KUR'AN-KERİMİN KENDİSİ LAİKTİR. ALLAH KATINDA KÖTÜ BİR HASTALIK DİNDE İSTİSMAR…. Yazan Mustafa Kemal Bektaş
Fahri Kainatın efendisi Hz. Muhammet Mustafa S.A.V. efendimize de sonsuz kere Salatüs Selam olsun….
İnternette bir vakfın
sitesinde din simsarlarının ağına düşen bir Mü’min kardeşimizin başından
geçenleri anlatarak “yaşadıklarının dinin neresindedir” diye sorması, yardım
istemesi ve o İnternet sitesinde de din simsarlarının ve sapkınların ağına
düşmemeleri için verilen fetvayı görmek benim böyle yazıyı yazmama vesile
oldu.
Yüce Rabbimiz Kur’an-ı
Kerim’de Alak Suresinin 1,2,3,4 üncü Ayeti Kerimesinde “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı
“alak”dan yarattı. * Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. * O, kalemle yazmayı
öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.” demiştir. Üstelik Rabbimiz tarafından Sevgili
Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa S.A.V. efendimize Cebrail A.S. meleği ile
gönderdiği ilk ayeti kerimesidir.
Biz, İslam toplumu olarak
başımıza ne geldiyse okumadığımızdan, araştırmadığımızdan, ilim yapmadığımızdan
ve ilme göre amel etmediğimizden, din simsarlarının eline ve cehalete düşmüşüzdür.
İslamiyet te tarikat Türkler, İranlılar ve Hintliler
eliyle sokulmuştur. Bu toplumlar
islamiyeti mevcut hali ile kuru bulmuşlar ve onu kendi kültürleriyle meczederek
renklendirmeye çalışmışlardır. (Neden
Laiklik Sayfa-113)
Allahü Hak Teala Hz. Peygamberimizde dahil olmak üzere
hiçbir kimseye kendi adına, İslam adına yeni bir hüküm, yeni bir kural koyma
yetkisi vermemiştir. Maide-87, Nahl-116 , Araf-32 , Enam-140 , Tahrim-1 ayeti
kerimelerinden anlaşılacağı üzere Allahü Hak Teala kendi adına haram, helal koma
yetkisi vermemiştir. Hatta bir defa Hz. Peygamberimizin ağzından gayri ihtiyari
olarak böyle bir sözün çıkmasını bile hoş görmemiş o’nu nerdeyse azarlayarak
tövbeye davet etmektedir. (Tahrim-1) (Neden Laiklik Sayfa-120)
İslam dünyasının geri kalışının nedeni müslümanların
bilimden ve çalışıp araştırmadan uzaklaşarak taklitçiliğe düşmelerindendir. ( Din - Müslümanlık-Şeriat- Laiklik-
Yurttaşlık Prof. Dr. Osman ZÜMRÜT 19 Mayıs Ünv. İlah. Fak. Dekanı Samsun-2002
Sayfa : 16)
Kuşkusuz Kur’an yeryüzünde bir toplumsal düzen
kurulmasını ve esenliğe dayalı bir toplumsal düzen kurulmasını istiyor. Ama
bunun adının ilada İslam denmesinde ısrar etmiyor. Sonra İslam kendi
dışındakilerini kullanmaya ve dışındakiler ile ilişkiye girmeye sıcak bakar.
Üzülerek belirtelim ki Müslümanlar günümüzde İslami
değil, kendi çıkar ve anlayışlarını İslam’a yapılan eklentileri (bid’atleri)
islamın kaynağı gibi görmektedirler. Yada İslam araştırmalarını yürütenler
“kendi çalışmalarını, kendilerine özgü alan dışında, herhangi bir çevrede
gerekçelendirmeye gereksinim duymayarak, eskiyi takılmış bir plak gibi taklit
yolunu seçmişlerdir.
Sözgelimi Hz. Muhammed S.AV., namaz vakitlerinde
okunması için Kur’an-ın ezberlenmesini
istiyordu. Yoksa anlamadan taklit edilmesini amaçlamış değildi. ( Din - Müslümanlık-Şeriat- Laiklik-
Yurttaşlık Prof. Dr. Osman ZÜMRÜT 19 Mayıs Ünv. İlah. Fak. Dekanı Samsun-2002
Sayfa : 18)
Yalan yere Hz. Peygamberimizin söylemediği sözü
söylemiş gibi söylemeyi bizzat Peygamberimiz Cehenneme götüren bir davranış olarak
nitelemiş ve şöyle demiştir :
“Yalan yere bana kim hadis isnad ederse,
ateşte kendi yerine hazırlansın” (Sahih ül Buhari, İlim :38
Edeb,109; Müslim,Zühd,72; Din - Müslümanlık-Şeriat- Laiklik- Yurttaşlık Prof.
Dr. Osman ZÜMRÜT Sayfa : 87)
“İstismar” sözcük olarak kötü amaçlı kullanım olarak anlam
verilen bir sözcüktür. İslam dininin istismarı denince onun “Kötü amaç”
veya “kişisel
adi çıkar” için kullanılması söz konusudur. “İstismar” her şeyde olabilir.
Kur’an da bundan kaçınılması buyurulur. Kur’an-da
ki benzer kavramı olarak “istismar”’ın
karşılığını “riya” olarak alabiliriz. Çünkü “istismar”’da kötü amacı gizleyerek iyi amacı
göstermek gibi bir gösteriş söz konusudur. Kur’an “istimrarcıların-riyakarların”
emeklerinin boşa çıkacağını Bakara-264, Nisa-38 ayeti kelimeleriyle açıkça
bildirmektedir.
İstismarcıların öncüsü Kur’an-a göre şeytandır. O
şeytanlar insanları “Allah” adını kullanarak aldatır. (Lokman-33,
Fatır-5,Hadid -14,) Günümüzde İslam Dinini ve onun yüce değerlerini,
hem de küçük değerlere ve geçici çıkarlara satanlar az değildir. Kur’an-da
böylesine yüce değerleri geçici çıkarlar için satanlar yani istismarcılar
yerilir. (Bakara-174,
Ali İmran -77)
Endonezya’nın yaptığı gibi “din istismarı” yasak edilerek
önlenemez. Biraz engellemede faydası olabilir. Din istismarını önlemenin yolu
istismar edilecekleri, istismar edilemeyecek bilince ulaştırmaktır. Yani tüm
toplumun eğitilmesidir.
Onun içindir ki Atatürk; din istismarı konusunda
söylev ve demeçlerinde şunları söylemekten kendini alamamıştır :
“
Bizi yanlış yola sevk eden soysuzlar bilirsiniz ki çok kere din perdesine
bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata
gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki milleti mahveden
hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir.” ( Din -
Müslümanlık-Şeriat- Laiklik- Yurttaşlık Prof. Dr. Osman ZÜMRÜT 19 Mayıs Ünv.
İlah. Fak. Dekanı Samsun-2002 Sayfa : 143-144)
Çünkü Yüce
Allah bir başka emrinde bu gerçeği şöyle bildiriyor.
“Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki
yanlarına uğrarlar da onlardan yüzlerini çevirerek geçerler.” (Yusuf-105)
Atatürk’ün
dinin istismardan kurtarılması için 1 Mart 1924‘de T.B.M.M. açış konuşmasında bazı göndermeler
yapmış ve Halifeliğin kaldırılması gerektiğine işaretler vermiş ve 3 Mart
1924’de T.B.M.M. Genel Kurulu’nda Halifelik görüşülerek kaldırılmıştır.
Türkiye
Cumhuriyetinde “Halifeliğin
Kaldırılması”’nın büyük yankıları oldu. Bunları iki ana temele
dayanan tepkiler olarak görmek mümkündür.
Birincisi
gerçekten “Halifelik”
kurumunun Müslümanları birleştirici bir simgesi olmasıdır.İslam Dünyasının
ekonomik, siyasal, askeri gücünü yitirmiş olduğu günlerde bile Müslümanlar bu
simgeye tutunarak umutlarını yitirmek istememişlerdir.
Bir kurumun
birden kaldırılması İslam Dünyasında ki Müslümanları üzmüştür.
İkincisi “Hilafet “
Kurumunun kaldırılışına üzülmekle birlikte, Atatürk ve arkadaşları ile görüş
ayrılıkları olduğu için “Halifeliği” onlar kaldırdıkları için tepki
görmüşlerdir. yurt içinde ve yurt dışında bu tepkilerin etkisi ve zararı
olmuştur.
Çünkü
askeri güçle Türkiye’yi işgal edemeyenlere çok köklü iş görecek bir malzeme
çıkmıştı. Onlarda bunu kullanmayı ihmal etmeyerek “Türkiye Müslümanlığı terk ediyor”
gibi, müslüman ülkelerle aramızı açacak aleyhte propagandalar yaptılar ve
halende yapmaya devam etmektedirler.
Osmanlı
dönemi Şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi kaçtığı Mısır’dan şöyle
söylüyordu :
“Hilafetin elinden Saltanatın (Siyasi gücü)
alınması ile devlet (Türkiye Cumhuriyeti) İslam Dininden çıkma suçunu işlemiştir.” (İslam Mecmuası
1914 İstanbul, Sayı:9 Sayfa: 280-284 Sayı :10 Sayfa: 295-303)
Oysa
“Halifelik” İslamın özünde olan bir kurum olmayıp sonradan oluşturulmuştur.
Dini gösterilse bile, dinden çok siyasal ağırlıklı bir kurumdur.
Müslümanlar “Halifelik” kurumunu canlandırmak yerine, onun
yerine evrensel kurumlara ayak uydurmalıdırlar. Bunlar demokrasi, laiklik,
cumhuriyet v.b. kurumlardır. Bunların İslam ile çatışması söz konusu olamaz.
Uzlaşır ve uyuşurlar. Uyuşmazlık bizim bilgi yetersizliğimizden kaynaklanıyor
olsa gerek. (
Din - Müslümanlık-Şeriat- Laiklik- Yurttaşlık Prof. Dr. Osman ZÜMRÜT 19 Mayıs
Ünv. İlah. Fak. Dekanı Samsun-2002 Sayfa : 195)
Söz Osmanlıdan açılmışken Son Halife Abdülmecitin 35 sayfalık risalesinden bahsetmeden geçmemek gerek. (http://www.haberturk.com/polemik/haber/841565-osmanliyi-dedelerimin-ickisi-yikti)
HALİFE Abdülmecid Efendi, 1920'li senelerde kaleme aldığı yayınlanmamış risalesine"Osmanlı Devleti'nin çöküşüne sebep olan dertlerin başında, içki gelir. İçki, dinen de yasaklanmıştır ve haramdır. Halife çocuğu olan şehzadeler bunu asla unutamazlar ve unuttukları takdirde hem ilâhî emirlere karşı gelmiş, hem de millete ve Osmanlı Hanedanı'na verilmiş olan hilâfet ile saltanata ihanet etmiş olurlar. İçki içenlerin hilâfette ve saltanatta hiçbir hakları yoktur" sözleri ile başlıyor.
Abdülmecid Efendi, büyük boy kâğıtlara yazdığı bu 35 sayfalık risalesinde Osmanlı padişahlarının tamamı hakkında değerlendirmeler yapıyor. Aşağıda, son halifenin içki konusunda yazdıklarının bazılarını özetleyerek naklettim:
* İKİNCİ BAYEZİD: Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri'nin oğlu olan İkinci Bayezid,pederinin heybetine ve büyüklüğüne sahip olmaktan mahrumdu. Ne babasından kendisine kalan büyük devleti idare edebildi, ne de İslâm âleminin çöküşüne, meselâ o zaman İspanya'da yıkılan Emevî Devleti'nin felâketine ve Avrupalılar'ın Müslümanlar'ı işkencelerle katletmelerine çare bulup ses çıkartabildi. En nihayet millete karşı vazifelerini yerine getirememesi ve içkiye olan düşkünlüğü yüzünden devletin geleceğinin büyük bir büyük felâket ile karşı karşıya bulunduğunu gören oğlu Yavuz Sultan Selim'in şiddetli müdahalesi ile ezilip bertaraf oldu. Felâketinin başlıca sebebi, içmesi idi.
* İKİNCİ SELİM: Kanunî Sultan Süleyman gibi büyük bir padişahın yegâne hatası, âkıl evlâdıŞehzade Mustafa'yı feda ederek devletin idaresini İkinci Selim gibi bir sefih bir serhoşa bırakması idi ki, yükselmenin sona ermesi işte böyle başlar.
O zamana kadar mağlubiyet bilmeyen Osmanlılar'ın Haçlı donanmasına yenilmeleri üzerine bütün Avrupa'da ilk şenliklerin yapılması, İkinci Selim zamanındadır. İkinci Selim, Kıbrıs şarabı ile serhoş olan ve hiçbir işe yaramayan başını eski sarayda hamam mermerlerine çarparak parçalamış ve bu suretle lâyık olduğu manevî cezayı görerek vücudunu dünyadan kaldırmıştı. Artık bundan sonra sefahat, işret, şehvet ve israf devri başlamış; felâket yollarına doğru büyük adımlar atılmıştı. Uğranan her çeşit belâ fedâkâr millete yüklenmiş, refah ve saadet uzaklaşmış ve arada bir yüzünü göstermiş ise de, akşam güneşi gibi hemen batıp gitmişti.
* ÜÇÜNCÜ MURAD, ÜÇÜNCÜ MEHMED: Bu iki padişaha "Osmanlı Devleti'nin amansız cellâdı" denmesi doğrudur. Her türlü rezaleti icra ederek Osmanlı Devleti'nin azametli saltanatını çöküşe mahkûm etmişlerdir. Üçüncü Mehmed, şehzadelerin kafes arkasında yaşamaları kaidesini de icad etmiştir.
* DÖRDÜNCÜ MURAD: Hakikaten en büyük padişahlarımız arasında sayılmak yeteneğine sahipti ve mertliği ile bütün Osmanlılar'ı hayrette bırakmıştı. Fazilet sahibi idi, eski pehlivanların kaldıramadıkları demirlere ve gürzlere başka halkalar ilâve ettirir ve bunları kaldırarak hünerini icra ederdi. Bağdat ve İran seferlerine çıkan iktidar sahibi bu padişah, geleceğin en büyük hükümdarı olmaya namzet iken içtiği rakının kurbanı olmuş; devletin talihini ve geleceğini İbrahim gibi akıl noksanı ve anlayıştan mahrum bir şahsa terkederek dünyadan çekilmişti.
* ÜÇÜNCÜ AHMED: Devletin en hassas zamanlarını Lâle Devri'ne çevirerek bütün milleti zevk ve sefahatle mestetti, günlerini, Sâdâbâd safâları ile geçirdi. Fırsatlar elden kaçtı, zira padişahın eğlenceden başını kaldırıp devletin ufkunu görmeye zamanı yoktu; baksa bile görmek için bir kabiliyeti de bulunmuyordu. Sefahat kendisini tamamen ele geçirmişti. Çıkan bir isyan neticesinde saltanatı Birinci Mahmud'a terkedip başarısız şekilde bir köşeye çekilmeye mecbur oldu.
* İKİNCİ MAHMUD: Tarihimizin incelenmeye en fazla lâyık devirlerinden biri, büyükbabamİkinci Mahmud'un iktidar yıllarıdır.
Osmanlı Devleti'ni geçmişten alıp parlak bir şekilde geleceğe nakleden azimli bir padişah idi. Genç yaşında iken üzerine aldığı vazifeler o kadar önemli ve o kadar da zor idi ki, geçmişten gelen dertlerin altında eziliyordu. Böyle zor bir zamanda üstlendiği görevi yerine getirebilmesi için gereken azmin, ilmin ve irfanın yanında büyük cesarete de sahipti. Bu sayede bazı hatalarına rağmen devletin yeniden ayağa kaldırılması için gerekenleri yerine getirmeye muvaffak oldu ama ne çare ki eserini tamamlayamadan henüz genç sayılabilecek bir yaşta vefat etti.
Sultan Mahmud'un yaptığı büyük işleri yarım bırakmasının sebebi ne idi? İşte, aradığımız mesele budur!
Başlattığı inkılâp, kuvvetten düşmüş olan devleti her türlü zorluklar ile karşı karşıya bırakmıştı. İç sıkıntılar, Rusya meselesi, devletin bir vilâyeti olan Mısır'ın Mehmed Ali Paşavasıtası ile bağımsızlığını kazanıp muazzam ve şevket sahibi Osmanlılar'ı mağlûp etmesi,İkinci Mahmud Hazretleri'ni sıkıntıya sokmaya kâfi idi. Mısır'da kendisine karşı isyan edenMehmed Ali Paşa'ya "Aradığım adam sen imişsin, gel burada benimle beraber çalış, Osmanlı'yı ihyâ edelim" diyeceği yerde Paşa'yı gıyabında idama mahkûm etmekle başına büyük dert açmış, bu gibi dertler az imiş gibi çelik gibi vücudunu tahrip etmek için bir de içkiye müptelâ olmuş, 55 yaşında tam tecrübeye sahip olmuş ve iş görüp eserini tamamlayacağı sırada üzüntüler içinde gözleri kapatmış idi. Son sözü "Ah kahpe İngiliz, en nihayet eserimi tamamlayamadan benim de canıma kıydın!" olmuştu.
* SULTAN ABDÜLMECİD: Saltanata, devletin en buhranlı zamanında gelmişti. Pederinin kendisine bıraktığı mühim ama tamamlanamamış vazifeyi üzerine alarak aynı siyaseti büyük bir iktidar ile devam ettirdi. Tanzimat'ı cihana ilân ederek bütün devletlerin itimadını kazandı. Osmanlı İmparatorluğu'nu Avrupa devletlerinin arasına kattı, Kırım Savaşı'nı da kazandı ve memleketine büyük hizmetler etti.
Ama binlerce defa yazıklar olsun ki, babasından devraldığı işleri bitirebilmek için daha pek çok çalışması lâzım iken o da içkiye müptelâ oldu ve bu yüzden vefat etti.
* SULTAN ABDÜLÂZİZ: Pederim olan Abdülâziz Han Hazretleri, Allah'a şükürler olsun ki, bu gibi ahlâk zaaflarından hiçbirine müptelâ değildi. Hatta, ağzına hayatı boyunca bir damla olsun içki koymadığı gibi tütün de kullanmaz ve kahveyi bile nadiren içerdi. Bu sayede oldukça kuvvetli bir bedene sahip olmuştu. On beş küsur senelik saltanatını hiçbir hastalık görmeden geçirdi.
Ama, kendisine ve başladığı büyük işlere yardım edecek tek bir kimseye bile sahip olamadığından tahttan indirilme felâketine maruz kalıp şehid edildi.
* ABDÜLMECİD'İN ÇOCUKLARI: Sultan Abdülmecid, ardında saltanat makamına ve hilâfete namzet dört oğul (Beşinci Murad'ı, İkinci Abdülhamid'i, Sultan Reşad'ı ve Sultan Vahideddin'i kastediyor) bıraktı. Bunların hepsi ardarda tahta geçerek Avusturya sınırından Basra Körfezi'ne uzanan koskoca bir devletin çöküşünün sebebi oldular. Ben, bu dört hükümdarı, tarihin vereceği en şiddetli hükme bırakmakla yetiniyorum.
Okudunuz işte Son Halifenin risalesinden alıntıları. Linkinide verdim. Şimdi burada şu soruyu sormak gerekmez mi? Toplumun büyük bir kesiminde şu anlarda Atatürk ve silah arkadaşlarına sarhoş nitelemesi yapılırken Osmanlı Padişahlarımızı da ayan beyan saf Müslümanlığın temsilcisi olarak göstermek çifte standartlığın ve dini istismarcılığın göstergesi değil midir?
Bu ülke ile ilgili Osmanlısı olsun, Cumhuriyet tarihindekiler olsun her türlü hizmeti geçenlerden Allah razı olsun. Onların sayesinde bu ülke ayakta kalabilmiştir. İşlerinde hatalı olanlarda vardır. Ama Onlardan bir kısmına saygı göstermek bir kısmına saygı göstermemek istismarcılığın daniskası değil de nedir?
Diyorlar ki Hilafet olsaydı 15 Temmuzlar yaşanmazdı ! Yeniçağ Gazetesi yazarlarından Ahmet GÜRSOY bakın ne yazmış? Haksız da değil yani. Okuyalım bakalım...
Hâlâ aynı kafadalar. Hâlâ aynı zihniyetteler. İnsan ders almaz mı?
Almaz.
Diyor ki: "Hiç kusura bakılmasın..
"Niye bakılmayacakmış?
"Bugün Hilafet Kurumu aktif olsaydı, İslam dünyasının başındaki sorunların çoğu yaşanmazdı.
"Ne yapacaktı İslam dünyasına hilafet kurumu?
Üfürecek miydi?
Sihirli bir değnek sanıyor hilafeti. Dokununca her şey düzelecek..
Beyefendi!
Geçmişine bak..
Tarihe bak.Orada hilafetin İslam dünyasına neler yaptığını bir gör de öyle konuş..
Hilafet, Hz. Ali'nin kökünü kazıdı..
Şanlı İslam Peygamberi Hz. Muhammed'in kutsiyetini bile dinlemedi. Torunlarını, kanını, canını kılıçtan geçirdi.İslam dünyasını,
Şii ve Sünni diye karpuz gibi ikiye böldü..
Hilafetmiş..
Ali'den önce Ömer'i, Osman'ı katletti.
Hilafet iktidar demekti.
İktidar da güç demek.
İslam dünyasında halifelik hiçbir zaman (dört halife hariç) gerçek anlamda dini bir kurum, Hz. Peygambere vasilik gibi algılanmadı. Onun kutsallığı, her zaman, siyasi otorite ile dini otoritenin tek merkezde toplanması ve insanlara oradan hükmederek, iktidar sahiplerinin gücünü sağlamlaştırması olarak algılandı.
Bu sebeple halifelik bir çeşit taht kavgası olarak başladı ve sürüp geldi. Söyler misiniz? İslam dünyasında halifelik üzerinden yürütülen iktidar kavgalarından dolayı kan ne zaman durdu?
Hangi halife, hangi dönemde kutsal değneğini İslam toplumlarının üzerine doğrulttu da bütün İslam âlemi süt dökmüş kediye döndü?
Hiçbir zaman!
Halifelik, sadece Hz. Ali gibi bir sahabeyi ve aynı zamanda halifeyi öldürmedi. Sünni mezheplerinden Hanefiliğin kurucusu büyük İmam Ebu Hanife'yi 70 yaşında zindanlarda gene halifelik öldürdü.
Hilafet dursaymış bugünkü manzara çıkmazmış..
Masal aleminde yaşıyor olmalı..
Eğer bir tür rüya görmüyorsanız, çok uzağa değil en yakına gelin. Osmanlı hilafet ordularını, Arap çöllerinde İngiliz altınlarıyla şehit edenler hangi dinin mensuplarıydı?
Suudi Arabistan'ı kimler nasıl kurdu?
Ya Ürdün?
Hilafet merkezi İstanbul'un valisi Şerif Hüseyin kaç Mehmetçiğin kanına girdi söyle bakalım?
Yemen çöllerine soralım mı?..
Abdülvahhab'a sorsak söyler mi?.
Ya Şerif Hüseyin'e sorsak?..
Bugün kan ağlayan Orta Doğu'da, dün, bizzat Halife'nin İstanbul merkezden gönderdiği emirler buharlaşmaktaydı.
Neymiş?
Kimse kusura bakmamalıymış..
Halifelik olsaymış İslam dünyası bu halde olmazmış..
Sanırsın ki İslam dünyası halifelikle peri masallarına benzer bir dünyada yaşadı. Sonra bir canavar geldi onu yok etti ve her şey eskisi gibi olmamaya başladı. Kardeş kardeş yaşayan İslam dünyası birbirine girdi..
İslam dünyası kaç halifenin, sahabenin, tabiin, kafasını kesti söyle de bilelim. Halen daha kesmeye devam ediyor.
Bak..
IŞİD gene kesiyor.
El Nusra gene boğazlıyor.
El Kaide gene kaidelerini koyup yakıp yıkıyor..
Dün de öyleydiler.Kardeşim..
İnsan birini öldürüp öldürmeyeceğini, halife söylemeden bilemez mi? Kadınları, kızları eve kapatıp cariye yapmaması gerektiğini, din kardeşine iman tayin edemeyeceğini illa halife bulup ondan mı öğrenecek?
Allah'ım, bu toptancı, sihir üreten zihniyetten ne zaman kurtulacağız da akıl çağına geçeceğiz?
(Kaynak: Hilafet yaşasaymış... - Ahmet GÜRSOY)
Almaz.
Diyor ki: "Hiç kusura bakılmasın..
"Niye bakılmayacakmış?
"Bugün Hilafet Kurumu aktif olsaydı, İslam dünyasının başındaki sorunların çoğu yaşanmazdı.
"Ne yapacaktı İslam dünyasına hilafet kurumu?
Üfürecek miydi?
Sihirli bir değnek sanıyor hilafeti. Dokununca her şey düzelecek..
Beyefendi!
Geçmişine bak..
Tarihe bak.Orada hilafetin İslam dünyasına neler yaptığını bir gör de öyle konuş..
Hilafet, Hz. Ali'nin kökünü kazıdı..
Şanlı İslam Peygamberi Hz. Muhammed'in kutsiyetini bile dinlemedi. Torunlarını, kanını, canını kılıçtan geçirdi.İslam dünyasını,
Şii ve Sünni diye karpuz gibi ikiye böldü..
Hilafetmiş..
Ali'den önce Ömer'i, Osman'ı katletti.
Hilafet iktidar demekti.
İktidar da güç demek.
İslam dünyasında halifelik hiçbir zaman (dört halife hariç) gerçek anlamda dini bir kurum, Hz. Peygambere vasilik gibi algılanmadı. Onun kutsallığı, her zaman, siyasi otorite ile dini otoritenin tek merkezde toplanması ve insanlara oradan hükmederek, iktidar sahiplerinin gücünü sağlamlaştırması olarak algılandı.
Bu sebeple halifelik bir çeşit taht kavgası olarak başladı ve sürüp geldi. Söyler misiniz? İslam dünyasında halifelik üzerinden yürütülen iktidar kavgalarından dolayı kan ne zaman durdu?
Hangi halife, hangi dönemde kutsal değneğini İslam toplumlarının üzerine doğrulttu da bütün İslam âlemi süt dökmüş kediye döndü?
Hiçbir zaman!
Halifelik, sadece Hz. Ali gibi bir sahabeyi ve aynı zamanda halifeyi öldürmedi. Sünni mezheplerinden Hanefiliğin kurucusu büyük İmam Ebu Hanife'yi 70 yaşında zindanlarda gene halifelik öldürdü.
Hilafet dursaymış bugünkü manzara çıkmazmış..
Masal aleminde yaşıyor olmalı..
Eğer bir tür rüya görmüyorsanız, çok uzağa değil en yakına gelin. Osmanlı hilafet ordularını, Arap çöllerinde İngiliz altınlarıyla şehit edenler hangi dinin mensuplarıydı?
Suudi Arabistan'ı kimler nasıl kurdu?
Ya Ürdün?
Hilafet merkezi İstanbul'un valisi Şerif Hüseyin kaç Mehmetçiğin kanına girdi söyle bakalım?
Yemen çöllerine soralım mı?..
Abdülvahhab'a sorsak söyler mi?.
Ya Şerif Hüseyin'e sorsak?..
Bugün kan ağlayan Orta Doğu'da, dün, bizzat Halife'nin İstanbul merkezden gönderdiği emirler buharlaşmaktaydı.
Neymiş?
Kimse kusura bakmamalıymış..
Halifelik olsaymış İslam dünyası bu halde olmazmış..
Sanırsın ki İslam dünyası halifelikle peri masallarına benzer bir dünyada yaşadı. Sonra bir canavar geldi onu yok etti ve her şey eskisi gibi olmamaya başladı. Kardeş kardeş yaşayan İslam dünyası birbirine girdi..
İslam dünyası kaç halifenin, sahabenin, tabiin, kafasını kesti söyle de bilelim. Halen daha kesmeye devam ediyor.
Bak..
IŞİD gene kesiyor.
El Nusra gene boğazlıyor.
El Kaide gene kaidelerini koyup yakıp yıkıyor..
Dün de öyleydiler.Kardeşim..
İnsan birini öldürüp öldürmeyeceğini, halife söylemeden bilemez mi? Kadınları, kızları eve kapatıp cariye yapmaması gerektiğini, din kardeşine iman tayin edemeyeceğini illa halife bulup ondan mı öğrenecek?
Allah'ım, bu toptancı, sihir üreten zihniyetten ne zaman kurtulacağız da akıl çağına geçeceğiz?
(Kaynak: Hilafet yaşasaymış... - Ahmet GÜRSOY)
Okudunuz... 15 Temmuz dolayısıyla ülkemizde yaşananların kökünde bu hayal yatmaktadır. Bu sözde müttefikimiz olan Amerika olmak üzere dış mihrakların ve içerimizde ki hainlerin rüyalarını gerçekleştirme kalkışmasından başka bir şey değil di!
Bütün bunlar başımıza nereden geliyor? Dini İstismar değil de nedir?Söz Osmanlıdan açılmışken Son Halife Abdülmecitin 35 sayfalık risalesinden bahsetmeden geçmemek gerek. (http://www.haberturk.com/polemik/haber/841565-osmanliyi-dedelerimin-ickisi-yikti)
HALİFE Abdülmecid Efendi, 1920'li senelerde kaleme aldığı yayınlanmamış risalesine"Osmanlı Devleti'nin çöküşüne sebep olan dertlerin başında, içki gelir. İçki, dinen de yasaklanmıştır ve haramdır. Halife çocuğu olan şehzadeler bunu asla unutamazlar ve unuttukları takdirde hem ilâhî emirlere karşı gelmiş, hem de millete ve Osmanlı Hanedanı'na verilmiş olan hilâfet ile saltanata ihanet etmiş olurlar. İçki içenlerin hilâfette ve saltanatta hiçbir hakları yoktur" sözleri ile başlıyor.
Abdülmecid Efendi, büyük boy kâğıtlara yazdığı bu 35 sayfalık risalesinde Osmanlı padişahlarının tamamı hakkında değerlendirmeler yapıyor. Aşağıda, son halifenin içki konusunda yazdıklarının bazılarını özetleyerek naklettim:
* İKİNCİ BAYEZİD: Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri'nin oğlu olan İkinci Bayezid,pederinin heybetine ve büyüklüğüne sahip olmaktan mahrumdu. Ne babasından kendisine kalan büyük devleti idare edebildi, ne de İslâm âleminin çöküşüne, meselâ o zaman İspanya'da yıkılan Emevî Devleti'nin felâketine ve Avrupalılar'ın Müslümanlar'ı işkencelerle katletmelerine çare bulup ses çıkartabildi. En nihayet millete karşı vazifelerini yerine getirememesi ve içkiye olan düşkünlüğü yüzünden devletin geleceğinin büyük bir büyük felâket ile karşı karşıya bulunduğunu gören oğlu Yavuz Sultan Selim'in şiddetli müdahalesi ile ezilip bertaraf oldu. Felâketinin başlıca sebebi, içmesi idi.
* İKİNCİ SELİM: Kanunî Sultan Süleyman gibi büyük bir padişahın yegâne hatası, âkıl evlâdıŞehzade Mustafa'yı feda ederek devletin idaresini İkinci Selim gibi bir sefih bir serhoşa bırakması idi ki, yükselmenin sona ermesi işte böyle başlar.
O zamana kadar mağlubiyet bilmeyen Osmanlılar'ın Haçlı donanmasına yenilmeleri üzerine bütün Avrupa'da ilk şenliklerin yapılması, İkinci Selim zamanındadır. İkinci Selim, Kıbrıs şarabı ile serhoş olan ve hiçbir işe yaramayan başını eski sarayda hamam mermerlerine çarparak parçalamış ve bu suretle lâyık olduğu manevî cezayı görerek vücudunu dünyadan kaldırmıştı. Artık bundan sonra sefahat, işret, şehvet ve israf devri başlamış; felâket yollarına doğru büyük adımlar atılmıştı. Uğranan her çeşit belâ fedâkâr millete yüklenmiş, refah ve saadet uzaklaşmış ve arada bir yüzünü göstermiş ise de, akşam güneşi gibi hemen batıp gitmişti.
* ÜÇÜNCÜ MURAD, ÜÇÜNCÜ MEHMED: Bu iki padişaha "Osmanlı Devleti'nin amansız cellâdı" denmesi doğrudur. Her türlü rezaleti icra ederek Osmanlı Devleti'nin azametli saltanatını çöküşe mahkûm etmişlerdir. Üçüncü Mehmed, şehzadelerin kafes arkasında yaşamaları kaidesini de icad etmiştir.
* DÖRDÜNCÜ MURAD: Hakikaten en büyük padişahlarımız arasında sayılmak yeteneğine sahipti ve mertliği ile bütün Osmanlılar'ı hayrette bırakmıştı. Fazilet sahibi idi, eski pehlivanların kaldıramadıkları demirlere ve gürzlere başka halkalar ilâve ettirir ve bunları kaldırarak hünerini icra ederdi. Bağdat ve İran seferlerine çıkan iktidar sahibi bu padişah, geleceğin en büyük hükümdarı olmaya namzet iken içtiği rakının kurbanı olmuş; devletin talihini ve geleceğini İbrahim gibi akıl noksanı ve anlayıştan mahrum bir şahsa terkederek dünyadan çekilmişti.
* ÜÇÜNCÜ AHMED: Devletin en hassas zamanlarını Lâle Devri'ne çevirerek bütün milleti zevk ve sefahatle mestetti, günlerini, Sâdâbâd safâları ile geçirdi. Fırsatlar elden kaçtı, zira padişahın eğlenceden başını kaldırıp devletin ufkunu görmeye zamanı yoktu; baksa bile görmek için bir kabiliyeti de bulunmuyordu. Sefahat kendisini tamamen ele geçirmişti. Çıkan bir isyan neticesinde saltanatı Birinci Mahmud'a terkedip başarısız şekilde bir köşeye çekilmeye mecbur oldu.
* İKİNCİ MAHMUD: Tarihimizin incelenmeye en fazla lâyık devirlerinden biri, büyükbabamİkinci Mahmud'un iktidar yıllarıdır.
Osmanlı Devleti'ni geçmişten alıp parlak bir şekilde geleceğe nakleden azimli bir padişah idi. Genç yaşında iken üzerine aldığı vazifeler o kadar önemli ve o kadar da zor idi ki, geçmişten gelen dertlerin altında eziliyordu. Böyle zor bir zamanda üstlendiği görevi yerine getirebilmesi için gereken azmin, ilmin ve irfanın yanında büyük cesarete de sahipti. Bu sayede bazı hatalarına rağmen devletin yeniden ayağa kaldırılması için gerekenleri yerine getirmeye muvaffak oldu ama ne çare ki eserini tamamlayamadan henüz genç sayılabilecek bir yaşta vefat etti.
Sultan Mahmud'un yaptığı büyük işleri yarım bırakmasının sebebi ne idi? İşte, aradığımız mesele budur!
Başlattığı inkılâp, kuvvetten düşmüş olan devleti her türlü zorluklar ile karşı karşıya bırakmıştı. İç sıkıntılar, Rusya meselesi, devletin bir vilâyeti olan Mısır'ın Mehmed Ali Paşavasıtası ile bağımsızlığını kazanıp muazzam ve şevket sahibi Osmanlılar'ı mağlûp etmesi,İkinci Mahmud Hazretleri'ni sıkıntıya sokmaya kâfi idi. Mısır'da kendisine karşı isyan edenMehmed Ali Paşa'ya "Aradığım adam sen imişsin, gel burada benimle beraber çalış, Osmanlı'yı ihyâ edelim" diyeceği yerde Paşa'yı gıyabında idama mahkûm etmekle başına büyük dert açmış, bu gibi dertler az imiş gibi çelik gibi vücudunu tahrip etmek için bir de içkiye müptelâ olmuş, 55 yaşında tam tecrübeye sahip olmuş ve iş görüp eserini tamamlayacağı sırada üzüntüler içinde gözleri kapatmış idi. Son sözü "Ah kahpe İngiliz, en nihayet eserimi tamamlayamadan benim de canıma kıydın!" olmuştu.
* SULTAN ABDÜLMECİD: Saltanata, devletin en buhranlı zamanında gelmişti. Pederinin kendisine bıraktığı mühim ama tamamlanamamış vazifeyi üzerine alarak aynı siyaseti büyük bir iktidar ile devam ettirdi. Tanzimat'ı cihana ilân ederek bütün devletlerin itimadını kazandı. Osmanlı İmparatorluğu'nu Avrupa devletlerinin arasına kattı, Kırım Savaşı'nı da kazandı ve memleketine büyük hizmetler etti.
Ama binlerce defa yazıklar olsun ki, babasından devraldığı işleri bitirebilmek için daha pek çok çalışması lâzım iken o da içkiye müptelâ oldu ve bu yüzden vefat etti.
* SULTAN ABDÜLÂZİZ: Pederim olan Abdülâziz Han Hazretleri, Allah'a şükürler olsun ki, bu gibi ahlâk zaaflarından hiçbirine müptelâ değildi. Hatta, ağzına hayatı boyunca bir damla olsun içki koymadığı gibi tütün de kullanmaz ve kahveyi bile nadiren içerdi. Bu sayede oldukça kuvvetli bir bedene sahip olmuştu. On beş küsur senelik saltanatını hiçbir hastalık görmeden geçirdi.
Ama, kendisine ve başladığı büyük işlere yardım edecek tek bir kimseye bile sahip olamadığından tahttan indirilme felâketine maruz kalıp şehid edildi.
* ABDÜLMECİD'İN ÇOCUKLARI: Sultan Abdülmecid, ardında saltanat makamına ve hilâfete namzet dört oğul (Beşinci Murad'ı, İkinci Abdülhamid'i, Sultan Reşad'ı ve Sultan Vahideddin'i kastediyor) bıraktı. Bunların hepsi ardarda tahta geçerek Avusturya sınırından Basra Körfezi'ne uzanan koskoca bir devletin çöküşünün sebebi oldular. Ben, bu dört hükümdarı, tarihin vereceği en şiddetli hükme bırakmakla yetiniyorum.
Okudunuz işte Son Halifenin risalesinden alıntıları. Linkinide verdim. Şimdi burada şu soruyu sormak gerekmez mi? Toplumun büyük bir kesiminde şu anlarda Atatürk ve silah arkadaşlarına sarhoş nitelemesi yapılırken Osmanlı Padişahlarımızı da ayan beyan saf Müslümanlığın temsilcisi olarak göstermek çifte standartlığın ve dini istismarcılığın göstergesi değil midir?
Bu ülke ile ilgili Osmanlısı olsun, Cumhuriyet tarihindekiler olsun her türlü hizmeti geçenlerden Allah razı olsun. Onların sayesinde bu ülke ayakta kalabilmiştir. İşlerinde hatalı olanlarda vardır. Ama Onlardan bir kısmına saygı göstermek bir kısmına saygı göstermemek istismarcılığın daniskası değil de nedir?
Dünyada benim ülkem, benim Türkiye’m kadar Müslümanlığı yaşatacak bir
ülke göremiyorum. Hal böyle iken kalkıp 11-12 nci yüzyıl yorumlarını taklit
ederek ve bilmeden “Şeriat” tutturarak bozgunculuk yapanları ne
kullar ne de Allah sever (Maide-64, Kasas-77) ( Din - Müslümanlık-Şeriat- Laiklik-
Yurttaşlık Prof. Dr. Osman ZÜMRÜT 19 Mayıs Ünv. İlah. Fak. Dekanı Samsun-2002
Sayfa : 198)
İslamın laikliğe işaret eden ve davet eden ayetleri
Bakara-256, Kehf-110, Enbiya-3, İsra-36
Yüce Allah insanlara dini inançları yüzünden işkence
ve baskı yapılmasını yasaklamıştır. (Bakara-191)
Allah’ın elçisi ve örnek insan Hz. Muhammed ise
insanların birbirlerini imanı açıdan değerlendiremeyeceğini şu sözlerle
bildirmiştir.
“Allah
sizi biçiminize (çehrenize, sakal ve bıyığınıza) göre değerlendirmez.
İnancınıza göre değerlendirir.” (Muhyiddin Nevevi,
Riyaz u’s Salihin C-1 Sayfa : 8-9)
Görülüyor ki İslamın birinci ana ilkesi Laikliğin ta
kendisidir. İkincisi de insanların inançlarına saygılı olmak esastır. İkisinde
de inanca baskı yoktur. Propaganda, ikna, öğüt, eğitim, ibadet ve çağrı
serbesttir. Kesinlikle söyleyebiliriz ki Laiklik İslamın birinci temeli olan
imanı sağlamlaştırıcı hatta Mü’minleri koruyucu görev yapmaktadır.
“Ben
onları ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de kendilerinin yaratılışına şahit
tuttum. Saptıranları da hiçbir zaman yardımcı edinmiş değilim.” (Kehf-51)
Göklerin ve
yerin yaratılışına dahi şahit tutulmamışız. Bu sebeple kainatın yaratılış ve oluş anı, insanın
olmadığı bir düzendedir. Kainatın üzerinde canlıyı taşıyıp barındırabilecek bir
duruma geldikten sonra insan varolmuştur.
(ilim ve
Felsefe ve Din Açısından Yaratılış ve Gayelik (Teoloji) Prof. Dr. Hüseyin AYDIN
Diy. İşl.Bşk. Yayınları 275 İlmi Eserler 45 Sayfa :41)
Cenab-ı Hak kainatı her hangi bir hazır modele göre
yaratmamıştır. Yaratmanın varlığa çıkmasını Allah detaylı bir şekilde anlatmamış,
diğer bir ifade ile yaratmanın başlangıç ve sürecinin bilgisini insana
vermemiştir. Çünkü Allah insana gerek dünyanın yani zaman-mekan içinde olan
zaman-mekan kanunlarına tabi olan varlık alanının bilgisine hazır olarak
vermemiştir. Bu dünyanın bilgisini elde etmeyi insana görev olarak vermiş,
insanı bu görevi yerine getirebilecek kabiliyetle donatmıştır.
Allah aynı süreci adeta bir mekanizma haline getirir
gibi, insanın içine varlıkla hesaplaşmayı bir iç güdü bir şuur, bir alınyazısı
olarak yerleştirmiştir.
Gördüğümüz gibi Hak Teala yaradılıştan her şeyi düşünmüş
eksiksiz yaratmıştır. Hz. İbrahim Peygamberimizin Rabbim budur diye güneşi,
ayı, yıldızları etüt etmesi ve sonucunda da Rabbimizin Halilullah’ı olması
şaşılacak bir durum değildir.
Eğer Cenab-ı Hak , metafizik mahiyet ve karakterde olan
kainatın menşe ve oluşum (Tekevvün) süreci üzerine hazır bilgiler vermiş
olsaydı insan ; tecrübeleri ile bu hazır gerçeği irdelemek, test etmek
isteyecek, ama bu ilk gerçeğe tecrübeleriyle ya hiç ulaşamayacak yada çok geç
ulaşacaktı. Bu gerçeği bir iman olarak kabul edip insan olarak taşıyamayıp,
ille deney ve gözlemleriyle ona ulaşmak isteyen kişiler için şu tehlike ortaya
çıkacaktı :
Allah’ın
vahiy yoluyla ortaya koymuş olduğu beyanını kabul etmemek dinin ölçü ve
değerleriyle değerlendirdiğimiz takdirde küfürdür, dinden çıkmadır. Bu insanlık
için üstesinden gelinemeyecek bir imtihandır. (ilim ve Felsefe ve Din Açısından Yaratılış ve Gayelik
(Teoloji) Prof. Dr. Hüseyin AYDIN Diy. İşl.Bşk. Yayınları 275 İlmi Eserler 45
Sayfa :66-67)
Allah hakkında caiz olan hususlar iki noktada toplanır:
Onun fiilleri ve görülmesi (Ru’yetullah).
Allah’ın fiilleri
için kaide şudur:
Vuku bulmasını aklın mümkün gördüğü, Allah tarafından
icad edilmesi muhal olmayan her şey Allah’ın fiilleri içinde düşünülebilir.
(Yaşamak, öldürmek, rızık vermek gibi) (Allah’ın Varlığı İsbat-ı Vacib Prof. Dr. Bekir
TOPALOĞLU Diy. İşl. Bşk. Yay. 169 İlmi
Eserler :2 Sayfa: 95)
(Bir İngiliz Ajanının Hatıraları-İslam’ı Nasıl Yok
Edelim (Hatırat-ı
Hampher) Nevzat GÖKTAŞ Nehir
Yayınları )
İslam’ı Nasıl Yok Edelim Sayfa :29 :
“1. Müslümanlar arasına nüfuz ederek aralarında
ayrılık yaratabileceğimiz kadar zayıf noktaları bulmak,
2. Zayıf noktaları belirledikten sonra da tefrika ve
anlaşmazlık icat etmeye başlamak, (Bunu yapmak için Türkçe, Arapça, Tecvid, tefsir dahi okuyarak amaçları
hedefi böl ve yok ettir. )
İslam’ı
Nasıl Yok Edelim Sayfa :56 :
“Din alimlerinin dünyadaki gelişmelerle ilgili
kendilerini geliştirmemişler, kendilerini dini derslere, tartışmalara
ayırmışlar, dünya siyasi gelişmeleri konusunda bilgileri yoktur.”
“Yeni ilim dallarına pek ilgi göstermiyorlardı.ve
“Nasıl bahtı karadır bunlar, dünya uyanmışken hala derin uykudadırlar bunlar.
Ancak yıkıcı bir sel bunları tatlı uykudan uyandırabilir.” Diye söylenmiş
hatırasını yazan ajan.
Müslümanların zayıf noktası olarak ;
a.
Mezhep
ihtilafları,
b.
Tüm İslam
Ülkelerinde umumi cehalet ve okuma yazma bilmeme
c.
Günlük
gelişmelerden haberdar olmama, Müslümanların çalışma şevkinden yoksun oluşu
d.
Maddi yaşamı
da önemsemeyerek cennet ümidi ile ibadetlerde ki aşırılık
e.
Diktatör
hükümetlerin halka zulüm uygulaması
f.
Devlet
dairelerinde ki karışıklık ve başı bozukluk
g.
Umumi
yoksulluk ve geri kalmışlık
h. Temizliğe önem vermeme (İslam’ı
Nasıl Yok Edelim Sayfa :75)
i. ………
İslam Müslümanlara ;
a.
Birlik ve
dostluğu tavsiye etmiş,ayrılıktan sakınmalarını etmemiştir.
b.
Öğrenim ve
eğitim yapmayı, çalışmayı tavsiye etmiştir.
c.
Temizliği ve
sağlam bir ekonomiye sahip olmayı emretmiştir.
d.
……..
Müslümanların ilerlememe nedenleri de ;
a.
Irkçı gelenek
ve kültüre bağlı kalmaları,
b.
Mezhep
çatışmaları,
c.
Çocukların,
gençlerin eğitimine önem verilmemesinden ve daha bir çok faktörlerden ileri
gelmektedir
d.
…….
Müslümanlığı yok etmek için :
a.
Irkçı,
milliyetçi duyguları kamçılayarak, eski kültürlerine bağlı olmaya teşvik
edilmesi,
b.
İçki, kumar,
fesat ve fuhuşun yayılması,
c.
Din alimleri
ile halk arasındaki saygı ve dostane ilişkilerin bozulması,
d.
Müslümanları
ibadetten alıkoymak ve şüphe uyandırmak,
e.
Aile içi
(Anne, Baba ve evlat ilişkileri) ilişkilerin bozulması, gençlerin bu sayede
dini inançların etki alanından çıkartılarak dinini unutturulması,
f.
Kadın erkek
herkesi gayri meşru cinsel ilişki (Zinaya) teşvik etmek,
g.
Halk ve imam
arasında düşmanlık yaratmak,
h.
Zihinlere
özgürce düşünme fikrini yerleştirmek her istediğini yapmak
i.
Cami, okul,
eğitim, hayrat gibi tesislerin yapılması geleneğinin ortadan kaldırılması,
j. Kur’an ile ilgili şüphe uyandırmak (Şu anda ki
Kur’an-ın gerçek Kur’an olmadığı, şu andakinin eksik yada fazla olduğu
gibi gerçekle uyuşmayan fikirlerle zihinleri
zehirlemek) (İslam’ı
Nasıl Yok Edelim Sayfa :77)
k. ………..
İbretle basın haberlerinden okuyoruz böyle
insanlar bu masum halkın dini duygularını ve inançlarını nasıl
sömürmektedirler. Hem de bu halkın dinine, zekatına, parasına ipotek koyarak…
Bu istismarcılar İslamiyet’le nasıl bağdaşabilir.
Rabbimiz dinde zorlama yoktur
derken aynı zat “Bir
gün Türkiye adil düzene geçecektir. Şimdi sorun ne ? Bu geçiş kanlı mı olacak,
kansız mı ? Sert mi olacak, yumuşak mı….. diyebilmektedir.” (Neden
Laiklik E. Tümg. Hüseyin CEVİZOĞLU Sayfa :27)
Bu sözler Kur’an-ı Hakim’in
hangi ayetlerine uygundur. Peygamberimize bile akrabaları eza ve cefa yaparken
Peygamberimiz asla bela okumamış aksine rahmet okumuştur. Cahilliklerine
vermiştir.
Kur’an-ı Kerim bu kadar
açıkken Biz dinle, mezheple, tarikatla, cennetle,
cehennemle uğraşırken, birbirimizle didişirken, müspet ilimlerle uğraşanları
kafirlikle itham ederken Batı dünyası önümüze geçmiş ve arayı da açmıştır.
Sultan III. Selim’den başlayarak yarışın kaybedildiğini fark eden Osmanlı
Padişahları bazı önleyici tedbirlere başvurunca karşılarında daima “Şeriat elden
gidiyor” sloganıyla bir takım sözde din adamlarını bulmuşlardır.
İşte laiklikte bu ihtiyaçtan doğmuştur. .” (Neden Laiklik E. Tümg. Hüseyin CEVİZOĞLU
Sayfa :52)
Lale Devrinde 1729 da İbrahim
Mütefferika’nın girişimi sunucu Şeyhülislam Abdullah Efendi dini eserleri
basılmamak kaydıyla matbaanın açılmasına izin veren fetvayı verebilmiş, dini
eserlerse el yazmacıların tekelinde kalmış bu yüzden Cumhuriyet’e kadar halkımız
hiçbir zaman dinini doğru dürüst öğrenme şansına sahip olamamıştır.
III. Murat döneminde ilk
rasathane İstanbul’da kuruldu. Türk Astronomisi Uluğ Bey’in çalışmasına devam
etmesi amacıyla padişahın hocası tarihçi Sadettin Efendi’nin teşvikiyle kurulan
bu rasathane Sadettin Efendi’nin Şeyhülislam Ahmet Şemseddin ile arası açılınca
padişahı rasathanenin günah olduğu yolunda işlemeye başlamış sonunda III.
Murat’ı “Gökyüzünün
sırlarını bulmaya çalışan devletlerin hepsi batmıştır.” diyerek ikna
etmeyi başarmış ve rasathane
kuruluşundan 3 yıl sonra (1582’de) Şeyhülislamın fetvasına dayanarak bir
gecede yıkılıp ortadan kaldırılmıştır. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nda fetva
yoluyla müsbet ilmin önemli bir kapısı kapatılmış oldu.
Kabakçı Mustafa
ayaklanmasında Şeyhülislam Abdullah Efendi ile Köse Musa Paşa’nın “Şeriat elden
gidiyor” şeklinde ki tahriklerle ayaklanmaları, 31 Mart
Vakıa’sında yine aynı senaryo ile
ayaklanmaları….
Yine Kurtuluş Savaşının ilk
yıllarında son Osmanlı Şeyhülislamı Dürrizade Abdullah Efendi’nin Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının “katlinin vacip
olduğu” fetvaları…
Aznavur olayları, Düzce,
Konya ve Yozgat isyanları….. hep aynı senaryolarla olmuştur.
Taki Kurtuluş Savaşının meşru
olduğunu Ankara Müftüsü Rifat Börekçi’nin karşı fetva vermesi ile halk sükunete
kavuşmuştur.
Fetva kurumu bazende ters
işletilmiş, din adamları hükümdarların siyasi ve şahsi emellerine alet
edilmişlerdir.
Emeviler döneminde Muaviye
oğlu Yezid’i veliaht ilan ederken hiç kimseden fetva almaya gerek görmediği
halde Halife Ömer Bin Abdulaziz, II. Yezid’in (Yezid Bin Abdulmelik) veliahtlığını
İmam-ı Malik’inin fetvasıyla meşrulaştırma yoluna gitmiştir. İmam-ı Malik “Daha ehil birisi
varken daha az ehil birinin halifeliği caizmi dir ?” sorusuna “Fitne korkusu varsa caizdir” şeklinde fetva
vermiş ve bu fetva üzerine II. Yezid veliaht ilan edilmiştir.
Nisa-127 ve Nisa-176ncı ayeti
ile fetva ile hüküm koyma yetkisini Allahü Hak Teala kendi elinde tutmaktadır.
O yetkiyi Peygamberine bile devretmemiştir. Çünkü ona sadece tebliğ görevi
vermiştir.
Mezhep imamları, müftüler,
Şeyhülislamlar tarafından verilen fetvalar, Kur’an hükümleri dışında yeni bir
hüküm getiremezler. Onların hükümleri ancak Kur’an hükümlerini açıklamak yada
yorumlamak anlamında olabilir. Hiç kimsenin fetva yoluyla İslam’a yeni bir hukuki veya siyasi hüküm koyma
yetkisi bulunmamaktadır. Aksine bir davranış Kur’ana ve İslam’a aykırıdır.
1400 yıllık İslam tarihi
içerisinde bu yola sık sık başvurulmuş, mezhep imamlarının, müftülerin,
Şeyhülislamların verdiği fetvalar şeriat kanunu hükmünde kabul edilmiş ve İslam
dünyasında bu yolla devletin ve halkın eli kolu bağlanmıştır.
Sonuç olarak devlet bir türlü
ilmiye sınıfının gücünü hukuki ve siyasi kontrolünü aşıp asli görevlerine sahip
çıkamamış sadece jandarmalık görevi ile yetinmek zorunda kalmıştır.
Ülkemizde bir kesimin gözdesi
olan zat dini kullanarak insanları suça azmettirmekte , kurnazlıklarla,
fırsatçılıklarla, ikiyüzlü (takiyeli davranışlar) davranışlarla bir kez daha
bu millete, bu devlete Laikliğin gerekliliğini aşağıda ki sarf ettiği sözlerden
anlıyoruz.
“Türkiye’de önümüzü kestiler,
yürüyemiyoruz. Orada durgun sular gibi bir de gölleşme imajı uyandıracaksınız.
Zorlayacaksınız. Yerinde yürüyor gibi yapacaksın. Çünkü durmak, hem de
durgunluk paslanma meydana getirir. .. Bu Mülkiyede de, Adliyede de her zaman
söz konusu olur. Yürümeli, eğer biz nabzı, kalbi dinledik baktık ki geriye adım
attıracaklar bence adım atmam beklerim. Fırsat beklerim. Yani her şey bir
oyundur…..
Devletle çatışarak bir yere gidemezsiniz.
Demek devletinde, bu çok yüksek gayeleri gerçekleştirmek için belli bir kıvama
gelmesi lazım…” (Dr. Necib
HABLEMİTOĞLU- Köstebek Sayfa:21-22)
Ve bu zat devlete yıllarca
Vaiz olarak görev yapmış bu devletin ekmeğini yemiş ama şu yaptığına
söylediğine bakın… Aynı zat şu anda Amerika’dan burada ki cemaatini, çevresini
yönetiyor..Ve bu Fetö zatı en son 15 Temmuzda devşirmeleriyle birlikte Türkiyede kalkışma yaptılar ve halkımızın üstüne Helikopter ve uçaklarla bombalar attılar, Tankları ve askerlerimizi halkımızın üstüne sürmekten çekinmediler. Meclisi bile bombalattılar. Muhterem hocaefendi diye yere göğe sığdırılamayan hocaefendi ve işte istismarcılığın sonu budur.
1400 yıllık İslam tarihi
içerisinde bu ve bunun gibi kendi menfaatleri uğruna Dini kullanan din
İstismarlarının önünü kesmek ve halkı bu istismarcıların elinden kurtarmak,
kimsenin bir şey dayatmadan dinini doya doya yaşaması açısından, kulun Rabbi
ile arasına menfaat sülükleri ve çetelerinin girmemesi açısından Laiklik
olmalıdır.
Eğer biz ilim yapmazsak, ilme
göre amelimizi yaşamazsak menfaat sülüklerinin ve çetelerinin ağına her an
düşeceğimiz aşikardır.
İslam’a göre, sağ olanın ölü
ile ilişkisi Allah kanalı ile olabilmektedir. Bir Mü’min ölen yakını ile ilişki
kurmak istiyorsa, onun değerinin Allah katında yükselmesini istiyorsa yolu
şudur:
Sağ Mü’minin en yakın
akrabası da olsa, ölen ile doğrudan ilişkisi olamaz. Bu ilişkiyi ancak Allah
yaptırabilir, o ayarlar, o bu ilişkiyi sağlar, bu ilişkiye a Allah izin verir.
Bu da genelde rüya ile olabileceği insanlarla gözlenebilmektedir. Onun için
öleni rüyada görünce, “yine bizden hayır, dua istedi” sözleri, geleneğimizde
yer almıştır. İslam’da dua yalnız Allah’a sığınarak yapılır, iyilik ve hayır
ise yalnız Allah rızası için yapılır. Kişinin imanını değerlendirme yetkisi
yalnızca Allah’ındır. Peygamberlerine bile bu yetkiyi vermemiştir. İnsanların
ise veli, şeyh, derviş değil ne olursa olsun böyle bir yetkisi asla yoktur.
İslamın özü ve temel hedefi
insanı olgunlaştırmaktır.
İslamın “Allah’ın birliği”,
“dinin birliği” ve “insanın birliği” ilkesi
üç birlik ilkesiyle evrenselliği sergilediği söylenir. (Ebu’l-Fazl
İzzeti, İslamın Yayılış Tarihine Giriş, Çev.:Cahit
Kaytar,İstanbul,1984,s.216) Kur’an’a
dayandığımız da İslamın evrenselliği,”Allah’ın birliği” ve “insanın yüceliği”
ilkesine dayanır. Çünkü Kur’an’da, Allah’tan sonra en yüce varlık insandır.
Hatta inanmasa bile. Çünkü bir an , bir zaman gelir, inanır. Bu şansı yüce
Allah’ın huzurunda her zaman vardır.
İslam sözcüğü Kur’an’da sekiz
yerde geçmektedir. Terim olarak kullanımında ise İslam kulun Allah’a teslimi
olup içtenlik (İhlas) ve açık benimseyiş ön koşulunu taşımaktadır. Kur’an
Allah’a içtenlikle teslimiyeti bir çok ayetinde belirtir.(Zümer 39/2, Ali İmran
3/19-3/83-3/85, Maide 4/3)
İslam sözcüğü üç anlamda
kullanılmıştır: Din,devlet, kültür (Philip K Hitti, İslam and West, New Jersey,
1962, s.3) Din olarak İslam, Arapların kendilerinin ve başka uluslardan
aldıkları geleneklerinin yer aldığı Kur’an’ın bildirdiği biçimiyle Hz. Muhammed
tarafından kurulan inanç ve ibadetler sistemidir. Günümüzde din olarak İslam
Hz. Adem ile başlayıp Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa gibi bir çok Peygamberle
sürdürülen ve Hz. Muhammed ile son kez somut biçimde temel ilkeleri sunulan ,
Kur’an ve sünnetin üzerine kurulan bir çok dini bilginin te’vil yorumlarını,
Müslüman devletlerin uygulamalarını dinsel düşünce akımlarının (Mezheplerin)
ilkelerini de kapsayan ve bir altın çağ özlemi içerisinde bulunanlarla orta yol
izleyen müslüman kitleleri içine alabilmektedir.
Din, Arapça’da “Örf ve adet”
anlamında bir sözcüktür. “İnançsal ve ameli boyun eğme (İtaat), izlenen yol,
alışkı, belirti” anlamlarını da içermektedir.Doğal olarak din deyince her insan
kendi dinini aklına getirir. Yüce Rabbimizde biz insanlara din olarak İslam
dinini seçmiş ve tüm insanların içtenlikle kayıtsız ve şartsız teslimiyeti
sunmuştur. ( Ali İmran 3/19-3/83-3/85,
Maide 4/3)
Kur’an’da din sözcüğü
“Karşılık-Ceza” anlamında Kur’an’ın bir çok yerinde geçer (Fatiha 1/3,Hicr
15/35,Nur 24/25, Şu’ara 26/82, Saffat 37/20, Sad 38/78, Kaf 50/6, Za’riyat
51/12, Vakı’a 56/56, Me’aric 70/26, Müdessir 74/46, İnfitar 82/15-17-18,
Mutaffifhin 83/11), Adı da İslam olan din Hz. Adem’den beri bir çok Allah
elçileriyle aşama aşama sürerek Hz. Muhammed’e kadar gelmektedir. (Bakara
2/132, Nisa 4/125, En’am 6/161, Yunus 10/105, Şura 42/13)
İslam dininin çok genel iki
amacı vardır. Birincisi , “insanın özgür olması” (En’am 6/71-136-138-139,
İbrahim 14/30, Ankebut 29/25, A’raf 7/191-192-195-197, İbrahim 14/30, İsra
17/56, Meryem 19/81, Hacc 22/12-13-73, Furkan 25/3, Ankebut 29/25, Sebe 34/21
Fatır 35/13-14-40) , ikincisi “fesat ve nizanın kaldırılmasıdır. (Maide
5/32-33, Tevbe 9/107-108)
Rabbimizin tüm insanlara
bahşettiği İslam dini ;
v
İslam dininde
ruhbanlık kurumu yoktur. Rabbimiz “Ruhbanlık” olmaması için hiçbir insanın dini
bir kişiliğe bürünerek diğer insanları etkilemesini kaldırmayı amaçlamış ve
dini tamamlamıştır. (Maide 5/3)
v
Ölümden önceki yaşamış olduğumuz dünya
hayatına yön vermek içindir. (Rum 30/43)
v
Rabbimizin
kendisinin tüm noksanlıklardan münezzeh ve tek olduğunu tanıtmak ve kendisine
teslim olmamızı sağlamaktır. (Beyyine 93/5)
v
Dinin yalnız
Rabbimiz için benimsenip dosdoğru olarak bilinçli bir şekilde bağlanılıp
uygulanması ve hem dünyada ve hem de ahiret mutluluğuna kavuşulmasını sağlar. (
Nisa 4/186, A’raf 7/29, Nahl 16/52, Ankebut 29/65, Lokman 31/32, Zümer
2/3-11-14, Mü’min 40/14-65, Nur 55)
v
Dini yüceltmek
niyetiyle de olsa eklenen uydurmalar, inanmayanları inandırmak yerine
inananları da karıştırıp şaşırtabilir, yanıltabilir ve bu nedenle bize verilen
akıl vb. olanaklarımızı iyi kullanmamızı öğretir. Al-i İmran 3/24, Hucurat
49/16)
v
Rabbimiz İslam
dinini gerçek olarak ve gerçeklerle bağdaşacak biçimde göndermiştir. (Tevbe 9/33, Fetih 48/28, Saff 61/9)
v
Dinden dönenlerin
Rabbimizin kendisine inananların sayısında azalacağını ummasınlar ve İslam
dinine girenlerinde Rabbimize bir iyilik yapıyormuşçasına büyüklenmesinler
düşüncesine sahip kılmıştır. (Maide 5/54, Nasr 110/2)
v
Gerçekleri, İslam
dinini benimseyip, onlarla geçici çıkar ve çeşitli nedenlerle mücadele
edenlerin bulunduğu toplumda yaşadığımızı veya yaşamak zorunda olduğumuzu
belirtir (Nisa 4/46) Bununla tek tip
düşünce olamayacağı vurgulanarak, gerçeğe yönelenin, onu arayan değişik görüş
ve düşüncelerin hatta bunlar arasında bile bile gerçeklerle mücadeleye
kalkanların bulunabileceği de anımsatılmaktadır.
v
Barış içinde
yaşamak isteyenlerin başka dinde de olsalar bile onlara saldırmayı ve savaşmayı
yasaklamış (Mümtehine 60/8-9) , fitne ve fesadın ortadan kalkması için insanlar
arasındaki barışın sağlanması için savaşılmasını buyurulmaktadır.(Bakara
2/193-217, Enfal 8/39). Barışı değil sürekli karışıklık çıkarıp savaşı tahrik
edenler ve antlaşmaları bozanlar ile savaşılmasını emretmektedir.(Tevbe 9/12)
Öyle ki toplum düzenini sarsıcı karışıklık çıkaranları, propaganda yaparak
huzuru bozan ve kamu hizmetlerine katkıda bulunmayan başka dinden olanları o
toplum düzenine uyuncaya kadar onlarla savaşmak gerektiğini de emredilir (Tevbe
9/29)
v
Rabbimizin dinin
zorla benimsetilemeyeceğini çünkü dinin özünün inanca dayalı olduğunu emreder.
(Bakara 2/256, Kafirun 109/6) Zaten kişinin inancını Rabbimizden başka kimsede
bilemez
v
Dinsel yakınlaşma
yani bir anlamda anlaşarak yaşamak için
barış-dostluk gündeme gelince savaştan vazgeçilmesi emredilir. (Enfal 8/72)
v
Toplumun
varlığını sürdürebilmesi için, savaş anında bile bir araştırıcı ve bilginler
gurubunun gerçekleri araştırma konusundaki çalışmalarını ara vermeden
sürdürmesi ve hiçbir şeyin bilimsel çalışmaları engellememesi açıkça
vurgulanmaktadır. (Tevbe 9/122)
v
İnsanları
kaynaştırıcı toplumsal örgütlenmeyi destekleyerek “Din kardeşliği” kavramını
getirmiş ve bu kuruluşu özendirmiştir. (Tevbe 9/11, Ahzab 33/5, Hucurat 49/10)
v
Din
istismarcıları yerilmekte, toplumun dine değer vermesini göz önünde tutarak
dini dünyadaki kişisel çıkarlarına alet eden, sonuçta dini “Oyun, eğlence ya da
araç edinenlerin sonlarının” kötü olacağı açıkça vurgulanmaktadır. (Maide 5/57,
En’am 6/70, A’raf 7/51)
v
İslam dininde
aşırılık yasaklanır ve orta yol öğütlenmiştir. Aşırı olanların kendileri
saptığı gibi, başkalarını da saptıracağı açıkça vurgulanmıştır. (Nisa 4/171,
Maide 5/77)
v
“İslam dinini en
iyi ben uyguluyorum, en iyi müslüman benim” diye ortaya çıkmak , sonucu
itibariyle dinde din adına bölücülük yapmanın İslam diniyle ilişkisinin
bulunmadığı açıkça belirtilmektedir. (En’am 6/159, Rum 30/32)
v
Dini zorlaştıran,
dar görüşlü, dini kendisi gibi anlamayanları din dışı, kendisi ise Allah’ın
dinini savunan mücahit gibi görerek farkına varmadan dinsel bencilliğe ve kibirlenmeye düşenlerdir (Şura 42/21).
Oysa İslam dini kolayca anlaşılır
niteliktedir. Daha sonraları din aracıları (Din anlatıcıları, din adamları) ve
ibadet yerlerindeki (Camiler, mescitler) hizmet yapanlar, dini
karmaşıklaştırmış ve anlaşılmayacak “Tabu” yasaklar bütünü olarak bir kuruluş
haline getirmişlerdir.
v
İslam dininde
güçlük, zorluk yoktur; kolayca uygulanabilecek nitelikte ve sadeliktedir.
(Bakara 2/185, Hac 22/78)
v
İslam dini
insanları gericiliğe, perişanlığa ve düşkünlüğe götürmez. Ancak dine
dayandığını iddia edenler, böyle bir duruma düşmüşlerse, burada sorumluluk
dinin değil, kendilerinin bilimden uzak kalışları ve dar görüşleri savunmaları
nedeniyle İslam dinini yanlış anlayan
kişiler, hem dünyada hemde ahirette Allah’a karşı sorumludurlar (En’am
6/137, Enfal 8/49)
v
Allah, dini Hz.
Adem’den beri çeşitli biçimlerde (şeriatlarla) uygulatması; olgunlaştırarak Hz.
Muhammed’e vermiş; gerçek din olarak seçtiği İslam dininin tün insanlığa bir
kılavuz olduğunu ve İslam dininden başka dinlerin Allah’ın değerlendirmesinde
değerli görülemeyeceğini açıkça Yüce Rabbimiz bildirmiştir. (Al-i İmran
3/19-85, Maide 5/3)
v
İslam dini akla
büyük önem vermekte ve onun korunması
üzerinde de önemle durmaktadır. Aklın çıktığı kaynağı kabul edilen beyni
uyuşturan her türlü şeyi de yasaklamıştır. (Maide 5/90) Aklını kullanan
toplumlar (İlmi) ilerlemişlerdir. Duygularını kullanan (Irkçı, fanatik,
şövenist toplumlar) toplumlar geri kalmışlardır. Aklı kullanmak insana ,
duygusallık hayvana özgüdür. Allah insana ısrarla aklını kullanmasını, tümden
duygunun esiri olmamasını istemiştir. Duygusallık cahilliğe vs, bilgisizliğe
dayanmaktadır. (Bakara 2/44-73-75-76-164-170-171-179-242-269, Ali İmran
3/65-118, Maide 5/58, En’am 6/32-151, A’raf
7/169, Enfal 8/22, Yunus 10/16-100, Hud 11/51, Yusuf 12/109-111, Rad 13/4-19,
İbrahim 14/52, Nahl 16/12-67, Taha 20/53-128, Enbiya 21/10-67, Hac 22/46,
Mü’minün 23/80, Nur 24/58-59-61, Furkan 25/44, Şuara 26/28, Kasas 28/60,
Ankebut 29/35-43-63, Sad 38/29-43, Zümer 39/9-18-43, Mü’min 40/54-67, Hadid
57/17, Talak 65/10, Mülk 67/10, Fecr 89/5) İslam dini akla büyük önem verdiği
içindir ki, onun korunması üzerinde de önemle durmaktadır. Aklın çıktığın
kaynağı kabul edilen beyni uyuşturucu her türlü şeyi İslam yasaklamıştır.
(Maide 5/90)
v
İslam dini akıl
ile birlikte ilime araştırmaya büyük önem vermektedir. (Bakara 2/129-151-269,
Nisa 4/113, Maide 5/110, En’am 6/119, Nahl 16/43, Enbiya 21/7-59, Ahzab 33/34,
Fatır 35/19-22, Zümer 39/9-10, Abese 80/2-3-4, Alak 96/4-5)
v
İslam dini insanı
yaşatmayı engelleyecek her yolu kapamıştır. Allah’ın izni olmadan hiçbir kişi
ölemez, ölümü isteyemez.Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Allah’ın izni
olmadan da hiçbir kimse bir başkasını öldüremez. Ölümün gerçek nedeni yüce
Allah’tır. O kişi ölüm olayında bir vesile, bir araçtır. (Tin 95/2, Maide
5/3-6-32, Ali İmran 3/145
v
İslam’da kimsenin malına dokunulmaz,insanın malını savunması
en yasal hakkıdır. Malının ihtiyaç fazlasını da boş yere harcanmasını yani savurganlığı (İsrafı)
yasaklamıştır.İslam emeğin, alın
terinin korunmasını ister. (İsra 17/26)
İslam dini ; toplumda büyük yaralar açan hileli işleri, tefeciliği, faizi
yasaklamıştır.(Bakara 2/275-276-278-279, Ali İmran 3/130, Nisa 4/161, Rum
30/39)
v
İslam dini vicdan
özgürlüğünü İslamın en temel haklarından birisi olarak kabul etmiştir. Bu
nedenle dinin zorla kabul ettirilmesi yerine, istekle benimsenmesi ilkesi
geçerli sayılmıştır. Zorla inanç kabul edilmez, zaten zorla inanmakta
olanaksızdır. (Bakara 2/256, Yunus
10/99) Peygamberimiz İslam dinini baskıyla, zorla, kılıçla değil ; Kur’an’ın
yöntemiyle insanları davet ederek özünde sevdirerek, çağırarak yaymıştır. İslam
dini başka dinden olanların inançlarına saygı gösterilmesini, onlara ve
tanrılarına kötü ve uygunsuz davranışlarda bulunulmasını tüm müslümanlara
yasaklamıştır. (En’am 6/100)
v
İnsan
toplumlarının yaşayıp devam edebilmesi için üremenin sürdürülmesi, Allah’ın
koyduğu kesin kurallardandır. Neslin korunması amacıyla İslam dini, nikah
(Evlilik sözleşmesi), evlenme, eş olarak yuva kurma konuları
yasallaştırmıştır.Nikah, kişi özgürlüğünü kısıtladığından dolayı yasak olması
gerekirken, insan toplumunun devamı için zorunlu olarak yasal kabul
edilmiştir.Çünkü evlilik bağı (Nikah) ile kişiler özgürlüklerini
kısıtlamaktadırlar. Ancak, bunun yanı sıra insan soyunun devamını
sağlamaktadır. İslam dini aileyi kutsal bir kuruluş olarak kabul etmiş, ona en
yüksek değeri vermiştir. Çünkü aile, toplumun temel yapısı ve doğal bir gruptur
; topluluktur. İslam dininde namus ve onur olarak ırz (Cinsel yönü ve işlevi)
kabul edilmiş, onun doğal bir biçimde eşlerin ilişkileri ile yürütülmesi insan
topluluklarında olduğu gibi temel alınmıştır.
(Bakara 2/129-221-230-232-235-237, Nisa
4/3-6-19-22-25-34-35-127-128-129, Maide 5/5, Nur 24/3-32-33-60, Kasas 28/27,
Ahzab 33/30-37-49-50-52-53, Mümtehine 60/10)
Neslin korunması için zinayı, flörtü yasaklamıştır. (Nisa 4/15-25, İsra
17/32, Nur 24/2-3-4-5-6-8-9-10, Furkan 25/68-69, Ahzab 33/30, Talak 65/1
v
İslam dinindeki
hükümler, yükümlülükler insanların yararına faydalanılması için konulmuştur.
İnsanların zararına olan şeyler, bozgunculuk doğuran şeyler tümüyle
yasaklanmıştır. (haramdır) İslam’da yarara yönelmek, zarardan kaçınmak genel
bir kuraldır.İslam dini insanların maddi ve manevi gereksinimlerini karşılamayı
temel alır.İbadetlerde amaç, nimetleri veren Allah’a şükretmektir. İbadetler
bilinçsizce bir taklit ve alışkı değildir. Kur’an’ın tüm ayetleri insanların
yararınadır.; onların yararlarını gözetmiştir.
v
İslam dininde tüm
hüküm ve buyruklar, adalet üzerine konulmuştur, adalet temeline dayanmıştır.
Bunların tümünde amaç adaleti sağlamak, haksızlıkların önüne geçmek, adalet
düşüncesi hakimdir. Allah adaleti buyurur, haksızlık ve zulmü yasaklar, kul
hakkına Allah hakkı derecesinde uyulması emredilir. (Bakara 2/282,Ali İmran 3/8-18-21, Nisa
4/3-58-127-129-148, Maide 5/8-42, En’am 6/152, A’raf 7/29-159, Yusuf
12/54, Nahl 16/9-76-90, Taha 20/2,
Enbiya 21/47, Şuara 26/15, Ahzab 33/5, Şura 42/40, Zariyat 51/59, Hadid 57/25,
Mümtehine 60/8)
v
İslam dini tüm
hüküm ve emirlerinde sürekli kolaylık güder. Güçlük istemez Yüce
Rabbimizin Kur’an’ı Kerim’de zorluğu
giderici ve sıkıntıyı kaldırıcı hedefini anlatan birçok ayetleri vardır.
(Bakara 2/185, Maide 5/6, Hac 22/78, Fetih 48/17)
v
İslam dini
hükümleri insanları ağır yükümlülük altına sokmamayı, onların serbest
olmalarına daha çok fırsat veren bir ana ilke çerçevesinde indirmiştir.
Yasaklar çok azdır; farzlar çok değildir.İslam dinini yasaklar sistemi haline
getirmeye çalışanlara, bu tutumlarının Allah adına hüküm koymak olduğu ve bunun
şirke yol açacağı Kur’an’ı Kerim’de sık sık uyarı yapılmaktadır. ((A’raf 7/32)Yüce
Rabbimiz insanın hizmeti için yarattığı şeylerin kullanılışını kısıtlamamış,
onların insanın keyfince aşırı olmamak kaydıyla kullanılmasına olanak
tanımıştır. ( Bakara 2/29, A’raf 7/31). Rabbimiz bildirilmesi gereken haram
şeyleri bildirmiş; onların dışında çok soru sormak, yeni yeni sorular ortaya
atarak Allah’tan açıklama istemek, Allah tarafından iyi görülmemiştir. Çünkü
Allah’ın yapacağı her açıklama insan için yapması veya uyması gereken bir emir
olacağından yüce Rabbimiz insanları ağır yük altına düşürmemiş, Allah insanlara
az emir vermiştir.(Maide 5/101)
Sonuç olarak diyebiliriz ki,
İslam dini o kadar kolay ve sade idi ki, çölden Bedevi (Görgüsüz çoban Arab)
gelir, Peygamberimizin önünde oturur, sohbet eder, dinin örenir giderdi.İslam
dini gerçekten bu kadar kolaydır. İslam Dininin kaynakları Kur’an-ı Kerim,
Kainat,insan aklı ve bilimsel gerçeklerden oluşur.İslam dinine göre “bilgi”,
“imandan” önce gelir. Çünkü kişinin bilmediği şeyin arkasına düşmesi ve
inanması reddedilir. (İsra 17/36) Kişi bilgi sahibi olduktan sonra inanıp inanmamakla serbest bırakılır.
Yoksa kişinin cahil bırakılarak körü körüne inanması İslam’da iyi ve yeterli
görülmez. İslam’da bilgi olmadan ve aklını kullanmadan hiçbir şeye niyet edilmez
ve adım atılmaz. İslam dininin yasallaşması, insanlar tarafından uygulanabilir
hale gelmesini temellendiren Hz.
Muhammed kanalıyla Allah’a uzanan kanıtlar (Deliller) veya kaynaklardır. Çünkü,
İslam dinin indiren, bildiren Allah ve Elçisidir.İşte Allah’a gitmek
isteyenlerin yollarını hükümleri karıştırarak engellemeye kim
yeltenebilir? Buna ancak bilgisizlerle, inançsızlardan başkası
yeltenebilir mi ?
İslam dininin ne kadar mükemmel bir
yapıya sahip olduğuna dair daha bir çok delilleri sayabiliriz. Bu delilleri
yazmakla denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa yaz yaz bitmez. ( Kehf 18/109) Kısacası İslam dinini
Rabbimiz tüm insanlara Şeytan’ın türlü entrikalarına bulaşmamamız ve nefsimizin de Şeytanla işbirliği
yapmamamız için dünyada ve ahiretde gerçek mutluluğa kavuşmamız amacıyla
Rabbimiz bize İslam dinini hediye etmiştir.
Peki Mükemmel bir yapıya sahip İslam
dinine ait ayrıntıları inceledikten sonra şimdi de Rabbimizin bize hediye
ettiği Kur’an- Kerimin hikmetlerine bir bakalım :
Kur’an-ı
Kerim insanların davranışlarını nasıl ayarlayacağını bazı hallede çok genel,
bazı hallerde çok özel gösteren müslümanın birinci ve ilk başvuru kitabıdır.
Bir davranışın Allah’ın hoşuna gidip gitmeyeceğini Kur’an-ı Kerim ile anlarız.
Bizi iyiliğe, doğruluğa yönelterek salih amel işlememize vesile kılar ve Rabbimizin sevdiği salih kul oluruz. Onunla
mutmaine bir kalbe kavuşuruz, doğruluğa yönelir kötülüklerden kaçınırız.
İşte
Kur’an-ı Kerim’in bize sağladığı kazançlar ;
v
Kur’an-ı Kerim
İslam dinini açıklayan Allah ile insan arasındaki bir iletişim kitabıdır.
Vehme, hayale, kuşkulu şeylere itibar etmez. Kuşkulu olanlar için açıkça meydan
okur. Kanıtsız inanmayı değil, gözlemleyerek ve kanıtla inanmayı ve bağlanmayı
amaçlar. (Bakara 2/23, Yusuf 12/105, İsra 17/36, Zümer 39/118)
v
Kur’an-ı
Kerim’de insanın özgürlüğü o kadar önemli ki yer yüzüne
Allah’ın kendinden sonra en yetkili varlık “halife (Naib-yetkili) olarak
gönderildiğini açıkça belirtmektedir. (Bakara 2/30)
v
Kur’an-ı Kerim
bize dinde aşırılığı yasaklar ve orta bir yol tutmayı öğütler. Aşırı olanların
kendileri saptığı gibi başkalarını da saptıracağını ısrarla vurgular. (Nisa
4/71, Maide 5/77). Dinin zorla benimsetilemeyeceğini açıkça belirtir. (Enfal
8/72)
v
İnsanları
kaynaştırıcı toplumsal örgütlenmeyi destekleyerek “ Din kardeşliği” kavramını
ortaya atmış ve bu kuruluşa özendirmiştir. ( Tevbe 9/11, Ahzab 33/5, Hucurat
49/10)
v
Din
istimrarcılığını yermekte, toplumun dine değer vermesini göz önünde tutarak
dini dünyadaki kişisel çıkarlarına alet eden, sonuçta dini “Oyun, eğlence yada
araç edinenlerin sonlarının” kötü olacağını açıkça vurgulamaktadır. ( Maide
5/57, En’am 6/70, A’raf 7/51)
v
Toplumun
varlığını sürdürebilmesi için , savaş anında bile bir araştırıcı ve bilginler
grubunun gerçekleri araştırma konusundaki çalışmalarını ara vermeden
sürdürmelerini emreder. Hiçbir şeyin bilimsel çalışmaları engellememesini
açıkça vurgular. (Tevbe 9/122)
v
Her türlü fitne
ve fesadın ortadan kalkması için yani insanların arasında barışın sağlanması
için savaşmayı emreder. (Bakara 2/193-217, Enfal 8/39, Maide 5/32-33) Fitne ve
fesadın ortadan kalkması o kadar önemli ki yapılan mescid müslümanları “fesad
ve nizaya” düşürüyor diye Allah’ın emriyle M.630 yılında Hz. Muhammed
tarafından Tebük seferinden sonra yıktırılmış ve yaktırılmıştır. (Tevbe 9/107-108)Barış
içinde yaşamak isteyenler başka dinde olsalar da onlara saldırmayı ve onlarla savaşmayı yasaklar ve bu durumda
dahi adaletle davranmayı emreder. (Mümtehine 60/8-9)
v
Kur’an-ı Kerim
bize herkesin kazandığının kendisine ait olduğunu hiçbir günahkarın günah
yükünü bir başkasının yüklenemeyeceğini bildirerek bizim örnek dürüst bir insan olmamızı ve
salih amel işlemeye bizi teşvik eder.
v
Kur’an-ı Kerim
insanın zayıf olduğunu ve sınırlı bir güce sahip olduğunu vurgular (Nisa 4/28,
Enbiya 21/37, Me’aric 70/19)
v
Kur’an-ı Kerim
insanın kendisini mutlu edebilmek için “rızkını aramasını, çalışıp çabalamasını
istiyor”, ahiret yaşamını da dünya yaşamını da dünyada kazanması gerektirdiğini
bildirmektedir. (Kasas 28/77). Bu sorumluluk ve görevin insan için ağır bir
yükümlülük olduğunu da açıkça belirtmektedir. (Haşr 59/21) İnsanları haramdan
uzak durmalarını, helal rızık kazanmalarını ve yemelerini emreder. (Bakara
2/168)
v
Kur’an-ı Kerim’de
yurt edinmeye verdiği önemin neredeyse iki katı çabayı, bu yurdu korumaya göstermekte,
yurdun önemli olduğunu açıkça sergilemektedir. Hatta yurdu sevmenin imandan
geldiğini de vurgulamaktadır. (Enfal 8/60, Bakara 2/154, Saf 61/4, Bakara
2/190)
v
Kur’an-ı Kerim
akla büyük önem vermekte ve onun korunması
üzerinde de ısrarla durmaktadır.
Allah insana ısrarla aklını kullanmasını, tümden duygunun esiri
olmamasını istemiştir. Duygusallık cahilliğe vs, bilgisizliğe dayanmaktadır.
(Bakara 2/44-73-75-76-164-170-171-179-242-269, Ali İmran 3/65-118, Maide
5/58-90, En’am 6/32-151, A’raf 7/169,
Enfal 8/22, Yunus 10/16-100, Hud 11/51, Yusuf 12/109-111, Rad 13/4-19, İbrahim
14/52, Nahl 16/12-67, Taha 20/53-128, Enbiya 21/10-67, Hac 22/46, Mü’minün
23/80, Nur 24/58-59-61, Furkan 25/44, Şuara 26/28, Kasas 28/60, Ankebut
29/35-43-63, Sad 38/29-43, Zümer 39/9-18-43, Mü’min 40/54-67, Hadid 57/17,
Talak 65/10, Mülk 67/10, Fecr 89/5). Kur’an-ı Kerim akıl ile birlikte ilime
araştırmaya büyük önem vermektedir. (Bakara 2/129-151-269, Nisa 4/113, Maide
5/110, En’am 6/119, Nahl 16/43, Enbiya 21/7-59, Ahzab 33/34, Fatır 35/19-22,
Zümer 39/9-10, Abese 80/2-3-4, Alak 96/4-5)
v
Kur’an-ı Kerim
İslam harici başka dinden insanlarda olsa tüm insanların barış içinde
yaşamalarını emretmektedir. (Mümtehine 60/8-9, Bakara 2/193-217, Enfal
8/39,Tevbe 9/12) Öyle ki toplum düzenini,huzuru bozanlarla kamu hizmetlerine
katkıda bulunmayan başka dinden olanları o toplum düzenine uyuncaya kadar
onlarla savaşmak gerektiğini de emredilir (Tevbe 9/29)
v
Kur’an-ı Kerim’
de herkesin kendi maddi ve manevi gücüne göre sorumluluk yüklendiğini açıkça
bildirmektedir. (Bakara 2/233-286, Nisa 4/84, En’am 6/152, A’raf 7/42, Mü’minün
23/62, Talak 65/7)
Kur’an-ı Kerim’in bize verdiği bu kazançları
saysak buna sayfalar yetmez.
İslam dinini açıklayan ve
yineleyen Kur’an, aslında “Allah ile insan arasında bir iletişim kitabıdır”
(Hüseyin ATAY, İslamın İnanç esasları, Ank.Ünv. İlh.Fak. Yay. No:191
Ankara,1992, s.31)
İşte size yukarıda dilimin döndüğünce günümüzde ülkemizde ve İslam ülkelerinde çarpıklıkları belirtmeye çalıştım. Aslolan geleceğimiz çocuklarımıza pırıl pırıl bir devlet bırakabilmek saf halis müslüman çocuk yetiştirmekdir. Kur'an-ın özüne uygun evlat yetiştirmektir. Din istismarcılarından uzak onların oyunlarına düşmeyecek, tehlikeleri sezen evlatlar yetiştirmektir.
Saygılarımla
Mustafa Kemal Bektaş
Araştırmacı Yazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder