SANAT NEDİR ? SANATIN ÇEŞİTLERİ NELERDİR ? İSLAMİYETİN SANATA
BAKIŞ AÇIŞI NASILDIR? EL SANATLARI VE EL SANATI DALLARI NELERDİR ?, DEKORASYON
NEDİR ? DEKORASYON ÇEŞİTLERİ NELERDİR ?
Sevgili dostlar günümüzün en büyük
hastalığı toplumları adeta yok eden bir hale düşüren işsizliktir.
Sanatsızlıktır. Bu yazı dizimde sizleri Sanat ile ilgili A’sından Z’sine kadar
ilmi ve dini boyutuna kadar dilimin döndüğünce anlatmaya çalışacağım.
SANAT NEDİR ?
Sanat bir duygu veya
düşüncenin en güzel ve en estetik haliyle görsel ve işitsel bir
maddede vücut bulmasıdır Sanatın var olması elbette ki o sanatın yaratıcısına,
Sanatçının yaratıcılığına ve hayal gücüne yani sanatçıya
bağlıdır. Sanat en genel
anlamıyla, yaratıcılığın veya hayal gücünün ifadesidir.
İlk insandan günümüze kadar insanoğlu
çeşitli amaçlarla maddeye biçim verip hükmetmeye çalışmıştır. İçinde
bulunduğumuz 20. Yüzyıl içinde elektronik makineleşmeye kadar varan tüm
faaliyetler sanatı ilerletmiş gibi gözükse de maalesef el sanatlarına vurmuş
olduğu darbe ile de insanları fakirleştirmiş, işsiz bırakmıştır. Bir nevi
insanları hammaddeye dönüştürmüştür. 20. Yüzyıl
elektronik makineleşme maalesef adeta insanı hammadde gibi öğütmektedir. Makineleşme ile
insanların her ferdine olan milli gelirden pay belli zengin sınıflara
akmaktadır. Toplumsal kalkınma ancak orta ve düşük eğitimli sınıfın ayakta
kalması ile olur. Bu ayakta durmaları da el sanatlarının faaliyette olmaları
ile gerçekleşir. Aksi takdirde emperyalist ruhlu kişiler el becerileri yoksun
olan eğitimi yetersiz toplumun büyük kısmının geleceğini yok edecektir.
Biliyorsunuz ki bir kişinin, bir
ailenin, bir toplumun ayakta kalabilmesi için düzenli bir gelire sahip olması
ile olur. Yani bu gelir paradır. O parayı kazanmanız içinde sizin belli bir yeteneğe sahip olmanızla mümkündür.
Makineleşmenin olduğu 20. yüzyılda sürekli üretim amacıyla kurulan elektronik
tezgahlar işçi maliyetlerinin azalmasıyla amaçlandığından dolayı toplumu büyük
bir işsizlik sorunu saracaktır. Dolayısıyla kaybolan el sanatları ile toplum
gelirsel olarak büyük bir yara alacaktır. Bu gün günümüzde yaşanan işsizlik
sorunlarının temeli de budur. Makineleşme vasıfsız işci çalışan sınıfını
yaratmaktadır. Makineleri yapan insanlık yine makineleşme sayesinde işsizlik
yaşamaktadır.
Kant’a göre; sanatın kendi dışında,
hiçbir amacı yoktur. Onun tek amacı kendisidir. Güzel Sanatı ancak deha
yaratabilir.
Hegel’e göre; sanattaki güzellik
doğadaki güzellikten üstündür. Sanat, insan aklının ürünüdür. Kendisine doğanın
taklidinden başka amaç bulmalıdır.
Sanat, deha düzeyindeki zekanın, var
olana karşı tepkisinin, tutarlı bir bütünlük içerisinde somutlaştığı bir alandır.
Sanatçı, zekası ve sezgileriyle çağının önünde giden insan olduğu için, gerçek
sanatın anlayanı azdır. Sanattan anlamayana siz sanatı anlatamazsınız.
Sanat, toplumun öz değerlerinden doğar ve gelişir. Sanat hiçbir şekilde
toplumun dışında, ondan ayrı olarak düşünülemez.
Sanat insanlığın geçirdiği evrimlere paralel olarak yaşama biçimlerini,
yaşama bakışlarını, sanat biçimlerini ve sanata bakışlarını değiştirmiş; her
dönemde ve her toplumda, sanat farklı görünümlerde ortaya çıkmıştır.
Sanatçı olmak için büyük bir sanat duygusu ve sevgisine sahip
olmakla beraber, o duygu, sevgi ve becerileri başkalarına ileten, öğreten bir
ifade kabiliyetine ve iktidarına sahip olmak gerekir. sanatçı, herkesin
duyduğunu, herkesin gördüğünü, herkesin hissettiğini, herkesin düşündüğünü;
farklı şekilde duyan, farklı şekilde gören, farklı şekilde hisseden, farklı
şekilde düşünen, farklı şekilde yorumlayan, farklı şekilde yansıtandır;
duyulmayanı duyan, görülmeyeni gören, olmayanı bulandır. sanatçı, sanatı gerçek
anlamda özümseyen, önemseyen; sanatı kendi kişiliğinde eriterek, güzel şeylere
dönüştüren (dönüştürebilen), “insan olmak” bilincini en üst düzeyde tutan
(taşıyan), kendini aşan kişidir.
Tolstoy diyor ki: Sanatçının görevi açık bir tehlikeyi sezen kişilere
ölüm reçetesini yazmak değil, çıkış yollarını göstermektir” demektedir.
Atatürk “Sanatkar el öpmez; sanatkarın eli öpülür!
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
Demektedir.
Sanatçı, göz ve kulağını bize ödünç verir. İspanyol Atasözü
Sanatın düşmanı bilgisizliktir. Ben Johnson
Eğer dünya açık, aydınlık olsaydı sanat olmazdı. Albert Camus
Sanatçıya iki göz yetmez. Lamartine
Sanat kainatın içindedir. Sanatkâr bunu oradan çıkarabilendir. Albrecht Durer
Sanat insanın kendi insanlığını tanımasıdır. Herbert Reat
Sanatın görevi doğayı kopya etmek değil, doğayı anlatmaktır. Balzac.
Bir ülkede akıl ve sanattan çok, servete değer verilirse,bilinmelidir
ki, orada keseler şişmiş, kafalar boşalmıştır .H. Friedrich
Sanat, bizi Allah’a götüren bir köprüdür. Ebers
Sanat ne bir oyun, ne de bir eğlencedir. O, ancak ruhun dışarıya vurarak
kendisinin göstermesi ihtiyacıdır. E.G. Benite
Sanat, taklidin bittiği yerde başlar. Oscar Wilde
Eşek ölür semeri kalır;insan ölür eseri kalır (Türk Atasözü)
Sanat, sırrını bilenler için bir tutam otun
altında saklıdır. Bu sırrı bilmeyenler onu,bir dağın altında sanırlar…(Arap
Atasözü)
İşte okuduk sanat ile ilgili güzel sözleri.
İSLAMİYETİN
SANATA BAKIŞ AÇISI NASILDIR ?
Semavi kitaplara bakıldığında, sanat faaliyetleri alanında en geniş malumatın Tevrat’ta bulunduğu görülür. Burada Allah (cc) Hz. Musa’ya, insanların Kendisi’ne ibadet edebileceği bir mesken yapmasını emretmiş ve bu meskenin, hangi malzemeden hangi teknik ve kalitede, nasıl yapılacağına ilişkin ayrıntıları kitabında kendisine bildirmiş, bütün ölçü, şekil ve renklere varana kadar yapılacak işin esasını tarif etmiştir.
Semavi kitapların sonuncusu olan Kur’ân-ı Kerim’de resim, heykel ve
benzeri sanat dallarının icrasını yasaklayan herhangi bir ifade
bulunmamaktadır.
“Allah'ın boyasına bak. Kim, Allah'dan daha güzel boya
vurabilir ki? İşte biz O'na ibadet edenleriz.” (Bakara 2/138).
“Gökleri ve yeri yüce bir hikmete göre yaratmıştır. Size
şekil vermiş ve şeklinizi en güzel biçimde yaratmıştır; dönüş O’nadır” (Tegabun
64/3).
“Göğü yükseltti ve mizanı (ölçü ve dengeyi) koydu” (Rahman
55/7).
“Muhakkak ki Biz insanı en güzel biçimde yarattık” (Tin
95/4).
“Sonra onu düzenli bir şekle sokup, içine kendi ruhundan
üfledi ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etti. Siz pek
az şükrediyorsunuz!” (es-Secde 32/9).
“Muhakkak ki göklerde ve yerlerde müminler için ayetler
vardır” (Casiye 45/3).
Belirtilen âyet-i kerimelerde Allah’ın (cc) insanı en güzel bir biçimde
ve kainatı yüce bir hikmetle yarattığı belirtilmiş ve tabiatın yaratılışında
bir ölçü ve dengenin mevcudiyetine işaret edilmiştir. Bugün ‘altın oran’ diye
bilinen ölçüler, en güzel biçimde yaratıldığı bildirilen insanın beden
ölçülerinden çıkmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de insana kulaklar, gözler ve gönüller
verildiği belirtilerek göklerde ve yerde inananlar için işaretler bulunduğu
hatırlatılmış ve bu işaretleri okumanın yolu da gösterilmiştir; bu yol gözler,
kulaklar ve gönüllerden geçmektedir.
Allah Teâlâ yarattığı şeylerin mükemmelliğinden söz ettikten sonra,
insanı düşünmeye ve bu mükemmellikte yatan incelikleri anlayıp derinden
hissetmeye çağırmaktadır. Gören göz için söyleyecek pek fazla bir şey yoktur.
Baştan başa bir kitaptır kainat, bakmasını ve görmesini bilene. Kulaklar, bu
kusursuz nizamın ahengini ve ritmini duymak, gözün algıladığı temaşayı, ondaki
musiki ile birlikte hissetmek için yaratılmıştır. Gönül ise aşkın, muhabbetin
ve dahi sanatın potasıdır. Gönül süzgecinden geçmemiş hiç bir eser, sanat
işvesi taşıyamaz.
İslam’ın sanat anlayışını kavramak için bizatihi Kurân-ı Kerim’in
kendine bakmak yeterlidir. Edebî anlatım bakımından erişilemez bir kelam
ustalığına sahip olan Kur’ân-ı Kerim bu alanda bir meydan okumadır. Kur’ân-ı
Kerim bu meydan okumayı “Hadi onun benzerinden bir sûre getirin!” (Bakara 2/23)
sözleriyle ifade etmektedir. Aynı meydan okuma onun seslerinde gizli olan
musiki için de geçerlidir. Hat, tezhip ve ciltçilik gibi Kur’ân-ı Kerim
etrafında gelişen bediî sanatlar, İslam medeniyetinin sanat dünyasına
kazandırdığı estetik hazlardır. (Dr. Aziz Doğanay)
Peygamber Efendimizin hayatı incelenirse O’nun, nasıl estetik
duygularla yüklü bir hayat anlayışına sahip olduğu uygulamalarından hemen fark
edilir. İbn Sa’d’ın rivayet ettiği şu hadis-i şerif buna güzel bir örnek teşkil
etmektedir:
- Hz. Peygamber bir gün
bir cenaze merasimine gitmişti. Kabir içinde gözü rahatsız eden hafif bir
kazılış hatası görerek bunun derhal düzeltilmesini emretti. Birisi ona
bunun ölüye rahatsızlık verip vermeyeceğini sordu. O da, “Aslında böyle
şeyler ölüyü ne sıkar ne de ona rahatlık verir, fakat bu sağ olanların
gözlerine güzel görünmesi içindir” demiştir. (Dr. Aziz Doğanay)
- Birkaç dakika sonra
üzeri toprakla örtülecek olan bir kabirde bile gözü rahatsız eden bir
pürüzün giderilmesini isteyen Hz. Peygamber’in şu sözü, İslam’ın sanat
anlayışına esas teşkil etmektedir: “Allah güzeldir, güzeli sever.”
(Tirmizî, Edeb/41; Müslim, İman/147) Bu esas, tevhid inancı etrafında
gelişmiş ince ayrıntılarda saklıdır. Bu ayrıntıları yakalayabilmek için
Allah (cc)’ın gösterdiği yolu takip etmek lazımdır. (Dr. Aziz Doğanay)
Yüce Allah Hz. Âdem'i yarattıktan sonra eşyanın isimlerini
öğretmiştir. “Âdem'e bütün isimleri öğretti, sonra onları meleklere gösterdi ve
eğer doğru söyleyenler iseniz bunların isimlerini bana verin
(Bakara,2/31.) dedi. İbn-i Abbas'a göre: “Yüce Allah Hz. Âdem'e
tencereden süt sağılan kaba varıncaya kadar eşyanın isimlerini öğretmiştir.
(Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Ankara 1993, s. 33.)
Hz. Âdem bütün eşyanın isimlerini bildiğine göre Hz. Âdem
bütün mesleklerin babasıdır diyebiliriz. Hz. Âdem yeryüzüne indikten sonra
çiftçilik yapmaya başlamıştır. Ekin ektiği, sonra onu suladığı, zamanı gelince
biçtiği, sonra onu düvenle sürdüğü, rüzgârda savurup tanelerini samanından
ayırdığı ve bu taneleri öğütüp, un yapıp, hamur yoğurup ekmek yaptığı
zikredilmektedir. Ayrıca demircilik yaptığı, demirden yapıp kullandığı şeyin
ise bıçak olduğu bildirilmektedir. Hz. Âdem'in mesleklerinden biri de bina
ustası olmasıdır. Her ne kadar genel kanaat Hz. İbrahim'in yönünde olsa da Hz.
Âdem yeryüzüne inince Kâbe'yi inşaa ettiği rivayeti vardır. Kâbe'yi inşa
ederken Tur-i Sina, Tur-ı Zeyta, Lübnan ve Cudi Dağı’ndan taşlar kullanmıştır.
Kâbe'nin temel taşını da Hira Dağı’ndan almış tır. Hz. Âdem, Kâbe'yi yaptıktan
sonra yedi defa tavaf etmiştir. Taberî’de Hz. Âdem'in Hz. Havva ile birlikte
elbise dokudukları, Âdem'in kendisi için cübbe; Havva'nın ise gömlek ve başörtü
dokuduğu konusunda bilgi verilmektedir. Hz.
Âdem'in bu mesleklerinin yanı sıra sakalık , debbağlık, kasaplık, keçecilik yaptığı bilinmektedir. Ayrıca Hz. Âdem'in ok
ve yay kullandığı, oğulları Habil ve Kabil'e öğrettiği yazı yazmayı bilip 12 çeşit yazı yazdığı ve
700 dil bildiği rivayet edilmektedir. Görüldüğü gibi Hz. Âdem öncelikle esmayı
ve eşyayı tanırken devamında da hayatta kalabilmek için gerekli olan her şeyi
yaparak bilgisini uygulama alanında da tezahür ettirmiştir.
Kaynaklarda Hz. İdris’in iğne ile dikiş diktiği, dikiş
dikerken pratik olduğu, onun zamanından önce insanların koyun yününden keçeler
giydiği, ayrıca Hz. İdris'in terziliği öğrenmesi ile birlikte insanlara elbise
ve kaftan diktiği belirtilmektedir. (et-Taberî, a.g.e., C.I, s. 95.)
Kaynaklarda Hz. İdris'in manzum söz söylediği (Osman Keskinoğlu, a.g.e., s. 26.)
, terazi kullandığı, demirden alet edavat,( Ömer Faruk Harman, a.g.m., C. 21,
s. 480. ) silah(Mustafa Necati Bursalı, Peygamberler Tarihi, İstanbul 1999, s.
46.), ok ve yay (Osman Keskinoğlu, a.g.e., s. 26. ) yaptığı, kum ile yazı
yazdığı rivayet edilmekle birlikte bunu ne şekilde yazdığı hakkında bilgi
sahibi değiliz(4 İbni Kesîr, Büyük İslâm Tarihi, C. 1, çev.: Mehmet Keskin,
İstanbul 1994, s. 134.). Ayrıca, astronomi, astroloji, simya, kronoloji (A. J.
Wensınck, “İdris”, İslâm Ansiklopedisi, C. 5, M.E.B., İstanbul 1968, s. 934.),
tıp (Ahmet Ağırakça, İslâm Tıp Tarihi, İstanbul 2004, s. 47. ) ilimleriyle de meşgul olmuştur.
Rivayetlerde Hz. Nuh’un marangoz olduğu söylen-mektedir . Hz.
Nuh’un kavmi O’na iman etmeyip sapkınlıklara devam edince, Hz. Nuh’a Allah
tarafından gemi yapması emredildi: “Kavminden iman etmiş olanlardan başkası
asla iman etmiş olmayacak, artık gemiyi yap.”( Hud, 11/36-37.) denilmiştir. Hz.
Nuh’un bu emirden sonra ağaç diktiği rivayet edilmektedir. Fakat rivayetlerde
bu ağacın cinsinin ne olduğu farklılık arzetmektedir (Taberî, “Sac ağacı”,
a.g.e.,, C.1, s. 113-114; İbni Kesir; “Hint Çınarı, Çam Ağacı” a.g.e„ s. 152;
Kitab-ı Mukaddes, “Gofer Ağacı”, Yaratılış, 6/14.). Yine kaynaklarda verilen
bilgilere göre Hz. Nuh’un Hint Çınarı diktiği bu ağacın 40 yılda yetişip,
uzunluğunun 30 arşını (Arşın: Arapça’da uzunluk ölçüsü birimi, yaklaşık olarak
68 cm’dir. Parmak ucundan dirseğe kadar olan mesafe. Meydan Larousse, C. 2,
t.s., s. 133. ) bulduğu kaydedilmektedir (Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 47.).
Hz. Nuh’un gemiyi inşa ederken demirden çiviler ve zift kullandığı rivayetler
arasında yer almaktadır (Asım Köksal, a.g.e., s. 94.) Hz. Nuh’un en çok dikkat
çeken özelliği, Kur’an-ı Kerim’de de ifade edildiği gibi gemi ustası olmasıdır.
Hz. Hud helal para kazanmak için ticareti âdet edinmişti57.
Hz. Hud’un uğraştığı meslek tüccarlıktı. (Nişancızâde, Mir'at-ı Kâinat, C. 1,
çev.: Faruk Meyan, İstanbul 1987, s. 143; komisyon, a.g.e., C. 2, s. 82)
Kaynaklarda Hz. Salih’in ticaretle (Nişancızâde, a.g.e., s.
147.) uğraştığı, saraç (Saraçlık: Eğer vs. at takımı yapan ve satan kişi
anlamına gelmektedir. Erdoğan Merçil, a.g.e., s. 40.), çantacılık (Komisyon,
a.g.e., C.2, s. 86.), semercilik, sakkalık, ve eskicilik yaptığı ve hamamcı
olduğu ifade edilmektedir (Ali Torun, a.g.e., s. 81.).
İslami kaynaklara göre Hz. İbrahim'in oğlu İsmail, gezecek
çağa geldiğinde kurban edilmekle emrolunur. Daha sonra Hz. İbrahim Kâbe’yi inşa
etmekle gö- revlendirilir ve oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’yi inşa ederler
(Dilaver Gürer, a.g.e., s. 158., 6 İbni Kesir, a.g.e., s. 223- 224.) Hz.
İbrahim ve Hz. İsmail, Kâbe’yi beraber inşa etmişlerdir. O ikisinden biri
beytin ustası, diğeri ise taş veren, alet ve edevatı temin eden kişiydi
(Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir Mefâtîhü'l-Gayb, C. 3, çev.: Suat Yıldırım,
Lütfullah Cebeci, Ankara 1988, s. 445). Tevratta zikredilen rivayetlere göre
Hz. İbrahim gittiği yerlere mezbahane (kurban kesme yerleri) inşa ederdi
(Kitab-ı Mukaddes, Yaratılış, 12/7.). Kaynaklarda Hz. İbrahim’in bezzaz (Bezzaz:
Kumaş tüccarlığı anlamına gelmektedir.), bakkal, kasap, aşçı, ekmekçi (Ali
Torun, a.g.e., s. 285.), keçecilik ve ayakkabıcılık yaptığı (Ali Torun, a.g.e.,
s. 122,140,285. ) rivayet edilmektedir.
Kaynaklarda Hz. İsmail’in çobanlık, avcılık (Asım Köksal,
a.g.e., s. 233.), keçecilik (Ali Torun, a.g.e., s. 286. ) ve hallaçlık
(Hallaçlık: Pamuk dokuma mesleğidir. bkz. Erdoğan Merçil, a.g.e., s. 177. )
yaptığı bildirilmektedir. Hz. İsmail’in ok ve yay kullandığını Hz. Peygamber şu
hadisinde işaret etmiştir: “Ey İsmailoğulları! Ok atınız, babanız da ok atıcı
idi.” (Buhari, a.g.e., Menakıb, 4. ) diyerek insanları ok atmaya teşvik
etmiştir.
Kaynaklarda Hz. Yusuf’un saatçi (Neşet Çağatay, a.g.e., s.
69; Yusuf Ekici, Ahilik, Ankara 1991, s. 31. ) olduğu zikredilmektedir. Hz.
Yusuf hapishaneye girdiğinde namaz vakitlerinin tesbitinde zorluk çekiyordu.
Çünkü zindan karanlıktı. Gece ve gündüzü birbirinden ayırt etmek güç oluyordu.
Bunun üzerine, namaz vakitlerinin tayini için Allah, Yusuf’a saat yapmayı ilham
etti. Böylece Hz. Yusuf ilk saat yapan kimse oldu. Saat daha sonra Mısır’dan
tüm dünyaya yayıldı (Mehmet Dikmen, Peygamberler Tarihi, İstanbul 1985, s.
267.)
Rivayetler arasında Hz. Musa’nın keçeden külah ve koyun
yününden kilim dokuduğu yer almaktadır. Hz. Musa’nın bu mesleklerinden başka
cullah (Cullah: Dokumacı. bkz. Erdoğan Merçil, a.g.e.,s. 18.), atar (Attar:
Güzel kokular satan kişi, diğer anlamı ise tabii ilaç yapan kişidir. bkz.
Erdoğan Merçil, a.g.e.,s.41.), bahçıvan, mücellit ve sakka olduğu ifade edilmektedir(Ali
Torun, a.g.e., s. 295.).
Hz. Davut’un zırhçı olduğu rivayet edilmektedir (Saffet
Sankaya, a.g.e.,s.90; İlham Tarus, a.g.e., s. 27; Neşet Çağatay, a.g.e., s.
69.). Kur’an-ı Kerim’de Hz. Davud’un zırh yaptığı şu şekilde ifade
edilmektedir. “Andolsun biz Davud’a tarafımızdan bir üstünlük verdik. Ey
dağlar! Onun yaptığı tesbihi onunla beraber yankılayın ve ey kuşlar siz de onun
tesbihine katılın! (dedik) ve ona demiri yumu- şattık: Geniş zırhlar yap,
dokumasını ölçülü yap ve hepiniz iyi işler yapın. Çünkü ben yaptıklarınızı
görmekteyim!” diye vahyettik (Sebe, 34/10- 11.). Başka bir ayetikerimede ise
Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Davud’a dağları ve kuşları boyun eğdirdik.
Onunla beraber tesbih ediyorlardı. Biz bunları yaparız. Ona, sizi savaşın şiddetinden
korumak için zırh yapmayı öğretmiştik. Ama siz şükrediyor musunuz ki?” (Enbiya,
21/79- 80.) Vehb b. Münebbih’ten rivayet edildiğine göre: Davud'un sesini duyan
herkes raksa gelir. Ayakları yerden kesilirdi. Davud Zebur’u öylesine güzel
okurdu ki duymakta olduğumuz ezanların bile onu andırdığını söyleyemeyiz.
Zebur’u okurken cinler, insanlar ve (kuşlar) hayvanlar Davud’un sesi etrafında
halkalanır ve öylece bekleşirlerdi. Hz. Davud (a.s.) çalgı aletini eline alıp
çalmaya başlar ve beraberinde de okurdu. Böyle yapmakla ağlamak ve ağlatmak
isterdi. (İbni Kesir, a.g.e., s. 2) Kitabı Mukaddes’te de Hz. Davud’un lir
(Lir: Gövdesinden çıkan düşey iki kolla bu kolları birleştiren yatay bir
çubuktan oluşan telli çalgı. Lir, parmakla çekilerek veya mızrapla çalınır. Ana
Brittanica, C.14, İstanbul 1989, s. 512. ) çaldığı bildirilmektedir (Kitab-ı
Mukaddes, “Samuel”, 18/10.).
Hz. Süleyman Ülkesini ticaret konusunda güçlendirip, Kudüs’ü
imar edip saraylar ve köşklerle süslemiştir. Hz. Davud’un yaptırdığı mabedi
(Kutsal Mabet: Hz. Davud’un yaptırdığı, Hz. Süleyman’ın yıktırıp tekrar
yapyırdığı mabet Kudüs’teki ağlama duvarıdır. Hz. Süleyman, saltanatının
dördüncü yılında başlamış ve yedinci yılında kutsal mabedi tamamlamıştır.
Babilliler’in Kudüs’ü işgali sırasında yağmaladıkları ve yaktıkları bu mabet,
M.Ö. 537- 515 yılında tekrar yapılmıştır. M.Ö. 20. yılda Hirodes tarafından tekrar
inşa edilmiştir. M.S. 70 yılında Romalı kumandan Titus tarafından Yahudilerin
ayaklanması nedeniyle yıkıl-mıştır. Bu yıkımda ağlama duvarının sadece doğu
kısmındaki bölüm kalmıştır. Ağlama duvarı bu günkü hâliyle Hz. Sü- leyman
döneminden kalmayıp Hirodes mimari özelliklerini taşımaktadır. bkz. Ekrem
Sankçı-oğlu, a.g.e., s. 260; Hikmet Tanyu, “Ağlama Duvarı”, DİA, C.1, İstanbul
1988, s. 474.; Galip Atasagun, İlahi Dinlerde Dinî Semboller, Konya 2002, s.
81. ) yıkarak kendisi daha ihtişamlı bir mabed inşa etmiştir (Ekrem Sankçıoğlu,
a.g.e., s. 260.). Hz. Süleyman’ın zenbil örme mesleğinin yanı sıra balıkçılık
ve kalaycılık (Ali Torun, a.g.e., s. 258. ) yaptığı da bilinmektedir (Mevlana
Celaleddin Rumî , Divân-ı Kebir, çev.: Abdülbaki Gölpınarlı, C. 4 İstanbul
1959, s. 48; Erdoğan Merçil, a.g.e., s. 146.)
Kaynaklarda Hz. Zekeriyya’nın dülger olduğu geçmektedir. Ebu
Hureyre’den gelen bir rivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Zekeriya
(a.s.) marangozdu. O kendi yiyeceğini marangozluk zanaatı ile kazanırdı”
(Müslim, Kitabü'l-Fedâil, 2379.)
Kaynaklarda Hz. Eyyüp’ün kazzaz olduğu geçmektedir. Hz.
Eyüp’ten sonra yaralara bez bağlama geleneği başlamıştır (Ali Torun, a,g.e., s.
288.). Hz. Eyyüp’ün ipek dokumasını bir sanat olarak değerlendirebiliriz..
Kaynaklarda Hz. İsa’nın boyacılıkla uğraştığı bildirilmiştir.
Hz. İsa’yla ilgili rivayetlerde Hz. Meryem boyacılık öğrenmesi için Hz. İsa’yı
bir boyacının yanına çırak olarak vermiştir: “Bu boyacının boyanmak üzere
çeşitli elbiseleri birikmiş ve bu sırada boyacının işi çıktığı için elbiseleri
boyama işini İsa’ya bırakmıştı. Boyacı İsa’ya: “Bunlar çeşitli renklerde
boyanacak olan elbiselerdir. O elbiselerin üzerinde boyanacakları rengi
gösteren bir iplik bulunuyor. Ben işimi bitirip gelinceye kadar şu elbiseleri
boyayıver” demiş. Mesih, elbiseleri alıp hepsini aynı kuyuya doldurdu. Boyacı
işini bitirip geldikten sonra elbiseleri boyayıp boyamadığını sormuş. Mesih de
“Boyadım” demiş. Ustası elbiselerin nerede olduğunu sormuş. İsa da “Şu kuyuda”
demiş. Usta “Hepsi mi?” diye sorunca İsa “Evet” dedi. Ustası “Tüm elbiseleri
berbat ettin” diyerek ona kızmış. Mesih ona şu şekilde cevap vermiş: “Acele
etme ve onları bir gör.” Sonra elbiseleri kuyudan çıkarıp ustasına göstermiş.
Elbiseler ustasının istediği renklere boyanmıştı. Boyacı onun bu durumundan
hayrete düşüp bunun Allah'tan olduğuna kesin hüküm vermiştir (Kaynaklarda Hz.
İsa’nın boyacılıkla uğraştığı bildirilmiştir. Hz. İsa’yla ilgili rivayetlerde
Hz. Meryem boyacılık öğrenmesi için Hz. İsa’yı bir boyacının yanına çırak
olarak vermiştir: “Bu boyacının boyanmak üzere çeşitli elbiseleri birikmiş ve
bu sırada boyacının işi çıktığı için elbiseleri boyama işini İsa’ya bırakmıştı.
Boyacı İsa’ya: “Bunlar çeşitli renklerde boyanacak olan elbiselerdir. O
elbiselerin üzerinde boyanacakları rengi gösteren bir iplik bulunuyor. Ben
işimi bitirip gelinceye kadar şu elbiseleri boyayıver” demiş. Mesih, elbiseleri
alıp hepsini aynı kuyuya doldurdu. Boyacı işini bitirip geldikten sonra
elbiseleri boyayıp boyamadığını sormuş. Mesih de “Boyadım” demiş. Ustası
elbiselerin nerede olduğunu sormuş. İsa da “Şu kuyuda” demiş. Usta “Hepsi mi?”
diye sorunca İsa “Evet” dedi. Ustası “Tüm elbiseleri berbat ettin” diyerek ona
kızmış. Mesih ona şu şekilde cevap vermiş: “Acele etme ve onları bir gör.”
Sonra elbiseleri kuyudan çıkarıp ustasına göstermiş. Elbiseler ustasının
istediği renklere boyanmıştı. Boyacı onun bu durumundan hayrete düşüp bunun
Allah'tan olduğuna kesin hüküm vermiştir ( İbnü’l-Esir, a.g.e., s. 286..).
Ayrıca Hz. İsa’nın ticaretle uğraştığı, (James Stalker, İsa’nın Hayatı, çev.:
İ. Suphi, İstanbul 1930, s. 25.) ekmekçi
ve ayakkabıcı olduğu, eski ayakkabıları tamir ettiği kaynaklar arasında geç-
mektedir (Ali Torun, a.g.e., s. 302.). Bu durum Hz. İsa’nın sanat ve zanaatla
olan ilişkisini göstermektedir. Hz. İsa’nın hastaları iyileştirdiği, bu
hastaların sayısının bazen elli bini bulduğunu rivayet etmektedir. Bunlardan
İsa’nın yanına gelebilecek olanlar yanına gelir, gelemeyenlerin yanına ise
kendisi giderdi (et-Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, C. 3, İstanbul
1991, s. 871.). Onun iyileştirdiği hastalar arasında anadan doğma kör ve alaca
hastalığına yakalanmış insanlar, cüzamlılar Ömer Faruk Harman, a.g.e., s.
116.), sağır ve dilsiz insanlar (Ömer Faruk Harman, Metin, Muhteva ve Kaynak
Açısından Barnaba İncili, İstanbul 1994, s. 90., Ömer Faruk Harman, a.g.e., s. 116. )
bulunmaktaydı (İbnü’l-Esir, a.g.e.,
C.I,, s.286.). Bu durum, Hz. İsa’nın tıp biliminde de önde olduğunu
göstermektedir.
Kur’an-ı Kerim’de ismi zikredilen Hz. zülkarneyn, Allah
tarafından yeryüzüne muktedir kılındığı, şarka ve garba ilerlediği, Ye’cüc ve
Me’cüc kavmine karşı demir ve bakırdan sed yaptığı bildirilmektedir (Kehf, 18
/96- 98., Ahmet Suphi Fuat,
“Zülkarneyn”, İslâm Ansiklopedisi M.E.B., C. 13, İstanbul 1986, s. 650- 652.
Hz. Lokman’ın geçimini temin etmek için pek çok meslek icra
ettiği ve yaptığı işler arasında hekimlik (Süheyl Ünver, Lokman Hekim, İstanbul
1972), halı, kilim dokuyuculuğu, kadılık, terzilik, marangozluk, çobanlık
(Muhsin Demirci, Lokman Suresi ve Ahlaki Öğütler, İstanbul 2002, s. 25; Mevlüt
Güngör, a.g.m., s. 169.), tamircilik, tüccarlık, yorgancılık,( Ali Haydar
Bayat, Türk Kültüründe Lokman Hekim, İstanbul 2000, s. 2. ) çiftçilik,
hamallık, (Nişancızade, a.g.e., s. 358. ) gibi meslekler sayılır. Bu ifadeler
Hz. Lokman'ın hekimliği yanında sanatsal faaliyetlerle de meşgul olduğunu
göstermektedir..
Hz. Muhammed s.a.v Peygamberimizin hayatına baktığımızda
çobanlık ve tüccarlık mesleğini icra ettiğini görüyoruz. Hz. Peygamber çok küçükken
çobanlık yapmıştır. Hz. Peygamber’in Mescid-i Nebevi207'nin inşasında bizzat
çalışmasından, O’nun bina yapımı konusunda bilgi sahibi olduğunu
düşünmekteyiz.( Mescid-i Nebevi: Hz. Peygamber’in ashabıyla birlikte inşasına
çalıştığı Mescid-i Nebevi, ensardan Sehl ve Süheyl adlı iki yetim çocuğa ait
arazi satın alınıp üzerine yapıldı. Yaklaşık üç arşın derinliğindeki temele ilk
taşı Hz. Peygamber koydu. Bu bina taş temel üzerine tek sıra kerpiçten, bir
adam boyu kadar yükseklikteki çevre duvarı ile kuşatılarak üstü açık bir
biçimde 60 x 70 ziralık bir alana yapıldı. Kıblesi Hz. Peygamber tarafından
Kudüs’e yönelik olarak yapılan ve üç kapısı bulunan mescidin doğu duvarının
güney kısmı, Hz. Muhammed’in hanımları için iki adet oda şeklinde oluşturuldu.
Kıble, hicretten 16 veya 17 ay sonra Kudüs’ten Kâbe yönüne doğru çevrildi.
Basit ve sade ancak son derece fonksiyonel olan Mescid-i Nebevi, Müslümanların
sayısının artmasıyla yeni ilavelerle genişletilmiştir. bkz. Nebi Bozkurt, M.
Sabri Küçükaşçı, “Mescid-i Nebevi”, DİA, C. 29, Ankara 2004, s. 282.) (Mustafa
YILDIRIM - Sümeyye ÇELİK Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk İslam
Sanatları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi PEYGAMBERLERİN SANATSAL FAALİYETLERİ
ÜZERİNE)
Gördüğünüz gibi yüce Rabbimiz daima en güzelini yapmamızı emretmiştir.
Peygamber efendimizde Rabbimizin emrettiği şekilde mükemmeliyete
ulaşabileceğimizi belirtmiştir. İnsanların ayakta kalabilmeleri için rızıka
ihtiyaç vardır. Bu rızık da ancak çalışmakla sanatla mümkündür. Tüm
Peygamberlerimizde sanatla ilgilenmişler rızıklarını sanatla elde etmişlerdir.
Kur’ân, Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? [ 39 Zümer 9] Şayet bilmiyorsanız bilenlere sorunuz. [ 16 Nahl 43, 21 Enbiyâ 7] Allah’tan ancak âlimler korkar. [ 35 Fatır 28] Ayetleriyle ilmin önemine vurgu yapar,
ilim öğrenmeye teşvik eder ve gerçek ilim adamlarının tanımın yapar.
Gerçek sanatçıda aranan nitelik, beceri ve ustalıktan çok, sanata
gösterdiği sevgi, coşku, duyarlılık ile duygu ve düşüncedir.
Günümüze kadar sanat tarihlerini incelediğimizde sanatkar devlet
adamlarının olduğunu görmekteyiz:
Sultan Dördüncü Murad (1612-1640): 17. Osmanlı padişahı olan Dördüncü
Murad şiir ve musiki ile yakından ilgilenen birisidir. Şiirlerini
"Muradi" mahlası ile yazmıştır. Aynı zamanda bestekâr olan Dördüncü
Murad'ın "Şah Murad" mahlasını taşıyan 15'e yakın saz ve söz
besteleri vardır.
Sultan Birinci Mahmud (1696-1754): 24. Osmanlı padişahı olan Birinci
Mahmud çağında Türk musikisinin en canlı ve değerli dönemlerinden biri
yaşanmıştır. Bu dönemde dev bestekârlar yetişmiştir. Kendiside bestekâr olan
Birinci Mahmud "Sebkati" mahlası ile şiirler yazmış ve eserler
bestelemiştir. Bestelerinden sadece birkaç saz eseri günümüze ulaşabilmiştir.
Sultan Abdülaziz (1830-1876): 32. Osmanlı padişahı olan Abdülaziz ney ve
lavta çalardı. Çeşitli saz ve sözlü eserler bestelemiş olan padişahın Şevkefza,
Evcara ve Muhayyer makamlarında bestelediği eserler günümüze kadar gelmiştir.
Sultan Birinci Mehmed: Yay ve Kiriş ustası, "Kürüşçü" adıyla
anılırdı.
Sultan İkinci Mehmed: Bahçıvandır.
Sultan Birinci Selim: Kuyumcudur.
Kanuni Sultan Süleyman: Kuyumcudur.
Sultan İkinci Selim: Hacıların Hac yolunda kullanmaları için hilal
şeklinde asalar yapardı.
Sultan Üçüncü Murad: Ok yapardı.
Sultan Üçüncü Mehmed: Kaşık ustasıdır. Okçuların kullandığı özel
yüzükler yapardı.
Sultan Birinci Ahmed: Kaşık ustasıdır. Okçuların kullandığı özel
yüzükler yapardı.
Sultan İkinci Abdülhamid: Kakma ve Süsleme sanatıyla ilgilenmiştir.
Daha nice yerli ve yabancı devlet
adamlarını incelediğimizde sanatkar
olduklarını görebilmekteyiz.
SANATIN ÇEŞİTLERİ NELERDİR ?
1. Pratik sanatlar (zanaat):
Aşçılık, duvarcılık, marangozluk, dokumacılık gibi günlük hayatımıza girmiş alışkanlık ve ustalık isteyen meslekler bu bölüme girer. Halk arasında bu işlere aşçılık sanatı, duvarcılık sanatı, marangozluk sanatı denilmektedir. Burada sanat deyimi, o işin bilgi ve ustalık isteyen yönüne göre kullanılır. Aslında elle ya da aletle yapılan bu tür işlere zanaat, bu işleri yapanlara da zanaatkâr denir.
Aşçılık, duvarcılık, marangozluk, dokumacılık gibi günlük hayatımıza girmiş alışkanlık ve ustalık isteyen meslekler bu bölüme girer. Halk arasında bu işlere aşçılık sanatı, duvarcılık sanatı, marangozluk sanatı denilmektedir. Burada sanat deyimi, o işin bilgi ve ustalık isteyen yönüne göre kullanılır. Aslında elle ya da aletle yapılan bu tür işlere zanaat, bu işleri yapanlara da zanaatkâr denir.
Tahtadan bir sandık yapmak, pratik bir sanat olan marangozluktur.
Yapılan bu sandığı oyarak süslemek işi bir sanattır.
2. Güzel sanatlar: Duygu
ve düşüncelerimizi çizgi, boya, hacim ya da ses gibi anlatım araçlarıyla
başkalarına hissettiren sanatlardır. Göze güzel görünmek, kulağa hoş sesler
duyurmak, ruhta heyecan yaratmak güzel sanatların amacıdır.
Güzel sanatlar duyguların etkilemesi bakımından iki bölüme ayrılır:
a. İşitsel sanatlar (fonetik sanatlar): Ses
ve sözle işitme duygumuza seslenen bu sanatlar duygusaldır.
Edebiyat: Kelimelerle yapılan bir güzel sanattır.
Düz yazılar (hikaye, roman..vs.) ve şiir bu bölüme girer.
Müzik: Sesleri melodi haline getirme
sanatıdır.
b. Görsel sanatlar (plastik sanatlar): Çizgi,
boya ve hacim veren maddelerle göz duyumuzu algılayan bu sanatlar şekilcidir.
Heykel: Doğada var olan ya da hayalde
canlandırılan varlıkları çamur, tahta, taş, maden gibi maddeler kullanarak
şekillendirme sanatıdır.
Mimari: Konut, tapınak, anıt gibi yapıtları,
güzellik duygusunu karşılayacak biçimde yapılandırma sanatıdır.
Resim: Resim; çizerek, kazıyarak yapılan ve
düşündüren, duygulandıran şekiller topluluğudur.
Tiyatro, bale ve opera: İşitsel ve görsel sanatların karışımından
oluşmuştur.
Fotoğraf, sinema: Bunlar
da görsel sanatların birer dalıdır.
Güzel sanatların dışında kalan diğer sanatlarla uğraşan ve bilgi, beceri
sahibi olanlara “zanaatkar”
denir.
SANAT ESERİ NEDİR ?
İnsanlarda güzel duygular uyandıran, duygu düşünce ve hayal dünyasını
geliştiren eserlere sanat eserleri isimi verilmektedir.
Sanat eserleri
1.Görsel (plastik) sanat
eseri,
2.Fonetik sanat
eseri
3.Dramatik (ritmik) olmak
üzere üçe ayrılır.
Resim, mimari, heykel, hat görsel;
Edebiyat ve müzik fonetik; tiyatro, dans, sinema, bale gibi sanat
dalları ise dramatik sanat dalları arasına girmektedir.
SANAT
ESERLERİNİN AMACI :
Sanat eserlerinin amacı öncelikle doğruluk ve fayda değil,
güzelliktir. Sanat eserleri insanlara duygu ve düşünceleri anlatmaktadır.
Bilgilendirici ve nesnel değildir. Sanat eserleri özgün ve evrenseldir. Bir
eserin evrensel olabilmesi
için ona sahip olan veya onu kullanmakta olan herkesin malı olabilmelidir.
EL SANATI NEDİR ?
Kişinin kendi elleriyle üretimde bulunduğu hobi ve faaliyetleri kapsayan
bir sanat dalıdır. İşleme, süsleme gibi
daha çok el emeği ile yapılan ve incelikle işlenen eserlerdir. Güzel sanatların
bir kolu olan el sanatları göz nurunun, ince zevkin, uzun sabrın, gönüllerde
yatan düşüncelerin, sanat olarak ortaya dökülmesidir. Tahta oymacılığından sedef kakmacılığına, iğne oyası
ve dantelâya kadar hepsi el sanatlarıdır. Ağaç, maden, cam işçiliği, çinicilik, yaldız, bezeme, tezhip, minyatür ve süsleme sanatlarının tamamı el
sanatlarının içinde mütalaa edilir.
Günümüzde her şeyin makineleşmesi, tekniğin ilerlemesi, ince zevklerin yok olmaya doğru gitmesi, el sanatlarına olan rağbeti kısmen de olsa azalttı. Ülkemizde bilhassa küçük kasaba ve köylerde el sanatları geçerliliğini hala devam ettirmektedir.
Günümüzde her şeyin makineleşmesi, tekniğin ilerlemesi, ince zevklerin yok olmaya doğru gitmesi, el sanatlarına olan rağbeti kısmen de olsa azalttı. Ülkemizde bilhassa küçük kasaba ve köylerde el sanatları geçerliliğini hala devam ettirmektedir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi kişilerin sosyal bir toplum olarak ayakta
kalabilmesi için belli bir gelire sahip olması ile mümkündür. Günümüz
teknolojik gelişmelere paralel olarak gelişen makineleşme devrinde ancak el
sanatları ile ayakta kalınabilir. Eğer ki belli bir eğitim vasıfına sahip değilseniz
tek çıkar yolu el sanatlarıdır. İnsanlar ne zaman makineleşmeye yenik düştüler
işte o zaman issizlik ve ekonomik sıkıntılar başlamıştır. Gelişen teknoloji
sonucu makineleşme ile işveren patronlar işçi yerine makineye yönlerini
dönmüşlerdir. Daha çok ürün imali az maliyet işveren patronların tercihi
olmuştur. İşveren patronlara göre en büyük gider işçilik gideridir. Hatta öyle
ki sektörde üretimde kullanılan enerji gideri bile işçilik giderinin yanında
göze çarpmamaktadır. Ama hiçbir kimsenin aklına da şu husus gelmemektedir. En
basiti antika müzayedelerine baktığımızda müzayedelerde satılan antika
eşyaların hiç birisi makine tarafından yapılmamış aksine el sanatları ile
üretilenler öne çıkmaktadır.
Sanayileşme ile paralel olarak günümüzde ki tıbbi hastalıkların seyrine
baktığımızda makineleşme ile ona bağlı olarak insanoğlunu tehdit eden
hastalıklar at başı gitmektedir. Kanser, romatizmal ver kalp hastalıkları,
çağımızın en tehlikeli hastalığı depresyon v.s…..) Makineleşmeye bağlı olarak
üretimde kullanılan doğal hammaddeler yerine kullanılan sentetik ürünler,
kimyasal maddeler adeta insan sağlığını yok etmeye yöneliktir.
İnsanların düşmanı İblis (Şeytan) "-Beni
azdırdığın için yemin ederim ki, Senin doğru yolun üzerinde insanlara
duracağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın!.. Yeryüzünde kötülükleri onlara
güzel göstereceğim. Hâlis kıldığın kulların bir yana, onların hepsini
saptıracağım." (Hicr, 15/39) diyerek insanlara kendi elleri ile kıyameti
yaşatacağını Kur’andan öğrenmekteyiz. Bu gün sanırım yaşananlarda bunun
göstergesidir. Sanayi gazlari, nükleer silahlar v.s hepsini bu konu içinde
değerlendirebiliriz sanıyorum.
Sanat, el sanatları günümüzün terapisi olarak psikologlar tarafından
önerilmektedir
İşte
el sanatları:
Dokuma Sanatları (Kumaş, Halı, Kilim, Cicim, Sumak, Keçe); İşleme Sanatları (İğne, Sim);
Örgü İşleri (Oya ve Dantel, Boncuk, Tığ, Mekik);
Maden Sanatı (Kuyumculuk, Cam Sanatı);
Ağaç İşleri Sanatı;
Hammaddesi Taş olan El Sanatları (Oltu, Mermer, Lületaşı);
Dekoratif Yapma Bebek; Deri Sanatları. bakırcılık, kalaycılık ve
oymacılık, gümüş işçiliği, çorap örücülüğü, ve çakı-bıçak yapımcılığı, Sedef
işleme, Çubukçuluk (Ağızlık Yapımcılığı), altın varak, Resim, Taş oyma
heykeltıraşlık, Rölyef yapımı, Ebru yapımı,Seramik yapımı, v.s
Süslemede uygulanan bir başka teknikte ekin saplarının üzerine ibrişim
yada ipek sarılmasıdır.
İşleme Sanatı; ipek, yün, keten, pamuk, metal vb. ipliklerle, çeşitli
iğneler, uygulama biçimleri aracılığıyla; keçe, deri, dokuma vb. materyaller
üzerinde yapılan bezemeler, uygulanan iğne biçimine göre; dokumanın iplikleri
üzerinde yürütülen (Çin iğnesi, Romanya iğnesi, Girit iğnesi, Fransız düğümü,
hesap iğnesi, balık sırtı, susma, civan kaşı vb.,) dokumanın iplikleri
çekilerek (fisto nakışı, ciğer deldi çeşitlemeleri), Dokumanın iplikleri
kapatılarak (Buhara atması, Jakoben atması, Maraş işi, aplike, boncuk işi, pul
işi vb), dokumanın veya dokumaların iplikleri bağlanarak (yama işi, kumru gözü,
Antep işi, geçme işi vb.)
Yüzey Sanatları : Tüm iki boyutlu sanat çalışmaları, yani bir eni ve bir
boyu olan kâğıt veya tuval üzerine, bir duvar ya da kumaş üzerine uygulanan
sanatlardır: Resim ve türleri ( yağlı boya, sulu boya, baskı sanatları, afiş,
grafik çizimler ), duvar resmi, minyatür, karikatür, fotoğraf, batik, süsleme
vb.
Hacim Sanatları : Üç boyutlu sanat çalışmalarıdır. Sözgelimi heykel,
seramik, anıtlar gibi.
Mekân Sanatları : İç ya da dış mekânı içine alan ya da düzenleyen sanat
dallarıdır. En başta mimarî olmak üzere (bahçe mimarîsi, peyzaj mimarîsi),
çevre düzenlemesi gibi mekâna ilişkin tüm tasarım çalışmaları.
Dil Sanatları : Edebiyat ve yazı türlerini kapsayan sanatlardır: Roman,
hikâye, şiir, deneme, tiyatro metni, film senaryosu vb. gibi.
Ses Sanatları : Müzik ve bütün türlerini kapsayan sanatlardır : Halk
müzikleri, klâsik müzikler gibi.
Hareket Sanatları : İnsanın, bedeniyle anlatım gücü kazandırdığı
sanatlardır: Bale, dans türleri, halk dansları, pandomim vb.
Dramatik Sanatlar : İnsanın, eyleme dönüşmüş ifadelerle kendini veya bir
olayı, bir olguyu anlattığı sanatlardır: Tiyatro, opera, müzikal oyun, kukla
gibi sahne sanatları, sinema, gölge oyunu gibi türleri buna örnek olarak
gösterebiliriz.
EL SANATLARI İLE İÇ İÇE OLAN DEKORASYON :
Dekorasyon; Yaşanan mekanların kullanım amaçlarına uygun olarak en verimli, estetik ve sanatsal bir şekilde düzenlenmesidir. Dekorasyon elde mevcut olan şeylerin belli bir uyum içerisinde yerleştirilmesidir.
Dekorasyonda
kullandığınız objelerin tümünün uyumu kişiye göre değişir. Dekorasyonda neyi
nerde kullanırsak daha iyi olur kaygısı olabilir.
Dekore ederken
tasarımı kafanda yapıyorsun çoğu zaman. Mesela bir odayı dekore edecekseniz
önce kafanızda nasıl olur diye tasarlıyorsunuz sonra döşüyorsunuz odayı.
Dekorasyon daha kolaydır.
Çünkü sana fikir verecek somut şeyler vardır. Bir de neyin nereye uyacağı az
çok bellidir. Bazı şeyleri zaten bir başka yere koyamazsın. Tasarım daha
zordur. Mesela bir bina tasarlayacaksınız elinizde ne var? "Boş bir
arazi" . Bu araziye her şey gelebilir. Bu tasarlayana kalmıştır. Tasarımda
sadece hayal edilmez aynı şekilde bunun oluşturulması da düşünüldüğü için
hayalden ötedir.
Dekorasyon ise hali hazırda varolan tasarımların, ürünlerin bir araya getirilmesinden oluşur, bir tür yap-boz gibidir. Özel bir tasarımdan ziyade elimizde hazır olanların bir araya getirilmesine biz dekorasyon diyoruz.
Dekorasyon ise hali hazırda varolan tasarımların, ürünlerin bir araya getirilmesinden oluşur, bir tür yap-boz gibidir. Özel bir tasarımdan ziyade elimizde hazır olanların bir araya getirilmesine biz dekorasyon diyoruz.
Dilimize tasarlama
sözcüğü, İngilizce ve Fransızca da ki “desing” kelimesi karşılığı olarak
kullanılmaktadır. Desing kelimesi de Latince kökenlidir. Tasarımın birçok
tanımı yapılabilir. Şimdi tasarımı daha geniş olarak açalım:
TASARIM NEDİR ?
Tasarım, algı ile
kavram arasında bir bağlama aracıdır. Nesnel gerçeklik ile doğrudan ilişkisi
bulunmaz. Bu nedenle önemsiz ayrıntılar yerine, önemli özelliklere dikkat
çeker. Tasarım bilgi edinme öğesidir. Çünkü duyumsal tasarım ile zihinsel
tasarım daima birbirini etkiler. Bu nedenle duyumsal bilgi ile ussal bilgi her
zaman iç içedir. Gerçek bilgi ise böylelikle oluşur.
Güzel sanatlar
alanında tasarım, yaratıcı sürecin kendisi olup, bir faaliyet için gerekli olan
eskiz ve planların hazırlanması süreci çalışmalarını kapsar.
Bir tasarım kendi içinde bir yapıya ve bu yapı arkasında bir planlamaya sahip olmalıdır. Bütün sanatların temelinde bir tasarım olgusu bulunmaktadır. Tasarlama eylemi, oluşturulacak yapının organizasyonu ile ilgili her türlü faaliyeti içine almaktadır.
Bir tasarım kendi içinde bir yapıya ve bu yapı arkasında bir planlamaya sahip olmalıdır. Bütün sanatların temelinde bir tasarım olgusu bulunmaktadır. Tasarlama eylemi, oluşturulacak yapının organizasyonu ile ilgili her türlü faaliyeti içine almaktadır.
UYGULAMALI TASARIM DALLARINI ÜÇ ANA BAŞLIKTA
TOPLAMAK MÜMKÜNDÜR:
1 Endüstri tasarımı,
2 Çevre tasarımı
3 Grafik tasarımı.
(Geniş bilgi için
Bakınız: DEKORASYON VE TASARIM DEDİKLERİ… RESTORASYON VE KONSERVASYON
ÜZERİNE… Işıl Tuana - Mustafa Kemal Bektaş)
TASARIMIN İLKELERİ NELERDİR ?
Bir tasarımın hammaddeleri şunlardır:
1)Çizgi: Düz yada kıvrımlı, sürekli yada kesik, grenli yada keskin özelliklere sahip olabilir. Çizgiler karakterine yada konumuna bağlı olarak bazı mesajlar iletebilir. Düşey çizgi:saygınlık. Yatay çizgi: durgunluk. Kıvrımlı çizgi: zafer. Diyalog çizgi: canlılık.
2)Ton
3)Renk : İzleyici de bir çok duygular uyandırabilir. Sıcak renkler uyarıcı, soğuk renkler ise dinlendirici etkiye sahiptir.
4)Doku: Bir yüzey üzerinde tekrarlara dayalı biçimsel bir düzen bulunuyorsa orada bir dokunun varlığından söz edilebilir.
5)Biçim: Birçok çizginin bir arada bulunuşu, tek bir çizgi içerisindeki dönüş ve kıvrımlar ile değişik tonların oluşturduğu yüzeyler, bir tasarımda biçimi oluşturan unsurlardır.
6)Ölçü: Tasarım daima değişik ve belirli ölçülere sahip görsel unsurların bir araya gelmesiyle oluşur.
7)Yön: Bir tasarım üzerindeki çizgiler ve noktalar değişik noktalara yönelerek bir hareket oluştururlar. Tasarımcı, vereceği etki doğrultusunda bu hareketi yönlendirmekle yükümlüdür.
Bir tasarımın beş temel ilkesi bulunmaktadır.
1)Denge
2)Orantı ve görsel hiyerarşi
3)Görsel devamlılık
4)Bütünlük
5)Vurgulama
Tasarım çalışmalarında bu beş temel ilke göz önünde tutulmalıdır. Tasarım hazırlanırken denge, orantı ve görsel devamlılık bir bütünlük içerisinde iyi bir vurgulamayla verilmelidir.
(Geniş bilgi için
Bakınız: DEKORASYON VE TASARIM DEDİKLERİ… RESTORASYON VE KONSERVASYON ÜZERİNE…
Işıl Tuana - Mustafa Kemal Bektaş)
Evet sevgili dostlar bu gün size geniş
kapsamlı olarak sanat, el sanatları, dekorasyon ile ilgili geniş bir bilgi
verdiğimizi ümit ediyorum. Umarım asıl verilmesi gerek sanata sahip çıkma
mesajımız algılanmıştır. Bir sonraki yazı dizimde sizlerle birlikte olmak
dileğimle hoşçakalın, dostça kalın..
Saygılar…
Mustafa
Kemal Bektas
0.553.5381264
mkbektas.55@hotmail.com
Melike Varakçılık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder