31 Mayıs 2018 Perşembe
DİYORLAR Kİ HİLAFET OLSAYDI 15 TEMMUZLAR YAŞANMAZDI ! Ne zaman basın haberlerine göz gezdirsem bu hilafet kelimesine rastlarım. kimileri yazmış da yazmış: Onlara en iyi cevabı Yeniçağ Gazetesi yazarlarından Ahmet GÜRSOY vermiş. Bakın ne yazmış Sayın Ahmet GÜRSOY! Haksız da değil yani. Okuyalım bakalım... "Diyorlar ki Hilafet olsaydı 15 Temmuzlar yaşanmazdı ! Hâlâ aynı kafadalar. Hâlâ aynı zihniyetteler. İnsan ders almaz mı?
DİYORLAR Kİ HİLAFET OLSAYDI 15 TEMMUZLAR YAŞANMAZDI !
Ne zaman basın haberlerine göz gezdirsem bu hilafet kelimesine rastlarım. kimileri yazmış da yazmış:
Onlara en iyi cevabı Yeniçağ Gazetesi yazarlarından Ahmet GÜRSOY vermiş. Bakın ne yazmış Sayın Ahmet GÜRSOY! Haksız da değil yani. Okuyalım bakalım...
"Diyorlar ki Hilafet olsaydı 15 Temmuzlar yaşanmazdı !
Hâlâ aynı kafadalar. Hâlâ aynı zihniyetteler. İnsan ders almaz mı?
Almaz.
Diyor ki: Hiç kusura bakılmasın..
Niye bakılmayacakmış?
Bugün Hilafet Kurumu aktif olsaydı, İslam dünyasının başındaki sorunların çoğu yaşanmazdı.
Ne yapacaktı İslam dünyasına hilafet kurumu?
Üfürecek miydi?
Sihirli bir değnek sanıyor hilafeti. Dokununca her şey düzelecek..
Beyefendi!
Geçmişine bak..
Tarihe bak.Orada hilafetin İslam dünyasına neler yaptığını bir gör de öyle konuş..
Hilafet, Hz. Ali'nin kökünü kazıdı..
Şanlı İslam Peygamberi Hz. Muhammed'in kutsiyetini bile dinlemedi. Torunlarını, kanını, canını kılıçtan geçirdi.İslam dünyasını,
Şii ve Sünni diye karpuz gibi ikiye böldü..
Hilafetmiş..
Ali'den önce Ömer'i, Osman'ı katletti.
Hilafet iktidar demekti.
İktidar da güç demek.
İslam dünyasında halifelik hiçbir zaman (dört halife hariç) gerçek anlamda dini bir kurum, Hz. Peygambere vasilik gibi algılanmadı. Onun kutsallığı, her zaman, siyasi otorite ile dini otoritenin tek merkezde toplanması ve insanlara oradan hükmederek, iktidar sahiplerinin gücünü sağlamlaştırması olarak algılandı.
Bu sebeple halifelik bir çeşit taht kavgası olarak başladı ve sürüp geldi. Söyler misiniz? İslam dünyasında halifelik üzerinden yürütülen iktidar kavgalarından dolayı kan ne zaman durdu?
Hangi halife, hangi dönemde kutsal değneğini İslam toplumlarının üzerine doğrulttu da bütün İslam âlemi süt dökmüş kediye döndü?
Hiçbir zaman!
Halifelik, sadece Hz. Ali gibi bir sahabeyi ve aynı zamanda halifeyi öldürmedi. Sünni mezheplerinden Hanefiliğin kurucusu büyük İmam Ebu Hanife'yi 70 yaşında zindanlarda gene halifelik öldürdü.
Hilafet dursaymış bugünkü manzara çıkmazmış..
Masal aleminde yaşıyor olmalı..
Eğer bir tür rüya görmüyorsanız, çok uzağa değil en yakına gelin. Osmanlı hilafet ordularını, Arap çöllerinde İngiliz altınlarıyla şehit edenler hangi dinin mensuplarıydı?
Suudi Arabistan'ı kimler nasıl kurdu?
Ya Ürdün?
Hilafet merkezi İstanbul'un valisi Şerif Hüseyin kaç Mehmetçiğin kanına girdi söyle bakalım?
Yemen çöllerine soralım mı?..
Abdülvahhab'a sorsak söyler mi?.
Ya Şerif Hüseyin'e sorsak?..
Bugün kan ağlayan Orta Doğu'da, dün, bizzat Halife'nin İstanbul merkezden gönderdiği emirler buharlaşmaktaydı.
Neymiş?
Kimse kusura bakmamalıymış..
Halifelik olsaymış İslam dünyası bu halde olmazmış..
Sanırsın ki İslam dünyası halifelikle peri masallarına benzer bir dünyada yaşadı. Sonra bir canavar geldi onu yok etti ve her şey eskisi gibi olmamaya başladı. Kardeş kardeş yaşayan İslam dünyası birbirine girdi..
İslam dünyası kaç halifenin, sahabenin, tabiin, kafasını kesti söyle de bilelim. Halen daha kesmeye devam ediyor.
Bak..
IŞİD gene kesiyor.
El Nusra gene boğazlıyor.
El Kaide gene kaidelerini koyup yakıp yıkıyor..
Dün de öyleydiler.Kardeşim..
İnsan birini öldürüp öldürmeyeceğini, halife söylemeden bilemez mi? Kadınları, kızları eve kapatıp cariye yapmaması gerektiğini, din kardeşine iman tayin edemeyeceğini illa halife bulup ondan mı öğrenecek?
Allah'ım, bu toptancı, sihir üreten zihniyetten ne zaman kurtulacağız da akıl çağına geçeceğiz?"
(Kaynak: Hilafet yaşasaymış... - Ahmet GÜRSOY)
Okudunuz... 15 Temmuz dolayısıyla ülkemizde yaşananların kökünde bu hayal yatmaktadır. Bu sözde müttefikimiz olan Amerika olmak üzere dış mihrakların ve içerimizde ki hainlerin rüyalarını gerçekleştirme kalkışmasından başka bir şey değil di!
Her yüzyılda dış mihraklar İslam ülkelerini bölmek adına sık nsık hilafeti kaşıyıp duruyor.
Akıllı olalım dış mihrakların bu oyunlarına gelmeyelim.
Saygılarımla..
Mustafa Kemal Bektaş
Ne zaman basın haberlerine göz gezdirsem bu hilafet kelimesine rastlarım. kimileri yazmış da yazmış:
Onlara en iyi cevabı Yeniçağ Gazetesi yazarlarından Ahmet GÜRSOY vermiş. Bakın ne yazmış Sayın Ahmet GÜRSOY! Haksız da değil yani. Okuyalım bakalım...
"Diyorlar ki Hilafet olsaydı 15 Temmuzlar yaşanmazdı !
Hâlâ aynı kafadalar. Hâlâ aynı zihniyetteler. İnsan ders almaz mı?
Almaz.
Diyor ki: Hiç kusura bakılmasın..
Niye bakılmayacakmış?
Bugün Hilafet Kurumu aktif olsaydı, İslam dünyasının başındaki sorunların çoğu yaşanmazdı.
Ne yapacaktı İslam dünyasına hilafet kurumu?
Üfürecek miydi?
Sihirli bir değnek sanıyor hilafeti. Dokununca her şey düzelecek..
Beyefendi!
Geçmişine bak..
Tarihe bak.Orada hilafetin İslam dünyasına neler yaptığını bir gör de öyle konuş..
Hilafet, Hz. Ali'nin kökünü kazıdı..
Şanlı İslam Peygamberi Hz. Muhammed'in kutsiyetini bile dinlemedi. Torunlarını, kanını, canını kılıçtan geçirdi.İslam dünyasını,
Şii ve Sünni diye karpuz gibi ikiye böldü..
Hilafetmiş..
Ali'den önce Ömer'i, Osman'ı katletti.
Hilafet iktidar demekti.
İktidar da güç demek.
İslam dünyasında halifelik hiçbir zaman (dört halife hariç) gerçek anlamda dini bir kurum, Hz. Peygambere vasilik gibi algılanmadı. Onun kutsallığı, her zaman, siyasi otorite ile dini otoritenin tek merkezde toplanması ve insanlara oradan hükmederek, iktidar sahiplerinin gücünü sağlamlaştırması olarak algılandı.
Bu sebeple halifelik bir çeşit taht kavgası olarak başladı ve sürüp geldi. Söyler misiniz? İslam dünyasında halifelik üzerinden yürütülen iktidar kavgalarından dolayı kan ne zaman durdu?
Hangi halife, hangi dönemde kutsal değneğini İslam toplumlarının üzerine doğrulttu da bütün İslam âlemi süt dökmüş kediye döndü?
Hiçbir zaman!
Halifelik, sadece Hz. Ali gibi bir sahabeyi ve aynı zamanda halifeyi öldürmedi. Sünni mezheplerinden Hanefiliğin kurucusu büyük İmam Ebu Hanife'yi 70 yaşında zindanlarda gene halifelik öldürdü.
Hilafet dursaymış bugünkü manzara çıkmazmış..
Masal aleminde yaşıyor olmalı..
Eğer bir tür rüya görmüyorsanız, çok uzağa değil en yakına gelin. Osmanlı hilafet ordularını, Arap çöllerinde İngiliz altınlarıyla şehit edenler hangi dinin mensuplarıydı?
Suudi Arabistan'ı kimler nasıl kurdu?
Ya Ürdün?
Hilafet merkezi İstanbul'un valisi Şerif Hüseyin kaç Mehmetçiğin kanına girdi söyle bakalım?
Yemen çöllerine soralım mı?..
Abdülvahhab'a sorsak söyler mi?.
Ya Şerif Hüseyin'e sorsak?..
Bugün kan ağlayan Orta Doğu'da, dün, bizzat Halife'nin İstanbul merkezden gönderdiği emirler buharlaşmaktaydı.
Neymiş?
Kimse kusura bakmamalıymış..
Halifelik olsaymış İslam dünyası bu halde olmazmış..
Sanırsın ki İslam dünyası halifelikle peri masallarına benzer bir dünyada yaşadı. Sonra bir canavar geldi onu yok etti ve her şey eskisi gibi olmamaya başladı. Kardeş kardeş yaşayan İslam dünyası birbirine girdi..
İslam dünyası kaç halifenin, sahabenin, tabiin, kafasını kesti söyle de bilelim. Halen daha kesmeye devam ediyor.
Bak..
IŞİD gene kesiyor.
El Nusra gene boğazlıyor.
El Kaide gene kaidelerini koyup yakıp yıkıyor..
Dün de öyleydiler.Kardeşim..
İnsan birini öldürüp öldürmeyeceğini, halife söylemeden bilemez mi? Kadınları, kızları eve kapatıp cariye yapmaması gerektiğini, din kardeşine iman tayin edemeyeceğini illa halife bulup ondan mı öğrenecek?
Allah'ım, bu toptancı, sihir üreten zihniyetten ne zaman kurtulacağız da akıl çağına geçeceğiz?"
(Kaynak: Hilafet yaşasaymış... - Ahmet GÜRSOY)
Okudunuz... 15 Temmuz dolayısıyla ülkemizde yaşananların kökünde bu hayal yatmaktadır. Bu sözde müttefikimiz olan Amerika olmak üzere dış mihrakların ve içerimizde ki hainlerin rüyalarını gerçekleştirme kalkışmasından başka bir şey değil di!
Her yüzyılda dış mihraklar İslam ülkelerini bölmek adına sık nsık hilafeti kaşıyıp duruyor.
Akıllı olalım dış mihrakların bu oyunlarına gelmeyelim.
Saygılarımla..
Mustafa Kemal Bektaş
DÜNYANIN HİÇ BİR YERİNDE MÜLTECİ OLUP, BAYRAMDA SURİYE’YE GİTMEK İÇİN SINIRLARDA KUYRUK OLAN BİZİM ÜLKEMİZDEN BAŞKA BİR ÜLKE VARMIDIR? 11 Mart 2011'de Suriye'deki iç savaşta ilk kıvılcım Ürdün sınırındaki Dera'da baş gösteren Esad karşıtı protesto gösterileriyle başladı. Esad rejimi, Dera'daki protestoları ateş açarak bastırmaya kalkınca gösteriler tüm ülkeye yayıldı. Barışçıl protesto gösterileri daha sonrasında yer yer silahlı çatışmaya dönüştü. Böylelikle Suriye topraklarında topyekun iç savaş patlak vermiş oldu.
DÜNYANIN HİÇ BİR
YERİNDE MÜLTECİ OLUP, BAYRAMDA SURİYE’YE GİTMEK İÇİN SINIRLARDA KUYRUK OLAN
BİZİM ÜLKEMİZDEN BAŞKA BİR ÜLKE VARMIDIR?
11 Mart 2011'de Suriye'deki iç savaşta
ilk kıvılcım Ürdün sınırındaki Dera'da baş gösteren Esad karşıtı protesto gösterileriyle
başladı. Esad rejimi, Dera'daki protestoları ateş açarak bastırmaya
kalkınca gösteriler tüm ülkeye yayıldı. Barışçıl protesto gösterileri daha
sonrasında yer yer silahlı çatışmaya dönüştü. Böylelikle Suriye topraklarında
topyekun iç savaş patlak vermiş oldu.
Yedi yıldır süren iç savaşın dönüm
noktalarından biri 2014 Haziran'ında yaşandı. Amerika tarafından devşirilen
terör örgütü DAEŞ, Suriye ve Irak'ın kuzeyinde ele geçirdiği topraklarda "halifelik" ilan etti. Üç ay
sonra ABD'nin başını çektiği uluslararası koalisyon DAEŞ'e yönelik hava
saldırılarına başladı. Savaşın seyrini değiştiren gelişme ise 2015 Eylül ayında
yaşandı.
Suriye'de askeri üsleri bulunan Rusya,
Esad rejimine destek için askeri operasyonlara başladı. Moskova'nın
müdahalesiyle rüzgar tersine döndü. Bu sayede iç savaş sekizinci yılına
girerken Şam yönetimi büyük kentlerde Rusya’nın yardımı sayesinde kontrolü
sağlamayı başardı.
Suriye'deki iç savaşta Türkiye
aktörlerden biri olup ülkemizin güvenliği gereği 24 ağustos 2016'da "Fırat
Kalkanı Harekatı"na başladık. 7 ay 5 gün süren harekatla Cerablus, El Bab
ve Dabık kontrol altına alındı. Sınırdan Türkiye'ye yönelik roket tehditleri
bertaraf edildi. 20 Ocak'ta ise Afrin'e yönelik "Zeytin Dalı"
harekatını başlattık
2011'de başlayan Suriye iç savaşında
toplam 353 bin 935 kişi hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenlerin 106 bin 390'ı
sivil ve bu sivillerin de 19 bin 811'i çocuk ve 12 bin 513'ü kadın. Söz konusu
rakamlar kayıt altına alınanlar. Gerçekte Suriye iç savaşında ölü sayısı 500 binden
fazla.
Suriye'nin nüfusu savaş öncesinde 23
milyondu. Yaklaşık 11 milyon Suriyeli savaş nedeniyle yerinden edilmiş konumda.
Yarısı çocuk 5,4 milyonu aşkın kişiyse, komşu ülkeler Türkiye, Lübnan, Ürdün,
Irak ve Mısır'a kaçtı.
Mültecilere ev sahipliği yapan
ülkelerin başında 5 milyonu aşkın kişiyle ülkemiz Türkiye geliyor. Lübnan'da ise yaklaşık 1 milyon
mülteci, Ürdün'de de BM rakamlarına göre yaklaşık 660 bin mülteci yaşıyor.
Ürdün hükümetiyse bu rakamın 1,3 milyon olduğunu söylüyor. Öte yandan Irak'ta
yaklaşık 246 bin, Mısır'da ise 126 bin mülteci yaşıyor.
Türkiye ile Suriye Öcalan'ın Bekaa vadisinden çıkmasının ardından
tarihinde hiç olmadığı kadar sıcak ilişkiler kurmuştu. Esad ailesi Ankara'da
ağırlanmış, iki ülke takımları
birlikte maç yapmıştı.
Sonra ne
olduysa bir anda hava tersine dönmüş, kolkola olan bu beraberlik iki ülkenin
kan davasına dönüşmüştü. Peki ama neden?
Sorun
Esad'ın 'diktatörlüğü' mü yoksa enerji kavgası mı? Alman sitesi Deutsche
Welle'deki yorum habere göre bütün mesele İslami boru hattı ile ilgili...
Şu anda
Ortadoğu'da İran, Irak, Suriye, Lübnan, İsrail, Katar, Suudi Arabistan ve
Türkiye gibi bölge ülkelerinin yanı sıra ABD ile Rusya'nın çıkarlarını
ilgilendiren, hepsi birbirinden stratejik, farklı doğal gaz projeleri yarışıyor.
Bölgedeki en önemli ve en tartışmalı proje
Tahran'ın "Dostluk Boru Hattı"
adını verdiği İran-Irak-Suriye doğal gaz boru hattı.
Batılıların, "İslami Boru Hattı" adını verdiği 10 milyar dolarlık
proje İran'ın Güney Pars bölgesinden çıkarılan doğal gazın Irak ve Suriye
üzerinden taşınmasını öngörüyor. 6 bin kilometre uzunluğuyla Ortadoğu'nun en
uzun iletim kanalı olacak hattın yıllık kapasitesi 40 milyar metreküp gibi
yüksek bir miktar olması bekleniyor. Yıllık doğal gaz tüketimi 45 milyar
metreküp civarında olan Türkiye'nin aldığı gazı taşıyan "Mavi Akım"ın yıllık kapasitesi ise 16 milyar metreküp.
"Tehran
Times" gazetesi, 25 Haziran 2011'de imzalanan anlaşmayla ilgili
haberinde, İran'dan başlayarak Irak ve Suriye'den geçecek hattın Akdeniz'e
döşenecek borularla Lübnan'dan Yunanistan'a uzanacağını yazmıştı.
Şam'ın bu projede yer alması, Katar ve
Türkiye'nin yanı sıra İran'ı her alanda yalnız bırakmaya çalışan ABD'nin
çıkarlarıyla çatışıyor. Katar ve Suudi Arabistan'ın "Arap Boru Hattı" projesinde yer alması çağrısı Suriye
Devlet Başkanı Beşar Esad tarafından reddedilmişti. Söz konusu hattın Kilis'e
kadar uzatılarak Türk topraklarından geçmesi planlanıyordu.
Suriye'de
iç savaşın başlamasından birkaç ay önce İsrail Akdeniz'deki Leviathan
bölgesinde son derece zengin doğal gaz yatakları buldu. Burada 16 trilyon
metreküplük, yani yaklaşık 100 milyar dolarlık doğal gaz rezervi bulunduğu
tahmin ediliyor.
Kritik
soru şu: İsrail bu gazı karadan mı, yani
Lübnan-Suriye -Türkiye üzerinden mi, yoksa Akdeniz'e döşenecek boru hatlarıyla
mı dış pazarlara ulaştıracak?
İsrail'de yayımlanan ekonomi gazetesi
Globes bir kaç gün önce, Turcas ve Zorlu'nun denize boru hattı döşenerek gazın
Mersin'e getirilmesini İsrail tarafına önerdiğini yazdı. İsrail'in şu andaki
eğilimi gazı Akdeniz'den taşımak olsa da, karadan taşıma seçeneği hala masada. Doğal
olarak İsrail gazı Esad'ın yönetimde olduğu Suriye topraklarından taşımak
istemiyor.
Suriye'deki iç savaşın doğrudan yukarıdaki
enerji projelerinden biri nedeniyle başlamış olabileceğini söylemek zor olsa
da, son iki buçuk yıldır yaşananların perde arkasında bölge ülkeleriyle büyük
devletlerin enerji koridolarlarını ele geçirme çabasının yatıyor olabileceği
tezi hiç de giderek daha fazla tartışılıyor.
Ve bu nedenlerden dolayı iç savaşı
patladı. Savaşın 8 nci yılında zayiatları yukarıda okudunuz. Bu 8 yıl boyunca
Suriye’den ülkemize ne kadar iltica eden varsa her bayram boyunca ülkemizden
ülkelerine sayıları azımsanamayacak kadar mülteci kuyruklarla koştura koştura
geçiş yapıyorlar. Bayram sonunda da hararetli bir şekilde geri dönüş
yapıyorlar. Doğrusu bu nasıl savaş, nasıl bir mültecilik anlamış değilim. Bu iş
tamamen Rusya ile yaşadığımız bavul ticaretine dönüştü.
Bu vatandaşlar madem bavul ticareti
yapacaktı neden savaş çıktı ya da çıkarıldı? Mülteci olmalarına gerek yoktu. 6
milyona yakın insanı kendi halkımıza sunmadığımız imkanları seferber ederek bir
dar boğazın içine düşürüldük. Üstelik savaşı çıkaranlarca baş aktörleri
mültecilere gözle görülür maddi yardımda dahi bulunmadan her şey üzerimize
patladı. Bu insani yardımı diğer ülkeler neden yapmıyor anlamadım.
Bu
savaş sanki bizim kaynaklarımızı kurutmak ve bizi cezalandırmak için çıkarılmış bir savaş gibi gözüküyor.
Siz çözerseniz bu olayı biz de çözmüş
olacağız.
Saygılarımla
Mustafa Kemal Bektaş
YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULMAK… BİZİM MİLLİ BİR KİMLİĞE SAHİP OLMAMIZ VE SAHİP ÇIKMAMIZ GEREK.. Saddam Hüseyin El Tikriti, Irak'ı 23 yıl yönetti. ABD'nin Irak'ı işgaliyle iktidardan düşen ve yargılandığı Duceyl davasıyla ölüm cezasına çarptırılan Saddam Hüseyin kimilerine göre bir diktatör, kimilerine göre de bir halk adamıydı. ABD'nin Saddam'ı ilk devirme girişimi olan Çöl Tilkisi operasyonu, 17 Ocak 1991'de başladı. Saddam yönetimi, 12 yıl süren BM ambargosunun ardından, ABD'nin Mart 2003'te başlayan askeri müdahalesiyle 9 Nisan 2003'te devrildi. Bir süre kaçak yaşayan Saddam Hüseyin, 13 Aralık 2003'te, doğum yeri Tikrit yakınlarındaki Advar'da gizlendiği yerde yakalandı ve yargılanmak üzere hapsedildi. Sonunda 05.11.2006 da asılarak idam edildi.
YAĞMURDAN KAÇARKEN
DOLUYA TUTULMAK… BİZİM MİLLİ BİR KİMLİĞE SAHİP OLMAMIZ VE SAHİP ÇIKMAMIZ
GEREK..
Saddam Hüseyin El Tikriti, Irak'ı 23 yıl yönetti. ABD'nin
Irak'ı işgaliyle iktidardan düşen ve yargılandığı Duceyl davasıyla ölüm
cezasına çarptırılan Saddam Hüseyin kimilerine göre bir diktatör, kimilerine
göre de bir halk adamıydı.
ABD'nin Saddam'ı ilk devirme girişimi olan Çöl Tilkisi operasyonu, 17 Ocak
1991'de başladı. Saddam yönetimi, 12 yıl süren BM ambargosunun ardından, ABD'nin Mart 2003'te başlayan askeri müdahalesiyle 9 Nisan 2003'te devrildi. Bir süre kaçak yaşayan Saddam Hüseyin, 13 Aralık 2003'te, doğum yeri Tikrit yakınlarındaki Advar'da gizlendiği yerde yakalandı ve yargılanmak üzere hapsedildi. Sonunda 05.11.2006 da asılarak idam edildi.
ABD'nin Saddam'ı ilk devirme girişimi olan Çöl Tilkisi operasyonu, 17 Ocak
1991'de başladı. Saddam yönetimi, 12 yıl süren BM ambargosunun ardından, ABD'nin Mart 2003'te başlayan askeri müdahalesiyle 9 Nisan 2003'te devrildi. Bir süre kaçak yaşayan Saddam Hüseyin, 13 Aralık 2003'te, doğum yeri Tikrit yakınlarındaki Advar'da gizlendiği yerde yakalandı ve yargılanmak üzere hapsedildi. Sonunda 05.11.2006 da asılarak idam edildi.
Kimyasal silah deposuna sahip olduğu söylendi ama
ölümünden yıllar geçse de kimyasal silah izine asla rastlanılmadı. 25.11.2003
tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi devrik Irak lideri Saddam
Hüseyin’e ait mal varlığını denetim altında tutmak amacıyla yeni bir komisyon
oluşturmayı kararlaştırsa da öldüğünden beridir hala mal varlıkları ne oldu
asla basına yansımadı. Bilinen sadece Saddam’a ait milyonlarca bir milyon
doların piyasaya sürüldüğü ve servetinin ne olduğu hala belli değil.
Muammer Kaddafi. O da kimilerine göre ülkeyi yıllarca
diktatörlükle yönetmiş kanlı bir lider. Kimilerine göre de Libya’daki refah
seviyesini arttırmak için uğraşmış bir devrimcidir. Oda tıpki Saddam Hüseyin
gibi Vladimir Lenin, Josef Stalin, Adolf Hitler gibi tartışmalı liderlerdendir.
Yirminci yüzyılın en çok konuşulan siyasi kişiliklerinden biri olan Muammer El
Kaddafi, Libya’yı 42 yıl boyunca demir yumrukla yönetti. Onun da akibeti Saddam
gibi oldu.
Ölümlerinden sonrada isimlerinin anılması bitmedi.
Belçika merkezli Le Vif dergisinin haberine göre
Libya'nın devrik lideri Muammer Kaddafi yönetimine ait Belçika'da dondurulan
banka hesaplarından 10 milyar euro kayboldu. Belçika Dışişleri Bakanı ise
haberin doğru olmadığını öne sürdü.
Usame Bin Muhammed Bin Avad Bin Ladin.
Usame bin Ladin, 10 Mart 1957 tarihinde Suudi
Arabistan'ın Riyad şehrinde doğdu. Babası Muhammed Bin Ladin Cidde'de
inşaat işleriyle uğraşarak milyarder olan ve günümüzde Saudi Binladin Group
adıyla faaliyet gösteren şirketin kurucusu olup, 2 Mayıs 2011 tarihinde Amerika
birlikleri tarafından yapılan bir operasyon sonucu öldürülmüştür.
Dünya tarihinde bu ve bunun gibi irili ufaklı yüzlerce
diktatörü, emperyalist devşirmesi örnekleri vardır. Ben sadece üç tanesini
örnek verdim. Bunlardan üç tanesini seçtim. Hepsinin ortak özelliği
hayatlarının bir bölümünde Amerika ile çakıştığıdır. Önce Amerika tarafından
nemalanan bu zatlar daha sonra da iktidar hırsının da etkisiyle Amerika’ya kafa
tutmaları sonucu ile akıbetleri hemen hemen aynı olmuştur. Kullan işi bitince darağacına
gönder.
Oysa Amerikalılar onların yaptığını kat ve kat mislisini her
zaman aşikara yapmaktadırlar. Onlar diktatör ise Amerikalılar tescillenmişidir.
Ortadoğu’nun bölücü bir İngiliz ajanı olan Arabistanlı Lawrence görevini: “Türkiye’ye karşı bir Arap isyanı tahrik etmektir
ve onun için de batılı olan dış görünüşümü gizlemek ve az da olsa Araplara
benzemek zorundayım.” diyordu Lawrence.
Osmanlı imparatorluğunun küllerinden doğan bu bölgenin
devşirme milletlerinin sınırları Arabistanlı Lawrence lakaplı İngiliz ajanının
kırık cetveli ile çizilmiş hepsinin de akıbetleri hemen hemen aynı olmuştur.
Ben burada diktatörleri övmek gibi bir işim asla olamaz.
Günümüzde diktatörleri yetiştiren, devşirten, büyüten, besleyen Amerika ve
İngiltere gibi emperyalist güçlerdir. Bir diğeri de S.S.C.B (Rusya) ve Çin’dir.
Türk Cumhuriyetlerinde etnik kıyım yapan, dinini dahi yaşatmayan Rusya ve Çin
değil midir? Benim ismim Rusya S.S.C.B. yıkıldı deyip işin içinden sıyrılamazlar.
S.S.C.B’nin (Rusya)
uydusu Bulgaristan, Todor Jivkov liderliğindeki rejimin Türk ve Müslüman
azınlığa yönelik 1984 ve 1989 yılları arasında uygulanan asimilasyon
politikalarını 22 yıl sonra kabul etse de Bulgar Parlamentosu 1989 yılında sona
eren komünist rejimin, Müslüman ve Türklere karşı uyguladığı asimilasyon
sırasında yürüttüğü isim değiştirme, ibadet yasağı, anadilde konuşma ve zorunlu
göç gibi etnik temizlik kampanyalarını unutmuş değiliz
Tibet ve Uygur bölgeleri
Çin'deki 55 azınlık grubu içinde en büyükleri ve Pekin'in en fazla başını
ağrıtanlar Tibetliler ve Uygurlardı. Geniş bir bölgede dağınık bir şekilde
yaşayan iki azınlık grubunun da tarih boyunca bağımsız oldukları dönemler
mevcuttu. Tibetliler ve Uygurlar, Çin'in toplam nüfusunun % 1'inden az olsa da,
bu iki bölgenin bağımsızlığı Çin'in topraklarının yüzde 30'unu kaybetmesi
anlamına gelmekteydi. Bu yüzden de Pekin makamları, daha fazla özerklik ya da
bağımsızlık taleplerine sert tepki vererek yıllardır Han grubundan Çinlileri
bölgeye yerleştirerek nüfus yapısını değiştirmeye çalışmakta ve etnik temizlik
yapmaktadır.
Sevgili dostlar bunları
ben size neden anlatıyorum. Eğer bu emperyalist güçlerin maşası ayağı olmak
istemiyorsanız bunun adımları güçlü bir ekonomi ve güçlü bir sanayi ve
teknolojiye sahip olmaktan geçer. Eğer olamazsanız önce tarım ve
hayvancılığınızı çökertirler ki nüfusunuzu beslemekte kendilerine bağımlı
yapsınlar, genleri değişmiş ürünlerle tank, top, silahla ele geçirilemeyen
topraklarınızı zahmetsizce altınızdan çekip alsınlar, gelecek nesillerinizi
hasta ve sağlıksız kılsınlar. Sonrasında bankalarınızı çökertirler ki
ekonominizi ellerinde tutsunlar. Sonra sanayi ve teknolojiyi çökertirler ki
teknolojide kendilerine bağımlı kılsınlar. Eğitim sisteminizi çökertirler ki
eğitimsiz bir nüfusu daha kolay ele geçirsinler.
Bu nedenle;
Çocuklarımızı bilinçli
bir şekilde Türk kimliğine uygun yetiştirmeliyiz.
Çocuklarımıza
emperyalist ülkelerin uşaklığını yapmamaları için akli bilim, ilim eğitimli,
kılmalıyız.
Çocuklarımıza tarihten
örnekler vererek dostumuzu düşmanımızı öğretmeliyiz.
Muhasır medeniyet
seviyesine ulaşmalıyız.
Bölgemizden bir milim
sınırı bile olmayan milletleri uzaklaştırmalıyız.
Bu da ekonomik güç ve tam bağımsızlıkla mümkündür.
Onlara bağımlılıktan
kurtulmalıyız.
Bağımsızlığın temeli
eğitimden geçer.
Yoksa salyalı kuduz
köpekler gibi bu emperyalist ülkelerin
her an paçamızdan tutmaları mümkündür.
Saygılarımla
Mustafa Kemal Bektaş
30 Mayıs 2018 Çarşamba
KENDİMİ SÖMÜRGE ÜLKESİNDE ZANNEDİYORUM. REKLAM TABELALARI TAMAMEN DEĞİŞSİN. T.R.T.BİZE YABANCILARI ÖĞÜCÜ PROGRAMLAR, SİNEMA FİLMİ İZLETTİRMESİN. Nihayet Türk Standartları Enstitüsü, kurum ve kuruluşlarda kullanılan tabelalar için kurallar standardını yayınladı. Buna göre tabelada yabancı ifade, Türkçe kelimenin yüzde 25’i büyüklüğüne olacak.
KENDİMİ SÖMÜRGE ÜLKESİNDE
ZANNEDİYORUM. REKLAM TABELALARI TAMAMEN DEĞİŞSİN.
T.R.T.BİZE YABANCILARI
ÖĞÜCÜ PROGRAMLAR, SİNEMA FİLMİ İZLETTİRMESİN.
Nihayet Türk Standartları Enstitüsü, kurum ve kuruluşlarda
kullanılan tabelalar için kurallar standardını yayınladı. Buna göre tabelada
yabancı ifade, Türkçe kelimenin yüzde 25’i büyüklüğüne olacak.
Çok şükür nihayet bir
yıldır yazmadığımız söylemediğimiz yer kalmadı.
Yabancı isimlerle işyeri açma ve tabelalarda yabancı
kelimeler kullanma konusunda dilin ve kültürün yozlaşması adına büyük
erozyonlar yaşandığı bu dönemlerde tabelalarımız, isimlerimiz, dilimiz resmen
işgal altına alındı.
Sadece büyük işyerleri ve alışveriş merkezleri değil,
kasabından dükkânına, berberinden manavına kadar her yerde yabancı isimler
kullanılmakta. Sanki sömürge devletindeyiz gibi
Tabelalardaki yabancı isim çılgınlığı tüm yurdumuzu sararken
her kesimden ülkemiz insanı, her gün kelime dağarcığına yenilerini ekliyor ve bu
kelimeleri büyük bir istek ve gayretle öğrendiği için, bir süre sonra o
kelimelerin Türkçe karşılıklarını unutuluyordu. Derken dildeki bu dönüşüm
tabelalara da yansıyor. Tabelalar yabancılaştıkça, insanlarda daha fazla
yabancı hayranlığı oluşuyordu!
Burasının Türkiye Cumhuriyeti olduğunu bir kez daha
hatırlatırız sayın iş yeri sahipleri...
Çarşı, pazar sokaklarımız sayenizde sömürge ülkesi
görünümündeydi...
Peki, bir Türk neden iş yerine Fransızca, İspanyolca,
İngilizce isim koyar?
Türkçemiz mi yetersiz?
Bu diller ana dilimiz mi?
Siz hiç bir Alman'ın , İngiliz'in, Fransız'ın, Amerika’lıların,
İtalya'nın iş yerine Türkçe tabela astığını gördünüz mü?
İş yerine Yabancı isim verenler iş yeri sahipleri acaba
çocuklarınıza da yabancı bir isim verecek misiniz?
Henüz hiçbir şey vatan toprağından kaybetmedik. Ne ülkemiz
gitti elimizden ne de Türkçemiz. Kendinize gelin. İçine düştüğünüz özenti
hastalığından lütfen artık kurtulalım.
Öyle ülkemizi sevme hamasi nutukları atmayın. Şu
tabelalarınızı tamamen Türkçeleştirmekten bir başlayın. Sadece dolar bozdurarak
vatana sahip çıkılmıyor. Sayın devlet yetkilileri, tabelalarını
Türkçeleştirmeyenlerin gerekirse iş yeri açma ruhsatlarını bile iptal etmekten
çekinmeyin,
Yerel yöneticilerimiz; Ülkemize yakışır, Türkçe'mize yakışır
tabelaları düzenletirseniz size buradan kocaman bir teşekkürü borç bilirim.
Diğer bir hususta televizyonlarda ne hikmetse yabancı
hayranlığı uyandıran sinema filmleri koyması. Özellikle de T.R.T. Her Pazar
günü öğle saatlerinde Kızılderili filmleri koyarak boy boy Amerika bayrağı ve
Amerikan rangers askerlerini göstermesi.
Her pazar günü Amerikan askerleri Kızılderili öldürür
Amerikan bayrağı kaleye dikerler. Hedefi 12 den vururlar.
Birileri mahsus mu yapıyor nedir! Bizim vergilerimizle
gözümüzün içine baka baka Amerikalıları öven filmleri yayınlamalarından artık sıkıldım.
Bakın son zamanlarda özel televizyonlarda Söz, İsimsizler,
Savaşçı gibi diziler var ne güzel. Sayelerinde çoluk çocuğumuz artık Türk
askerini konuşur oldular. Onca bütçeye rağmen T.R.T böyle diziler yapamıyor mu?
Mecbur muyuz her Pazar günü Amerikalıların kızıl derili
öldürmelerini ve bayraklarını seyretmeye…
Yetkililer inşallah duyarsınız bu çağrımı… Gerekirse her
platformda bunu dile getirteceğiz.
Biz Türk çocuğuyuz. Bize yabancı ülke ve askerlerini öğücü
programları seyrettirmekten vazgeçin. Ya da bu filmleri gidin kiralayın kendi
evinizde seyredin!..
Saygılarımla
Mustafa Kemal Bektaş
29 Mayıs 2018 Salı
BU GÜN KÜ KÖŞE YAZIMI GELECEĞİMİZİN ÇİÇEĞİ ÇOCUKLARIMIZA AYIRDIM.. Prof Dr.Fahri KAYADİBİ'NE ait " ÇOCUKLARIN HAYKIRIŞI" parçasını anlamlı bulduğumdan köşemde sizlerle paylaşma ihtiyacı hissettim. Hocamın kalemine sağlık. Çocuklarımız için herşeye değer... Saygılarımla Mustafa Kemal Bektaş
BU GÜN KÜ KÖŞE YAZIMI GELECEĞİMİZİN ÇİÇEĞİ ÇOCUKLARIMIZA AYIRDIM..
Prof Dr.Fahri KAYADİBİ'NE ait " ÇOCUKLARIN HAYKIRIŞI" parçasını anlamlı bulduğumdan köşemde sizlerle paylaşma ihtiyacı hissettim. Hocamın kalemine sağlık. Çocuklarımız için herşeye değer...
Saygılarımla
Mustafa Kemal Bektaş
ÇOCUKLARIN HAYKIRIŞI
Öldürmeyin büyüklerimiz, öldürmeyin bizi
Toplarla, tüfeklerle vurmayın bizi
Bombalarla yıkmayın başımıza evimizi
Savaşa karar veren sizlersiniz
Ama ölenler bizleriz
Çiçekler beklerken kurşunlar gönderiyorsunuz bizlere
Yakışır mı bu vahşet hiç sizlere
***
Öldürmeyin büyüklerimiz, öldürmeyin bizi
Aç, susuz, ilaçsız, giysisiz bırakıp
Soldurmayın bizi
Ağır işlerde çalıştırarak
Ezdirmeyin bizi
Yoksa ahımızı taşıyan nefesimiz
İstemesek de boğar sizi
***
Dövmeyin büyüklerimiz, dövmeyin bizi
Durduğumuz yerde üzmeyin bizi
İyi örneklerle hep görelim sizi
Tatlı söz, güler yüz ve sevginizi
Başarılı olduğumuzda övgünüzü esirgemezsiniz bizden
Mutlu edersiniz hepimizi
Prof Dr.Fahri KAYADİBİ
Prof Dr.Fahri KAYADİBİ'NE ait " ÇOCUKLARIN HAYKIRIŞI" parçasını anlamlı bulduğumdan köşemde sizlerle paylaşma ihtiyacı hissettim. Hocamın kalemine sağlık. Çocuklarımız için herşeye değer...
Saygılarımla
Mustafa Kemal Bektaş
ÇOCUKLARIN HAYKIRIŞI
Öldürmeyin büyüklerimiz, öldürmeyin bizi
Toplarla, tüfeklerle vurmayın bizi
Bombalarla yıkmayın başımıza evimizi
Savaşa karar veren sizlersiniz
Ama ölenler bizleriz
Çiçekler beklerken kurşunlar gönderiyorsunuz bizlere
Yakışır mı bu vahşet hiç sizlere
***
Öldürmeyin büyüklerimiz, öldürmeyin bizi
Aç, susuz, ilaçsız, giysisiz bırakıp
Soldurmayın bizi
Ağır işlerde çalıştırarak
Ezdirmeyin bizi
Yoksa ahımızı taşıyan nefesimiz
İstemesek de boğar sizi
***
Dövmeyin büyüklerimiz, dövmeyin bizi
Durduğumuz yerde üzmeyin bizi
İyi örneklerle hep görelim sizi
Tatlı söz, güler yüz ve sevginizi
Başarılı olduğumuzda övgünüzü esirgemezsiniz bizden
Mutlu edersiniz hepimizi
Prof Dr.Fahri KAYADİBİ
28 Mayıs 2018 Pazartesi
YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULMAK… BİZİM MİLLİ BİR KİMLİĞE SAHİP OLMAMIZ VE SAHİP ÇIKMAMIZ GEREK.. Saddam Hüseyin El Tikriti, Irak'ı 23 yıl yönetti. ABD'nin Irak'ı işgaliyle iktidardan düşen ve yargılandığı Duceyl davasıyla ölüm cezasına çarptırılan Saddam Hüseyin kimilerine göre bir diktatör, kimilerine göre de bir halk adamıydı. ABD'nin Saddam'ı ilk devirme girişimi olan Çöl Tilkisi operasyonu, 17 Ocak 1991'de başladı. Saddam yönetimi, 12 yıl süren BM ambargosunun ardından, ABD'nin Mart 2003'te başlayan askeri müdahalesiyle 9 Nisan 2003'te devrildi. Bir süre kaçak yaşayan Saddam Hüseyin, 13 Aralık 2003'te, doğum yeri Tikrit yakınlarındaki Advar'da gizlendiği yerde yakalandı ve yargılanmak üzere hapsedildi. Sonunda 05.11.2006 da asılarak idam edildi.
YAĞMURDAN KAÇARKEN
DOLUYA TUTULMAK… BİZİM MİLLİ BİR KİMLİĞE SAHİP OLMAMIZ VE SAHİP ÇIKMAMIZ
GEREK..
Saddam Hüseyin El Tikriti, Irak'ı 23 yıl yönetti. ABD'nin
Irak'ı işgaliyle iktidardan düşen ve yargılandığı Duceyl davasıyla ölüm
cezasına çarptırılan Saddam Hüseyin kimilerine göre bir diktatör, kimilerine
göre de bir halk adamıydı.
ABD'nin Saddam'ı ilk devirme girişimi olan Çöl Tilkisi operasyonu, 17 Ocak
1991'de başladı. Saddam yönetimi, 12 yıl süren BM ambargosunun ardından, ABD'nin Mart 2003'te başlayan askeri müdahalesiyle 9 Nisan 2003'te devrildi. Bir süre kaçak yaşayan Saddam Hüseyin, 13 Aralık 2003'te, doğum yeri Tikrit yakınlarındaki Advar'da gizlendiği yerde yakalandı ve yargılanmak üzere hapsedildi. Sonunda 05.11.2006 da asılarak idam edildi.
ABD'nin Saddam'ı ilk devirme girişimi olan Çöl Tilkisi operasyonu, 17 Ocak
1991'de başladı. Saddam yönetimi, 12 yıl süren BM ambargosunun ardından, ABD'nin Mart 2003'te başlayan askeri müdahalesiyle 9 Nisan 2003'te devrildi. Bir süre kaçak yaşayan Saddam Hüseyin, 13 Aralık 2003'te, doğum yeri Tikrit yakınlarındaki Advar'da gizlendiği yerde yakalandı ve yargılanmak üzere hapsedildi. Sonunda 05.11.2006 da asılarak idam edildi.
Kimyasal silah deposuna sahip olduğu söylendi ama
ölümünden yıllar geçse de kimyasal silah izine asla rastlanılmadı. 25.11.2003
tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi devrik Irak lideri Saddam
Hüseyin’e ait mal varlığını denetim altında tutmak amacıyla yeni bir komisyon
oluşturmayı kararlaştırsa da öldüğünden beridir hala mal varlıkları ne oldu
asla basına yansımadı. Bilinen sadece Saddam’a ait milyonlarca bir milyon
doların piyasaya sürüldüğü ve servetinin ne olduğu hala belli değil.
Muammer Kaddafi. O da kimilerine göre ülkeyi yıllarca
diktatörlükle yönetmiş kanlı bir lider. Kimilerine göre de Libya’daki refah
seviyesini arttırmak için uğraşmış bir devrimcidir. Oda tıpki Saddam Hüseyin
gibi Vladimir Lenin, Josef Stalin, Adolf Hitler gibi tartışmalı liderlerdendir.
Yirminci yüzyılın en çok konuşulan siyasi kişiliklerinden biri olan Muammer El
Kaddafi, Libya’yı 42 yıl boyunca demir yumrukla yönetti. Onun da akibeti Saddam
gibi oldu.
Ölümlerinden sonrada isimlerinin anılması bitmedi.
Belçika merkezli Le Vif dergisinin haberine göre
Libya'nın devrik lideri Muammer Kaddafi yönetimine ait Belçika'da dondurulan
banka hesaplarından 10 milyar euro kayboldu. Belçika Dışişleri Bakanı ise
haberin doğru olmadığını öne sürdü.
Usame Bin Muhammed Bin Avad Bin Ladin.
Usame bin Ladin, 10 Mart 1957 tarihinde Suudi
Arabistan'ın Riyad şehrinde doğdu. Babası Muhammed Bin Ladin Cidde'de
inşaat işleriyle uğraşarak milyarder olan ve günümüzde Saudi Binladin Group
adıyla faaliyet gösteren şirketin kurucusu olup, 2 Mayıs 2011 tarihinde Amerika
birlikleri tarafından yapılan bir operasyon sonucu öldürülmüştür.
Dünya tarihinde bu ve bunun gibi irili ufaklı yüzlerce
diktatörü, emperyalist devşirmesi örnekleri vardır. Ben sadece üç tanesini
örnek verdim. Bunlardan üç tanesini seçtim. Hepsinin ortak özelliği
hayatlarının bir bölümünde Amerika ile çakıştığıdır. Önce Amerika tarafından
nemalanan bu zatlar daha sonra da iktidar hırsının da etkisiyle Amerika’ya kafa
tutmaları sonucu ile akıbetleri hemen hemen aynı olmuştur. Kullan işi bitince darağacına
gönder.
Oysa Amerikalılar onların yaptığını kat ve kat mislisini her
zaman aşikara yapmaktadırlar. Onlar diktatör ise Amerikalılar tescillenmişidir.
Ortadoğu’nun bölücü bir İngiliz ajanı olan Arabistanlı Lawrence görevini: “Türkiye’ye karşı bir Arap isyanı tahrik etmektir
ve onun için de batılı olan dış görünüşümü gizlemek ve az da olsa Araplara
benzemek zorundayım.” diyordu Lawrence.
Osmanlı imparatorluğunun küllerinden doğan bu bölgenin
devşirme milletlerinin sınırları Arabistanlı Lawrence lakaplı İngiliz ajanının
kırık cetveli ile çizilmiş hepsinin de akıbetleri hemen hemen aynı olmuştur.
Ben burada diktatörleri övmek gibi bir işim asla olamaz.
Günümüzde diktatörleri yetiştiren, devşirten, büyüten, besleyen Amerika ve
İngiltere gibi emperyalist güçlerdir. Bir diğeri de S.S.C.B (Rusya) ve Çin’dir.
Türk Cumhuriyetlerinde etnik kıyım yapan, dinini dahi yaşatmayan Rusya ve Çin
değil midir? Benim ismim Rusya S.S.C.B. yıkıldı deyip işin içinden sıyrılamazlar.
S.S.C.B’nin (Rusya)
uydusu Bulgaristan, Todor Jivkov liderliğindeki rejimin Türk ve Müslüman
azınlığa yönelik 1984 ve 1989 yılları arasında uygulanan asimilasyon
politikalarını 22 yıl sonra kabul etse de Bulgar Parlamentosu 1989 yılında sona
eren komünist rejimin, Müslüman ve Türklere karşı uyguladığı asimilasyon
sırasında yürüttüğü isim değiştirme, ibadet yasağı, anadilde konuşma ve zorunlu
göç gibi etnik temizlik kampanyalarını unutmuş değiliz
Tibet ve Uygur bölgeleri
Çin'deki 55 azınlık grubu içinde en büyükleri ve Pekin'in en fazla başını
ağrıtanlar Tibetliler ve Uygurlardı. Geniş bir bölgede dağınık bir şekilde
yaşayan iki azınlık grubunun da tarih boyunca bağımsız oldukları dönemler
mevcuttu. Tibetliler ve Uygurlar, Çin'in toplam nüfusunun % 1'inden az olsa da,
bu iki bölgenin bağımsızlığı Çin'in topraklarının yüzde 30'unu kaybetmesi
anlamına gelmekteydi. Bu yüzden de Pekin makamları, daha fazla özerklik ya da
bağımsızlık taleplerine sert tepki vererek yıllardır Han grubundan Çinlileri
bölgeye yerleştirerek nüfus yapısını değiştirmeye çalışmakta ve etnik temizlik
yapmaktadır.
Sevgili dostlar bunları
ben size neden anlatıyorum. Eğer bu emperyalist güçlerin maşası ayağı olmak
istemiyorsanız bunun adımları güçlü bir ekonomi ve güçlü bir sanayi ve
teknolojiye sahip olmaktan geçer. Eğer olamazsanız önce tarım ve
hayvancılığınızı çökertirler ki nüfusunuzu beslemekte kendilerine bağımlı
yapsınlar, genleri değişmiş ürünlerle tank, top, silahla ele geçirilemeyen
topraklarınızı zahmetsizce altınızdan çekip alsınlar, gelecek nesillerinizi
hasta ve sağlıksız kılsınlar. Sonrasında bankalarınızı çökertirler ki
ekonominizi ellerinde tutsunlar. Sonra sanayi ve teknolojiyi çökertirler ki
teknolojide kendilerine bağımlı kılsınlar. Eğitim sisteminizi çökertirler ki
eğitimsiz bir nüfusu daha kolay ele geçirsinler.
Bu nedenle;
Çocuklarımızı bilinçli
bir şekilde Türk kimliğine uygun yetiştirmeliyiz.
Çocuklarımıza
emperyalist ülkelerin uşaklığını yapmamaları için akli bilim, ilim eğitimli,
kılmalıyız.
Çocuklarımıza tarihten
örnekler vererek dostumuzu düşmanımızı öğretmeliyiz.
Muhasır medeniyet
seviyesine ulaşmalıyız.
Bölgemizden bir milim
sınırı bile olmayan milletleri uzaklaştırmalıyız.
Bu da ekonomik güç ve tam bağımsızlıkla mümkündür.
Onlara bağımlılıktan
kurtulmalıyız.
Bağımsızlığın temeli
eğitimden geçer.
Yoksa salyalı kuduz
köpekler gibi bu emperyalist ülkelerin
her an paçamızdan tutmaları mümkündür.
Saygılarımla
Mustafa Kemal Bektaş
27 Mayıs 2018 Pazar
DİNİ KONULARDA BİZİM ASIL SIKINTIMIZ OKUMUYORUZ… OKUMADIĞIMIZ İÇİNDE CAHİL CÜHELA TAKIMINA GÜN DOĞUYOR. BOŞLUĞU ONLAR DOLDURUYOR.. ONLARA DEĞİL KENDİMİZE KIZALIM !...
DİNİ KONULARDA BİZİM
ASIL SIKINTIMIZ OKUMUYORUZ… OKUMADIĞIMIZ İÇİNDE CAHİL CÜHELA TAKIMINA GÜN
DOĞUYOR. BOŞLUĞU ONLAR DOLDURUYOR.. ONLARA DEĞİL KENDİMİZE KIZALIM !...
Yeni emekli olduğum 2003 yıllarıydı. Bir tanıdığın bİr
konuda bilgisine başvurdum. O da bana beni dinlemeden, kendisine
göre bana cevap hakkı tanımadan uzun
uzun anlattı.
Sonunda dedim ki: Bittimi? Bitti dedi.
Nihayet bana sıra geldi yani dedim ve Ona Cum’a suresinin
5 ayeti kerimesinin mealini söyledim:
“Kendilerine Tevrat
öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş
merkebin durumu gibidir.“ dedim.
Oda bana “Ne yani
bana eşek mi demek istedin?” dedi. Bende ona “Estağfurullah ne haddime Allah c.c diyor” dedim.
Bu örneği de Ramazan münasebetiyle verdim. Malum Ramazan
ayındayız. Toplumumuzun % 80’ni ramazan ayı geldiğinde yeniden Müslüman olmuş
gibi mukabelelere koştururlar, iftar düzenlerler yada iftara giderler.
Televizyonlar derseniz her sene aynı yüzler, aynı tür programlar. Kimisi
ağlamaklı, kimisi ilginç konu ve sorularla yine gündemimizde Ama hepsi öncelik
cebinin derdinde. Bir yıl boyunca haram helal gözetmeden yenilen içilenler
unutulur bir ay boyunca saf bir Müslüman olur çıkarız. Sonra çarkı devran
sürüle sefa devam..
Bazı zatlarda zurnanın zırt dediği yerden çıkar
gibi "Yatak,
yorgan, battaniye cinsel dürtüleri, asansörde halvet" fantezisi gibi
sözleri de gündeme getirip lök diye birden oturtuverir.
Ancak bu mesele, bugün “asansörde
halvet, yorgan ve yastıkta şehvet arayan” din uleması geçinen tiplerden
ibaret değildir. Asıl sıkıntı eğitimsizlikten, cehaletten kaynaklanmaktadır.
Biz okumazsak, adam gibi ilmi yetkililerden çoluğumuza çocuğumuza eğitim vermezsek,
cahil cühela bir başkası gelir o boşluğu doldurur ve garip bir nesil ile karşı
karşıya kalırız. Kan bağı bizde tasması başkasında.. Aynı Fetönün devşirmeleri
gibi..Niye kızıyoruz ki? Kızmamız gereken aslında kendimizdir.
Günümüzde
yaşananlar büyük ölçüde menkıbelere dayanan klasik İslam kültürünün hiçbir
eleştirel düşünce süzgecinden geçirilmeden, Kur’an ve Sünnete vakıf İslam bilim
insanları tarafından tartışılmadan modern zamanlarda gerçek dinmiş gibi
sunulması, ne yazık ki İslam toplumlarında tarifi imkansız yaralara yol
açmaktadır.
Peki bu
bataklıktan nasıl kurtulacağız? Bunu tartışmak zorundayız!.
Bunun çözümü
özgür bir düşünce ortamında İslam bilim insanlarının menkıbelere, hurafelere
itibar etmeden Kur’an ve Sünnetin getirdiği bilgiyi modern zamanlarda
yorumlayarak dinle hayat arasındaki bağı yeniden kurmaktan geçer. Bu
tartışmaların özgürce yapılabilmesi için de, kesinlikle daha çok demokrasiye ve
daha çok özgürlüğe ihtiyaç bulunmaktadır.
Ülkemizde
demokrasi ve özgürlük kelimelerini görür görmez bazıları fena halde tedirgin
oluyorlar. Hemen savunma ortamına geçip direk zındıklıkla itham ediyorlar. Ama
özgürlük ortamı olmadan derinlikli ilmi çalışmalar ve tartışmalar yapılamaz
ki... Düşünün ki, Kur’an ve Sünnet ilmine vakıf bilim insanları daha ağızlarını
açar açmaz kendilerini dinimizin tek yetkili ağzı edasıyla, ilmine, bilimine,
tahsiline bakmadan kafirlikle itham ederek susturmaya çalışıyorlar.
Unutmayalım,
bugün Diyanet’in, İmam-Hatiplerin, ilahiyat fakültelerinin öğrettiği din, ile
kendilerini şeyh, hoca derviş diye adlandırılanların anlattığı dinden farklı
değildir.
Allah gibi
sahibimiz ve yaratıcımız, Kur’an-ı Kerim gibi rehberimiz, Hz. Muhammed Mustafa
s.a.v gibi önderimiz olacak; üstelik Allah’ın en muteber, en sevgili ve duası
en çok kabul olan kullarının da biz olduğuna inanacağız, bir taraftan da
Dünya’nın en geri, en kan dökücü, en problemli, en nefret edilen, en perişan ve
açlıktan en çok ölen, binlerce yıllık yurtları cehennem haline gelen insanlar
olacağız.! Bu nasıl bir ikilemdir nasıl bir Müslümanlıktır anlamış değilim.
Allah aşkına
hangi siyaset dinden, Allah kelamından daha büyük olabilir? Din adamları
siyaset adamlarına göre daha dikkatli, daha mutedil olması gerekmez mi?
Siyasetçinin bile söylemeye cesaret edemediği şeyleri din adına söylemek hem
dinimizi hem de bu toplumu hırpalar, parçalar. Bu nedenle her seviyedeki insan
konuşmalarına dikkat etmelidir. Zira Kur’an-ı inceleyiniz Allah c.c. her 10-20
ayette bir aklımızı kullanmayı, haddimizi bilmeyi emreder. İmamlık, hatiplik
1000 sene önceki yazılmış eseri tercüme yapmak değildir. İmam hatiplik
Kur'an-ın özüne aykırı olan söylemlere çıt çıkarmamak değildir. Gönülden
Kur’an da emredileni sünnetullahla birlikte canı gönülden yaşamak ve
çevresindekilere örnek olmak, Allah'ın daim gördüğü şekilde hareket
etmektir. . Hala günümüzde televizyon haram derken akıllı cep telefonu
elinden düşmeyen, ya da gâvur icadı diyenlerin en son model arabalara
binen kafa yapısına sahip bir çevre var!
Ülkemizde,
İslâm dini hakkında doğru bilgi sahibi olmayı sağlayacak çok yönlü bir
bilgilendirme seferberliği başlatılmalıdır. Böylece dindar insanın, dinden
çıkma korkusuyla, ya da bilinçsizce cenneti garantileme sevdasıyla fanatik
eğilimlere, şiddete açık hale gelmesi, temiz dinî duyguların istismarı önlenmiş
olur. İşte bu olmadığı için bunlardan bir tanesi de Fetöş efendiydi. Dini
kullandı o da geldi tepemize kendi seçtiği ayak takımını kullanarak ordumuzun
silahlarıyla bombaları yağdırdı.
Bir imam
efendide yüz milyonlarca dolar ne arar? Devletin en mahrem yerlerinde yıllarca
emek sarf edilen seferberlik belgelerini devşirdiği savcılarla girip belgeleri
alıp Amerika’ya neden götürür! Atatürk boşuna demedi Din işi ayrı devlet işi
ayrı…
Din ve
dindar insan, hiçbir şekilde potansiyel suçlu olarak görülmemelidir. Din
alanında ortaya çıkan, bilgisizlikten, cehaletten kaynaklanan olumsuzluklar
fırsat bilinerek "din düşmanlığına" meydan verilmemelidir. Takiyyelik
davranışlardan da kaçınılmalıdır. Toplumu derinden etkileyen değerlerin,
istismarı, kesinlikle önlenmelidir. Dinin en azından "sosyal bir
realite" olduğu bilinmeli, dini dışlayarak, ya da görmezlikten gelerek
hiçbir şey yapmanın mümkün olmayacağı da bilinmelidir.
Dinin
devleti olmaz. Olsaydı Yüce Allah cc Hz. Peygamber s.a.v efendimize emrini
verirdi. Devletin içinde her tür inanışa sahip halk bulunabilir. Mekke’de
Medine’de Müslüman halkın yanında yahudisi de, hristiyanı da, ateisti de vardı.
Allah c.c Bakara suresi 256 ayette “Dinde
zorlama yoktur; artık doğru ile eğri birbirinden ayrılmıştır. Artık kim tâğutu
reddedip Allah'a iman ederse, kopmaz ve kırılmaz, sapasağlam bir kulpa yapışmış
olur. Allah ise her şeyi işiten, herşeyi bilendir.” Emretmektedir. Hal
böyle iken zorla din dikte etmeye kalkanların makamı Allah’dan c.c daha mı
yüksektir. Bu bir kalp, gönül sevgi işidir.
Sözde Müslüman çoğunluğu olan ülkeyiz. Ama namaz kılma oranı % 15-20
lerde, suç oranı patlamış, çek- senet sahtekârlığı almış başını gitmiş, 100
binin üzerinde cami 300 bine yakın Diyanet personeli var? Bunun bir izahı
olmalıdır! Nereye gidiyoruz böyle doludizgin. Cumadan cumaya namaz kılan,
Cenazeden cenazeye Allah’ı aklına getiren, ramazandan ramazana Müslüman olduğu
aklına gelen bir toplum…
Maalesef din
ile gelenek arasındaki farkın yeterince anlaşılmadığını söyleyebilirim. Çünkü
geleneksel yaşam dini yaşam olarak kabul ediliyor. Din gelenek üzerinden ele
alınıyor. Gelenek üzerinden yaşanıyor. Sorunlarda buradan çıkıyor. İnsanın
hakikat karşısında en önemli engeli, perdesi gelenek denilen beşeri
üretimlerdir.
İnsanı insan
yapan akıl ve düşüncedir. Allah’ın yarattığı en şerefli varlık akıldır. Allah
akıldan daha değerli, üst bir varlık yaratmamıştır. Akıl, bilgiye götürür,
bilgi hürriyete. Hür olmayanlar acınacak hale düşerler. Kendi olmayan insan
kendini gerçekleştiremez. Akıl ve irade ile kendi hayatını yaşamayan
insan hayatını başkalarının peşinden giderek köleleştirir.
Tıpkı 15
Temmuzda fetöş efendinin peşinden koşanlar gibi….
Saygılarımla
Mustafa
Kemal Bektaş
DEVLETLERDE ÖLÜR ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA A.B.D.DE (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -5- ABD yönetimi bu çatırdamanın, etkisizleşmenin ve bulundukları durumun farkında. Geçtiğimiz günlerde “Önce ABD” başlıklı yeni bir güvenlik stratejisi açıklandı. Trump açıkladığı ulusal güvenlik stratejisini şu dört temele dayandırdı:
DEVLETLERDE ÖLÜR ÖNCE S.S.C.B, SONRA YUGOSLAVYA, ŞİMDİ DE SIRA
A.B.D.DE (BU YAZI DİZİSİNİ İYİ OKUYUN) -5-
ABD yönetimi bu
çatırdamanın, etkisizleşmenin ve bulundukları durumun farkında. Geçtiğimiz
günlerde “Önce ABD” başlıklı yeni
bir güvenlik stratejisi açıklandı. Trump açıkladığı ulusal güvenlik
stratejisini şu dört temele dayandırdı:
1.
Yeni strateji belgemiz önceliği sınırlarımızın güvenliğine verecek.
2.
Stratejimizde ikinci temel prensip Amerika’nın refahını korumak ve
güçlendirmek olacak.
3.
Stratejimizin üçüncü temel noktası barışı güçle korumak.
4.
Stratejimizin bir diğer ayağı da tüm dünyada Amerika’nın etkinliğini,
gücünü arttırmak.
Bu dört temelin
Amerikan emperyalizminin bir yansıması olduğuna kuşku yok. Ancak, belgede asıl
dikkat çeken, ABD’nin Rusya ve Çin’in yükselişini kabullenmiş olması ve bu
ülkeyi “Amerikan etkisine, değerlerine ve zenginliğine meydan okuyan rakipler”
olarak işaret ediyor olması. Söz konusu belgede mezkûr iki ülke için şöyle
deniliyor:
“ABD’nin güvenliğini
ve gelişimini sarsmaya çalışıyorlar. Askeri güçlerini artırıyorlar, bilgi ve
dataları kontrol altına alarak kendi halklarını baskı altında tutuyor,
etkilerini artırıyorlar. Rusya elde ettiği bilgileri dünyanın farklı birçok
bölgesindeki toplumların görüşlerini etkilemek amacıyla siber saldırılara
dönüştürüyor. Rusya’nın bu etki çabaları korkak istihbaratı operasyonlara
dönüşüyor ve devlet destekli medya ile sahte online karakterler, üçüncü parti
arabulucular, paralı sosyal medya kullanıcıları ya da troller oluşturuyorlar.”
Bu tespitler bir
bakıma, ABD yönetiminin de “çöküşü ya da gerileyişi” kabullendiğine işarettir.
ABD, sadece askeri ve
ekonomik açıdan değil, entelektüel bakımdan da geriliyor. OECD gibi
kuruluşların 15 yaş üzerinde yaptığı araştırmalara göre Şanghay öğrencileri
matematik, fen ve okur-yazarlık alanlarında bir numara oldular. Bu gençler 15
yıl sonra 30’lu yaşlarına gelecekler ve geleceğin en değerli bilim insanları ve
mühendisleri olacaklar. 2030’larda Şanghay’ın ekonomik gücüyle bu entelektüel
altyapısı birleşecek, askeri teknolojisi de birleşecek… İşte o zaman, ABD’nin
korktuğu yegâne şey Kuzey Kore’nin binlerce kilometre menzile sahip füzeleri
olmayacak, çok daha büyük bir güçle, çok daha büyük bir belayla, çok daha süper
güçlü düşmanıyla yüzleşmek zorunda kalacak. ABD’nin besin zincirinin en üstünde
yer aldığı dönemler geride kalmak üzere… Sonuç olarak ABD ya bir zamanların
Britanya İmparatorluğu gibi sessiz sedasız yerini bu güçlere devredecek ya da
çarpışarak ölecek!
Geleceğin dünyası
Amerika’nın gölgesinden korkanların değil, gölge etme başka ihsan istemem diye
cesurca karşı koyanların dünyası olacak. Yeni Cesur Dünya geliyor. Yeni bir
dünya doğuyor; güç dengeleri değişiyor, ABD tarih sahnesinden çekiliyor.
Ne zaman? Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın
Türkiye- Amerika ile ilişkilerinde hakim gücün borusu ötüyordu.
Türkiye’nin yönetimi, siyaseti üzerinde ABD’nin görünür bir tesiri vardı. Bu
sadece sağcı iktidarlar döneminde değil, kendini solcu ilan eden Ecevit’in
döneminde de bariz olarak hissedilebiliyordu.
Türkiye’nin ABD’ye mahkumiyeti, Kıbrıs meselesi dolayısıyla
apaçık ortaya çıkmıştır. İşe bakın ki, Türkiye’nin bağımsızlığını Lozan’da
sağladığı iddia edilen İsmet Paşa da Başbakan’dır. ABD Başkanı Kıbrıs’a
müdahaleye hazırlanan Türkiye’ye “benim silahlarımı kullanarak böyle bir
harekat yapamazsınız” mesajı İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de bu
dünyada yerini alır” sözünü sarfetmesine yol açmıştı.
Amerika’nın bu hasmane hal ve hareketi ile Türkiye bütün
ordusunu NATO emrine vermenin ne anlama geldiğini öğrendi, kendi silah ve
malzemeleriyle Ege Ordusu’nu kurdu. Kıbrıs meselesinin Türkiye’ye birçok
yararından biri de bu olmuştur.
Bizim ABD’ye nasıl baktığımız elbette önemli, fakat ABD’nin
Türkiye’ye nasıl baktığı daha da önemli. ABD’nin Türkiye’ye bakışının yalın bir
bakış olmadığı şüphesizdir. İsrail faktörünün bu bakışı en fazla etkileyen unsur
olduğunu söyleyebiliriz.
Türk-ABD dayanışması her zaman siyasetin gündemindedir. İşe
bakın ki, Amerika, bu dayanışmayı, “Muavenet” zırhlımızı bombalayarak
anlamsızlaştırmıştır, hem de 1990’larda… Bu arada şimdi bilinmeyen bir kelime
olan muavenetin bugünkü karşılığının “Dayanışma” olduğunu açıklayalım!
Ege’de yapılan NATO tatbikatı sırasında “dost ve müttefik” ABD
uçak gemisinden yollanan iki güdümlü mermi donanmamızın en önemli gemilerinden
birini, Muavenet’i batırıyor. Yıl 1994... Amerikan savaş gemisi Saratoga’dan
iki güdümlü füze atılmak suretiyle Muavenet gemisi bombalanmış ve gemi komutanı
ile 4 rütbeli denizci şehit edilmiştir…
Kaza olması mümkün değil! Tesadüf olması mümkün değil!
Mermiler güdümlü; nereye gideceği hesaplanabilen mermiler. Gelip
Muavenet’i batırıyorlar. Amerikalılar “pardon!” diyorlar! Türkiye’nin
yetkilileri “dost ve müttefik” ABD’den gelen bu darbeyi mecburen “kaza” olarak
ilan ediyorlar…
Büyük güçlerle yapılan tatbikatlarda bile böylesine kazalar
oluyor!
Tatbikatta bu olursa, gerçekte ne olur?
ABD, Türkiye ile “muavenet” içinde olmadığını, olmayacağını son
zamanlarda her fırsatta ortaya koyuyor. ABD’nin Suriye siyaseti, Türkiye’yi
oyun dışı bırakmak üzerine kurulmuş. Bunu Türkiye’ye gelir gelmez sivil toplum
adı altında her türlü Türkiye karşıtı unsurla bir araya gelen ABD
Başkan Yardımcısı Joe Biden açıkça “Biz ABD’nin çıkarına olanı biliyoruz da, bizim
çıkarımıza olanın Türkiye’nin menfatine olup olmadığını bilmiyoruz!”
diyebilmiştir.
Biz de şunu biliyoruz: Türkiye’nin menfaatine olanı bilmeyen
böyle bir söz sarfetmez!
Şu sıralar Türkiye’nin varlığı Amerika’nın menfatine aykırı!
Bizimde bu bölgede Amerika ve Rusya da dahil bölge ülkelerinin
menfaatine aykırı.
Ve Amerika son günlerini yaşamaktadır. Günü geldiğinde Devletler
mezarlığına diğerleri gibi defnedilecektir..
Saygılarımla
Mustafa
Kemal Bektaş
ÜLKEMİZDE SAĞLIK KURUMLARINDA YAPILANMA VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM…… -7- Sevgili dostlar nihayet yedinci bölümde Ülkemizdeki sağlık kurumlarındaki yapılanma ve sağlıkta dönüşüm projelerini bitireceğiz inşallah. Gördünüz bu projelerin çıkış noktalarını ve karmaşıklığını. Cumhuriyet hükümetleri disiplinli bir şekilde kamu maliyesini yönetselerdi ülkemiz bu yaptırımlarla karşı karşıya kalmayacaktı.
ÜLKEMİZDE SAĞLIK KURUMLARINDA YAPILANMA VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM……
-7-
Sevgili dostlar nihayet yedinci
bölümde Ülkemizdeki sağlık kurumlarındaki yapılanma ve sağlıkta dönüşüm
projelerini bitireceğiz inşallah. Gördünüz bu projelerin çıkış noktalarını ve karmaşıklığını.
Cumhuriyet hükümetleri disiplinli bir şekilde kamu maliyesini yönetselerdi
ülkemiz bu yaptırımlarla karşı karşıya kalmayacaktı.
Tekrar
kaldığımız yerden devam edip bu bölümde bu yapılandırma projelerini kapatıp
yapısal sorunları analiz etmeye devam edelim:
Türkiye’de sağlık alanında piyasa
odaklı yapılan bu düzenlemeler sermaye yatırımları için büyük bir fırsat ortamı
sunmuştur. Önümüzdeki günlerde yurt içi pazardaki potansiyel paralelinde
pazardaki paylarını artırmak isteyen özel hastane zincirlerinin yatırımlarının
artması muhtemeldir.
Sağlık sektöründe
faaliyet gösteren firmalar hastane sayısı yatak kapasitesi faaliyet bölgeleri
aşağıdadır:
Acıbadem Sağlık Grubu 17 Hastane, 11
Tıp Merkezi, 4 Laboratuvar, 1 Genetik Tanı Merkezi. 1500 + Adana, Ankara,
Bodrum, Bursa, Eskişehir, Gemlik, İstanbul, Kapadokya, Kayseri, Kocaeli,
Makedonya
Medical Park Hastaneler Grubu 15
Hastane, 2 Hastane Kompleksi, 1 Tıp Merkezi 1500 + Ankara, Antalya, Batman,
Bursa, Elazığ, Gaziantep, Gebze, İstanbul, İzmir, Ordu, Samsun, Tarsus, Tokat,
Uşak
Medicana Sağlık Grubu 9 Hastane, 2
Diş Polikliniği 1170 + Ankara, İstanbul, Konya, Samsun
Memorial Sağlık Grubu 7 Hastane, 3
Tıp Merkezi 750 Ankara, Antalya, Diyarbakır, İstanbul, Kayseri, Şanlıurfa
Florence Nightingale 4 Hastane, 1
Tıp Merkezi 550 İstanbul
Bahat Sağlık Grubu 4 Hastane, 2 Tıp
Merkezi 500 + İstanbul
Başkent 6 Hastane, 4 Diyaliz
Merkezi, 1 500 + Adana, Alanya, Ankara, İstanbul, İzmir,
Üniversitesi Hastaneleri Poliklinik,
2 Rehabilitasyon Merkezi, 1 Kadın Konya, Zonguldak
Medipol Mega Hastaneler Kompleksi 1
Hastane 470 İstanbul
Liv Hospital 2 Hastane 350 Ankara,
İstanbul, Samsun
Bayındır Sağlık Grubu 3 Hastane, 1
Tıp Merkezi, 5 Klinik 308 Ankara, İstanbul
(Kaynak: Zengin,
Aslı Şat (2015), Özel Hastaneler Sektörü, İş Bankası Yayınları )
Ayrıca yabancı sermayeli
yatırımların alanda faaliyet göstermesi de ayrı bir önem
taşımaktadır. Çünkü küçük ve orta
ölçekli yerli sermayeli hastanelerin büyük ölçekli yabancı sermayeli
yatırımlarla rekabet etmesi oldukça zordur. Böyle bir durumda sağlık alanındaki
düzenlemelerin önümüzdeki günlerde yabancı sermayenin istekleri doğrultusunda
olması ihtimali oldukça yüksektir. Böyle bir durum vatandaşlar için sağlık
alanında sunulan hizmetlerin daha çok özelleşmesi ve daha fazla
fiyatlandırılması anlamına gelmektedir.
Son yıllarda sektörde
gerçekleştirilen önemli yatırımlar ile 2014 yılında öne çıkanlar aşağıdaki
tabloda özetlenmiştir.
Sağlık sektöründe
gerçekleştirilen önemli yatırımlar yıl yatırımcı ülke yatırımı alan firma hisse
oranları (%)
2011 Mid Europa İngiltere İzmir Kent
Hastanesi 65
2011 Newcon ABD Anadolu Hastaneler
Grubu 50
2012 Khazanah&Integrated
Healthcare Holding Malezya Acıbadem Sağlık Grubu 75
2013 Turkven Türkiye Medical Park 65
2014 Euromedic Hollanda American
Shared Services Hospital 100
2014 Nesma Holding; Reaya Holding
S.ArabistanAvrupa Göz 50
2014 Pine Bridge Investments ABD
Romatem 50
2014 Polski Bank Komorek Polonya
Yaşam Bankası 85
(Kaynak:
Zengin, Aslı Şat (2015). Özel Hastaneler Sektörü, İş Bankası Yayınları)
Türkiye’de 1980 sonrası uygulanan
sağlık politikası, başta sağlık çalışanları ve sağlık hizmetlerinin diğer
tarafında yer alan vatandaşlar olmak üzere tüm toplumu etkileyeceği için, “makro nitelikli” bir politikadır.
Sağlık politikası, aynı zamanda toplum üzerindeki etkileri bakımından,
kazananları/kaybedenleri olan “düzenleyici
politikalar” niteliğindedir.
Bu politikanın kazananı piyasa
aktörleri, kaybedeni ise başta sağlık çalışanları ve dar gelirli vatandaşlar
olmak üzere toplumun çoğunluğudur.
Diğer yandan, 1980’li yıllarla
birlikte tohumları atılıp 2002 yılında kapsamlı bir şekilde
uygulamaya konulan sağlıkta
liberalleşme politikası Türkiye’nin iç dinamiklerinden çok DTÖ, IMF ve DB’nın
politika transferleri şeklinde gündeme girmiştir. Bu politika transferinin
temel amacı da piyasa aktörleri için sermaye birikime katkı sağlayacak yeni
karlı alanlar yaratabilmektir. Denilebilir ki; Türkiye’nin son otuz beş yıllık
sağlık politikası IMF,DB, DTÖ gibi uluslararası örgütlerin yönlendirmeleri
doğrultusunda politika transferi şeklinde gerçekleşmiştir. Kısacası Cumhuriyet
hükümetlerinin 1960 yıllarda dahil olmak üzere sağlık politikalarının iflası
demektir.
Diğer yandan, sağlık politikasına
yön veren sağlık kurumlarının işletmeye dönüştürülmesi, GSS’nin kurulması, Aile
Hekimliği’ne geçiş, sağlık hizmetlerinin verilmesinde desentralizasyon gibi unsurlar
1980’den beri neredeyse her hükümet programında ve kalkınma planlarında ifade
edilmiştir.
Ülkemizde kalkışılan 15 Temmuz
sonrasında Türk silahlı Kuvvetlerinin sağlık teşkilatı ve hastanelerinin de
lağvedilmesi nedeniyle sorunlar daha da içinden çıkılmaz derecede
katmerleşmiştir.
Başka bir deyişle hükümetler ve
kişiler değişse de politikada bir devamlılık söz konusudur. Bu açıdan
Türkiye’de uygulanan sağlık politikasının karar verme modelleri açısından
değerlendirildiğinde “ilaveci karar
verme” modelinin izlenmiş olduğu söylenebilir.
Bu çalışma ile Türkiye’de sağlık
hizmetlerinin piyasaya açılma politikası süreç analizi yöntemi ile analiz
edilerek incelenmiştir. Türkiye’de sağlık sektörünün piyasaya açılma politikası
süreç analizinin aşamalarına uygun olarak işlemiştir. Siyasi, ekonomik ve
toplumsal sonuçları açısından çok önemli olan bu politikanın “politika ağları”
yaklaşımı ile analiz edilmesi alana büyük katkı sağlayacaktır. Böylesi bir
çalışma sağlık alanında hükümet ve çıkar grupları arasındaki ilişkileri
açıklaması bakımından önem taşıyacaktır.
Ve nihayet “Ülkemizdeki sağlık
kurumlarındaki yapılanma ve sağlıkta dönüşüm projelerini” bitirdik. Bundan
sonrakilerde de personel yapılandırması ve görev tanımı sorunlarını irdeleyip
sağlık sektörü ile ilgili sorunları bitirip bir sonraki yazılarımda ülkemizde
ki tarım ve hayvancılık sorunlarını, gıda kontrol hizmetlerini ve veterinerlik
hizmetlerini A’sından Z’sine kadar sorunları inceleyeceğiz.
Saygılarımla..
Mustafa Kemal Bektaş
KAYNAKLAR:
Deloitte Sağlık
Çözümleri Merkezi - Sağlık ve İlaç Sektörü 2020 Öngörüleri
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Türkiye’de sağlık sisteminin temel sorunları
Harun KIRILMAZ
Sağlık Bakanlığı, Ankara - Sağlık Sisteminin Sorunları ve Bilgi Teknolojileri
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Türkiye’nin sağlık sorunları ne tür bir sağlık
bakanını gerekli kılıyor?
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Sağlık sisteminin temel sorunları sürüyor
Dr.İlhan Korkmaz.
Ataevler A.S.M Nilüfer-BURSA – Aile hekimlerinin Sorunları
Dr. Nuri Seha
Yüksel – Aile Hekimliği 2016
Yrd. Doç.
Dr.Yasemin Mamur Işıkçı – Bir Kamu Politikası: Sağlık Politikasında Dönüşüm
Özel Hastaneler ve
Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) – Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları
Havva Öztürk
Acıbadem Hastanesi - Hastanelerde İşe
Yeni Başlayan Hemşirelerin Sorunları
Murat Tuzcu - Net
Gazetesi Hastanelerdeki sorunlar ve çözümleri
Dr. Ensar DURMUŞ -
Acil Sağlık Sisteminin Sorunları
Öğrt. Gör. Aysun
Yılmaztürk - Türkiye’de Sağlık Reformlarının Tarihsel Gelişimi ve Sağlıkta
Dönüşüm Programı’nın Küresel Niteliğinin Değerlendirilmesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)