncu kavme karşı bana yardım et” dedi. ANKEBÛT 30
وَلَمَّا جَاءتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ
بِالْبُشْرَى قَالُوا إِنَّا مُهْلِكُو أَهْلِ هَذِهِ الْقَرْيَةِ إِنَّ أَهْلَهَا
كَانُوا ظَالِمِينَ
“Ve lemma caet rusülüna ibrahime bil büşra kalu inna mühliku elhi
hazihil karyeh inne ehleha kanu zalimin”
Elçilerimiz (melekler)
İbrahim’e müjdeyi getirdiklerinde, “Biz, bu memleket halkını helâk edeceğiz,
çünkü oranın ahalisi zalim kimselerdir” dediler. ANKEBÛT 31
قَالَ إِنَّ فِيهَا لُوطًا قَالُوا نَحْنُ
أَعْلَمُ بِمَن فِيهَا لَنُنَجِّيَنَّهُ وَأَهْلَهُ إِلَّا امْرَأَتَهُ كَانَتْ
مِنَ الْغَابِرِينَ
“Kale inne fiha luta kalu nahnü a'lemü bi men fiha le
nünecciyennehu ve ehlehu illemraetehu kanet minel ğabirin”
İbrahim, “Ama orada Lût
var” dedi. Onlar, “Orada kimin bulunduğunu biz daha iyi biliriz. Biz, onu ve
ailesini elbette kurtaracağız. Ancak karısı başka. O, geri kalıp helâk
edilenlerden olacaktır.” ANKEBÛT 32
وَلَمَّا أَن جَاءتْ رُسُلُنَا لُوطًا سِيءَ
بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعًا وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ إِنَّا
مُنَجُّوكَ وَأَهْلَكَ إِلَّا امْرَأَتَكَ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرِينَ
“Ve lemma en caet rusülüna lutan sie bihim ve daka bihim zer'av
ve kalu la tehaf ve la tahzen inna müneccuke ve ehleke illemraeteke kanet minel
ğabirin”
Elçilerimiz Lût’a
geldiklerinde, Lût, onlar yüzünden tasalandı, onlar hakkında çaresizlik içine
düştü. Elçiler ona, “Korkma, üzülme. Biz, seni ve aileni kurtaracağız. Ancak
karın başka. O, geride kalıp helâk edilenlerden olacaktır.” ANKEBÛT 33
وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا فَقَالَ
يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْآخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي
الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ
“Ve ila medyene ehahüm şüayben fe kale ya kavmi'büdüllahe vercül
yevmel ahira ve la ta'sev fil erdi müfsidin”
Medyen’e de kardeşleri
Şu’ayb’ı peygamber olarak gönderdik. Şu’ayb, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Ahiret gününe ümit
besleyin ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın” dedi. ANKEBÛT 36
فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ
فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ
“Fe kezzebuhü fe ehazethümür racfetü fe asbehu fi darihim
casimin”
Kavmi, onu yalanladı.
Bunun üzerine kendilerini o malum sarsıntı yakaladı da yurtlarında diz üstü
çökekaldılar. ANKEBÛT 37
وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ
جَاءهُم مُّوسَى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ وَمَا كَانُوا
سَابِقِينَ
“Ve karune fir'avne ve hamane ve le kad caehüm musa bil beyyinati
festekberu fil erdi ve ma kanu sabikiyn”
Kârûn’u, Firavun’u ve
Hâmân’ı da helâk ettik. Andolsun,
Mûsâ kendilerine apaçık mucizeler getirmişti de yeryüzünde büyüklük
taslamışlardı. Oysa
bizi geçip (azabımızdan) kurtulamazlardı. ANKEBÛT 39
*******************
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ رُسُلًا
إِلَى قَوْمِهِمْ فَجَاؤُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ
أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ
“Ve le kad erselna min kablike rusülen ila kavmihim fe cauhüm bil
beyyinati fentekamna minellezine ecramu ve kane hakkan aleyna nasrul mü'minin”
Andolsun, senden önce biz
nice peygamberleri kendi kavimlerine gönderdik. Peygamberler onlara apaçık
mucizeler getirdiler. Biz
de suç işleyenlerden intikam aldık. Mü’minlere yardım etmek ise üzerimizde bir
haktır. RÛM 47
*******************
وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ
وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ وَمِنَ الْجِنِّ مَن
يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ وَمَن يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا
نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ
“Ve li süleymaner riha ğudüvvüha şehruv ve ravahuha şehr ve
erselna lehu aynel kitr ve minel cinni mey ya'melü beyne yedeyhi bi izni rabbih
ve mey yeziğ minhüm an emrina nüzikhü min azabis seiyr”
Süleyman’ın emrine de,
sabah esişi bir ay, akşam esişi de bir ay(lık yol) olan rüzgârı verdik. Erimiş bakır ocağını da ona sel gibi
akıttık. Cinlerden de Rabbinin izniyle onun önünde çalışanlar vardı. İçlerinden
kim bizim emrimizden çıkarsa, ona alevli ateş azabını tattırırız. SEBE' 12
يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاء مِن مَّحَارِيبَ
وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَّاسِيَاتٍ اعْمَلُوا آلَ
دَاوُودَ شُكْرًا وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ
“Ya'melune lehu ma yeşaü mim meharibe ve temasile ve cifanin kel
cevabi ve kudurir rasiyat i'melu ale davude şükra ve kalilüm min ibadiyeş
şekur”
Cinler, Süleyman için
dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar
yapıyorlardı. Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır. SEBE' 13
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا
دَلَّهُمْ عَلَى مَوْتِهِ إِلَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُ
فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ أَن لَّوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا
لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهِينِ
“Felemma kadayna aleyhil mevte ma dellehüm ala mevtihi illa
dabbetül erdi te'külü minseeteh Fe lemma harra tebeyyenetil cinnü el lev kanu
ya'lemunel ğaybe ma lebisu fil azabil mühin”
Süleyman’ın ölümüne
hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir kurt
gösterdi. Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler
anladılar ki, eğer gaybı bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış
olacaklardı. SEBE' 14
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ
بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
“Ve ma erselnake illa kaffetel lin nasi beşirav ve nezirav ve
lakinne ekseran nasi la ya'lemun”
Biz,
seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler. SEBE' 28
وَكَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَمَا بَلَغُوا
مِعْشَارَ مَا آتَيْنَاهُمْ فَكَذَّبُوا رُسُلِي فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ
“Ve kezzebellezine min kablihim ve ma beleğu mi'şara ma ateynahüm
fe kezzebu rusüli fe keyfe kane nekir”
Onlardan öncekiler de
yalanlamışlardı. Hâlbuki
bunlar onlara verdiğimiz şeylerin onda birine bile ulaşamamışlardır. Elçilerimi yalanladılar. Peki, beni
inkâr etmenin sonucu nasıl oldu! SEBE' 45
*******************
وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ
مِّن قَبْلِكَ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الأمُورُ
“Ve iy yükezzibuke fe kad küzzibet rusülüm min kablik ve ilellahi
türceul ümur”
(Ey Muhammed!) Eğer seni yalancı sayıyorlarsa bil ki, senden önce
de nice peygamberler yalancı sayılmıştır. Bütün işler ancak Allah’a döndürülür. FATIR 4
إِنْ أَنتَ إِلَّا نَذِيرٌ
“İn ente illa nezir”
Sen, ancak bir uyarıcısın.
FATIR 23
إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشِيرًا
وَنَذِيرًا وَإِن مِّنْ أُمَّةٍ إِلَّا خلَا فِيهَا نَذِيرٌ
“İnna erselnake bil hakki beşirav ve nesira ve im min ümmetin
illa hala fiha nezir”
Şüphesiz biz, seni
müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki,
aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın. FATIR
24
وَإِن يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذِينَ
مِن قَبْلِهِمْ جَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ
وَبِالْكِتَابِ الْمُنِيرِ
“Ve iy yükezzibuke fe kad kezzebellezine min kablihim caethüm
rusülühüm bil kitabil Münir”
(Ey Muhammed!) Eğer seni
yalanlıyorlarsa bil ki, onlardan öncekiler de peygamberlerini yalanlamışlardı.
Oysa peygamberleri onlara apaçık delilleri, sahifeleri ve aydınlatıcı kitabı
getirmişlerdi. FATIR 25
*******************
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ
وَفِرْعَوْنُ ذُو الْأَوْتَادِ
“Kezzebet
kablehüm kavmü nuhiv ve adüv ve fir'avnü zül evtad ” SÂD 12
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَأَصْحَابُ
الأَيْكَةِ أُوْلَئِكَ الْأَحْزَابُ
“Ve semudü ve kavmü lutiv ve ashabül eykeh ülaikel Ahzab” SÂD 13
Onlardan önce de Nûh
kavmi, Âd kavmi, kazıklar sahibi Firavun, Semûd kavmi, Lût kavmi ve Eyke halkı
da Peygamberleri yalanlamışlardı. İşte onlar da (böyle) gruplardı.SÂD 12-13
إِن كُلٌّ إِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ
عِقَابِ
“İn küllün illa kezzeber rusüle fe hakka ikab”
(O
grupların) her biri peygamberleri yalanladı da onları cezalandırmam hak oldu. SÂD
14
اصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ
عَبْدَنَا دَاوُودَ ذَا الْأَيْدِ إِنَّهُ أَوَّابٌ
“İsbir ala ma yekulune veskür abdena davude zel eyd innehu evvab”
Ey Muhammed! Onların
söylediklerine karşı sabret. Güçlü kulumuz Dâvûd’u hatırla. O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi. SÂD 17
إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ
بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ
“İnna sehharnel cibale meahu yüsebbihne bil aşiyyi vel işrak” SÂD
18
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً كُلٌّ لَّهُ أَوَّابٌ
“Vettayra mahşurah küllül lehu evvab” SÂD 19
Kendisiyle birlikte tesbih
etsinler diye biz, dağları ve toplanıp gelen kuşları Dâvûd’un emrine verdik. Onların her biri Allah’a yönelmişlerdi. SÂD 18-19
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَآتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ
وَفَصْلَ الْخِطَابِ
“Ve şededna mülehu ve ateynahül hikmete ve faslel hitab”
Biz Davud’un mülkünü
güçlendirdik, ona hikmet ve hakla batılı ayıran söz (hüküm verme) yeteneği
verdik. SÂD 20
وَوَهَبْنَا لِدَاوُودَ سُلَيْمَانَ نِعْمَ
الْعَبْدُ إِنَّهُ أَوَّابٌ
“Ve vehebna li davude süleyman ni'mel abdinnehu evvab”
Dâvûd’a Süleyman’ı
bağışladık. O ne güzel kuldu! Şüphesiz o, Allah’a çok yönelen bir kimse idi. SÂD 30
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمَانَ وَأَلْقَيْنَا
عَلَى كُرْسِيِّهِ جَسَدًا ثُمَّ أَنَابَ
“Ve le kad fetenna süleymane ve elkayna ala kürsiyyihi ceseden
sümme enab”
Andolsun, biz Süleyman’ı
imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize
yöneldi. SÂD 34
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا
لَّا يَنبَغِي لِأَحَدٍ مِّنْ بَعْدِي إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ
“Kale rabbiğfir li veheb li mülkel la yembeğiy li ehadim mim
ba'di inneke entel Vehhab”
Süleyman, “Ey Rabbim! Beni
bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık)
bahşet! Şüphesiz sen çok bahşedicisin!” dedi. SÂD 35
فَسَخَّرْنَا لَهُ الرِّيحَ تَجْرِي بِأَمْرِهِ
رُخَاء حَيْثُ أَصَابَ
“Fe sehharna lehür riha tecri bi emrihi ruhaen haysü esab”
Biz de rüzgârı onun
buyruğuna verdik. Rüzgâr, onun emriyle dilediği yere hafif hafif eserdi. SÂD
36
وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَى
رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ
“Vezkür abdena eyyub iz nada rabbehu enni messeniyeş şeytanü bi
nusbiv ve azab”
(Ey Muhammed!) Kulumuz
Eyyûb’u da an. Hani o,
Rabbine, “Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu” diye seslenmişti. SÂD 41
وَاذْكُرْ عِبَادَنَا إبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ
وَيَعْقُوبَ أُوْلِي الْأَيْدِي وَالْأَبْصَارِ
“Vezkür ibadena ibrahime ve ishaka ve ya'kube ülil eydi ve ebsar”
(Ey Muhammed!) Güçlü ve
basiretli kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da an. SÂD 45
قُلْ إِنَّمَا أَنَا مُنذِرٌ وَمَا مِنْ إِلَهٍ
إِلَّا اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
“Kul innema ene münziruv ve ma min ilahin illellahül vahidül
kahhar”
(Ey Muhammed!) De ki: “Ben
ancak bir uyarıcıyım. Her şey üzerinde mutlak otorite sahibi olan bir Allah’tan
başka hiçbir ilâh yoktur.” SÂD 65
قُلْ مَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ
وَمَا أَنَا مِنَ الْمُتَكَلِّفِينَ
“Kul ma es'elüküm aleyhi min ecriv ve ma enen minel mütekellifin”
(Ey Muhammed!) De ki:
“Bundan (tebliğ görevinden) dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ben
kendiliğinden yükümlülük altına girenlerden değilim.” SÂD
86
*******************
وَسِيقَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِلَى جَهَنَّمَ
زُمَرًا حَتَّى إِذَا جَاؤُوهَا فُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا
أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِ رَبِّكُمْ
وَيُنذِرُونَكُمْ لِقَاء يَوْمِكُمْ هَذَا قَالُوا بَلَى وَلَكِنْ حَقَّتْ
كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِرِينَ
“Vesikallezine keferu ila cehenneme zümera hatta iza cauha
fütihat ebvabüha ve kale lehüm hazenetüha e lem ye'tiküm rusülüm minküm yetlune
aleyküm ayati rabbiküm ve yünziruneküm likae yemiküm haza kalu bela velakin
hakkat kelimetül azabi alel kafirin”
İnkâr edenler grup grup
cehenneme sevk edilirler. Cehenneme vardıklarında oranın kapıları açılır ve
cehennem bekçileri onlara şöyle derler: “Size içinizden, Rabbinizin âyetlerini
size okuyan ve bu gününüze kavuşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi
mi?” Onlar da, “Evet geldi” derler. Fakat inkârcılar hakkında azap sözü gerçekleşmiştir. ZÜMER 71
*******************
ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانَت تَّأْتِيهِمْ
رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَكَفَرُوا فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ إِنَّهُ قَوِيٌّ
شَدِيدُ الْعِقَابِ
“Zalike bi ennehüm kanet te'tihim rusülühüm bil beyyinati fe
keferu fe ehazehümüllah innehu kaviyyün şedidül ikab”
Bunun sebebi şu idi: Peygamberleri onlara apaçık mucizeler
getiriyorlardı da onlar inkâr ediyorlardı. Bu yüzden Allah da onları
yakalayıverdi.
Şüphesiz O, güçlüdür, cezası da çok şiddetlidir. MÜ'MİN 22
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا
وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ
“Ve le kad erselna musa bi ayatina ve sültanim mübin” MÜ'MİN 23
إِلَى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ
فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ
“İla fir'avne ve hamane ve karune fe kalu sahirun kezzab” MÜ'MİN
24
Andolsun ki biz Mûsâ’yı
mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun’a, Hâmân’a ve Kârûn’a gönderdik. Onlar ise; “Bu çok yalancı bir
sihirbazdır” dediler. MÜ'MİN 23-24
وَلَقَدْ جَاءكُمْ يُوسُفُ مِن قَبْلُ
بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ فِي شَكٍّ مِّمَّا جَاءكُم بِهِ حَتَّى إِذَا
هَلَكَ قُلْتُمْ لَن يَبْعَثَ اللَّهُ مِن بَعْدِهِ رَسُولًا كَذَلِكَ يُضِلُّ
اللَّهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُّرْتَابٌ
“Ve le kad caeküm yusüfü min kablü bil beyyinati fe ma ziltüm fi
şekkim mimma caeküm bih hatta iza heleke kultüm ley yeb'asellahü mim ba'dihi
rasula kezalike yüdillüllahü men hüve müsrifüm mürtab”
Andolsun, daha önce Yûsuf
da size apaçık deliller getirmişti de, onun size getirdikleri hakkında şüphe
edip durmuştunuz. Daha
sonra o ölünce de, “Allah,
ondan sonra aslâ peygamber göndermez” demiştiniz. İşte Allah, aşırı giden şüpheci kimseleri
böyle saptırır. MÜ'MİN 34
قَالُوا أَوَلَمْ تَكُ تَأْتِيكُمْ رُسُلُكُم
بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا بَلَى قَالُوا فَادْعُوا وَمَا دُعَاء الْكَافِرِينَ
إِلَّا فِي ضَلَالٍ
“Kalu eve lem tekü te'tiküm rusülüküm bil beyyinat kalu bela kalu
fed' ve ma düaül kafirine illa fi dalal”
(Cehennem bekçileri)
derler ki: “Size peygamberleriniz açık mucizeler getirmemiş miydi?” Onlar,
“Evet, getirmişti” derler. (Bekçiler), “Öyleyse kendiniz yalvarın” derler. Şüphesiz kâfirlerin duası boşunadır. MÜ'MİN 50
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْهُدَى
وَأَوْرَثْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ الْكِتَابَ
“Ve le kad ateyna musel hüda ve evrasna beni israilel kitab”
MÜ'MİN 53
هُدًى وَذِكْرَى لِأُولِي الْأَلْبَابِ
“Hüdev ve zikra li ülil elbab”
MÜ'MİN 54
Andolsun, biz Mûsâ’ya
hidayet verdik. İsrailoğulları’na da, akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk
rehberi olarak o kitabı (Tevrat’ı) miras bıraktık. MÜ'MİN 53-54
الَّذِينَ كَذَّبُوا بِالْكِتَابِ وَبِمَا
أَرْسَلْنَا بِهِ رُسُلَنَا فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
“Ellezine
kezzebu bil kitabi ve bima erselna bihi rusülena fe sevfe ya'lemun”
Onlar, kitabı (Kur’an’ı)
ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlardır. Onlar bilecekler. MÜ'MİN 70
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلًا مِّن قَبْلِكَ
مِنْهُم مَّن قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُم مَّن لَّمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَ وَمَا
كَانَ لِرَسُولٍ أَنْ يَأْتِيَ بِآيَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ فَإِذَا جَاء
أَمْرُ اللَّهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ
“Ve le kad erselna rusülem min kablike minhüm men kasasna aleyke
ve minhüm mel lem naksus aleyk ve ma kane li rasulin ey ye'tiye bi ayetin illa
bi iznillah fe iza cae emrallahi kudiye bil hakki ve hasira hünalikel mübtilun”
Andolsun, senden önce de
peygamberler gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız
da var. Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmadan bir mûcize
getiremez. Allah’ın emri gelince de hak yerine
getirilir. İşte o zaman bunu batıl sayanlar hüsrana uğrarlar. MÜ'MİN 78
فَلَمَّا جَاءتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ
فَرِحُوا بِمَا عِندَهُم مِّنَ الْعِلْمِ وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ
يَسْتَهْزِئُون
“Felemma caethüm rusülühüm bil beyyinati ferihu bima indehüm
minel ilmi ve haka biham ma kanu bihi yestehziun”
Peygamberleri onlara
apaçık deliller getirince, sahip oldukları bilgi ile şımardılar (ve onları alaya aldılar). Sonunda alaya
almakta oldukları şey kendilerini sarıverdi. MÜ'MİN 83
*******************
إِذْ جَاءتْهُمُ الرُّسُلُ مِن بَيْنِ
أَيْدِيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ قَالُوا لَوْ
شَاء رَبُّنَا لَأَنزَلَ مَلَائِكَةً فَإِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُمْ بِهِ كَافِرُونَ
“İz caethümür rusülü mim beyni iydihim ve min halfihim ella
ta'büdu illellah kalu lev şae rabbüna le enzele melaiketen fe inna bima
ürsiltüm bihi kafirun”
Hani onlara peygamberler
önlerinden ve arkalarından gelmiş, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin”
demişler, onlar da, “Eğer Rabbimiz dileseydi (Peygamber olarak) melekler
indirirdi. Bu sebeple, biz sizinle gönderilenleri inkâr ediyoruz” demişlerdi. FUSSİLET
14
مَا يُقَالُ لَكَ إِلَّا مَا قَدْ قِيلَ
لِلرُّسُلِ مِن قَبْلِكَ إِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ أَلِيمٍ
“Ma yükalü leke illa ma kad kiyle lir rusüli min kablik inne
rabbeke lezu mağfirativ ve zu ikabin elim”
Sana
ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç şüphesiz senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de
elem dolu bir azap sahibidir. FUSSİLET
43
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ
فَاخْتُلِفَ فِيهِ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ
وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ
“Ve le kad ateyna musel kitabe fahtülife fih ve lev la kelimetün
sebekat mir rabbike le kudiye beynehüm ve innehüm lefi şekkim minhü mürib”
Andolsun! Biz, Mûsâ’ya
Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik de, onda ayrılığa düşmüşlerdi. Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili
olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hüküm
verilirdi. Şüphesiz onlar Kur’an hakkında derin bir şüphe içindedirler. FUSSİLET 45
*******************
وَاسْأَلْ مَنْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن
رُّسُلِنَا أَجَعَلْنَا مِن دُونِ الرَّحْمَنِ آلِهَةً يُعْبَدُونَ
“Ves'el men erselna min kablike mir rusülina e cealna min dunir
rahmani alihetey yu'bedun”
Senden önce gönderdiğimiz
elçilerimize sor: Rahmân’dan başka kulluk edilecek ilâhlar var etmiş miyiz? ZUHRUF 45
إِنْ هُوَ إِلَّا عَبْدٌ أَنْعَمْنَا عَلَيْهِ
وَجَعَلْنَاهُ مَثَلًا لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ
“İn hüve illa abdün en'amna aleyhi ve cealnahü meselel li beni
İsrail”
İsa,
sadece, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğulları’na örnek kıldığımız bir
kuldur. ZUHRUF 59
وَلَمَّا جَاء عِيسَى بِالْبَيِّنَاتِ قَالَ
قَدْ جِئْتُكُم بِالْحِكْمَةِ وَلِأُبَيِّنَ لَكُم بَعْضَ الَّذِي تَخْتَلِفُونَ
فِيهِ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
“Ve lemma cae iysa bil beyyinati kale kad ci'tüküm bil hikmeti ve
li übeyyine leküm ba'dallezi tahtelifune fih fettekullahe ve etiy'un”
İsa, apaçık mucizeleri
getirdiği zaman şöyle demişti: “Ben size hikmeti getirdim ve hakkında ayrılığa
düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyle ise, Allah’a karşı gelmekten sakının
ve bana itaat edin.” ZUHRUF 63
*******************
قُلْ مَا كُنتُ بِدْعًا مِّنْ الرُّسُلِ وَمَا
أَدْرِي مَا يُفْعَلُ بِي وَلَا بِكُمْ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَى إِلَيَّ
وَمَا أَنَا إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ
“Kul ma küntü bid'am miner rusüli ve ma edri ma yüfahü bi ve la
biküm in ettebiu illa ma yuha ileyye ve ma ene ila nezirum mübin”
De
ki: “Ben türedi bir peygamber değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem.
Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” AHKAF
9
وَاذْكُرْ أَخَا عَادٍ إِذْ أَنذَرَ قَوْمَهُ
بِالْأَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتْ النُّذُرُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ
أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ
عَظِيمٍ
“Vezkür eha ad iz enzera kavmehu bil ahkafi ve kad haletin nüzüru
mim beyni yedeyhi ve min halfihi ella ta'büdu illellah inni ehafü aleyküm azabe
yevmin aziym”
Kendisinden önce ve sonra
uyarıcıların gelip geçmiş olan Âd kavminin kardeşini (Hûd’u) hatırla. Hani Ahkâf’taki kavmini, “Ancak Allah’a
ibadet edin, çünkü ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum” diye
uyarmıştı. AHKAF 21
فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ أُوْلُوا الْعَزْمِ مِنَ
الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِل لَّهُمْ كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَ
لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا سَاعَةً مِّن نَّهَارٍ بَلَاغٌ فَهَلْ يُهْلَكُ إِلَّا
الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ
“Fasbir kema sabera ülül azmi miner rusüli ve la testa'cil lehüm
ke ennehüm yevme yeravne ma yuadune lem yelbesu illa saatem min nehar belağ fe
hel yühlekü illel kavmül fasikun”
(Ey Muhammed!) O hâlde,
yüksek azim sahibi peygamberlerin sabretmesi gibi sabret. Onlar için acele
etme. Onlar tehdit
edildikleri azabı gördükleri gün, sanki dünyada gündüzün bir anından başka
kalmadıklarını sanırlar. Bu bir duyurudur. Ancak yoldan çıkmış olan topluluk
helâk edilir.AHKAF 35
*******************
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَأَصْحَابُ
الرَّسِّ وَثَمُودُ
“Kezzebet
kablehum kavmu nuhiv ve ashabur rassi ve semud”
Onlardan önce Nûh kavmi,
Resliler ve Semûd (kavmi) de yalanlamıştı. KAF 12
وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ وَإِخْوَانُ لُوطٍ
“Ve aduv ve fir'avnu ve ihvanu lut”
“ 'Âd, Fir'avn ve Lût'un
kardeşleri (durumundaki kavmi),” KAF 13
وَأَصْحَابُ الْأَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍ كُلٌّ
كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَعِيدِ
“Ve
ashahub eyketi ve kavmu tubba kulun kezzeber rusule fe hakka veiyd”
Eyke halkı ve Tubba'
kavmi. Bunların hepsi elçileri yalanlayıp, uyardığım(azâb)ı hak ettiler. KAF 14
*******************
وَالَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ
أُوْلَئِكَ هُمُ الصِّدِّيقُونَ وَالشُّهَدَاء عِندَ رَبِّهِمْ لَهُمْ أَجْرُهُمْ
وَنُورُهُمْ وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ
الْجَحِيمِ
“Velleziyne amenu billahi ve rusulihi ulaik humussiddiykune
veşşuhedau'inde rabbihim lehum ecruhum ve nuruhum velleziyne keferu ve kezzebu
biayatina ulaik ashabulcahiymi.”
Allah’a
ve Peygamberlerine iman edenler var ya, işte onlar sıddîklar (sözü özü doğru
kimseler) ve Allah katında şahitlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır.
İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; işte onlar cehennemliklerdir. HADÎD 19
سَابِقُوا إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ
وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَاء وَالْأَرْضِ أُعِدَّتْ لِلَّذِينَ آمَنُوا
بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ ذَلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللَّهُ ذُو
الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
“Sabiku ila mağfiretin min rabbikum ve cennetin 'arduha
ke'ardissemai vel'ardi u'iddet lilleziyne amenu billahi ve rusulihi zalike
fadlullahi yu'tiyhi men yeşa'u vallahu zulfadlil'aziymi.”
Rabbinizden
bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resûlüne
inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın
lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf
sahibidir. HADÎD 21
لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ
وَأَنزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ
وَأَنزَلْنَا الْحَدِيدَ فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ
اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ
“Lekad erselna rusulena bilbeyyinati ve enzelna me'ahumulkitabe
velmiyzane liyekumennasu bilkisti ve enzelnelhadiyde fiyhi be'sun şediydun ve
menafi'u linnasi ve liya'lemallahu men yensuruhu ve rusulehu bilğaybi innallahe
kaviyyun 'aziyzun.”
Andolsun, biz elçilerimizi
açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik
ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar
bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resûllerine gayba
inanarak yardım edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir. HADÎD 25
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا وَإِبْرَاهِيمَ
وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِمَا النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ فَمِنْهُم مُّهْتَدٍ
وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
“Ve lekad erselna nuhan ve ibrahiyme ve ce'alna fiy
zurriyyetihimennubuvvete velkitabe feminhum muhtedin ve kesiyrun minhum
fasikune.”
Andolsun, biz Nûh’u ve
İbrahim’i peygamber olarak gönderdik. Peygamberliği ve kitabı onların soylarına
da verdik. Onlardan
kimi doğru yola ermiştir, ama içlerinden birçoğu da fasık kimselerdir. HADÎD 26
ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِرُسُلِنَا
وَقَفَّيْنَا بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَآتَيْنَاهُ الْإِنجِيلَ وَجَعَلْنَا فِي
قُلُوبِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةً وَرَهْبَانِيَّةً
ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ إِلَّا ابْتِغَاء رِضْوَانِ اللَّهِ
فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا فَآتَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا مِنْهُمْ
أَجْرَهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
“Summe kaffeyna 'ala asarihim birusulina ve kaffeyna bi'iysebni
meryeme ve ateynahul'inciyle ve ce'alna fiy kulubilleziynettebe'uhu re'feten ve
ramheten ve rehbaniyyetenibtede'uha ma ketebnaha 'aleyhim illebtiğae
ridvanillahi fema re'avha hakka ri'ayetiha feateynelleziyne amenu minhum
ecrehum ve kesiyrun minhum fasikune.”
Sonra bunların peşinden
ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Onların arkasından da Meryem oğlu İsa’yı
gönderdik, ona İncil’i verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve
merhamet duygusu koyduk. (Kendiliklerinden) icat ettikleri ruhbanlığa gelince; biz onu
onlara farz kılmamıştık. Allah’ın rızasını kazanmak için onu kendileri icat
etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi uymadılar. Biz de içlerinden iman edenlere
mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık kimselerdir. HADÎD 27
*******************
كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي
إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ
“Ketaballahu leağlibenne ene ve rusuliy innallahe kaviyyun
'aziyzun.”
Allah,
“Şüphesiz ben ve peygamberlerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphe yok ki, Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir. MÜCÂDİLE 21
*******************
وَمَا أَفَاء اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْهُمْ
فَمَا أَوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وَلَا رِكَابٍ وَلَكِنَّ اللَّهَ
يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلَى مَن يَشَاء وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“Ve ma efaalahu 'ala resulihi minhum fema evceftum 'aleyhi min
haylin ve la rikabin ve lakinnallahe yusellitu rusulehu 'ala men yeşa'u vallahu
'ala kulli şey'in” kadiyrun.
Onların mallarından
Allah’ın, savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar için siz, at ya da
deve koşturmuş değilsiniz. Fakat Allah, peygamberlerini, dilediği kimselerin
üzerine salıp onlara üstün kılar. Allah’ın her şeye hakkıyla gücü yeter. HAŞR 6
*******************
وَكَأَيِّن مِّن قَرْيَةٍ عَتَتْ عَنْ أَمْرِ
رَبِّهَا وَرُسُلِهِ فَحَاسَبْنَاهَا حِسَابًا شَدِيدًا وَعَذَّبْنَاهَا عَذَابًا
نُّكْرًا
“Ve keeyyin min karyetin 'atet 'an emri rabbiha ve rusulihi
fehasebnaha hisaben şediyden ve 'azzebnaha 'azaben nukren.”
Nice kentlerin halkı
Rablerinin ve O’nun elçilerinin emrinden uzaklaşıp azdılar. Bu yüzden kendilerini çetin bir hesaba
çektik ve görülmedik bir azaba çarptırdık. TALÂK 8
*******************
وَإِذَا الرُّسُلُ أُقِّتَتْ
“Ve izerrusulu ukkitet.”
Peygamberler için
(ümmetlerine şahitlik etmek üzere) vakit belirlendiği zaman (kıyamet
gerçekleşir). MÜRSELÂT 11
*******************
ذِكْرُ رَحْمَةِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّا
“Zikru rahmeti rabbike abdehu zekeriyya”
Bu, Rabbinin, Zekeriya
kuluna olan merhametinin anılmasıdır. MERYEM 2
إِذْ نَادَى رَبَّهُ نِدَاء خَفِيًّا
“İz nada rabbehu nidaen hafiyya”
Hani
o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı. MERYEM 3
قَالَ رَبِّ إِنِّي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنِّي
وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْبًا وَلَمْ أَكُن بِدُعَائِكَ رَبِّ شَقِيًّا
“Kale rabbi inni vehenel azmü minni veştealer ra'sü şeybev ve lem
eküm bi düaike rabbi şekiyya”
O, şöyle demişti: “Rabbim!
Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda
(cevapsız bırakılarak) hiç mahrum olmadım.” MERYEM 4
وَإِنِّي خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِن وَرَائِي
وَكَانَتِ امْرَأَتِي عَاقِرًا فَهَبْ لِي مِن لَّدُنكَ وَلِيًّا
“Ve inni hiftül mevaliye miv verai ve kanetimraeti akiran feheb
li mil ledünke veliyya”
"Doğrusu ben
arkamdan, yerime geçecek yakınlar(ımın iyi hareket etmeycekler)inden korktum; karım da kısır. (Ne
olur) katından bana yerime geçecek bir veli lutfet. MERYEM
5
يَرِثُنِي وَيَرِثُ مِنْ آلِ يَعْقُوبَ
وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِيًّا
“Yerisüni ve yerisü min ali ya'kube vec'alhü rabbi radiyya”
"Ki, (o), bana ve
Ya'kûb oğullarına mirâsçı olsun. Rabbim, onu beğendiğin bir insan yap." MERYEM 6
يَا زَكَرِيَّا إِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ
اسْمُهُ يَحْيَى لَمْ نَجْعَل لَّهُ مِن قَبْلُ سَمِيًّا
“Ya zekeriyya inna nübeşşiruke bi ğulaminismühu yahya lem nec'al
lehu min kablü semiyya”
(Allah,
şöyle dedi:) “Ey Zekeriyya! Haberin olsun ki biz sana Yahya adlı bir oğul
müjdeliyoruz. Daha önce onun adını kimseye vermedik.”MERYEM 7
قَالَ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ
وَكَانَتِ امْرَأَتِي عَاقِرًا وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِيًّا
“Kale rabbi enna yekunü li ğulamüv ve kanetimraeti akirav ve kad
belağtü minel kiberi itiyya”
Zekeriyya,
“Rabbim!” “Hanımım kısır ve ben de ihtiyarlığın son noktasına ulaşmış iken,
benim nasıl çocuğum olur?” dedi. MERYEM 8
يَا يَحْيَى خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍ
وَآتَيْنَاهُ الْحُكْمَ صَبِيًّا
“Ya yahya huzil kitabe bi kuvveh ve ateynahül hukme abiyya”
Ey
Yahyâ, Kitabı kuvvetle tut (Onun emirlerini uygula)." (dedik) ve ona çocuk
iken hikmet verdik. MERYEM 12
وَحَنَانًا مِّن لَّدُنَّا وَزَكَاةً وَكَانَ
تَقِيًّا
“Ve hananem mil ledünna ve zekah ve kane tekiyya”
Katımızdan
bir rahmet (bir acıma duygusu) ve temizlik de (verdik; o günâhlardan) korunan
oldu. MERYEM 13
وَبَرًّا بِوَالِدَيْهِ وَلَمْ يَكُن جَبَّارًا
عَصِيًّا
“Ve berram bi valideyhi ve lem yekün cebbaran asiyya”
Ana babasına iyilik
ediciydi, baş kaldıran bir zorba değildi. MERYEM 14
قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ
الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيًّا
“Kale inni abdüllahi ataniyel kitabe ve cealeni nebiyya”
Bebek
şöyle konuştu: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Bana kitabı (İncil’i) verdi ve
beni bir peygamber yaptı.” MERYEM 30
وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَ مَا كُنتُ
وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا
“Ve cealeni mübaraken eyne ma küntü ve evsani bis salati vez
zekati ma dümtü hayya ”
“Nerede olursam olayım
beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti.” MERYEM 31
“Nerede olursam olayım
beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti.” MERYEM 31
وَبَرًّا بِوَالِدَتِي وَلَمْ يَجْعَلْنِي
جَبَّارًا شَقِيًّا
“Ve berram bi valideti ve lem yec'alni cebbaran şekiyya”
“Beni anama saygılı kıldı.
Beni azgın bir zorba kılmadı.” MERYEM
32
وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدتُّ وَيَوْمَ
أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا
“Vesselamü aleyye yevme vülidtü ve yevme emutü ve yevme üb'asü
hayya”
“Doğduğum gün, öleceğim
gün ve diriltileceğim gün bana selâm (esenlik verilmiştir).” MERYEM 33
ذَلِكَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ قَوْلَ الْحَقِّ
الَّذِي فِيهِ يَمْتَرُونَ
“Zalike iysebnü meryem kavlel hakkillezi fihi yemterun”
Hakkında şüpheye
düştükleri hak söze göre Meryem oğlu İsa işte budur. MERYEM 34
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّهُ
كَانَ صِدِّيقًا نَّبِيًّا
“Vezkür fil kitabi ibrahim innehu kane siddikan nebiyya”
Kitap’ta İbrahim’i de an.
Gerçekten o, son derece dürüst bir kimse, bir peygamber idi. MERYEM 41
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسَى إِنَّهُ كَانَ
مُخْلَصًا وَكَانَ رَسُولًا نَّبِيًّا
“Vezkür fil kitabi musa innehu kane muhlesav ve kane rasulen
nebiyya”
Kitap’ta, Mûsâ’yı da an.
Şüphesiz o seçkin bir insan idi. Bir resûl, bir nebî idi. MERYEM 51
وَوَهَبْنَا لَهُ مِن رَّحْمَتِنَا أَخَاهُ
هَارُونَ نَبِيًّا
“Ve vehebna lehu mir rahmetina ehahü harune nebiyya”
Rahmetimiz sonucu kardeşi
Hârûn’u bir nebî olarak kendisine bahşettik. MERYEM 53
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِسْمَاعِيلَ إِنَّهُ
كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولًا نَّبِيًّا
“Vezkür fil kitabi ismaiyle innehu kane sadikal va'di ve kane
rasulen nebiyya”
Kitap’ta İsmail’i de an.
Şüphesiz o, sözünde duran bir kimse idi. Bir resûl, bir nebî idi. MERYEM
54
وَكَانَ يَأْمُرُ أَهْلَهُ بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ
وَكَانَ عِندَ رَبِّهِ مَرْضِيًّا
“Ve kane ye'müru ehlehu bis salati vez zekati ve kane inde
rabbihi merdiyya”
Ailesine namaz ve zekâtı
emrederdi. Rabb’inin katında da hoşnutluğa ulaşmıştı. MERYEM 55
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِدْرِيسَ إِنَّهُ كَانَ
صِدِّيقًا نَّبِيًّا
“Vezkür fil kitabi idrise innehu kane siddikan nebiyya”
Kitap’ta İdris’i de an.
Şüphesiz o, doğru sözlü bir kimse, bir nebî idi. MERYEM 56
وَرَفَعْنَاهُ مَكَانًا عَلِيًّا
“Ve rafa'nahü mekanen aliyya”
Onu yüce bir makama yükselttik. MERYEM 57
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ
عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ مِن ذُرِّيَّةِ آدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ
نُوحٍ وَمِن ذُرِّيَّةِ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا
وَاجْتَبَيْنَا إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُ الرَّحْمَن خَرُّوا سُجَّدًا
وَبُكِيًّا
“Ülaikellezine en'amellahü aleyhim minen nebiyyine min zürriyyeti
ademe ve mimmen hamelna mea nuhiv ve min zürriyyeti ibrahime ve israile ve
mimmen hedeyna vectebeyna iza tütla aleyhim ayatür rahmani harru süccedev ve
bükiyya”
İşte bunlar, Âdem’in ve
Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in, Yakub’un ve
doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz
nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman
ağlayarak secdeye kapanırlardı. MERYEM 58
*******************
إِذْ تَمْشِي أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ
أَدُلُّكُمْ عَلَى مَن يَكْفُلُهُ فَرَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ
عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ
وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَى
قَدَرٍ يَا مُوسَى
“İz temşi uhtüke fe raca'nake ila ümmike key tekarra aynüha ve la
tahzen ve katelte nefsen fe necceynake minel ğammi ve fetennake fütunen fe
lebiste sinine fi ehli medyene sümme ci'te ala kaderiy ya musa”
“Hani kız kardeşin (Firavun
ailesine) gidiyor ve “size onun bakımını üstlenecek kimseyi göstereyim mi?”
diyordu. Derken, gözü aydın olsun, üzülmesin diye seni annene döndürdük. (Sana
baktı, büyüdün) ve (kazara) bir cana kıydın da biz seni kederden kurtardık, seni sıkı bir
denemeden geçirdik (ve kaçıp Medyen’e gittin). Medyen halkı içinde yıllarca
kaldın, sonra (peygamber olman için) takdir edilmiş bir zamanda (Tûr’a) geldin
ey Mûsâ!” TÂHÂ
40
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِي
“Vastana'tüke li nefsi”
“Ben seni kendim için
seçtim.”TÂHÂ 41
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هَارُونُ مِن قَبْلُ يَا
قَوْمِ إِنَّمَا فُتِنتُم بِهِ وَإِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمَنُ فَاتَّبِعُونِي
وَأَطِيعُوا أَمْرِي
“Ve le kad kale lehüm harunü min kablü ya kavmi innema fütintüm
bih ve inne rabbekümür rahmanü fettebiuni ve etiy'u emri”
Andolsun, Hârûn onlara
daha önce şöyle demişti: “Ey kavmim! Siz bununla yalnızca imtihan edildiniz. Doğrusu sizin Rabbiniz ancak Rahmân’dır. Öyleyse bana uyun ve emrime itaat edin.”
TÂHÂ 90
*******************
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ
وَجَعَلْنَا مَعَهُ أَخَاهُ هَارُونَ وَزِيرًا
“Ve le kad ateyna musel kitabe ve cealna meahu ehahü harune
vezira”
Andolsun, Biz, Mûsâ’ya
Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik ve kardeşi Hârûn’u da ona yardımcı kıldık. FURKÂN
35
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا مُبَشِّرًا
وَنَذِيرًا
“Ve ma erselnake illa mübeşşirav ve nezira”
Biz,
seni ancak bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. FURKÂN
56
*******************
وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ لِمَ
تُؤْذُونَنِي وَقَد تَّعْلَمُونَ أَنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ فَلَمَّا
زَاغُوا أَزَاغَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ
الْفَاسِقِينَ
“Ve iz kale musa likavmihi ya kavmi lime tu'zuneniy ve kad
ta'lemune enniy resulullahi ileykum felemma zağu ezağallahu kulubehum vallahu
la yehdiylkavmelfasikiyne.”
Hani Mûsâ kavmine, “Ey
kavmim! Allah’ın size gönderdiği peygamberi olduğumu bilip durduğunuz hâlde,
niçin bana eziyet ediyorsunuz?” demişti. Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini (doğru yoldan)
saptırdı. Allah, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez. SAFF 5
وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي
إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُم مُّصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ
مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِن بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ
فَلَمَّا جَاءهُم بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ
“Ve iz kale 'iysebnu meryeme ya beniy israiyle inniy resulullahi
ileykum musaddikan lima beyne yedeyye minettevrati ve mubeşşiren biresulin
ye'tiy min ba'diy ismuhu ahmedu felemma caehum bilbeyyinati kalu haza sihrun
mubiynun.”
Hani,
Meryem oğlu İsa, “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce
gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir
peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim” demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, “Bu, apaçık bir
sihirdir” dediler. SÂFF 6
*******************
سَلَامٌ عَلَى إِبْرَاهِيمَ
“Selamün ala İbrahim”
İbrahim’e selâm olsun. SÂFFÂT 109
وَبَشَّرْنَاهُ بِإِسْحَاقَ نَبِيًّا مِّنَ
الصَّالِحِينَ
“Ve beşşernahü bi ishaka nebiyyem mines salihiyn”
Biz onu salihlerden bir
peygamber olarak İshak ile de müjdeledik. SÂFFÂT 112
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلَى إِسْحَاقَ وَمِن
ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ مُبِينٌ
“Ve barakna aleyhi ve ala ishak ve min zürriyyetihima muhsinüv ve
zalimül li nefsihi mübin”
Onu da İshak’ı da uğurlu
kıldık. Her ikisinin
nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de. SÂFFÂT 113
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَى مُوسَى وَهَارُونَ
“Ve le kad menenna ala musa ve haun”
Andolsun, biz Mûsâ’ya ve
Hârûn’a da lütufta bulunduk. SÂFFÂT 114
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْآخِرِينَ
“Ve terakna aleyhima fil ahirin”
Sonradan gelenler arasında
onlara güzel birer ad bıraktık. SÂFFÂT 119
سَلَامٌ عَلَى مُوسَى وَهَارُونَ
“Selamün ala musa ve Harun”
Mûsâ’ya ve Hârûn’a selâm
olsun. SÂFFÂT 120
وَإِنَّ إِلْيَاسَ لَمِنْ الْمُرْسَلِينَ
“Ve inne ilyase le minel murselin”
Şüphesiz İlyas da
peygamberlerden idi. SÂFFÂT 123
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْآخِرِينَ
“Ve terakna aleyhi fil ahirin”
Sonradan gelenler
içerisinde ona güzel bir ad bıraktık. SÂFFÂT 129
وَإِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ
“Ve inne yunüse le minel murselin”
Şüphesiz Yûnus da
peygamberlerdendi. SÂFFÂT 139
*******************
قَالَ يَا قَوْمِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ
مُّبِينٌ
“Kale ya kavmi inniy lekum neziyrun mubiynun.”
Nûh, şöyle dedi: “Ey
kavmim! Şüphesiz, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.” NÛH 2
قَالَ نُوحٌ رَّبِّ إِنَّهُمْ عَصَوْنِي
وَاتَّبَعُوا مَن لَّمْ يَزِدْهُ مَالُهُ وَوَلَدُهُ إِلَّا خَسَارًا
“Kale nuhun rabbi innehum 'asavniy vettebe'u men lem yezidhu
maluhu ve veleduhu illa hasaren.”
Nûh, dedi ki: “Rabbim!
Gerçekten onlar bana karşı geldiler, malı ve çocuğu ancak kendi hüsranını artıran kimselere
uydular.” NÛH 21
*******************
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ
“Kezzebet kavmü nuhinil murselin”
Nûh’un kavmi de
Peygamberleri yalanladı. ŞUARA 105
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا
تَتَّقُونَ
“İz kale lehüm ehuhüm nuhun ela tettekun”
Hani kardeşleri Nûh,
onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” ŞUARA 106
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
“İnni leküm rasulün emin”
“Şüphesiz ben size
gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.” ŞUARA 107
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
“Fettekullahe ve etiy'un”
“Artık Allah’a karşı
gelmekten sakının ve bana itaat edin.” ŞUARA 108
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ
أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Ve ma es'elüküm aleyhi min ecr in ecriye illa ala rabbil alemin”
“Buna karşılık sizden
hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a
aittir.” ŞUARA 109
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
“Fettekullahe ve etiy'un”
“O hâlde, Allah’a karşı
gelmekten sakının ve bana itaat edin!” ŞUARA 110
كَذَّبَتْ عَادٌ الْمُرْسَلِينَ
“Kezzebet adünil murselin”
Âd kavmi de peygamberleri
yalanladı. ŞUARA 123
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا
تَتَّقُونَ
“İz kale lehüm ehuhüm hudün ela tettekun”
Hani kardeşleri Hûd,
onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” ŞUARA 124
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
“İnni leküm rasulün emin”
“Şüphesiz ben, size
gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.” ŞUARA 125
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
“Fettekullahe ve etiy'un”
“Öyle ise Allah’a karşı
gelmekten sakının ve bana itaat edin.” ŞUARA 126
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ
أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Ve ma es'elüküm aleyhi min ecr in ecriye illa ala rabbil alemin”
“Buna karşılık sizden
hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a
aittir.” ŞUARA 127
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَلِينَ
“Kezzebet semudül murselin”
Semûd kavmi de
Peygamberleri yalanladı. ŞUARA 141
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ صَالِحٌ أَلَا
تَتَّقُونَ
“İz kale lehüm ehuhüm salihun ela tettekun”
Hani kardeşleri Salih,
onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” ŞUARA 142
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
“İnni leküm rasulün emin”
“Ben size gönderilmiş
güvenilir bir peygamberim.” ŞUARA 143
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
“Fettekullahe ve etiy'un”
“Öyle ise Allah’a karşı gelmekten
sakının ve bana itaat edin.” ŞUARA 144
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ
أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Ve ma es'elüküm aleyhi min ecr in ecriye illa ala rabbil alemin”
“Buna karşılık sizden
hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a
aittir. ŞUARA 145
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ الْمُرْسَلِينَ
“Kezzebet kavmü lutinil murselun”
Lût’un kavmi de
peygamberleri yalanladı. ŞUARA 160
إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ لُوطٌ أَلَا
تَتَّقُونَ
“İz kale lehüm ehuhüm lutun ela tettekun”
Hani kardeşleri Lût,
onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” ŞUARA 161
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
“İnni leküm rasulün emin”
“Şüphesiz ben size
gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
ŞUARA 162
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
“Fettekullahe ve etiy'un”
“Öyle ise Allah’a karşı
gelmekten sakının ve bana itaat edin.” ŞUARA 163
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ
أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Ve es'elüküm aleyhi min ecr in ecriye illa ala rabbil alemin”
“Buna karşılık sizden
hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a
aittir.” ŞUARA 164
كَذَّبَ أَصْحَابُ الْأَيْكَةِ الْمُرْسَلِينَ
“Kezzebe ashabül eyketil murselin”
Eyke halkı da
peygamberleri yalanladı. ŞUARA 176
إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ
“İz kale lehüm şüaybün ela tettekun”
Hani Şu’ayb, onlara şöyle
demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” ŞUARA 177
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
“İnni leküm rasulün emin”
“Şüphesiz ben size gönderilmiş
güvenilir bir peygamberim.” ŞUARA 178
فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
“Fettekullahe ve etiy'un”
“Öyle ise Allah’a karşı
gelmekten sakının ve bana itaat edin.” ŞUARA 179
وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ
أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Ve ma es'elüküm aleyhi min ecr in ecriye illa ala rabbil alemin”
“Buna karşılık sizden
hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a
aittir.” ŞUARA 180
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ
“Nezele bihir ruhul emin” ŞUARA
193
عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ
“Ala kalbike li tekune minel münzirin” ŞUARA 194
بِلِسَانٍ
عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ
“Bi lisanin arabiyyim mübin ŞUARA 195
Uyarıcılardan
olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile
indirmiştir. ŞUARA 193-194-195
*******************
وَقَوْمُ إِبْرَاهِيمَ وَقَوْمُ لُوطٍ
“Ve kavmü ibrahime ve kavmü lut” HAC 43
وَأَصْحَابُ مَدْيَنَ وَكُذِّبَ مُوسَى
فَأَمْلَيْتُ لِلْكَافِرِينَ ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ
“Ve ashabü medyen ve küzzibe misa fe emleytü lil kafirine sümme
ehaztühüm fe keyfe kane nekir” HAC 44
İbrahim’in kavmi ile
Lût’un kavmi ve Medyen halkı da (yalanlamışlardı). Mûsâ da yalanlandı ve nihayet o inkârcılara mühlet verdim, sonra
da onları yakalayıverdim. Beni inkâr etmek nasılmış, (gördüler). HAC
43-44
قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّمَا أَنَا
لَكُمْ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
“Kul ya eyyühen nasü innema ene leküm nezirum mübin”
De ki: “Ey insanlar! Ben
sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım.” HAC 49
اللَّهُ يَصْطَفِي مِنَ الْمَلَائِكَةِ رُسُلًا
وَمِنَ النَّاسِ إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
“Allüh yastafi minel melaiketi rusülev ve minen nas innellahe
semium besiyr”
Allah,
meleklerden de resûller seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir,
hakkıyla görendir. HAC 75
وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ
اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ
أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا
لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ
فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ
مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ
“Ve
cahidu fillahi hakka cihadil hüvectebüküm ve ma ceale aleyküm fid dini min
harac millete ebiküm ibrahim hüve semmakümül müslimine min kablü ve fi haza li
yekuner rasulü şehiden aleyküm ve ketunu şühedae alen nas fe ekiymüs salate ve
atüz zekate va'tesimu billah hüve mevlaküm fe ni'mel mevla ve ni'men nesiyr”
Allah
uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük
yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi
hem daha önce, hem de bu Kur’an’da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun,
siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin
ve Allah’a sarılın. O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel
yardımcıdır! HAC 78
*******************
وَإِذْ أَخَذْنَا مِنَ النَّبِيِّينَ
مِيثَاقَهُمْ وَمِنكَ وَمِن نُّوحٍ وَإِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى ابْنِ
مَرْيَمَ وَأَخَذْنَا مِنْهُم مِّيثَاقًا غَلِيظًا
“Ve iz ehazna minen nebiyyine misakahüm ve minke ve min nuhiv ve
ibrahime ve musa ve iysebni memeryeme ve ehazna minhüm misakan ğaliza”
Hani biz peygamberlerden
sağlam söz almıştık. Senden, Nûh’tan, İbrahim, Mûsâ ve Meryem oğlu İsa’dan da.
Evet biz, onlardan sapa sağlam bir söz almıştık. AHZÂB
7
مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن
رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ
بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا
“Ma kane muhammedün eba ehadim mir ricaliküm ve lakir rasulellahi
ve hatemen nebiyyin ve kanellahü bi külli şey'in alima”
Muhammed,
sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve
nebîlerin sonuncusudur.
Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. AHZÂB
40
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ
شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا
“Ya eyyühen nebiyyü inna erselnake şahidev ve mübeşşirav ve
nezira” AHZÂB 45
وَدَاعِيًا إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجًا
مُّنِيرًا
Ve daiyen ilellahi bi iznihi ve siracem münira AHZÂB
46
Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir
müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve
aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik. AHZÂB 45-46
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ بِأَنَّ لَهُم مِّنَ
اللَّهِ فَضْلًا كَبِيرًا
“Ve beşşiril mü'minine bi enne lehüm minellahi fadlen kebira”
Mü’minlere kendileri için
Allah’tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele. AHZÂB 47
إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى
النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا
تَسْلِيمًا
“İnnellahe ve melaiketehu yüsallune alen nebiyy ya eyyühellezine
amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima”
Şüphesiz Allah ve
melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin,
selâm edin. AHZÂB 56
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَكُونُوا
كَالَّذِينَ آذَوْا مُوسَى فَبَرَّأَهُ اللَّهُ مِمَّا قَالُوا وَكَانَ عِندَ
اللَّهِ وَجِيهًا
“Ya eyyühellezine amenu la tekunu kellezine azev musa fe
berraehüllahü mimma kalu ve kane indellahi veciha”
Ey iman edenler! Siz
Mûsâ’ya eziyet eden kimseler gibi olmayın. Nihayet Allah onu onların
dediklerinden temize çıkarmıştı. Mûsâ, Allah katında itibarlı bir kimse idi. AHZÂB
69
*******************
كَذَلِكَ يُوحِي إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِن
قَبْلِكَ اللَّهُ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
“Kezalike yuhiy ileyke ve ilellezine min kablikellahül azizül
hakim”
(Ey Muhammed!) Mutlak güç
sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle
vahyeder. ŞÛRÂ 3
وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَولِيَاء
اللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ
“Vellezinettehazu min dunihi evliyaellahü hafizun aleyhim ve ma
ente aleyhim bi vekil”
Allah’tan başka dostlar
edinenlere gelince, Allah onları daima gözetlemektedir. Sen onlara vekil değilsin. ŞÛRÂ 6
شَرَعَ لَكُم مِّنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ
نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ
وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ
عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَن
يَشَاء وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَن يُنِيبُ
“Şeraa leküm mined dini ma vessa bihi nuhav vellezi evhayna
ileyke ve ma vessayna bihi ibrahime ve musa ve iysa en ekiymüd dine ve la
teteferraku fih kebüra alel müşrikine ma ted'uhüm ileyh allahü yectebi ileyhi
mey yeşaü ve yehdi ileyhi mey yünib”
“Dini dosdoğru tutun ve onda
ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a
emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size
de din kıldı. Fakat
senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır
geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona
ulaştırır. ŞÛRÂ 13
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ
إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ
بِإِذْنِهِ مَا يَشَاء إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ
“Ve ma kane li beşerin ey yükellimehüllahü illa vahyen ev miv
verai hicabin ev yurile rasulen fe yuhiye bi iznihi ma yeşa' innehu aliyyün
hakim”
Allah,
bir insanla ancak vahiy yoluyla, yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip,
izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir. ŞÛRÂ 51
وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِّنْ
أَمْرِنَا مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِن
جَعَلْنَاهُ نُورًا نَّهْدِي بِهِ مَنْ نَّشَاء مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي
إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
“Ve
kezalike evhayna ileyke ruham min emrina ma künte tedri mel kitabü ve lel imanü
ve lakin cealnahü nuran nehdi bihi men neşaü min ibadina ve inneke le tehdi ila
siratim müstekiym” ŞÛRÂ 52
صِرَاطِ اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي
السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ أَلَا إِلَى اللَّهِ تَصِيرُ الأمُورُ
Siratillahillezi lehu ma fis semavati ve ma fil ard e la ilellahi
tesiyrul ümur ŞÛRÂ 53
İşte sana da, emrimizle,
bir ruh (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu,
kullarımızdan dilediğimizi, kendisiyle doğru yola eriştireceğimiz bir nur
yaptık. Şüphesiz ki sen doğru bir yola
iletiyorsun; göklerdeki
ve yerdeki her şeyin sahibi olan Allah’ın yoluna. İyi bilin ki, bütün işler sonunda
Allah’a döner. ŞÛRÂ 52-53
*******************
وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَى
“Ve le kad raahu nezleten uhra”
Andolsun
ki, o, Cebrail’i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü. NECM
13
عِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى
“İnde sidratil munteha”
Sidretü’l-Müntehâ’nın
yanında. NECM 14
عِندَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَى
“İndeha cennetul me'va”
Me’vâ
cenneti onun (Sidre’nin) yanındadır. NECM 15
أَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا فِي صُحُفِ مُوسَى
Em lem yunebbe' bima fi suhufi musa NECM
36
وَإِبْرَاهِيمَ الَّذِي وَفَّى
“Ve ibrahimellezi veffa ” NECM 37
Yoksa, Mûsâ’nın ve
Allah’ın emirlerini bütünüyle yerine getiren İbrahim’in sahifelerindeki şu
hakikatler kendisine haber verilmedi mi? NECM 36-37
*******************
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي
إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَاء مِنكُمْ
وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا
وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ
وَحْدَهُ إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا
أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ رَّبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا
وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
“Kad kanet lekum usvetun hasenetun fiy ibrahiyme velleziyne
me'ahu iz kalu likavmihim inna bureau minkum ve mimma ta'budune min dunillahi
keferna bikum ve beda beynena ve beynekumul'adavetu velbağdau illa kavle
ibrahiyme liebiyhi leestağfirenne leke ve ma emliku leke minallahi min şey'in
rabbena 'aleyke tevekkelna ve ileyke enebna ve ileykelmesiyru.”
İbrahim’de ve onunla
birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar
kavimlerine, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi
tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda
sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in, babasına, “Senin için
mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi
önlemeye gücüm yetmez” sözü başka. Onlar şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Ancak
sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.” MÜMTEHİNE 4
*******************
إِنَّ هَذَا لَفِي الصُّحُفِ الْأُولَى
“İnne
haza lefissuhufel'ula. ” A'LÂ 18
صُحُفِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى
Suhufi ibrahiyme ve musa. A'LÂ
19
Şüphesiz bu hükümler ilk
sayfalarda, İbrahim ve Mûsâ’nın sayfalarında da vardır. A'LÂ
18-19
*******************
مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ
وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
“Mey yütiir rasule fe kad etaallah ve men tevella fe ma erselnake
aleyhim hafiyza”
Kim
peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin
ki) biz seni onlara bekçi göndermedik. NİSA 80
إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ
بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللّهُ وَلاَ تَكُن
لِّلْخَآئِنِينَ خَصِيمًا
“İnna enzelna ileykel kitabe bil hakki li tahküme beynen nasi
bima erakellah ve la tekül lil hainine hasiyma”
(Ey
Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar
arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma. NİSA 105
إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللّهِ
وَرُسُلِهِ وَيُرِيدُونَ أَن يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللّهِ وَرُسُلِهِ وَيقُولُونَ
نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُرِيدُونَ أَن يَتَّخِذُوا بَيْنَ
ذَلِكَ سَبِيلاً
“İnnellezine yekfürune billah ive rusülihi ve yüridune ey
yüferriku beynellahi ve rusülihi ve yekulune nü'minü bi ba'div ve nekfürü bi
ba'div ve yüridune ey yettehizu beyne zalike sebila” NİSA 150
أُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّا
وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا
Ülaike hümül kafirune hakka ve a'tedna lil kafirine azabem
mühiyna NİSA 151
Şüphesiz,
Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah’a inanıp peygamberlerine
inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, “(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini
inkâr ederiz” diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol
tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kâfirlerdir. Biz de kâfirlere
alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. NİSA 150-151
يَسْأَلُكَ أَهْلُ الْكِتَابِ أَن تُنَزِّلَ
عَلَيْهِمْ كِتَابًا مِّنَ السَّمَاء فَقَدْ سَأَلُوا مُوسَى أَكْبَرَ مِن ذَلِكَ
فَقَالُوا أَرِنَا اللّهِ جَهْرَةً فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْ
ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ مِن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا
عَن ذَلِكَ وَآتَيْنَا مُوسَى سُلْطَانًا مُّبِينًا
“Yes'elüke ehlül ehlül kitabi en tünezzile aleyhim kitabem mines
semai fe kad seelü musa ekbera min zalike fe kalu erinellah cehratem fe
ehazethümüs saikatü bi sulmihim sümmettehazül icle mim ba'di ma caethümül
beyyinatü fe afevna an zalik ve ateyna musa sültanem mübina”
Kitap ehli, senden
kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. (Buna şaşma!) Mûsâ’dan,
bundan daha büyüğünü istemişler ve “Allah’ı bize açıkça göster” demişlerdi. Böylece
zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarptı. Sonra kendilerine apaçık deliller
gelmesinin ardından (tuttular) buzağıyı tanrı edindiler. Biz bunu da affettik
ve Mûsâ’ya apaçık bir güç ve yetki verdik. NİSA 153
وَبِكُفْرِهِمْ وَقَوْلِهِمْ عَلَى مَرْيَمَ
بُهْتَانًا عَظِيمًا
“Ve bi küfrihim ve kavlihim ala meryeme bühtanen aziyam” NİSA
156
وَقَوْلِهِمْ إِنَّا قَتَلْنَا الْمَسِيحَ
عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّهِ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلَـكِن
شُبِّهَ لَهُمْ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِيهِ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مَا
لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِلاَّ اتِّبَاعَ الظَّنِّ وَمَا قَتَلُوهُ يَقِينًا
“Ve kavlihim inna katelnel mesiha iysebne meryeme raulellah ve ma
kateluhü ve ma salebuhü ve lakin şübbihe lehüm ve innellezinahtelefu fihi le fi
şekkim minh ma lehüm bihi min ilmin illettibaaz zann ve ma kateluhü
yekiyna” NİSA 157
Bir de inkârlarından ve
Meryem’e büyük bir iftira atmalarından ve “Biz Allah’ın peygamberi Meryem oğlu
İsa Mesih’i öldürdük” demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat
onlara öyle gibi gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda
kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna
uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler. NİSA 156-157-
إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا
إِلَى نُوحٍ وَالنَّبِيِّينَ مِن بَعْدِهِ وَأَوْحَيْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ
وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالأَسْبَاطِ وَعِيسَى وَأَيُّوبَ
وَيُونُسَ وَهَارُونَ وَسُلَيْمَانَ وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُورًا
“İnna evhayna ileyke kema evhayna ila nuhiv ven nebiyyine mim
ba'dih ve evhayna ila ibrahime ve ismaiyle ve ishaka ve ya'kube vel esbati ve
iysa ve eyyube ve yunüse ve harune ve süleyman ve ateyna davude zebura”
Biz, Nûh’a ve ondan sonra
gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e,
İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a
da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik. NİSA 163
وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِن
قَبْلُ وَرُسُلاً لَّمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللّهُ مُوسَى تَكْلِيمًا
“Ve rusülen kad kasasnahüm aleyke min kablü ve rusülel lem
naksushüm aleyk ve kellemellahü musa teklima”
Daha önce kıssalarını sana
anlattığımız peygamberler gönderdik. Anlatmadığımız
(nice) peygamberler de gönderdik. Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu. NİSA
164
الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ
اللّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِّنْهُ فَآمِنُوا
بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلاَ تَقُولُوا ثَلاَثَةٌ انتَهُوا خَيْرًا لَّكُمْ إِنَّمَا
اللّهُ إِلَـهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَن يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَّهُ مَا فِي
السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً
“Ya ehlel kitabi la tağlu fi diniküm ve la tekulu alellahi illel
hakk innemel mesihu iysebnü meryeme rasulüllahi ve kelimetüh elkaha ila meryeme
ve ruhum minhü fe aminu billahi ve rusülih ve la tekulu selaseh intehu hayral
leküm innemellahü ilahüv vahid sübhanehu ey yekune lehu veled lehu ma fis
semavati ve ma fil ard ve kefa billahi vekila “
Ey Kitab ehli! Dininizde
sınırları aşmayın ve Allah hakkında ancak hakkı söyleyin. Meryem oğlu İsa
Mesih, ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı (emriyle onda var
ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve peygamberlerine
iman edin, “(Allah) üçtür” demeyin. Kendi iyiliğiniz için buna son verin. Allah, ancak bir tek ilâhtır.
O, çocuk sahibi olmaktan uzaktır. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur.
Vekil olarak Allah yeter. NİSA 171
لَّن يَسْتَنكِفَ الْمَسِيحُ أَن يَكُونَ
عَبْداً لِّلّهِ وَلاَ الْمَلآئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَ وَمَن يَسْتَنكِفْ عَنْ
عِبَادَتِهِ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ إِلَيهِ جَمِيعًا
“Ley yestenkifel mesihu ey yekune abdel lillahi ve lel melaiketül
mükarrabun ve mey yestenkif an ibadetihi ve yestekbir fe seyahşüruhüm ileyhi
cemia”
Mesih de, Allah’a yakın
melekler de, Allah’a kul olmaktan asla çekinmezler. Kim Allah’a kulluk etmekten çekinir ve
büyüklük taslarsa, bilsin ki, O, onların hepsini huzuruna toplayacaktır. NİSA 172
*******************
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا وَإِبْرَاهِيمَ
وَجَعَلْنَا فِي ذُرِّيَّتِهِمَا النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ فَمِنْهُم مُّهْتَدٍ
وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
“Ve lekad erselna nuhan ve ibrahiyme ve ce'alna fiy
zurriyyetihimennubuvvete velkitabe feminhum muhtedin ve kesiyrun minhum
fasikune.”
Andolsun, biz Nûh’u ve
İbrahim’i peygamber olarak gönderdik. Peygamberliği ve kitabı onların soylarına
da verdik. Onlardan
kimi doğru yola ermiştir, ama içlerinden birçoğu da fasık kimselerdir. HADÎD 26
ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِرُسُلِنَا
وَقَفَّيْنَا بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَآتَيْنَاهُ الْإِنجِيلَ وَجَعَلْنَا فِي
قُلُوبِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةً وَرَهْبَانِيَّةً
ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ إِلَّا ابْتِغَاء رِضْوَانِ اللَّهِ
فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا فَآتَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا مِنْهُمْ
أَجْرَهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
“Summe kaffeyna 'ala asarihim birusulina ve kaffeyna bi'iysebni
meryeme ve ateynahul'inciyle ve ce'alna fiy kulubilleziynettebe'uhu re'feten ve
ramheten ve rehbaniyyetenibtede'uha ma ketebnaha 'aleyhim illebtiğae
ridvanillahi fema re'avha hakka ri'ayetiha feateynelleziyne amenu minhum
ecrehum ve kesiyrun minhum fasikune.”
Sonra bunların peşinden
ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Onların arkasından da Meryem oğlu İsa’yı
gönderdik, ona İncil’i verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve
merhamet duygusu koyduk. (Kendiliklerinden) icat ettikleri ruhbanlığa gelince; biz onu
onlara farz kılmamıştık. Allah’ın rızasını kazanmak için onu kendileri icat
etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi uymadılar. Biz de içlerinden iman edenlere
mükâfatlarını verdik. Fakat onlardan birçoğu da fasık kimselerdir. HADÎD 27
*******************
وَاذْكُرْ إِسْمَاعِيلَ وَالْيَسَعَ وَذَا
الْكِفْلِ وَكُلٌّ مِّنْ الْأَخْيَارِ
“Vezkür ismaiyle vel yesea ve zel kifl ve küllüm minel ahyar”
Ey Muhammed!) İsmail,
el-Yesa’ ve Zülkifl’i de an. Onların her biri iyi kimselerdi. SÂD 48
قُلْ إِنَّمَا أَنَا مُنذِرٌ وَمَا مِنْ إِلَهٍ
إِلَّا اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ
“Kul innema ene münziruv ve ma min ilahin illellahül vahidül
kahhar”
(Ey Muhammed!) De ki: “Ben
ancak bir uyarıcıyım. Her
şey üzerinde mutlak otorite sahibi olan bir Allah’tan başka hiçbir ilâh
yoktur.” SÂD 65
إِن يُوحَى إِلَيَّ إِلَّا أَنَّمَا أَنَا
نَذِيرٌ مُّبِينٌ
“İy yuha ileyye illa ennema ene nezirum mübin”
“Bana ancak, benim sadece
bir uyarıcı olduğum vahyediliyor.” SÂD 70
*******************
وَلَقَدْ آتَيْنَا دَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ
عِلْمًا وَقَالَا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي فَضَّلَنَا عَلَى كَثِيرٍ مِّنْ
عِبَادِهِ الْمُؤْمِنِينَ
“Ve le kad ateyna davede ve süleymane ilma ve kalel hamdü
lillahillezi faddalena ala kesirim min ibadihil mü'minin”
Andolsun! Biz Dâvûd’a ve
Süleyman’a ilim verdik.
Onlar, “Hamd, bizi mü’min kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’a mahsustur”
dediler. NEML 15
وَوَرِثَ سُلَيْمَانُ دَاوُودَ وَقَالَ يَا
أَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنطِقَ الطَّيْرِ وَأُوتِينَا مِن كُلِّ شَيْءٍ
إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُبِينُ
“Ve verise süleymanü davude ve kale ya eyyühen nasü ullimna
mentikat tayri ve utina min külli şey' inne haza le hüvel fadlül mübin”
Süleyman, Dâvûd’a varis
oldu ve, “Ey insanlar,
bize kuş dili öğretildi ve bize her şey verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir
lütuftur” dedi. NEML 16
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ
صَالِحًا أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ فَإِذَا هُمْ فَرِيقَانِ يَخْتَصِمُونَ
“Ve le kad erselna ila semude ehahüm salihan eni'büdüllahe fe
izahüm ferikani yahtesimun”
Andolsun biz, “Allah’a
kulluk edin” diye (uyarması için) Semûd kavmine, kardeşleri Salih’i peygamber
olarak göndermiştik. Bir
de ne görsün, onlar birbiriyle çekişen iki grup olmuşlar. NEML 45
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَن مَّعَكَ
قَالَ طَائِرُكُمْ عِندَ اللَّهِ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ
“Kalüt tayyerna bike ve bi mem meak kale tairuküm indellahi bel
entüm kavmün tüftenun”
Onlar, “Sen ve
beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık” dediler. Salih, “Sizin
uğursuzluğunuzun sebebi Allah katında(yazılı)dır. Aslında siz imtihan edilmekte
olan bir kavimsiniz” dedi. NEML 47
إِنَّمَا أُمِرْتُ أَنْ أَعْبُدَ رَبَّ هَذِهِ
الْبَلْدَةِ الَّذِي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍ وَأُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ مِنَ
الْمُسْلِمِينَ
“İnnema ümirtü en a'büde rabbe hazihil beldetillezi harrameha ve
lehu küllü şey'iv ve ümirtü en ekune minel müslimin” NEML
91
وَأَنْ أَتْلُوَ الْقُرْآنَ فَمَنِ اهْتَدَى
فَإِنَّمَا يَهْتَدِي لِنَفْسِهِ وَمَن ضَلَّ فَقُلْ إِنَّمَا أَنَا مِنَ
الْمُنذِرِينَ
“Ve en etlüvel kur'an fe menihteda fe innema yehtedi li nefsih ve
men dalle fe kul innema ene minel münzirin” NEML 92
De ki: “Bana ancak, bu
beldenin (Mekke’nin); onu mukaddes kılan ve her şey kendisine ait olan Rabbine
kulluk yapmam emredildi. Yine bana, müslümanlardan olmam ve Kur’an’ı okumam
emredildi.” Artık kim doğru yola girerse yalnız kendisi için girer. Kim de
doğru yoldan saparsa, de ki: “Ben
ancak uyarıcılardanım.” NEML 91-92
*******************
وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى أَنْ
أَرْضِعِيهِ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافِي
وَلَا تَحْزَنِي إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ
“Ve evhayna ila ümmi musa en erdiiyh fe iza hifti aleyhi fe
elkiyhi fil yemmi ve la tehafi ve la tahzeni inna radduhü ileyki ve cailuhü
minel murselin”
Mûsâ’nın annesine, “Onu
emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize (Nil’e) bırak,
korkma, üzülme. Çünkü
biz onu sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız” diye ilham ettik. KASAS 7
فَلَمَّا جَاءهُم مُّوسَى بِآيَاتِنَا
بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّفْتَرًى وَمَا سَمِعْنَا بِهَذَا
فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ
“Felemma caehüm musa bi ayatina beyyinatin kalu ma haza illa
sihrum müfterav ve ma semi'na bihaza fi abainel evvelin”
Mûsâ, onlara delillerimizi
apaçık olarak getirince onlar, “Bu, ancak uydurulmuş bir sihirdir. Biz geçmiş
atalarımızın zamanında böyle bir şeyin varlığını duymadık” dediler. KASAS
36
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ مِن بَعْدِ
مَا أَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْأُولَى بَصَائِرَ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةً
لَّعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
“Ve le kad ateyna musel kitabe mim ba'di ma ehleknel kurunel ula
besaira lin nasi ve hüdev ve rahmetel leallehüm yetezekkerun”
Andolsun,
ilk nesilleri yok ettikten sonra Mûsâ’ya -düşünüp ibret alsınlar diye- insanların kalp gözünü
açan deliller ve bir hidayet rehberi, bir rahmet olarak Kitab’ı (Tevrat’ı)
verdik. KASAS 43
وَمَا كُنتَ بِجَانِبِ الْغَرْبِيِّ إِذْ
قَضَيْنَا إِلَى مُوسَى الْأَمْرَ وَمَا كُنتَ مِنَ الشَّاهِدِينَ
“Ve ma künte bi canibil ğarbiyyi iz kadayna ila musel emra ve ma
künte mineş şahidin”
(Ey Muhammed!) Mûsâ’ya o
emri verdiğimiz zaman sen (vadinin) batı tarafında değildin. (O olayı) görenlerden de değildin. KASAS 44
إِنَّ الَّذِي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ
لَرَادُّكَ إِلَى مَعَادٍ قُل رَّبِّي أَعْلَمُ مَن جَاء بِالْهُدَى وَمَنْ هُوَ
فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
“İnnellezi ferad aleykel kur'ane le raddüke illa mead kur rabbi
a'lemü men cae bil hüda ve men hüve fi dalalüm mübin”
Kur’an’ı sana farz kılan Allah,
şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir. De ki: “Rabbim hidayetle geleni
ve apaçık bir sapıklık içinde olanı daha iyi bilir.” KASAS
8
*******************
إِنَّا أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ أَنْ
أَنذِرْ قَوْمَكَ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“İnna erselna nuhan ila kavmihi en enzir kavmeke min kabli en
ye'tiyehum 'azabun eliymun.”
Şüphesiz biz Nûh’u,
kavmine, “Kendilerine elem dolu bir azap gelmeden önce kavmini uyar” diye
peygamber olarak gönderdik. NÛH 1
قَالَ يَا قَوْمِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ
مُّبِينٌ
“Kale ya kavmi inniy lekum neziyrun mubiynun.”
Nûh, şöyle dedi: “Ey
kavmim! Şüphesiz, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.” NÛH
2
أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاتَّقُوهُ
وَأَطِيعُونِ
“Eni'budullahe vettekuhu ve etiy'uni.”
"Allah'a kulluk edin,
O'ndan korkun, bana da itâ'at edin." NÛH 3
قَالَ رَبِّ إِنِّي دَعَوْتُ قَوْمِي لَيْلًا
وَنَهَارًا
“Kale rabbi inniy de'avtu kavmiy leylen ve neharen.”
Nûh, şöyle dedi: “Ey
Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim.” NÛH
5
فَلَمْ يَزِدْهُمْ دُعَائِي إِلَّا فِرَارًا
“Felem yezidhum du'aiy illa firaren.”
Fakat benim davetim ancak
onların kaçışını artırdı.” NÛH 6
وَإِنِّي كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ
لَهُمْ جَعَلُوا أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ
وَأَصَرُّوا وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَارًا
“Ve inniy kullema de'avtuhum litağfire lehum ce'alu ezabi'ahum
fiy azanihim vestağşev siyabehum ve esarru vestekberustikbaren.”
“Kuşkusuz sen onları
bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanmamakta
direndiler ve büyük bir kibir
gösterdiler.” NÛH 7
ثُمَّ إِنِّي دَعَوْتُهُمْ جِهَارًا
“Summe iniy de'avtuhum ciharen.”
“Sonra ben onları açık
açık davet ettim.” NÛH 8
ثُمَّ إِنِّي أَعْلَنتُ لَهُمْ وَأَسْرَرْتُ
لَهُمْ إِسْرَارًا
“Summe inniy a'lentu lehum ve esrertu lehum israren.”
“Sonra, onlarla hem
açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum.” NÛH 9
فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ
غَفَّارًا
“Fekultüstağfiru rabbekum innehu kane ğaffaren.”
“Dedim ki: ‘Rabbinizden
bağışlama dileyin; çünkü O, çok bağışlayıcıdır.’ NÛH 10
*******************
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ
“Kezzebet semudu bin nuzur” KAMER 23
فَقَالُوا أَبَشَرًا مِّنَّا وَاحِدًا
نَّتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَّفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ
“Fe kalu ebeşeram minna vahiden nettebiuhu inna izel lefi dalaliv
ve suur”KAMER 24
Semûd kavmi de uyarıcıları
yalanlamış ve şöyle demişlerdi: “İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz.”
KAMER 23-24
*******************
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوَاهَا
“Kezzebet semudü bitağvaha.”
Semûd kavmi, azgınlığı
sebebiyle yalanladı. ŞEMS 11
فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ نَاقَةَ اللَّهِ
وَسُقْيَاهَا
“Fekale lehüm resulullahi nakatallahi ve sukyaha.”
Allah’ın Resûlü de onlara
şöyle demişti:
“Allah’ın devesini ve onun su içme hakkını koruyun.” (SEMUD KAVMİ) ŞEMS 13
*******************
قَالَ لاَ يَأْتِيكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِهِ
إِلاَّ نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْوِيلِهِ قَبْلَ أَن يَأْتِيكُمَا ذَلِكُمَا مِمَّا
عَلَّمَنِي رَبِّي إِنِّي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لاَّ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ
وَهُم بِالآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ
“Kale
la ye'tiküma taamün türzekanihi illa nebbe'tüküma bi te'vilihi kable ey
ye'tiyeküma zaliküma mimma alemeni rabbi inni teraktü millete kavmil la
yü'minune billahi ve hüm bil ahirati hüm bil ahirati hüm kafirun”
Yûsuf
dedi ki: “Sizin yiyeceğiniz yemek size gelmeden önce, onun ne olduğunu
bildiririm. Bu, bana Rabbimin öğrettiklerindendir. Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti
inkâr eden bir milletin dinini bıraktım.” YÛSUF 37
وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ آبَآئِـي إِبْرَاهِيمَ
وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ مَا كَانَ لَنَا أَن نُّشْرِكَ بِاللّهِ مِن شَيْءٍ
ذَلِكَ مِن فَضْلِ اللّهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ
النَّاسِ لاَ يَشْكُرُونَ
“Vetteba'tü millete abai ibrahime ve ishaka ve ya'kub ma kane
lena en nüşrike billahi min şey' zalike min fadlillahi aleyna ve alen nasi ve
lakinne ekseran nasi la yeşkürun”
“Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim, Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.” YÛSUF 38
“Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim, Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.” YÛSUF 38
فَبَدَأَ بِأَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَاء
أَخِيهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِن وِعَاء أَخِيهِ كَذَلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَ مَا
كَانَ لِيَأْخُذَ أَخَاهُ فِي دِينِ الْمَلِكِ إِلاَّ أَن يَشَاء اللّهُ نَرْفَعُ
دَرَجَاتٍ مِّن نَّشَاء وَفَوْقَ كُلِّ ذِي عِلْمٍ عَلِيمٌ
“Fe bedee bi ev'iyetihim kable viai ehiyhi sümmestahraceha min
viai ehiyh kezalike kidna li yusüf ma kane li ye'huze ehahü fi dinil meliki
illa ey yeşaellah nerfeu deracatim men neşa' ve fevka külli zi ilmin alim”
Bunun üzerine
Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Sonra su
kabını kardeşinin yükünden çıkardı. İşte biz Yûsuf’a böyle bir plan
öğrettik. Yoksa kralın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı. Ancak Allah’ın
dilemesi başka. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Her ilim
sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır. YÛSUF 76
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ إِلاَّ رِجَالاً
نُّوحِي إِلَيْهِم مِّنْ أَهْلِ الْقُرَى أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الأَرْضِ
فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَدَارُ الآخِرَةِ
خَيْرٌ لِّلَّذِينَ اتَّقَوا أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
“Ve ma erselna min kablike illa ricalen nuhiy ileyhim min ehlil
kura e fe lem yesiru fil erdi fe yenzuru keyfe kane akibetüllezine min kablihim
ve la darul ahirati hayrul lillezinettekav e fe la ta'kilun”
Biz senden önce de, memleketler halkından ancak
kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Yeryüzünde dolaşıp da,
kendilerinden önce gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı?
Elbette ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha iyidir. Hâlâ
aklınızı kullanmıyor musunuz? YÛSUF 109
حَتَّى إِذَا اسْتَيْأَسَ الرُّسُلُ وَظَنُّوا
أَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَاءهُمْ نَصْرُنَا فَنُجِّيَ مَن نَّشَاء وَلاَ يُرَدُّ
بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ
“Hatta izestey'eser rusülü ve zannu ennehüm kad küzibu caehüm
nasruna fe nücciye men neşa' ve la yüraddü be'süna anil kavmil mücrimin”
Nihayet
peygamberler ümitlerini kesecek hâle gelip yalanlandıklarını düşündükleri
sırada, onlara yardımımız geldi de, böylece dilediğimiz kimseler kurtuluşa
erdirildi. Azabımız ise, suçlular topluluğundan geri çevrilemez. YÛSUF 110
*******************
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتَّى
يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي يُوعَدُونَ
“Fezerhum yehudu ve yel'adune.”
Sen onları bırak,
uyarıldıkları günlerine kavuşuncaya kadar batıl inançlarına dalsınlar ve
oynasınlar. MEARİC 42
*******************
كَذَلِكَ مَا أَتَى الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم
مِّن رَّسُولٍ إِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
“Kezalike ma etellezine min kablihim mir rasulin illa kalu
sahirun ev mecnun”
İşte böyle! Onlardan
öncekilere hiçbir peygamber gelmemişti ki, “O bir büyücüdür” yahut “bir
delidir” demiş olmasınlar. ZARİYAT 52
وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنفَعُ
الْمُؤْمِنِينَ
“Ve zekkir fe innez zikra tenfeul mu'minin”
Sen
yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir. ZARİYAT
55
*******************
أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ
مُّثْقَلُونَ
“Em tes'eluhum ecran fe hum mim mağramim muskalun”
Yoksa sen onlardan (tebliğ
görevine karşılık) bir ücret istiyorsun da onlar, borçtan ağır bir yük altında
mı kalmışlardır? TUR 40
*******************
إِنَّا أَرْسَلْنَا إِلَيْكُمْ رَسُولًا
شَاهِدًا عَلَيْكُمْ كَمَا أَرْسَلْنَا إِلَى فِرْعَوْنَ رَسُولًا
“İnna erselna ileykum resulen şahiden 'aleykum kema erselna ila
fir'avne resulen.”
(Ey Mekkeliler!) Şüphesiz
biz size üzerinize şahitlik edecek bir peygamber gönderdik. Nitekim, Firavun’a
da bir peygamber göndermiştik. MÜZZEMMİL 15
*******************
فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنتَ مُذَكِّرٌ
“Fezekkir innema ente müzekkirün.”
Artık sen öğüt ver! Sen
ancak bir öğüt vericisin. ĞAŞİYE 21
لَّسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ
“Leste'aleyhim bimusaytirin.”
Sen, onlar üzerinde bir
zorba değilsin.ĞAŞİYE 22
*******************
وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ
فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَإِنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُبِينُ
“Ve etiy'ullahe ve etiy'urresule fein tevelleytum feinnema 'ala
resulinelbelağulmubiynu.”
Allah’a itaat edin,
peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki elçimize düşen sadece
apaçık bir tebliğdir.TEĞABÜN 12
*******************
قُلْ إِنِّي لَن يُجِيرَنِي مِنَ اللَّهِ أَحَدٌ
وَلَنْ أَجِدَ مِن دُونِهِ مُلْتَحَدًا
“Kul inniy len yuciyreniy minallahi ehadun ve len ecide min
dunihi multehaden.”
De ki: “Gerçekten beni
Allah’a karşı hiç kimse asla koruyamaz ve yine asla O’ndan başka sığınacak
kimse de bulamam.” CİN
22
إِلَّا بَلَاغًا مِّنَ اللَّهِ وَرِسَالَاتِهِ
وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا
أَبَدًا
“İlla belağan minallahi ve risalatihi ve men ya'sillahe ve
resulehu feinne lehu nare cehenneme halidiyne fiyha ebeden.”
“Ancak Allah’tan gelenleri
tebliğ edebilirim ve O’nun vahiylerini açıklayabilirim. Kim Allah’a ve
Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz onlar için, içinde ebedî kalacakları cehennem
ateşi vardır.” CİN 23
*******************
إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرُ مَن يَخْشَاهَا
“İnnema ente munziru men yahşaha.”
Sen, ancak ondan
korkanları uyarıcısın. NAZİAT 45
*******************
وَالْقُرْآنِ الْحَكِيمِ
“Vel kur'anil hakiym” YASİN
2
إِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ
“İnneke le minel murseliyn” YASİN 3
عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
“Ala siratim müstekiym” YASİN 4
(Ey
Muhammed!) Hikmet dolu Kur’an’a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere
(peygamber) gönderilenlerdensin. YASİN 2-3-4
تَنزِيلَ الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ
“Tenziylel aziyzir rahiym” YASİN 5
لِتُنذِرَ قَوْمًا مَّا أُنذِرَ آبَاؤُهُمْ
فَهُمْ غَافِلُونَ
“Li tünzira kavmem ma ünzira abaühüm fehüm ğafilun” YASİN 6
Kur’an, ataları
uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç
sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir. YASİN 5-6
قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّا إِلَيْكُمْ
لَمُرْسَلُونَ
“Kalu rabbüna ya'lemü inna ileyküm le murselun”
(Elçiler ise) şöyle
dediler: “Bizim gerçekten size gönderilmiş elçiler olduğumuzu Rabbimiz
biliyor.” YASİN 16
وَمَا عَلَيْنَا إِلاَّ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ
“Ve
ma aleyna illel belağul mübin”
“Bize düşen ancak apaçık bir tebliğdir.”YASİN 17
وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي
لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ
“Ve ma alemnahüş şi'ra ve ma yembeğiy leh in hüve illa zikruv ve
kur'anüm mübiyn”
Biz, o Peygamber’e şiir
öğretmedik. Bu, ona yaraşmaz da. O(na verdiğimiz) ancak bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. YASİN 69
*******************
إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا
وَنَذِيرًا
“İnna erselnake şahidev ve mübeşşirav ve nezira”
(Ey Muhammed!) Şüphesiz
biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. FETİH 8
لِتُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ
وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا
“Li tü'minu billahi ve rasulihi ve tüazziruhu ve eziyla”
Ey
insanlar! Allah’a ve Peygamberine inanasınız, ona yardım edesiniz, ona saygı
gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tespih edesiniz diye (Peygamber’i
gönderdik.) FETİH 9
*******************
أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ
“Elem neşrah leke sadrek”
(Ey
Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? İNŞİRAH
1
وَوَضَعْنَا عَنكَ وِزْرَكَ
“Ve vada'na 'anke vizreke”
İNŞİRAH 2
الَّذِي أَنقَضَ ظَهْرَكَ
Elleziy enkada zahreke
İNŞİRAH 3
Belini büken yükünü
üzerinden kaldırmadık mı? İNŞİRAH 2-3
وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ
“Ve refa'na leke zikreke”
Senin
şânını yükseltmedik mi? İNŞİRAH 4
فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
“Feinne me'al'usri yüsren”
Şüphesiz güçlükle beraber
bir kolaylık vardır. İNŞİRAH 5
إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
“İnne me'al'usri yüsren”
Gerçekten, güçlükle beraber
bir kolaylık vardır. İNŞİRAH 6
فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ
“Feiza ferağte fensab”
Öyleyse, bir işi bitirince
diğerine koyul. İNŞİRAH 7
وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ
“Ve ila rabbike ferğab”
Ancak Rabbine yönel ve
yalvar. İNŞİRAH 8
5- Âhİret
gününe İnanmak.
الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
“El hamdü lillahi rabbil alemin” FÂTİHA 2
الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ
“Er rahmanir rahiym” FÂTİHA
3
مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ
“Maliki yevmid din” FÂTİHA
4
Hamd , Âlemlerin Rabbi , Rahmân , Rahîm , hesap ve ceza gününün (ahiret gününün)
mâliki Allah’a mahsustur. FÂTİHA 2-3-4
*******************
والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ
وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
“Velelzine yü'minune bi ma ünzile ileyke ve ma ünzile min kablik,
ve bil ahirati hüm yukinun”
Onlar sana indirilene de, senden önce
indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar. BAKARA 4
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ
وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ
“Ve
minen nasi mey yekulü amenna billahi ve bil yevmil ahiri ve ma hüm bi mü'minin”
İnsanlardan, inanmadıkları
hâlde, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” diyenler de vardır. BAKARA 8
وَبَشِّرِ الَّذِين آمَنُوا وَعَمِلُوا
الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ كُلَّمَا
رُزِقُوا مِنْهَا مِن ثَمَرَةٍ رِّزْقاً قَالُوا هَـذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِن
قَبْلُ وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهاً وَلَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَهُمْ
فِيهَا خَالِدُونَ
“Ve
beşşirillezine amenu ve amilus salihati enne lehüm cennatin tecri min tahtihel
enhar, küllema ruziku minha min semeratir rizkan kalu hazellezi rüzikna min
kablü ve ütu bihi müteşabiha, ve lehüm fiha ezvacüm mütahheratüv ve hüm fiha
halidun”
İman edip salih ameller
işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her
rızık verilişinde, “Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!”
diyecekler. Hâlbuki bu rızık onlara
(dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de
vardır. Onlar orada ebedî kalacaklardır.BAKARA 25
الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُم مُّلاَقُوا
رَبِّهِمْ وَأَنَّهُمْ إِلَيْهِ رَاجِعُونَ
“Ellezine yezunnune ennehüm mülaku rabbihim ve ennehüm ileyhi
raciun”
Onlar, Rablerine
kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok iyi bilirler. BAKARA 46
وَاتَّقُوا يَوْماً لاَّ تَجْزِي نَفْسٌ عَن
نَّفْسٍ شَيْئاً وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ
وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ
“Vetteku yevmel la teczi nefsün an nefsin şey'ev ve la yukbelü
minha şefaatüv ve la yü'hazü minha adlüv ve la hüm yünsarun”
Öyle bir günden sakının
ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul
olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez. BAKARA 48
ثُمَّ أَنتُمْ هَـؤُلاء تَقْتُلُونَ أَنفُسَكُمْ
وَتُخْرِجُونَ فَرِيقاً مِّنكُم مِّن دِيَارِهِمْ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِم
بِالإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَإِن يَأتُوكُمْ أُسَارَى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ
مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ
وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاء مَن يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنكُمْ إِلاَّ خِزْيٌ
فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ
الْعَذَابِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
“Sümme entüm haülai taktülune enfüseküm ve tuhricune ferikam
minküm min diyarihim tezaherune aleyhim bil ismi vel udvan, ve iy ye'tuküm
üsara tüfaduhüm ve hüve muharramün aleyküm ihracühüm, e fe tü'minune bi ba7dil
kitabi ve tekfürune bi ba'd, fe ma cezaü mey yef'alü zalike minküm illa hizyün
fil hayatid dünya, ve yevmel kiyameti yüraddune ila eşeddil azab, vemallahü bi
ğafilin amma ta'melun”
Ama siz, birbirinizi
öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde yardımlaşarak; size
haram olduğu hâlde onları yurtlarından çıkaran, size esir olarak geldiklerinde
ise, fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz. Yoksa siz Kitab’ın
(Tevrat’ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden
bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en
şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir. BAKARA 85
قُلْ إِن كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الآَخِرَةُ
عِندَ اللّهِ خَالِصَةً مِّن دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ إِن كُنتُمْ
صَادِقِينَ
“Kul in kanet lekümüd darul ahiratü indellahi halisatem min dunin
nasi fe temennevül mevte in küntüm sadikiyn”
De ki: “Eğer (iddia
ettiğiniz gibi) Allah katındaki ahiret yurdu (cennet) diğer insanlar için değil
de, yalnız sizinse ve doğru söyleyenler iseniz haydi ölümü temenni edin!” BAKARA 94
وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاطِينُ عَلَى
مُلْكِ سُلَيْمَانَ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَـكِنَّ الشَّيْاطِينَ كَفَرُوا
يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ
هَارُوتَ وَمَارُوتَ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّى يَقُولاَ إِنَّمَا
نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلاَ تَكْفُرْ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهِ
بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهِ وَمَا هُم بِضَآرِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلاَّ
بِإِذْنِ اللّهِ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ وَلَقَدْ
عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرَاهُ مَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ وَلَبِئْسَ مَا
شَرَوْا بِهِ أَنفُسَهُمْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
“Vettebeu ma tetlüş şeyatiynü ala mülki süleyman, ve ma kefera
süleymanü ve lakinneş şeyatiyne keferu yüallimunen nasas sihra ve ma ünzile
alel melekeyni bi babile harute ve marut, ve ma yüallimani min ehadin hatta
yekula innema nahnü fitnetün fe la tekfür, fe yeteallemune minhüma ma
yüferrikune bihi beynel mer'i ve zevcih, ve ma hüm bi darrine bihi min ehadin
illa bi iznillah, ve yeteallemune ma yedurruhüm ve la yenfeuhüm, ve le kad alimu
le menişterahü ma lehu fil ahirati min halakiv ve le bi'se ma şerav bihi
enfüsehüm, lev kanu la'lemun”
"Süleyman’ın
hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları
yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat
şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki
meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler. Hâlbuki o iki
melek, “Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz görüp de)
sakın küfre girme” demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece
(insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri
öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye
zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak) kendilerine zarar veren, fayda
getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun,
onu satın alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini
karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi! BAKARA 102
وَاتَّقُوا يَوْماً لاَّ تَجْزِي نَفْسٌ عَن
نَّفْسٍ شَيْئاً وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ تَنفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ
هُمْ يُنصَرُونَ
“Vetteku yevmel la teczi nefsün an nefsin şey'ev ve la yukbelü
minha adlüv ve la tenfeuha şefatüv ve la hüm yünsarun”
Kimsenin kimse namına bir
şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin (aracılığın)
yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden
sakının. BAKARA 123
فَإِذَا قَضَيْتُم مَّنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا
اللّهَ كَذِكْرِكُمْ آبَاءكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْرًا فَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ
رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ
“Fe iza kadaytüm menasikeküm fezkürullahe ke zikriküm abeküm ev
eşedde zikra, fe minen nasi mey yekulü rabbena atina fid dünya ve malehu fil
ahirati min halak”
Hac ibadetinizi
bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta
ondan da kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. İnsanlardan, “Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver”
diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur. BAKARA 200
يَسْأَلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ
قِتَالٍ فِيهِ قُلْ قِتَالٌ فِيهِ كَبِيرٌ وَصَدٌّ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَكُفْرٌ
بِهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَإِخْرَاجُ أَهْلِهِ مِنْهُ أَكْبَرُ عِندَ اللّهِ
وَالْفِتْنَةُ أَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِ وَلاَ يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّىَ
يَرُدُّوكُمْ عَن دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُوا وَمَن يَرْتَدِدْ مِنكُمْ عَن
دِينِهِ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَأُوْلَـئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي
الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَأُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
“Yes'eluneke aniş şehril harami kitalin fih, kul kitalün fihi
kebir, ve saddün an sebilillahi ve küfram bihi vel mescidil harami ve ihracü
ehlihi minhü ekberu indellah, vel fitnetü ekberu minel katl, ve la yezalune
yükatiluneküm hatta yerudduküm an diniküm inisteta, ve mey yertedid minküm an
dinihi fe yemüt ve hüve kafirun fe ülaike habitat a'malühüm fid dünya vel
ahirah, ve ülaike ashabün nar, hüm fiha halidun”
Sana haram ayda savaşmayı
soruyorlar. De ki: “O ayda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın yolundan
alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine engel olmak ve halkını
oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır. Zulüm ve baskı ise adam
öldürmekten daha büyüktür. Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden
döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öylelerin
bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar
cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır. BAKARA 217
اللّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ
الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ
وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ
مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ
عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ
يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
“Allahü la ilahe illa hüvel hayyül kayyum, la te'huzühu sinetüv
vela nevm, lehu ma fis semavati ve ma fil ard, men zellezi yeşfeu indehu illa
bi iznih, ya'lemü ma beyne eydihim ve ma halfehüm, ve al yühiytune bi şey'im
min ilmihi illa bi ma şa', vesia kürsiyyühüs semavati vel ard, ve la yeudühu
hifzuhüma, ve hüvel aliyyül aziym“
Allah, kendisinden başka
hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur. O’nu ne bir uyuklama tutabilir, ne
de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte
bulunacak kimdir? O,
kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını)
bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey
kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O,
göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek
O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür. BAKARA 255
*******************
إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ
وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَيَقْتُلُونَ الِّذِينَ يَأْمُرُونَ
بِالْقِسْطِ مِنَ النَّاسِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ
“İnnellezine yekfürune bi ayatillahi ve yaktülunen nebiyyine bi
ğayri hakkiv ve yaktülunellezine ye'mürune bil kisti minen nasi fe beşşirhüm bi
azabin elim”
Allah’ın âyetlerini inkâr
edenler, Peygamberleri haksız yere öldürenler, insanlardan adaleti emredenleri
öldürenler var ya, onları elem dolu bir azap ile müjdele. ÂLİ İMRÂN 21
32 FARZ
YAZAN : MUSTAFA KEMAL BEKTAŞ - 2 -
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder